8 Haziran 2024 Cumartesi

Yetik Ozan - Bağlama


Her sevgi bir düğüm atmış koluna

Dokundukça inler, yarası vardır.

Irak gönüllerin uçurumuna

Ezgiden bir köprü kurası vardır.


Aslı saçlarını yönüne sermiş,

Altı tel koparıp göğsüne germiş,

Kerem, yarasından bir kabuk vermiş,

Sızlaya sızlaya vurası vardır.


Aşık sofrasında bir ayak olur,

Şenlik bırakanda Sümmânî alır.

Humarı kan ile karışıp kalır

Atadan toruna süresi vardır.


Veysel ile yumup iki gözünü

Görür gerçeklerin gizli yüzünü,

Emrah ile gamda tartar özünü;

Ağır yükü, hafif darası vardır.


Ak kuşlukta abdal öğütlemesi,

Kara günde kardaş ağıtlaması,

Kızıl tanda Avşar yiğitlemesi:

Nefesi, nidası, narası vardır.


Bozok yaylasında çamlarca uzun

Bir tütün kesilir çektiği hüzün

Nice ki, orda bir sürmeli gözün

Gönlüne yansımış karası vardır.


Şeker dağı acı sözden bıkanda

Etekleri misket misket kokanda,

Ardıçtan kovalar inip çıkanda

Her kuyu başında sırası vardır.


Söğüt çarşısında günle erenler

Zile düzlerinde burçak derenler

Ankara'da dama bulgur serenler

Dostudur, hal hatır sorası vardır.


Beşparmak’ta gümüş mavzer kesilir;

Çatal yüreğine barut basılır,

Alt teli bir tetik olup kasılır;

Bengide patlamak töresi vardır.


Yol üstü inerken Kelkit'in bucağı

Bağrına saplanır bir bağ bıçağı,

Eğin dedikleri gurbet ocağı

Iraktan el sallar, göresi vardır.


Çarşambaya yağmur yağar sel alır;

Yamadan dolanır, bayır, bel alır

Çorum’da Dürdane kızdan el alır

Yan yana halaya giresi vardır.


Muş'un yokuşunu çıkmış yorulmuş,

Narman'da bir güzel görmüş vurulmuş,

Ürgüp'te önüne tuzak kurulmuş;

Göğsünde üç kurşun beresi vardır.


Engeller koymuyor; yol sarp, o yaya

Ziganalar sisli, Kop kaya kaya

Bayburt’ta üç günü dönmüş üç aya;

Kaygulanıp tütün sarası vardır.


Fırat hoyrat akmış, o hoyrat akmış,

Urfa gibi göz göz Mardin'e bakmış,

Diyarbakır sıcak, kibritsiz yakmış;

Harput'un çayında çırası vardır.


Şahin yuvasında baykuş tünerken

Antep sınırlardan gazi dönerken

Tokat bir yabancı yüze inerken

On beşliler ile kurası vardır.


Gence’de topraksız lale örneği

Tebriz’de bayraksız kale örneği,

Kerkük’te ceylansız bala örneği

Öksüz tarı, tutsak curası vardır.


Nice ki ölüm var er geç kaderde

Bir içli ağıtla susar son perde

Karacaoğlan'ın yattığı yerde

Sonsuza dek nöbet durası vardır.



Yetik Ozan - Üçüncü Yol



Sayıyorsan beni kendine yakın
Hem ben bilem hem sen bil, bilişelim,
Benim köyüm senin kentine yakın;
Hem ben gelem hem sen gel, gelişelim.

Ağustos içti de yerin suyunu
Kuruttu pınarın serin suyunu,
Irak kuyuların derin suyunu
Hem ben alam hem sen al, alışalım.

Güneşin hıncı var, bulutun nazı,
Bileğin gücü yok, yüreğin hazı,
Tarlada tırpanı, halayda sazı
Hem ben çalam hem sen çal, çalışalım.

Ben tutmuşum beni kul eden yolu,
Sen tutmuşsun seni el eden yolu,
Bizi bize doğru ileten yolu
Hem ben bulam hem sen bul, buluşalım.

Yetik Ozan - Kilim

 

El emeği, alın teri, göz nuru;
Bu kilimde üç çilenin yünü var,
Boşa değil şu kibiri, gururu,
Yedi iklim, dört köşede ünü var.

Renk almış yaylanın çiçeklerinden,
Desen tutmuş buğday başaklarından,
Gök kuşağı ağmış saçaklarından;
Üzerinde bir ilkbahar günü var.

Her teli bir pınar olup akmada,
Her düğüm yar gözü gibi bakmada,
Biçimler el ele halay çekmede;
Sanki ortasında köy düğünü var.

Bir ucunda bir destana başlanmış,
Bir ucunda gülle bülbül eşlenmiş,
Bir ucunda acı gerçek işlenmiş,
Bir ucunda tatlı düşler tünü var.

Yunus Emre tapınanda yüz koymuş,
Karacoğlan saz çalanda diz koymuş,
Köroğlu dört nala geçmiş iz koymuş;
Boylamında erenlerin yönü var.

Höyük gibi bengiliği yaşıyor;
Bağrında bir kutlu gömü taşıyor,
Yaşı nice yüzyılları aşıyor;
Bu kilimde uygarlığın dünü var.

