Kitaplar etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Kitaplar etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

28 Ağustos 2024 Çarşamba

Gülcan Havva Eraslan - Dünyanın İşleri: Ötkir Haşimov

Türkiye’nin gündemine giren “Özbekistan Türkçe kullanma kararı aldı” manşetleri tam bir kara cehalet örneği. Niçin böyle derseniz, Özbek edebiyatının en sevdiğim yazarlarından birini size tanıtarak cevap vermek isterim.


Bugün Türkiye’nin gündemine giren “Özbekistan Türkçe kullanma kararı aldı” manşetleri tam bir kara cehalet örneği. Niçin böyle derseniz, Özbek edebiyatının en sevdiğim yazarlarından birini size tanıtarak cevap vermek isterim. Tabi bu tanışma, Özbekistan’ın dilinin asırlardır Türkçe olduğu, Çağatay Türkçesi olarak bildiğimiz Doğu Türkçesinin Uygur Türkçesi ile beraber temsilcisi olduğunu, dil çalışmalarında da Karluk grubu Türkçesi sınıfında yer aldığını söylememize engel değil.

24 Haziran 2024 Pazartesi

Mahir Ünlü - Dünyanın İşleri

 

Dil öğrenme maksadıyle bir hikaye okudum. Hikaye beni o kadar etkiledi ki yazarıyla tanışmak istedim. Tanıştık da. Dostluğumuz uzun sürmedi. O iyi insanı kaybettik.

7 Haziran 2024 Cuma

Feyza Tuğçe Fırat - Gönül Hanım Romanı’nda Türkçülük İdeali

 


Roman Osmanlı, Tatar ve Macar Türklerinden oluşan dört kişilik bir soydaşın ortak bir ideali olan Türk tarihi ve ilmini keşfederek, tarihimiz ile ilgili kilit taşı olan Orhun Abidelerini Türk Dünyası ve diğer halklara tanıtmak için çıktıkları seyahat üzerinden anlatılır. Çünkü ‘Biz benliğimizi tanımazsak, kimse bizi tanımaya tenezzül etmez. Başkasının artığını yiyen, elbisesini giyen saygıya layık değildir...’(s.27)[1] Bu yolculuğa çıkılmasını sağlayan, milli bir görev sayan Gönül Hanım karakteridir. ‘ bu hususta ilk fikir ve ilk gayrete getirme bu aydın kadından çıkmıştı.(30) Gönül Hanım Paris Üniversitesi Edebiyat Fakültesi mezunu olan idealist bir Türk kadınıdır. Yolculukları dört karakter üzerinden yorumlanır. Osmanlı Türkü olan ve savaş sırasında Ruslara esir düşmüş üsteğmen Mehmet Tolun, Macar Türkü olan esaret altında bulunan yedek teğmen Kont Bela Zichy, Tatar Türkü olan ticaret ile uğraşan Ali Bahadır Kaplanof ve kız kardeşi Gönül Hanım Kaplanof ( kaplankızı )tur.‘ Gönül Hanım Sefer Heyeti’ adını verdikleri bir keşif grubu kurarlar. Yolculukları ve bu sırada karşılaştıkları çeşitli olaylara da yer verilmiştir. Geçtikleri Türk coğrafyaları ve bunların bazı yönleri de ele alınmıştır. Yazarın kitapta üzerinde durduğu birçok konudan en önemlisi olan, kitabeler de atalarımızın dile getirdiği gibi ‘Ey Türk kendine gel!’ der ve okurlarına bilinçli olmaları gerektiğini; kökenlerini bilmeyen, ondan yoksun bir milletin ileriye dönük sağlam adımlar atamayacağını dile getirir.

Bahadır Bey ve kardeşi Gönül Hanım arasında geçen bir konuşmalarında ‘ Radloff gibi Ruslaşmış Almanlar, Thomsen gibi Danimarkalılar eski medeniyetimizin, kuzey Çin çölleri ortalarında kalan belirtilerini buldular. Bu manevi hazinelerin esrarını açtılar ve bizlere, atalarımızın bu gafil torunlarına, milli gururlar kazandırdılar. Biz bu şerefe layık mıyız? ‘

-‘ Mümkün değildir ki bir Radloff da, bir Le Coq da bir Tatar’ın, bir Türk’ün heyecanı, duygusu bulunsun. Bunlar olmayınca bu tarihi gerçeklerin mühim bir kısmı daha keşif olunmamıştır, sanırım.’ (s.29)

Cümlesinde Bahadır Bey abidemizin Rus seyyahlar tarafından keşfedilmesinin ve bu şarkiyatçılar tarafından çözümlenmesinin mahcubiyetini dile getirir. Türklere ait en önemli yazılı kaynağımız olan levhaların Türkler tarafından keşfedilmesini isterdi. Bu durum karşısında kendisini atalarına karşı görevini gerçekleştirememiş mahcub bir torun olarak görür. Gönül Hanım da bu konuda aynı şekilde mahcubiyet hisseder. Radloff’ a minnettar olduğunu dile getirir. Fakat bir Rus ile Türk’ün çözümlemesi arasındaki anlam farkından bahseder. Duygu yoksunu olan bir keşifin aslında kendi nesline ait bireylerce yorumlanırsa anlam kazandığını dile getirir. Ve bu nedenle önemli bir kısmının keşfedilmemiş olduğunu söyler.