Ziya Paşa - Terkîb Bend


                              I

Saki getir ol badeyi kim mâye-i candır
Arâm-dih-i akl-ı melâmet-zedegândır
Ol mey ki olur saykal-ı dil ehl-i kemâle
Nâ-puhtelerin aklına bâdî-i ziyandır
Bir câm ile yap hatırı zîrâ dil-i vîrân
Mehcûr-ı hârâbat olalı hayli zamandır
Sâkî içelim aşkına rindân-ı huda'nın
Rindân-ı huda vâkıf-ı esrâr-ı nihândır
Sâkî içelim rağmına süfi-ı harisin
Kim maksadı kevser emeli hıır-i cinândır
Aşk olsun o pîr-ı mey-perverde-i aşka
Kim badesi sad-sâle vü sâkîsi civandır
Pîr-i meye sor mes'elede var ise şüphen
Vaizlerin efsaneleri hep hezeyandır
Ben anladığım çarh ise bu çarh-ı çep-endâz
Yahşi görünür sureti amma ki yamandır
Benzer felek ol çenber-i fânûs-ı hayâle
Kim nakş-ı temâsîli serîü'l-cereyândır
Sâkî bize mey sun ki dil-i tecribet-âmûz
Endişe-i encam ile vakf-ı halecândır
İç bade güzel sev var ise akl u şuurun
Dünya var imiş ya ki yoğ olmuş ne umurun

                              II

Yetmez mi bu kasrîreviş-iağreb-i âlem
Bir menzile ermez mi aceb kevkeb-i âlem
Şimdi uyuyanlar ö zamanda uyanırlar
Bir subha resîde olur âhır şeb-i âlem
Pâmâl eder encam kimin üstüne dönse
Agâz edeli devre budur meşreb-i âlem
Bin böyle cihan zer ü sîm olsa yetişmez
Mümkün mü ki is'af oluna matlab-ı âlem
Hâriçten eğer olsa temaşasına imkân
Müdhiş görünür heykel-i müsta'ceb-i âlem
Almış yükünü şöyle ki seyrinde halelsiz
Bir zerre dahi kaldıramaz merkeb-i âlem
Ebnâ-yı beşerde kalacak mı bu muâdât
Bilmem ne zaman doğrulacak mezheb-i âlem
Her safhada bir şekl-i hakikat eder ibraz
Her gün çevirir bir varaka makleb-i âlem
Bin ders-i maârif okunur her varakında
Yârab ne güzel mekteb olur mekteb-i âlem
Bu cism-i kesifin neresi merkez-i kuvvet
Yârab ne matıyyeyle gezer kâlib-i âlem
Subhâneke yâ men ḫalaka'l-ḫalka ve sevvâ
Subhâneke subhâneke subhâneke elfâ

                              III

Ey kudretine olmayan âğâz u tenâhî
Mümkün değil evsâfını idrâk kemâhî
Her nesne kılar varlığına hüsn-i şehâdet
Her zerre eder vahdetine arz-ı güvâhî
Hükmün kılar izhâr bu âsâr ile mihri
Emrin eder ibraz bu envâr ile mâhı
Dil-sîr-i bisât-ı niamın mürg-i hevâyî
Sîrâb-ı zülâl-i keremindir suda mâhî
Eyler keremin âteşi gülzâr halil'e
Mağlûb olur peşşeye nemrud-ı mübâhi
Zâlimleri adlin ne zaman hâk edecektir
Mazlumların çıkmadadır göklere âhı
Bigânelere münhasır enva'-ı huzûzât
Mihnet-zede-i aşkına mahsûs devâhî
Sensin eden idlâl nice ehl-i tarîki
Sensin eden ihdâ nice gümgeşte-i râhı
Hükmün ki ola mûcib-i hayr u şer-i ef âl
Yarab ne içindir bu evâmir bu nevâhî
Sendendir ilâhi yine bu mekr ü bu fitne
Bu mekr ü bu fitne yine sendendir ilâhi
Güftî bikün ü bâz zenî seng-i melâlet
Dest-i men ü dâd-ı tu der rûz-ı kıyamet

                              IV

Bir katre içen çeşme-i pür-hûn-ı fenadan
Başın alamaz bir dahi bârân-ı belâdan
Asude olam dersen eğer gelme cihâna
Meydâna düşen kurtulamaz seng-i kazadan
Sâbit-kadem ol merkez-i me'mûn-ı rızâda
Vareste olup dâire-i havf u recâdan
Dursun kef-i hükmünde terâzû-yı adalet
Havfın var ise mahkeme-i rûz-ı cezadan
Her kim ki arar bûy-ı vefa tab'-ı beşerde
Benzer ana kim devlet umar zıll-ı hümâdan
Bî-baht olanın bağına bir katresi düşmez
Bârân yerine dür ü güher yağsa semâdan
Erbâb-ı kemâli çekemez nakıs olanlar
Rencide olur dîde-i huffâş ziyadan
Her âkile bir derd bu âlemde mukarrer
Rahat yaşamış var mı gürûh-ı ukalâdan
Halletmediler bu lügazın sırrını kimse
Bin kafile geçti hükemâdan fuzelâdan
Kıl san'at-ı üstadı tahayürle temaşa
Dem vurma ger arif isen çün ü çiradan
İdrâk-i meali bu küçük akla gerekmez
Zîrâ bu terâzû o kadar sıkleti çekmez