Yol boyunca geçtikleri çeşitli Türk coğrafyası ve yakın halkların bazı sorunları da ele alınmıştır. Budizm’i seçmiş olan Moğol halkından bahseder.‘Moğolların biraderi olan Türkler din değiştirerek ve göç ederek miskinlik tehlikelerinden kurtulmuşlardır. Fakat Asya’nın bu kervan geçmez ıssız yerlerinde kalan Moğollar ile Tatarların bir kısmı yakalarını bu pek yayvan ve felsefi bir din olan Budiliğe kaptırmışlar ve mahvolmuşlar.’ (s.51) Bu nedenle,‘ Budilik şu cihanın vaktiyle en canlı, en arzu dolu Moğollarını böylece birkaç yüzyıl içinde en tembel ve en alçak bir hayvan derekesine indirmiş.’(s.46)  der. ‘ Herhangi bir dinin siyah ve kanlı perdesi ancak ilim ve irfan ile açılıyor ve gerçek yönü ilim ve irfan ile aydınlığa kavuşuyor.’ (s.47) diyerek Moğolların kabul ettiği Budizm’in akla, yaşayışlarına ve kişiliklerine uygun olmadığı gibi, bu durumun aydınlatılmasının yalnızca akıl ve ilimle sağlanacağını savunur. Budizm’e kapılarak mahvolduklarını söyler. Türk halkının göçebe yaşayış tarzı sayesinde bu gibi sorunlarla karşılaşmaktan kurtulduğunu ve asimile olmaktan ırkını koruduğunu dile getirir.

Seyahatlerinin asıl hedefi olan Abideyi bulan heyet, levhanın sadece ejderha tasviri başlığı ile beraber Çince yazılmış kısmını bulurlar. Çünkü levhanın bu kısmındaki yazılar görünürdedir.  Eski Türk yazılarını bulamayan ekip büyük bir hayal kırıklığına uğrar. Fakat Macar Türkü olan Kont ‘abidenin arka yüzünü örten duvardan düşen iki tuğlanın altında kapatılmış olan eski Türk yazısını’(s.96) bulur. Bu durumu yazar, kahramanları aracılığı ile ‘ Türk milletinin şeref türbesinin kapısına bu duvardan perdeyi hangi kindar düşman örttü? Ruslar mı? Çinliler mi?(s.96) diyerek dile getirilir. Yazıtların Türkler için ne kadar önemli olduğu aşikârdır.

Yazıtlarımızı gizlemeye çalışanlar olduğundan bahseder. Aydın bir birey olmamız ve bu engellemelere karşı mücadele etmemizi vurgular. Bizleri Ata Yurdumuza davet ederek, kültürümüze ait saklı kalmış birçok eserin bulunduğunu ve bu eserlerimizi gün yüzüne çıkarmamızı isterler. İdealist bir yazar olan Ahmet Hikmet eserinde Türkçülük düşüncesini en güzel ve sade bir dille okuyucularına sunar.

Abidenin etrafındaki duvarı yıkarak, dolayısıyla Türk milleti ve tarihini gizlemeye çalışanlara bir gönderme yaparlar. Ziya Gökalp’in de dile getirdiği gibi; ‘ Vatan ne Türkiye’dir Türklere, ne Türkistan; Vatan büyük ve müebbet bir ülkedir: Turan… ’[2] Türk milleti yüzyıllar önce de cihana hâkimdi yüzyıllar sonra da Türk dünyası halkları ile beraber güçlü bir millet ve her zaman adaletli, hoşgörülü fakat esir olmayan, özgürlüğünden taviz vermeyen bir idealle daima var olacaktır. Onu gizlemek, ayırmak ve yıkmak isteyenler de hiçbir zaman bu arzularında başarı sağlayamayacaklardır.

 

‘Delinse yer; çökse gök, yansa kül olsa dört yan. 

Yüce dileğe doğru yine yürürüz yayan. 

Yıldırımdan, tipiden, kasırgadan yılmayan; 

Ölümlerle eğlenen tunç yürekli Türkleriz!’[3]

 

Seyahatlerinde tercih ettikleri güzergâh Eski Türklerin, Türk ırklarının en önemli yerleşim yerlerindendir. ‘Ögeday Kağanın başkenti olan Orhun nehri üzerinde bulunan Karakorum’(s.57), ‘Uygurların başkenti Karabalgasun’(s.84)gibi yurtlardan geçerler. ‘Anayurdumuzda kalan döküntüler, böyle perişan ve ilk vatanımız böyle çöl halinde kalmış ve biz de tanınmayacak derecede değişmişiz. Fakat bu değişme görünürdedir, inanınız, azizim Kont! Görünürdedir. Yaldızdır. O cilayı kazıyabilecek üstadlar bul, âlimler yetiştir, senin bulunduğun medeniyet tepelerinin eteklerine doğru bu düşkünleri kaldır, o zaman oradaki yapmacık farkın da kalktığını görürsün ve 70 milyon soydaşını bir anda tanırsın.’(s.89) Mehmet Tolun geçtikleri yol güzergâhlarındaki eski yurtlarından kalan tanınmayacak haldeki kalıntılarını gördükçe hüzünlenir. Soydaşlar arasındaki bu değişimin farkındadır. Fakat bunun sadece görünürde olduğunu bilir. Çünkü soylar arasındaki bu fark yalnızca görünürdeki bir yaldız, bir yanılsamadır. O cilayı kazıyan, bilgili bireyler yetiştikçe, soydaşların birbirlerini tanıyacağını dile getirir. Türk milletleri arasında oluşan yapmacık farkların da kardeşlerini tanıdıkça ortadan kalkacağını, bütün Türklerin soydaşları ile birlikte güçleneceklerini söyler.

Macar Türkü olan Kont Bela Zichy’in isminin guruptakilerin telaffuzu konusunda yaşadıkları sıkıntı ile Gönül Hanım Bela kelimesinin anlamını Konta açıklayarak, afet, felaket demek olduğunu anlatır. Macar asilzadesi bundan memnun olmaz ve aralarında kısa bir süre adını değiştirmek istediğini söyler. Gönül Hanım ona isminin Bilal olmasını önerir. Bu isim ‘tarihi, hatta biraz da dini… İslam’da ilk güzel sesli müezzinin adı Bilal, Bilal-i Habeşî’dir.’(s.68) 

Mehmet Tolun ve Kont Bilal Zichy tarafından, Gönül Hanım’a karşı bir hayranlık başlar. Bu hayranlık Kont Bilal Zichy tarafından dile getirilir ve Gönül Hanıma evlenme teklifinde bulunur. Gönül Hanım bu teklifi ‘ aynı kandan yaratılmamıza rağmen beni yabancı, hatta düşman sayan bir millet efradından, sizin gibi, isterse asil olsun, bir zat ile hayat birleştirmekten umulan saadeti yapmacık, sahte bir saadet sayarım.’(s.65) der ve ‘ dinim, milletim, hatta menfaatim teklifinize uymama manidir.’(s.66) diyerek reddeder. Gönül Hanımın bu fikrinin oluşmasında bir başka sebep ise Peşte ’de bir otelde sunulduğu Macar asilzadesine Turan ırkına has bir yüzü olduğunu söylemesi ile bundan hoşlanmayan kontesin ‘fazla Avrupalılaştım. Artık Turani olamam.’(s.66)  sözleriyle kendi aslını inkâr etmesi ve bu düşünce tarzının Macar asil aydınları arasında da aynı şekilde olduğunu üzülerek dile getirir. Çünkü Gönül Hanımın karakteri Türkçülüğünü en üstün seviyede tutar ve Kont’a da bir nasihat verir‘ çocuklarınıza sağlam ve milli bir terbiye verin; onlar da bir İtalyan ile bir İspanyol’un akrabalığı kadar bize yakın olsunlar.’ (s.66) diyerek kendi kökenine karşı yabancılaşan ve Avrupalıları kendi ırkından üstün tutan cahil bir anlayışa karşı kendisini uyarır. Çocuklarını bilinçli Türk evlatları olarak yetiştirmesi gerektiğini söyler. 

Diğer yandan çekingen bir karakter olan Mehmet Tolun Bey de Gönül Hanım ile aynı ideali savunur. Onun karakteristik özellikleri de Türk bireyini yansıtır. Hem Türkçülüğe hem de İslam’a karşı saygılıdır. ‘Türk Birliği, hatta İslam Birliği demek Türk kültürünün, İslam ilminin birliği demektir. Daha umumi bir deyişle Türklerin aydınlanması, medeniyet yolunda ilerlemesi demektir.’(s.39) Gönül Hanıma âşıktır. Fakat bu Kont’un duyduğu gibi bir hayranlıktan ziyade, Gönül Hanımın idealist Türkçü karakterine karşı duyulan bir aşktır. Mehmet Tolun bu aşkını belli etmeden devam ettirmeye çalışsa da grubun diğer üyeleri farkındadır. Kont Bilal, aslında kendi açısından zor olan bir karar vererek Mehmet Tolun hariç hepsi ile bu konu hakkında görüşür ve fikirlerini alır. Gönül Hanım’ın da rızası ile ikisini nişanlamaya karar verir. Çünkü asıl sevgi, zamanı geldiğinde sevdiğimiz kişi için ondan vazgeçebilmektir. Kont bu kararı ile aslında sevgisini bir anlamda göstermiş olur. Abidelerin önünde onların yüzüklerini takar ve mutlu olmalarını diler.