                              V

Dehrin ne safa var acaba sîm ü zerinde
İnsan bırağur hepsini hîn-i seferinde
Bir reng-i vefa var mı nazar kıl şu sipihrin
Ne leyl ü nehârında ne şems ü kamerinde
Seyretti hava üzre denir taht-ı Süleyman
Ol saltanatın yeller eser şimdi yerinde
Hür olmak eğer ister isen olma cihanın
Zevkinde safasında gamında kederinde
Cânân gide rindân dağıla mey ola rizân
Böyle gecenin hayr umulur mu seherinde
Hayr umma eğer sadr-ı cihan olsa da bilfarz
Her kim ki hasâset ola ırk u güherinde
Yıldız arayıp gökte nice turfa müneccim
Gaflet ile görmez kuyuyu rehgüzerinde
Onlar ki verir lâf ile dünyâya nizâmât
Bin türlü teseyyüb bulunur hanelerinde
Ayînesi iştir kişinin lâfa bakılmaz
Şahsın görünür rütbe-i aklı eserinde
Ben her re kadar gördüm ise bazı mazarrat
Sâbit-kademim yine bu re'yin üzerinde
İnsana sadakat yaraşır görse de ikrah
Yardımcısıdır doğruların hazret-i Allah

                              VI

Gadr ede reayasına vâli-i eyâlet
Dünyâda vü ukbâda ne zillet ne rezalet
Lâyık mıdır insân olana vakt-i kazada
Hak zahir iken bâtıl için hükmü imâlet
Kadı ola davacı vü muhzır dahi şahit
Ol mahkemenin hükmüne derler mi adalet
Ey mürtekib-i har bu ne zillet ki çekersin
Bir kaç kuruşa müddet-i ümrünce hacâlet
Lâ'net ola ol mâle ki tahsîline ânın
Yâ din ola yâ ırz veya namus ola âlet
Âdem olanın hayr olur âdemlere kasdı
İnsanlığa insanda budur işte delâlet
İnsan ona derler ki ede kalb-i rakîki
Alâm-ı ben-i nev'i ile kesb-i melâlet
Âdem ona derler ki garazdan ola sâlim
Nefsinde dahi eyleye icrâ-yı adalet
Sâdık görünür kisvede erbâb-ı hiyânet
Mürşid sanılır vehlede ashâb-ı dalâlet
Ekser kişinin suretine sîreti uymaz
Yârâb bu ne hikmettir ilâhi bu'ne halet
Ümmîd-i vefa eyleme her şahs-ı degalde
Çok hacıların çıktı haçı zir-i begalde

                              VII

Bir abd-i habeş dehre olur baht ile sultan
Dahhâk'in eder mülkünü bir gâve perişan
İkbâline idbârınadil bağlama dehrin
Bir dâirede devr edemez çenber-i devrân
Zâlim yine bir zulme giriftar olur âhır
Elbette olur ev yıkanın hanesi viran
Ekser görülür çünkü ceza cins-i amelden
Encamda âhenden ölür rahne-i sühan
Tezkîr olunur la'n ile haccâc ile cengiz
Tebcîl edilir nûşirevan ile süleyman
Kabil midir elfaz ile tagyir-i hakikat
Mümkün mü ki tefrik oluna küfr ile îmân
Birhâkden inşâ olunur deyr ile mescid
Birdir nazar-ı hak'da mecûs ile müselman
Her derdin olur çaresi her inleyen ölmez
Her mihnete bir âhir olur hem gama pâyan
Geh çâk olunur damen-i pâkize-i ismet
Geh iffet eder âdemi ârâyiş-i zindan
Sabr et siteme ister isen hüsn-i mükâfat
Fikreyle ne zulm eylediler yusuf a ihvan
Zâlimlere bir gün dedirir kudret-i mevlâ
Tallahi lekad âserakellâhu aleynâ

                              VIII

Her şahsı harîm-i hakk'a mahrem mi sanırsın
Her tâc giyen çulsuzu edhem mi sanırsın
Dehri araşan binde bir âdem bulamazsın
Adem görünen harlan âdem mi sanırsın
Çok mukbili gördüm ki güler içi kan ağlar
Handan görünen herkesi hurrem mi sanırsın
Bil illeti kıl sonra müdâvâta tasaddî
Her merhemi her yareye merhem mi sanırsın
Kibre ne sebeb yoksa vezirim deyu gerçek
Sen kendini düstûr-ı mükerrem mi sanırsın
Ey müftehir-i devlet-i yek-rûze-i dünya
Dünya sana mahsûs u müsellem mi sanırsın
Hâlî ne zaman kaldı cihan ehl-i tama'dan
Sen zâtını bu âleme elzem mi sanırsın
En ummadığın keşf eder esrâr-ı derûnun
Sen herkesi kör âlemi sersem mi sanırsın
Bir gün gelecek sen de perîşan olacaksın
Ey gonca bu cem'iyyeti her-dem mi sanırsın
Nâmerd olayım çarha eğer minnet edersem
Çevrinle senin ben keder etsem mi sanırsın
Allah'a tevekkül edenin yaveri hak'tır
Nâşâd gönül bir gün olur şâd olacaktır

                              IX

Pek rengine aldanma felek eski felektir
Zîrâ feleğin meşreb-i nâsâzı dönektir
Yâ bister-i kemhada ya vîrânede can ver
Çün bây ü gedâ hâke beraber girecektir
Allah'a sığın sahs-ı halimin gazabından
Zîrâ yumuşak huylu atın çiftesi pektir
Yaktı nice canlar o nezaketle tebessüm
Şirin dahi kasd etmesi cana gülerektir
Bed-asla necâbet mi verir hiç üniforma
Zer-dûz palan vursan eşek yine eşektir
Bed-mâye olan anlaşılır meclis-i meyde
İşret güher-i âdemi temyize mihekktir
Nush ile yola gelmeyeni etmeli tekdir
Tekdîr ile uslanmayanın hakkı kötektir
Nadanlar eder sohbet-i nadanla telezzüz
Dîvânelerin hem-demi dîvâne gerektir
Afv ile mübeşşer midir ashâb-ı merâtib
Kânûn-ı ceza âcize mi has demektir
Milyonla çalan mesned-i izzette ser-efrâz
Bir kaç kuruşu mürtekibin câyı kürektir
İman ile din akçadır erbâb-ı gınada
Nâmûs u hamiyyet sözü kaldı fukarada