Heyet abidenin etrafını temizlemiş ve yanlarında götürmek için levhaların kalıplarını çıkararak belgelemişlerdir. Hepsini yanlarında almak isterler fakat savaş zamanında geçen olaylar nedeniyle kısıtlı bir kısmını yanlarına alabilirler. İşlerini tamamladıklarında ayrılarak yurtlarına dönerler. Kont Bilal Zichy Mehmet Tolun ile birlikte İstanbul’a döner. Bir süre misafir olan Kont buradan kendi yurduna geçer. Bahadır Bey ve kız kardeşi de kendi yurtlarına dönerler. Mehmet Tolun da İstanbul’da birkaç ay kaldıktan sonra Trabzon’a gönderilir. Gönül Hanım ile bağlantısını koparmamıştır. Çıktıkları bu yolculuklarını ‘İstanbul’da iki ve Trabzon’da dört defa verdiği konferanslarda, buluşlarından ve Kül Tigin Abidesi’nden ahalimize bilgi ve haber vermişti. ’(s.134) anlatır.  Bir süre askerlik görevine devam eden Mehmet Bey ticaret ile uğraşmak maksadıyla istifa etmiştir. Bahadır Beyin de yardımları ile kısa sürede ticaret hayatına dâhil olmuş Gönül Hanım ve ailesini yanına almak istemiştir. Başkahramanımız olan Gönül Hanım, annesi, babası ve abisi Bahadır Kaplanoğlu ile İstanbul’a gelmiştir. Mehmet Tolun ile evlenmiştir. Hayalîni kurduğu bir başka arzusu daha vardır. İsmail Gaspıralı’nın da yapmak istediği gibi Gönül Hanım da kızların eğitimine büyük önem verir. Türk ve Tatar asıllı kız öğrenciler için bir öğretmen okulu açmak ister. Bunun bizce en önemli sebebi kendisi gibi idealist ve Türkçü kadınlar yetiştirmek istemesidir. Aynı zamanda kadının annelik vasfından da yararlanarak öğrendiklerini çocuklarına aktarabilen, bu sayede kökenlerinden aldığı gücüyle, geleceğini şekillendirebilen aydın bir nesil yetiştirmeyi amaçlar.

Gönül Hanım sefer heyeti çıktıkları yolculuklarını tamamlamış ve Orhun Kitabelerine ulaşarak, amaçlarını gerçekleştirebilmişlerdir. Yazar kitapta bu görevin kendisine düşen kısmını karakterleri aracılığıyla Orhun Abidelerinin eksik bölümlerini, Rus şarkiyatçı Radloff’un çevirisinden de yararlanarak çözümlemiştir. Yazının tümünü tamamlayarak doğru bir tercümesini bizlere sunmuşlardır. Türk tarihine kazandırılmasını gerçekleştirerek ‘ Arûs-ı târihin tutuk-ı nazını küşâd’(tarih gelininin naz duvağını açmış)tır. Bu seyahatin ilk ve en önemli amacı olan tarih perdesini aralayarak yazıtlarımızı gözler önüne çıkarmışlardır. 

Abidemizde atalarımızın da dile getirdiği gibi, ‘Başlıya baş eğdirmiş, dizliye diz çöktürmüşler. Mahkûm ettikleri milletleri töreleriyle, düzenleriyle hayran etmişler. Fakat büyük atanın torunları babaları gibi çıkmamışlar. Kaanlar bilgisiz, görgüsüz olunca subaylar güçsüz, erler yüreksiz ve millet de ahlaksız oluvermiş. Bu acz ile rahatları için Çinlilerden dirlik istemişler, birlik istemişler. Asil evlatlar Çinlilere sefil köle, şakrak kızlar sümsük cariye olmuşlar. Türk beyleri öz adlarını bırakıp Çince isimlerle dağlanmışlar; Fağfura bağlanmışlar. Yumuşak Çin ipekleri giydikçe milletin kalbi katılaşmış; parlak sırmalar kuşandıkça gözlerinin feri sönmüş.’(s.102) 

‘ Tatlı davetlere kapılarak, ey Türk kavmi! İçinizden pek çoğu mahvoldu, gitti. Şimdi ey milletim! Bu nazenin, aşifte memlekete yine ayak basarsan sen de mahvolursun, sende bitersin! Kendine gel ey Türk! Katı ellerin açık alnının silahı, pulat göğsün yumuşak yüreğin zırhlı olsun. Bütün diyeceklerimi bu temelli mermere kazdım. Ve bu ebedi taşı da bu çorak yere diktim.’(s.104)

Abidelerde de denildiği gibi ‘Ey Türk kendine gel!’ kökenlerini, tarihini, atalarını ve onların kimler olduğunu unutma. Daima bilgili bir birey ol ve bilgine yakışır bir şekilde adımlarını doğru at. Yüzyıllık bu köklü sancağı koru ve gözet. Onu yok etmeye, yıkmaya kalkanlara, seni tarihine, kültürüne yabancılaştırmaya çalışanlara, mankurtlaştırmak[4] isteyenlere müsaade etme… Ve yine sen de bu köklü milletin bir evladı olarak ırkına, atalarına, tarihine saygısızlık yapıp, kendi halkına ihanet ederek kimliğini yitirip közkaman[5] olma…

 

[1] Alıntılar ve sayfa numaraları bu baskıya aittir.(Ahmet Hikmet Müftüoğlu, Gönül Hanım, Bilge Kültür Sanat Yayınları, İstanbul, 2018, s.27)

[2] Ziya Gökalp, Kızılelma Şiirler, Ötüken Neşriyat, İstanbul, 2018, s.22

[3] Hüseyin Nihal Atsız, Bozkurtlar, Ötüken Neşriyat, İstanbul, 2018, s.423

[4] Azap, Samet, “Kurtlar ve Mankurtlar,” Uluslararası Türkçe Edebiyat Kültür Eğitim, Sayı:2/1 (2013) s.279-287, TÜRKİYE

[5] Azap, Samet, “Közkaman/lık: İhanet ve Kimlik Sorunsalı,” Akademik Sosyal Araştırmalar, Yıl:5, Sayı:41(2017) s.104-117 TÜRKİYE

Bu yazı Kardeş Kalemler dergisinin 149. sayısında yer almaktadır. Derginin bu sayısında yer alan tüm yazılara aşağıdaki bağlantı üzerinden ulaşabilirsiniz.

Kardeş Kalemler 149. Sayı

5 Haziran 2024 Çarşamba

Osman Çeviksoy - Güzel Gözlü Benek Sultan

Kitabın Adı: Güzel Gözlü Benek Sultan

Yazarı: Osman Çeviksoy

Sayfa Sayısı: 120

Türü: Hikâye

Güzel Gözlü Benek Sultan Osman Çeviksoy’un yeni çıkan kitabının adı. Adına yakışan güzel bir kapak kitabın albenisine albeni katıyor. Fazla abartıya kaçılmamış ama “GÜZEL GÖZLÜ BENEK SULTAN” kitabı, eline alan okuyucuyu adeta büyülüyor gibi. Hele hele o gözler insanı kendinden alıp bambaşka diyarlara götürüyor.

Kitap “ÇINARALTI” yayınları “öykü” kitabı serisinden çıkmış.

Kitap 120 sayfa ve içinde beş hikâye mevcut.

Osman ÇEVİKSOY: “Bana en güzel masalları babam anlatırdı” diyor (sh.9).

Bu cümlenin “Bir Çağ Masalı” adlı hikâyenin ilk cümlesi olduğunu belirtiyor. “Ben babamdan güzel masallar dinleyerek büyüdüm. İkinci Dünya Savaşı yıllarına denk gelen dört yıllık askerliğiyle ilgili anılarını, peygamber kıssalarını, kahramanlık hikâyelerini, başka ibretlik hikâyeleri de güzel anlatırdı. Hatırlıyorum; aynı masalı ya da hikâyeyi tekrar tekrar dinlemek isterdim, hiç yüksünmeden tekrar tekrar anlatırdı (s. 9). Aslında bu söyledikleri veya babasından anlattıkları özellikle bizim kuşağın beyinlerine nakşolan güzelliklerdi. Osman ÇEVİKSOY’un aktardığı hikâyelerin dışında “Battal Gazi Destanı”, “Hazreti Ali’nin Cenkleri”, “Şahmeran” hikâyeleri bizlerinde zevk alarak dinlediğimiz hikâyelerdi.

“Ben; babamdan kalanları mümkün olduğu kadar onun bana anlattığı gibi, onun yorumuyla ve kendi üslubumla yazmaya çalıştım.” (s. 9) Kitaptaki hikâyeleri her yaştan okuyucu zevk alarak okuyabilir. Onun için de Osman ÇEVİKSOY: “Hem çocukların hem yetişkinlerin zevkle okuyacağına inanıyorum.” demiş. (s. 9)  Ben de “Hem sizin hem çocuklarınızın hem de torunlarınızın zevkle okuyacağı hikâyeler demeti” diyorum.

Hikayelere gelecek olursak:

A- “Kurtla Tilki” hikâyesini okuyunca hemen hafızamda değişik şeyler uyandı. Tabi bunları yazamayacağım ama Türk insanı ayranı kabardığı, sinirden küplere bindiği bir zamanda dahi “dinden, imandan, vatan sevgisinden, bayrak sevgisinden” konuları dinlerken kendisinden geçer. Hemen: “Ne adam be. Ne de güzel anlatıyor.” der yelkenleri suya indiriverir. Anlatanın kim olduğu önemli değildir, önemli olan anlatılanlar bizi mest etsin yeter.  İşte “Kurtla Tilki” hikâyesi sanki bizi anlatıyor gibi. Tilki kurnazlığıyla anlatan, Kurt ise bütün haşmetiyle dinleyen, kandırılan yani biz…

B- “Üzümcü Dayı” hikâyesi bugün içinde bulunduğumuz siyasi ortam ve siyasilerin etrafında dolananları gözümüzün önüne getiriveriyor. Bir siyasetçinin, bir üst seviyedeki bürokratın veya yetkili birinin yanında gözükmek, onunla fotoğraf çektirmek sonra da bu fotoğrafları övünme malzemesi olarak kullanmak isteyen insanları hepimiz görüyoruz, biliyoruz, değil mi? İşte “Üzümcü Dayı” hikâyesini okursanız ne dediğimi çabucak anlayacaksınız. 

C- “Tilkiler ve insanlar” adlı hikâyeyi okuduktan sonra; “Maalesef günümüz insanı hep böyle.” demişim. Aslında günümüz insanları içinde “tilki” gibi olup işini yürütenler olduğu gibi “insani vasıfları” üzerinde taşıyan ama bu saflığı ile tilki insanlar tarafından kullanılan insanlar çoğunluğu teşkil etmektedir. Tabi insanî vasıflarla donatılmış ama kendini “tilki gibi” olan insanlara kullandırtmayan insanlar da vardır elbette. Bu insanlar her zaman uyarıcı görevini yapsa da “Kurtla Tilki” hikâyesinde anlatılanlarda olduğu gibi “din, iman, vatan ve bayrak sevgisi” anlatıldığı zaman her şey bitiverir.