                              X

İkbâl için ahbabı siâyet yeni çıktı
Bilmez idik evvel bu dirayet yeni çıktı
Sirkat çoğalıp lafz-ı sadâkat modalandı
Nâmûs tamam oldu hamiyyet yeni çıktı
Düşmanlara ahbabını zemm oldu zerafet
Dildârdan agyâra şikâyet yeni çıktı
Sâdıkları tahkîr ile red kaide oldu
Hırsızlara ikram u inayet yeni çıktı
Hak söyleyen evvel dahi menfur idi gerçi
Hâinlere amma ki riâyet yeni çıktı
Aciz olanın ketm olunur hakk-ı sarîhi
Mahmîleri her yerde himâyet yeni çıktı
İsnâd-ı ta'assub olunur merd-i gayura
Dinsizlere tevcih-i reviyyet yeni çıktı
İslâm imiş devlete pâ-bend-i terakki
Evvel yoğ idi işbu rivayet yeni çıktı
Milliyyeti nisyan ederek her işimizde
Efkâr-ı frenge tebaiyyet yeni çıktı
Eyvah bu bâzîçede bizler yine yandık
Zîrâ ki ziyan ortada bilmem ne kazandık

                              XI

Zahirde görüp bizleri sanma ukalâyız
Biz bir sürü âkil sıfatında budalayız
Akil denilir mi bize kim hâli bilirken
Dildâde-i âlâyiş-i nîreng-i hevâyız
Yârân-ı vatandan bizi özler bulunursa
Düştük sefer-i gurbete muhtâc-ı duayız
Terkîb-i acîbiz iki hâsiyyetimiz var
Ahbabımızın devletiyiz hasına belâyız
Küncîde durur hırkamız altında künûzât
Dervişleriz gerçi nazarda fukarayız
Ukbâya yarar bir işimiz yok ise bârî
Azâde-dil-i şâibe-i zerk ü riyayız
Devletlülere bizleri tahkir düşer mi
Biz âciz isek de yine mahlûk-ı hüdâyız
Bir âfet-i hunhara esîr oldu gönül kim
Her nâzına her lâhzada bin kerre fedayız
Hatırda durur sohbetinin lezzeti hâlâ
Gerçi o şereften nice yıldır ki cüdayız
Her çevrine razılarız ey şâh-ı melâhat
Bizler ki kuluz mu'tasım-ı bâb-ı rızâyız
İster bize lutf eyle diler bizden ırağol
Dünyada heman sen şeref ü şân ile sağ ol

                              XII

Her millet için bir düzüye adlini âm et
Fikr-i gazab-ı hazret-i mabûd-ı enam et
Bevvâl-i çeh-i zemzemi la'netle anar halk
Sen kabe gibi kendini hürmetle benâm et
İncinmemek istersen eğer mülk-i fenada
Bir kimseyi incitmemeğe hasr-ı meram et
Bir yerde ki yok nağmeni takdir edecek gûş
Tazyi'-i nefes eyleme tebdîl-i makam et
Avret gibi mağlûb-ı hevâ olma er ol er
Nefsin seni râm etmeye sen nefsini râm et
Mânend-işecernâbit olur sabit olanlar
Her kangı işin ehli isen anda devam et
Noksanını bil bir işe ya başlama evvel
Yâ başladığın kâr-ı pezîrâ-yı hitâm et
Uğrarsa saba râhın eğer semt-i irak'a
Bağdad iline doğru dahi azm ü hıram et
Merdân-ı suhendânı ziyaret edip andan
Adâb ile git ravza-i rûhî'ye selâm et
Tahsinini arz eyleyip evvelce ziyâ'nın
Bu beyti huzurunda oku hatm-i kelâm et
Meydân-ı suhende yoğ iken sen gibi bir er
Bir şâir-i rûm oldu sana şimdi beraber

Fuzuli - Gazel (Hansı mâhın bilmezem mihriyle olmuş zâr subh)

 

Hansı mâhın bilmezem mihriyle olmuş zâr subh
Her gün eyler halka bir dâğ-i nihân izhâr subh
Battı encüm çıktı gün yâ bir esîr-i âşktır
Dökdü dürr-i eşk çekti âh-i âteş-bâr subh
N’ola ger emvâta ihyâ verse subhun demleri
Zikr-i la’lindir kim eyler dem-be-dem tekrâr subh
Müjde bir hûrşîdden vermiş meğer bâd-ı sabâ
Kim nisâr eyler ana yüz bin dür-i şeh-vâr subh
Âşık-i sâdıkdır izhâr-i gam eyler her seher
Âh ile halkı yuhusundan kılar bîdâr subh
Bir musavvirdir ki zerrin kilk ile her gün çeker
Safha-i gerdûna nakş-i âriz-i dil-dâr subh
Ey Fuzûlî şâm-i gam encâmına yoktur ümîd
Bir tesellidir sana ol söz ki derler var subh
(Fâ i lâ tün  fâ i lâ tün fâ i lâ tün fâ i lün / fa'lün)


7 Haziran 2024 Cuma

Ahmet Hâşim - Merdiven



Ağır ağır çıkacaksın bu merdivenlerden

Eteklerinde güneş rengi bir yığın yaprak

Ve bir zaman bakacaksın semâya ağlayarak…

 

Sular sarardı… Yüzün perde perde solmakta

Kızıl havâları seyret ki akşam olmakta…

 

Eğilmiş arza, kanar, muttasıl kanar güller

Durur alev gibi dallarda kanlı bülbüller

Sular mı yandı? Neden tunca benziyor mermer?