D- “Padişahın Küçük Oğlu” hikâyesini de siz okuyunca karar verin. (Bu hikâyeyi bir başka yazar “Sevginin Ölçüsü” adıyla değişik bir anlatımla ayrı bir kitap olarak çıkardığını belirtmeliyim.) Bu hikâyeyi Osman ÇEVİKSOY’un sihirli anlatımından okumanızı tavsiye ederim

E- “Benek Sultan” hikâyesi kitaba da isim olan hikâye. Kitabın kapağını süslemiş. Arka kapaktaki tanıtım yazısı da bu hikâyeye ait. Sabrın, iyi niyetin sonunda gelen huzur… Sabrın, tevekkülün ve iyi niyetin sonunda gelen zafer… Mutlaka ama mutlaka okunmalı.

Osman ÇEVİKSOY Günümüz Türk hikâyeciliğinin en önemli mimarı, ustası, yol göstericisi. Bütün hikayelerinin (hatta romanları da buna dahil) konusu halkın içinden, Anadolu insanının yaşadığı veya yaşayabileceği konular olması bakımından çok önemli ve elinize aldığınız zaman kitabı bitirmeden bırakamıyorsunuz. GÜZEL GÖZLÜ BENEK SULTAN’da bunlardan biri. Sadece bir farkı var diğer hikayelerinden: O da GÜZEL GÖZLÜ BENEK SULTAN’daki hikâyeler, küçüklüğünde babası tarafından anlatılan hikâyelerdir. Babasından dinlediklerinden hafızasında kalanları güzel anlatımıyla dile getirmiştir. Benzer hikayeleri siz okuyucular da mutlaka babanızdan olmasa bile ya dedenizden ya da ninenizden dinlemişsinizdir. Şahsen ben çok dinlediğimi hatırlıyorum.

Teşekkürler Osman Çeviksoy.

Musa SERİN / Emekli Öğretmen

https://www.cinaralti.com.tr/guzel-gozlu-benek-sultan

https://www.kitapyurdu.com/kitap/guzel-gozlu-benek-sultan/679786.html&manufacturer_id=44948

4 Nisan 2024 Perşembe

Saidbek Boltaboyev - Nasiba Yusupova, Türkçe – Özbekçe Sözlük, Türk Dil Kurumu Yayınları, ISBN 978-975-16-3486-9, Ankara 2018, 674 s.

Nasiba Yusupova Türkçe-Özbekçe

Sözlük bilimi (leksikografi) kelimeleri kodlama, kelimelerin listesini oluşturma,sözlük yapma bilimi ve sanatıdır. Dolaysıyla bu bilim alanında hazırlanan
eserler yazıldığı dilin hazineleri olup, bu dilin söz varlığını geleceğe taşıma noktasında çok önemli bir araçtır.

Sözlükleri zaman bakımından ikiye ayırmak mümkün: tarihî ve modern sözlükler. Tarihî sözlükler kelimelerin listesi ve başka dil veya dillerdeki karşılığının yanı sıra gramer kurallarını, bazen telaffuz şekillerini içerir. Tarihî sözlüklerin bir türü olan manzum sözlükler, sözlük biliminin sanat olarak tanımlanmasına sebep olmuştur.

İslam öncesine ait dönemlerde yazılan bazı sözlük parçalarının (Turfan’da bulunan Budizm muhitinde yazılmış Çince – Türkçe sözlük parçaları) günümüzde bilim adamları tarafından tespit edilmiş olması Türklerde sözlük biliminin çok eski zamanlara dayandığını göstermektedir. (Kasımcan Sadıkov Tarixiy Leksikografiya; 2011: 6) Türklerin İslamiyeti kabul etmesinden sonra Arapların Türkçe anlaması ve öğrenmesi için Kaşgarlı Mahmud tarafından kaleme alınan Divanü Lügati’t-Türk Türkçe sözlükler arasında bilim dünyasınca bilinen geniş kapsamlı ilk sözlüktür. XVI. yüzyılda yazılan Abuşka lügati iki Türk lehçesi üzerinde yazılan ilk sözlük mahiyetindedir. Çağatayca – Osmanlıca olarak hazırlanan Abuşka lügati Çağatayca eserlerin, özellikle Nevaî eserlerinin Osmanlıcada anlaşılması için kaleme alınmıştır. Bu sözlük mesafe olarak birbirinden uzakta kalan Türk halkları arasında köprü görevini görmüş, çeşitli dönemlerde çokça nüshaları istinsah edilmiştir.

Daha sonraki dönemlerde yazılan Şeyh Süleyman Buharî Efendi’nin Lügat-ı Çağatay ve Türkî-i Osmanî, V.V. Radlov’un Opıt Slovarya Tyurkskih Nareçiy (Türk Lehçeleri Sözlüğü Denemesi) (Sankt Peterburg, 1893-1911) adlı çalışmaları karşılaştırmalı sözlük olması bakımından önemlidir.
Azerbaycan, Özbekistan, Kazakistan, Kırgızistan ve Türkmenistan Cumhuriyetlerinin bağımsızlığını elde etmesinin ardından Türkçe sözlük çalışmaları hem bu ülkelerde hem de Türkiye’de hızla ilerledi. 1991 yılında Türkiye Cumhuriyeti Kültür Bakanlığı tarafından Karşılaştırmalı Türk Lehçeleri Sözlüğü I-II yayımlandı.

Bağımsızlık sonrasında aynı şekilde Türkçe – Özbekçe, Özbekçe – Türkçe sözlük çalışmalarının yapılması Özbekistan ve Türkiye arasında köprü vazifesini görmesi bakımından önem kazanmıştır. Bu anlamda ilk çalışmalar arasında Nizomiddin Mahmud ve Ertuğrul Yaman’ın Türkçe – Özbekçe, Özbekçe – Türkçe Sözlük (Taşkent 1993), Berdak Yusuf’un Türkçe – Özbekçe, Özbekçe – Türkçe Sözlük (Taşkent 1993) göstermek mümkündür. 1994 yılında Berdak Yusuf ve Mehmet Mahur Tulum’un hazırladığı Özbekistan Türkçesi – Türkiye Türkçesi, Türkiye Türkçesi – Özbekistan Türkçesi Sözlüğü İstanbul’da yayımlandı. Daha sonra Berdak Yusuf Özbekçe – Türkçe ve Türkçe – Özbekçe İzahlı Sözlük (Taşkent 1997), Türkçe – Özbekçe Sesteş Kelimeler Sözlüğü (Taşkent 2009) eserlerini hazırlayarak bu alanda yapılan çalışmalara hız kazandırdı. Emek Üşenmez, Saidbek Boltabayev, Gülşah Tuğlacı tarafından yayımlanan Özbekçe – Türkçe Sözlük (İstanbul 2016) ise 23 binden fazla madde başı kelime içermektedir. Dolaysıyla alanında ilk kapsamlı çalışma olmuştur.

Ancak günümüze kadar Türkçe – Özbekçe geniş kapsamlı bir sözlük bulunmamaktaydı. Nasiba Yusupova tarafından hazırlanan Türkçe – Özbekçe Sözlükte 35 bin civarında kelimenin yer alması bu alanda önemli bir boşluğu doldurmaktadır.

Sözlüğü Prof. Dr. Nadirhan Khasanov incelemiştir.

Sözlüğün sunuş kısmında aşağıdaki ifadelere yer verilmiştir:

“Türkçe – Özbekçe Sözlük Türk halkı ve Özbek halkı arasında kültür köprüsü oluşturmak amacıyla hazırlanmıştır.

Özbeklerin Türkiye Türkçesini öğrenmesi, Türkçe konuşabilmesi, eserler okuyabilmesi, kitap çevirileri yapabilmesi için imkân sağlayacaktır. İki kardeş ülke arasında ekonomik, kültürel ve sosyal iletişimi kolaylaştıracaktır.”

Sözlüğün hazırlanmasında madde başları hazırlarken Türk Dil Kurumu tarafından 2012 yılında yayımlanan Yazım Kılavuzu’nun 27. baskısı esas alınmış, eserin başlangıcında “Türk ve Özbek Alfabesi”, “Türkçe Harflerin Telaffuzu” ve “Kısaltmalar” bölümlerine yer verilmiştir.

Madde başı kelimeler siyah koyu harflerle Türk alfabesinin sırasına göre dizilmiş. Kelime türü, kökeni, kullanım sahası parantez içinde italik olarak yazılmıştır.

Daha sonra kelimenin Özbekçe karşılığı verilmiştir. Kelimenin farklı anlamları sayılarla ayrılmıştır. Örnek:
ab (is., Far. esk.) Ob, suv.
abanmak (-e) 1. Cho‘nqaymoq. 2. Cho‘kkalamoq, cho‘kka tushmoq. 3. Suyanmoq, yaslanmoq, yastanmoq.
açlık, -ğı (is.) Ochlik.
ada (is., coğ.) Orol (jug‘.).
boyun, -ynu (1. is., anat., 2. is., coğ., 3. is., 4. is.) 1. Bo‘yin (anat.). 2.
Bo‘yin (jug‘.). 3. Bo‘yin, bo‘g‘iz (ba’zi asboblarning ingichka uzunchoq qismi).
4. Gardan, zimma, ust.
mutlaka (zf. Ar.) Mutlaqo, tamomila, batamom.

Bütün yukarıda belirtilenlerin yanı sıra Türkçe – Özbekçe Sözlükte bazı teknik hatalar bulunmaktadır. Sözlükte madde başı kelimeleri genel olarak koyu harflerle yazılırken bazı durumlarda hem kalın hem italik olmuştur:
şafak, -ğı (is., Ar.) Shafaq.
şafak pembesi (is., sf.) Shafaqrang.
Kitabın 12. sayfasında Özbek alfabesine yer verilmiştir. Tabloda Özbek alfabesinde bulunan büyük i harfi, I olarak doğru gösterilmişse de sözlük kısmında İ şeklinde gösterilmiştir:
içmek (-i) 1. İchmoq. 2. Chekmoq.

Ancak bu teknik hatalar sözlüğün değerini düşürmemektedir. Sonuç olarak Türkçe – Özbekçe Sözlük alanında temel kaynaklardan biri konumunda bulunarak ilgili bilimsel çalışmalara katkı sağlayacaktır. Eserin Özbekistan ve Türkiye ilişkilerinin hızla geliştiği bir dönemde yayımlanması ayrıca manidar olup, iki kardeş ülke ilişkilerinin gelişmesinde önemli bir katkı olacağına inanıyoruz.

(Kaynak: Dil ve Edebiyat Araştırmaları Beşeri- Sosyal Bilimler Dergisi, Sayı 18, Güz 2018).