 

Bu bir lisân-ı hafîdir ki rûha dolmakta

Kızıl havâları seyret ki akşam olmakta… 



Mefâilün / feilâtün / mefâilün / fâilün (fâ’lün)

Ahmet Haşim - Bir Yaz Gecesi Hâtırası



İşveyle, fısıltıyla, gülüşle,

Olmuş şeb-i sevdâ yine bî-hâb

Oklar gibi saplanmada kalbe,

Düştükçe semâdan yere mehtâb…

 

Bûseyle kilitlenmiş ağızlar

Gözler neler eyler, neler işrâb;

Uçmakta bu âteşli havâda

Vuslat demi bir kuş gibi bî-tâb…


(Piyâle, 1926)

 

Vezin: Mef’ûlü / mefâilü / feûlün

Şeb-i sevdâ: Sevda gecesi, karanlık gece.

bî-hâb:Uykusuz.

mehtâb: Ay ışığı.

işrâb: Şerbet. Dolaylı olarak anlatma. İma etme.

vuslat: Kavuşma.

dem: An, zaman. Koku. Nefes.

bî-tâb: Yorgun.

Ahmet Haşim - Son Saat

 

Akşam, ufukta beldeler eylerken iştiâl

Örter cebîn-i neş’eyi bir hüzn-i bî-sebeb;

Sesler durur, hayâl uyuşur dilde, beste-Ieb

Yüksekte nefha nefha eser bâd-ı infiâl.

Feyza Tuğçe Fırat - Gönül Hanım Romanı’nda Türkçülük İdeali

 


Roman Osmanlı, Tatar ve Macar Türklerinden oluşan dört kişilik bir soydaşın ortak bir ideali olan Türk tarihi ve ilmini keşfederek, tarihimiz ile ilgili kilit taşı olan Orhun Abidelerini Türk Dünyası ve diğer halklara tanıtmak için çıktıkları seyahat üzerinden anlatılır. Çünkü ‘Biz benliğimizi tanımazsak, kimse bizi tanımaya tenezzül etmez. Başkasının artığını yiyen, elbisesini giyen saygıya layık değildir...’(s.27)[1] Bu yolculuğa çıkılmasını sağlayan, milli bir görev sayan Gönül Hanım karakteridir. ‘ bu hususta ilk fikir ve ilk gayrete getirme bu aydın kadından çıkmıştı.(30) Gönül Hanım Paris Üniversitesi Edebiyat Fakültesi mezunu olan idealist bir Türk kadınıdır. Yolculukları dört karakter üzerinden yorumlanır. Osmanlı Türkü olan ve savaş sırasında Ruslara esir düşmüş üsteğmen Mehmet Tolun, Macar Türkü olan esaret altında bulunan yedek teğmen Kont Bela Zichy, Tatar Türkü olan ticaret ile uğraşan Ali Bahadır Kaplanof ve kız kardeşi Gönül Hanım Kaplanof ( kaplankızı )tur.‘ Gönül Hanım Sefer Heyeti’ adını verdikleri bir keşif grubu kurarlar. Yolculukları ve bu sırada karşılaştıkları çeşitli olaylara da yer verilmiştir. Geçtikleri Türk coğrafyaları ve bunların bazı yönleri de ele alınmıştır. Yazarın kitapta üzerinde durduğu birçok konudan en önemlisi olan, kitabeler de atalarımızın dile getirdiği gibi ‘Ey Türk kendine gel!’ der ve okurlarına bilinçli olmaları gerektiğini; kökenlerini bilmeyen, ondan yoksun bir milletin ileriye dönük sağlam adımlar atamayacağını dile getirir.

Bahadır Bey ve kardeşi Gönül Hanım arasında geçen bir konuşmalarında ‘ Radloff gibi Ruslaşmış Almanlar, Thomsen gibi Danimarkalılar eski medeniyetimizin, kuzey Çin çölleri ortalarında kalan belirtilerini buldular. Bu manevi hazinelerin esrarını açtılar ve bizlere, atalarımızın bu gafil torunlarına, milli gururlar kazandırdılar. Biz bu şerefe layık mıyız? ‘

-‘ Mümkün değildir ki bir Radloff da, bir Le Coq da bir Tatar’ın, bir Türk’ün heyecanı, duygusu bulunsun. Bunlar olmayınca bu tarihi gerçeklerin mühim bir kısmı daha keşif olunmamıştır, sanırım.’ (s.29)

Cümlesinde Bahadır Bey abidemizin Rus seyyahlar tarafından keşfedilmesinin ve bu şarkiyatçılar tarafından çözümlenmesinin mahcubiyetini dile getirir. Türklere ait en önemli yazılı kaynağımız olan levhaların Türkler tarafından keşfedilmesini isterdi. Bu durum karşısında kendisini atalarına karşı görevini gerçekleştirememiş mahcub bir torun olarak görür. Gönül Hanım da bu konuda aynı şekilde mahcubiyet hisseder. Radloff’ a minnettar olduğunu dile getirir. Fakat bir Rus ile Türk’ün çözümlemesi arasındaki anlam farkından bahseder. Duygu yoksunu olan bir keşifin aslında kendi nesline ait bireylerce yorumlanırsa anlam kazandığını dile getirir. Ve bu nedenle önemli bir kısmının keşfedilmemiş olduğunu söyler.

Yol boyunca geçtikleri çeşitli Türk coğrafyası ve yakın halkların bazı sorunları da ele alınmıştır. Budizm’i seçmiş olan Moğol halkından bahseder.‘Moğolların biraderi olan Türkler din değiştirerek ve göç ederek miskinlik tehlikelerinden kurtulmuşlardır. Fakat Asya’nın bu kervan geçmez ıssız yerlerinde kalan Moğollar ile Tatarların bir kısmı yakalarını bu pek yayvan ve felsefi bir din olan Budiliğe kaptırmışlar ve mahvolmuşlar.’ (s.51) Bu nedenle,‘ Budilik şu cihanın vaktiyle en canlı, en arzu dolu Moğollarını böylece birkaç yüzyıl içinde en tembel ve en alçak bir hayvan derekesine indirmiş.’(s.46)  der. ‘ Herhangi bir dinin siyah ve kanlı perdesi ancak ilim ve irfan ile açılıyor ve gerçek yönü ilim ve irfan ile aydınlığa kavuşuyor.’ (s.47) diyerek Moğolların kabul ettiği Budizm’in akla, yaşayışlarına ve kişiliklerine uygun olmadığı gibi, bu durumun aydınlatılmasının yalnızca akıl ve ilimle sağlanacağını savunur. Budizm’e kapılarak mahvolduklarını söyler. Türk halkının göçebe yaşayış tarzı sayesinde bu gibi sorunlarla karşılaşmaktan kurtulduğunu ve asimile olmaktan ırkını koruduğunu dile getirir.

Seyahatlerinin asıl hedefi olan Abideyi bulan heyet, levhanın sadece ejderha tasviri başlığı ile beraber Çince yazılmış kısmını bulurlar. Çünkü levhanın bu kısmındaki yazılar görünürdedir.  Eski Türk yazılarını bulamayan ekip büyük bir hayal kırıklığına uğrar. Fakat Macar Türkü olan Kont ‘abidenin arka yüzünü örten duvardan düşen iki tuğlanın altında kapatılmış olan eski Türk yazısını’(s.96) bulur. Bu durumu yazar, kahramanları aracılığı ile ‘ Türk milletinin şeref türbesinin kapısına bu duvardan perdeyi hangi kindar düşman örttü? Ruslar mı? Çinliler mi?(s.96) diyerek dile getirilir. Yazıtların Türkler için ne kadar önemli olduğu aşikârdır.

Yazıtlarımızı gizlemeye çalışanlar olduğundan bahseder. Aydın bir birey olmamız ve bu engellemelere karşı mücadele etmemizi vurgular. Bizleri Ata Yurdumuza davet ederek, kültürümüze ait saklı kalmış birçok eserin bulunduğunu ve bu eserlerimizi gün yüzüne çıkarmamızı isterler. İdealist bir yazar olan Ahmet Hikmet eserinde Türkçülük düşüncesini en güzel ve sade bir dille okuyucularına sunar.

Abidenin etrafındaki duvarı yıkarak, dolayısıyla Türk milleti ve tarihini gizlemeye çalışanlara bir gönderme yaparlar. Ziya Gökalp’in de dile getirdiği gibi; ‘ Vatan ne Türkiye’dir Türklere, ne Türkistan; Vatan büyük ve müebbet bir ülkedir: Turan… ’[2] Türk milleti yüzyıllar önce de cihana hâkimdi yüzyıllar sonra da Türk dünyası halkları ile beraber güçlü bir millet ve her zaman adaletli, hoşgörülü fakat esir olmayan, özgürlüğünden taviz vermeyen bir idealle daima var olacaktır. Onu gizlemek, ayırmak ve yıkmak isteyenler de hiçbir zaman bu arzularında başarı sağlayamayacaklardır.

 

‘Delinse yer; çökse gök, yansa kül olsa dört yan. 

Yüce dileğe doğru yine yürürüz yayan. 

Yıldırımdan, tipiden, kasırgadan yılmayan; 

Ölümlerle eğlenen tunç yürekli Türkleriz!’[3]

 

Seyahatlerinde tercih ettikleri güzergâh Eski Türklerin, Türk ırklarının en önemli yerleşim yerlerindendir. ‘Ögeday Kağanın başkenti olan Orhun nehri üzerinde bulunan Karakorum’(s.57), ‘Uygurların başkenti Karabalgasun’(s.84)gibi yurtlardan geçerler. ‘Anayurdumuzda kalan döküntüler, böyle perişan ve ilk vatanımız böyle çöl halinde kalmış ve biz de tanınmayacak derecede değişmişiz. Fakat bu değişme görünürdedir, inanınız, azizim Kont! Görünürdedir. Yaldızdır. O cilayı kazıyabilecek üstadlar bul, âlimler yetiştir, senin bulunduğun medeniyet tepelerinin eteklerine doğru bu düşkünleri kaldır, o zaman oradaki yapmacık farkın da kalktığını görürsün ve 70 milyon soydaşını bir anda tanırsın.’(s.89) Mehmet Tolun geçtikleri yol güzergâhlarındaki eski yurtlarından kalan tanınmayacak haldeki kalıntılarını gördükçe hüzünlenir. Soydaşlar arasındaki bu değişimin farkındadır. Fakat bunun sadece görünürde olduğunu bilir. Çünkü soylar arasındaki bu fark yalnızca görünürdeki bir yaldız, bir yanılsamadır. O cilayı kazıyan, bilgili bireyler yetiştikçe, soydaşların birbirlerini tanıyacağını dile getirir. Türk milletleri arasında oluşan yapmacık farkların da kardeşlerini tanıdıkça ortadan kalkacağını, bütün Türklerin soydaşları ile birlikte güçleneceklerini söyler.

Macar Türkü olan Kont Bela Zichy’in isminin guruptakilerin telaffuzu konusunda yaşadıkları sıkıntı ile Gönül Hanım Bela kelimesinin anlamını Konta açıklayarak, afet, felaket demek olduğunu anlatır. Macar asilzadesi bundan memnun olmaz ve aralarında kısa bir süre adını değiştirmek istediğini söyler. Gönül Hanım ona isminin Bilal olmasını önerir. Bu isim ‘tarihi, hatta biraz da dini… İslam’da ilk güzel sesli müezzinin adı Bilal, Bilal-i Habeşî’dir.’(s.68) 

Mehmet Tolun ve Kont Bilal Zichy tarafından, Gönül Hanım’a karşı bir hayranlık başlar. Bu hayranlık Kont Bilal Zichy tarafından dile getirilir ve Gönül Hanıma evlenme teklifinde bulunur. Gönül Hanım bu teklifi ‘ aynı kandan yaratılmamıza rağmen beni yabancı, hatta düşman sayan bir millet efradından, sizin gibi, isterse asil olsun, bir zat ile hayat birleştirmekten umulan saadeti yapmacık, sahte bir saadet sayarım.’(s.65) der ve ‘ dinim, milletim, hatta menfaatim teklifinize uymama manidir.’(s.66) diyerek reddeder. Gönül Hanımın bu fikrinin oluşmasında bir başka sebep ise Peşte ’de bir otelde sunulduğu Macar asilzadesine Turan ırkına has bir yüzü olduğunu söylemesi ile bundan hoşlanmayan kontesin ‘fazla Avrupalılaştım. Artık Turani olamam.’(s.66)  sözleriyle kendi aslını inkâr etmesi ve bu düşünce tarzının Macar asil aydınları arasında da aynı şekilde olduğunu üzülerek dile getirir. Çünkü Gönül Hanımın karakteri Türkçülüğünü en üstün seviyede tutar ve Kont’a da bir nasihat verir‘ çocuklarınıza sağlam ve milli bir terbiye verin; onlar da bir İtalyan ile bir İspanyol’un akrabalığı kadar bize yakın olsunlar.’ (s.66) diyerek kendi kökenine karşı yabancılaşan ve Avrupalıları kendi ırkından üstün tutan cahil bir anlayışa karşı kendisini uyarır. Çocuklarını bilinçli Türk evlatları olarak yetiştirmesi gerektiğini söyler. 

Diğer yandan çekingen bir karakter olan Mehmet Tolun Bey de Gönül Hanım ile aynı ideali savunur. Onun karakteristik özellikleri de Türk bireyini yansıtır. Hem Türkçülüğe hem de İslam’a karşı saygılıdır. ‘Türk Birliği, hatta İslam Birliği demek Türk kültürünün, İslam ilminin birliği demektir. Daha umumi bir deyişle Türklerin aydınlanması, medeniyet yolunda ilerlemesi demektir.’(s.39) Gönül Hanıma âşıktır. Fakat bu Kont’un duyduğu gibi bir hayranlıktan ziyade, Gönül Hanımın idealist Türkçü karakterine karşı duyulan bir aşktır. Mehmet Tolun bu aşkını belli etmeden devam ettirmeye çalışsa da grubun diğer üyeleri farkındadır. Kont Bilal, aslında kendi açısından zor olan bir karar vererek Mehmet Tolun hariç hepsi ile bu konu hakkında görüşür ve fikirlerini alır. Gönül Hanım’ın da rızası ile ikisini nişanlamaya karar verir. Çünkü asıl sevgi, zamanı geldiğinde sevdiğimiz kişi için ondan vazgeçebilmektir. Kont bu kararı ile aslında sevgisini bir anlamda göstermiş olur. Abidelerin önünde onların yüzüklerini takar ve mutlu olmalarını diler.

Heyet abidenin etrafını temizlemiş ve yanlarında götürmek için levhaların kalıplarını çıkararak belgelemişlerdir. Hepsini yanlarında almak isterler fakat savaş zamanında geçen olaylar nedeniyle kısıtlı bir kısmını yanlarına alabilirler. İşlerini tamamladıklarında ayrılarak yurtlarına dönerler. Kont Bilal Zichy Mehmet Tolun ile birlikte İstanbul’a döner. Bir süre misafir olan Kont buradan kendi yurduna geçer. Bahadır Bey ve kız kardeşi de kendi yurtlarına dönerler. Mehmet Tolun da İstanbul’da birkaç ay kaldıktan sonra Trabzon’a gönderilir. Gönül Hanım ile bağlantısını koparmamıştır. Çıktıkları bu yolculuklarını ‘İstanbul’da iki ve Trabzon’da dört defa verdiği konferanslarda, buluşlarından ve Kül Tigin Abidesi’nden ahalimize bilgi ve haber vermişti. ’(s.134) anlatır.  Bir süre askerlik görevine devam eden Mehmet Bey ticaret ile uğraşmak maksadıyla istifa etmiştir. Bahadır Beyin de yardımları ile kısa sürede ticaret hayatına dâhil olmuş Gönül Hanım ve ailesini yanına almak istemiştir. Başkahramanımız olan Gönül Hanım, annesi, babası ve abisi Bahadır Kaplanoğlu ile İstanbul’a gelmiştir. Mehmet Tolun ile evlenmiştir. Hayalîni kurduğu bir başka arzusu daha vardır. İsmail Gaspıralı’nın da yapmak istediği gibi Gönül Hanım da kızların eğitimine büyük önem verir. Türk ve Tatar asıllı kız öğrenciler için bir öğretmen okulu açmak ister. Bunun bizce en önemli sebebi kendisi gibi idealist ve Türkçü kadınlar yetiştirmek istemesidir. Aynı zamanda kadının annelik vasfından da yararlanarak öğrendiklerini çocuklarına aktarabilen, bu sayede kökenlerinden aldığı gücüyle, geleceğini şekillendirebilen aydın bir nesil yetiştirmeyi amaçlar.

Gönül Hanım sefer heyeti çıktıkları yolculuklarını tamamlamış ve Orhun Kitabelerine ulaşarak, amaçlarını gerçekleştirebilmişlerdir. Yazar kitapta bu görevin kendisine düşen kısmını karakterleri aracılığıyla Orhun Abidelerinin eksik bölümlerini, Rus şarkiyatçı Radloff’un çevirisinden de yararlanarak çözümlemiştir. Yazının tümünü tamamlayarak doğru bir tercümesini bizlere sunmuşlardır. Türk tarihine kazandırılmasını gerçekleştirerek ‘ Arûs-ı târihin tutuk-ı nazını küşâd’(tarih gelininin naz duvağını açmış)tır. Bu seyahatin ilk ve en önemli amacı olan tarih perdesini aralayarak yazıtlarımızı gözler önüne çıkarmışlardır. 

Abidemizde atalarımızın da dile getirdiği gibi, ‘Başlıya baş eğdirmiş, dizliye diz çöktürmüşler. Mahkûm ettikleri milletleri töreleriyle, düzenleriyle hayran etmişler. Fakat büyük atanın torunları babaları gibi çıkmamışlar. Kaanlar bilgisiz, görgüsüz olunca subaylar güçsüz, erler yüreksiz ve millet de ahlaksız oluvermiş. Bu acz ile rahatları için Çinlilerden dirlik istemişler, birlik istemişler. Asil evlatlar Çinlilere sefil köle, şakrak kızlar sümsük cariye olmuşlar. Türk beyleri öz adlarını bırakıp Çince isimlerle dağlanmışlar; Fağfura bağlanmışlar. Yumuşak Çin ipekleri giydikçe milletin kalbi katılaşmış; parlak sırmalar kuşandıkça gözlerinin feri sönmüş.’(s.102) 

‘ Tatlı davetlere kapılarak, ey Türk kavmi! İçinizden pek çoğu mahvoldu, gitti. Şimdi ey milletim! Bu nazenin, aşifte memlekete yine ayak basarsan sen de mahvolursun, sende bitersin! Kendine gel ey Türk! Katı ellerin açık alnının silahı, pulat göğsün yumuşak yüreğin zırhlı olsun. Bütün diyeceklerimi bu temelli mermere kazdım. Ve bu ebedi taşı da bu çorak yere diktim.’(s.104)

Abidelerde de denildiği gibi ‘Ey Türk kendine gel!’ kökenlerini, tarihini, atalarını ve onların kimler olduğunu unutma. Daima bilgili bir birey ol ve bilgine yakışır bir şekilde adımlarını doğru at. Yüzyıllık bu köklü sancağı koru ve gözet. Onu yok etmeye, yıkmaya kalkanlara, seni tarihine, kültürüne yabancılaştırmaya çalışanlara, mankurtlaştırmak[4] isteyenlere müsaade etme… Ve yine sen de bu köklü milletin bir evladı olarak ırkına, atalarına, tarihine saygısızlık yapıp, kendi halkına ihanet ederek kimliğini yitirip közkaman[5] olma…

 

[1] Alıntılar ve sayfa numaraları bu baskıya aittir.(Ahmet Hikmet Müftüoğlu, Gönül Hanım, Bilge Kültür Sanat Yayınları, İstanbul, 2018, s.27)

[2] Ziya Gökalp, Kızılelma Şiirler, Ötüken Neşriyat, İstanbul, 2018, s.22

[3] Hüseyin Nihal Atsız, Bozkurtlar, Ötüken Neşriyat, İstanbul, 2018, s.423

[4] Azap, Samet, “Kurtlar ve Mankurtlar,” Uluslararası Türkçe Edebiyat Kültür Eğitim, Sayı:2/1 (2013) s.279-287, TÜRKİYE

[5] Azap, Samet, “Közkaman/lık: İhanet ve Kimlik Sorunsalı,” Akademik Sosyal Araştırmalar, Yıl:5, Sayı:41(2017) s.104-117 TÜRKİYE

Bu yazı Kardeş Kalemler dergisinin 149. sayısında yer almaktadır. Derginin bu sayısında yer alan tüm yazılara aşağıdaki bağlantı üzerinden ulaşabilirsiniz.

Kardeş Kalemler 149. Sayı

Karacaoğlan - Yeşil Başlı Gövel Ördek

Yeşil başlı gövel ördek
Uçar gider göle karşı
Eğricesin tel tel etmiş
Döker gider, yâre karşı

Telli turnam sökün gelir
İnci mercan yükün gelir
Elvan elvan kokun gelir
Yâr oturmuş yele karşı

Şahinim var bazlarım var
Tel alışkın sazlarım var
Yâre gizli sözlerim var
Diyemiyom ele karşı

Hanı Karac'oğlan hanı
Veren alır tatlı canı
Yakışmazsa öldür beni
Yeşil bağla ala karşı

Orhan Şaik Gökyay - Yas