3 Nisan 2024 Çarşamba

M. Nuri Yardım - Simalar ve Dünyalar

Simalar ve Dünyalar


Kitap isimleri muhtevayı aksettirir. Eserin içinde ne var ne yok, okuyucuya bir fikir verir. Bu bakımdan hem kitap kapakları hem de adları son derece önemlidir. Mağazanın vitrini gibidir âdeta. Okuyucu önce kitabın adını ve kapağını görür. Sonra içindekileri merak eder. Arka kapak yazısının da dikkat çektiğini hatırlatmalıyım.

Simalar ve Dünyalar’ı okudum. İrfan sanat dünyamızın mümtaz siması, edebiyatçı Bekir Sıddık Soysal’ın ilk eseri. TRT’de uzun yıllar hizmet eden müellifimiz, radyo için metinler yazdı. Bu seçkin müesseseye 32 yılını hasretti. 1997’de emekli oldu ama sanatkârların emekli olma lüksü yok. Muhtelif kültür projelerinde görev almaya devam etti. Özgün sanat unsurlarını ihtiva eden ödüllere, beratlara, grafik tasarımlarına imza attı. Çeşitli dergi, yıllık, armağan ve hatıra kitaplarında yazıları neşredildi. “Türkçenin Anıtı” diye tavsif edilen “Dede Korkut Anıt Duvarı”nı yaptı. Dede Korkut Kitabı’nın tamamının, mimari formda tecessümü olan bu eserin proje müellifi, tasarımcısı ve sanat uygulama yönetmeni oldu. 

Bengü Yayınları’ndan çıkan Simalar ve Dünyalar’ı okuduktan sonra ağabeyimizi telefonla aradım. “Bu hatıralardan, nefis Türkçeden, üsluptan bizi şimdiye kadar niçin mahrum ettiniz?” diye hafifçe sitem ettim. Hakikaten büyük bir hevesle, istekle, heyecanla ve istifade ile okudum. Pek çok notlar aldım. ‘Sima’lardan aşinalar vardı: Nurettin Topçu, Zaptiye Ahmet (Yücel), Orhan Okay, Ezel Erverdi, Ebubekir Erdem, Mehmet Doğan, Ali Uğur, Rıfkı Kaymaz, Mustafa Kutlu, İsmail Kara. Bu çehrelerden vefat edenleri rahmetle andım, yaşayanlara yürekten selam gönderdim. Erzurum, Ankara ve İstanbul üçgenindeki camiada, hususiyetle Hareket ve Dergâh çevrelerinde yapılan hasbi çalışmalardan düşülen notlar, kayda geçen hatıralar…

Yazarımız, Orhan Okay’ın talebesi. Sadece öğrencisi mi? Hocanın cenazesi kabre bırakılırken büyük bir teessür içindeydi. Manevi evladı diyebilirim. “Onun yüzünde asla öfke ve şiddet ifadesi okuyamazsınız. Umumiyetle yumuşaklığın, müsamaha ve sevginin aydınlığını görürsünüz.” diyor Soysal. “Erzurum’un İstanbullu Hocası” Okay, hâl ve davranışlarıyla, kelamı ve inancıyla cümle edebiyatçıların hocası değil miydi? Ama bu portreyi kitaptan okumalı.

Bekir Sıddık Bey’in başında olduğu, kısa ömürlü de olsa bir nesli etkilemiş ‘Emrah Kitabevi’ eserde sıkça geçiyor. Keşke bu isimle müstakil bir eser kaleme alsa. Zira bazı kitabevleri, işyeri olmanın ötesinde dostlar için buluşma, kaynaşma, sohbet ve muhabbet zeminidir; sıcak ocaktır. Kanaatime göre, Emrah Kitabevi, müstakil bir kitap olarak geleceğe bırakılmayı hak ediyor. Zira etrafında oluşan muhit, çok bereketli. Dükkândan ziyade bir edebiyat mahfili olmuş. Bekir Sıddık Bey, yalnızca aşina simaları anlatmıyor bize, hayatımız boyunca ünsiyet kurduğumuz kelimeleri ve kavramları da önümüze seriyor. Onları dimağımıza ve zihnimize yerleştiriyor, gönüllerimize nakşediyor. Türkçenin nefasetini ve ihtişamını görüp hissedebilmek için de olsa bu eser okunsa sezadır. Bilmediğim nazlı ve nazenin kelimeleri, bu sayfalar arasında gördüm ve sevdim. 

Yazarımız Nurettin Topçu Mektebi’nin has bir talebesi. Ama artık ‘hoca’lık mertebesinde! Dolayısıyla ‘ara nesil’dendir. Birlikte yol yürüdüğü, tanıdığı şahsiyetlerin mükemmel portrelerini yazmakla iktifa etmemeli, tafsilatlı müstakil eserleri de kültürümüze kazandırmalıdır. Başmuallim Nurettin Topçu’yı yazsa ne iyi olur mesela. Ardından Orhan Okay ve Ezel Erverdi’yi… Sonra diğer ahbabın hayatlarını… Bir ara edibimizin Cinuçen Tanrıkorur’la beraber çekilmiş çok hoş bir fotoğrafını görmüştüm. Kitapta bu büyük musiki üstadımız sekiz sayfada anlatılıyor. Başlığı: “Sükûtu Okşamak” Biz “Zaptiye Ahmet” diyoruz ama bu ‘meçhul meşhur’u bugün kaç kişi tanıyor? Rahmetli Mehmed Niyazi ağabey sıklıkla söz ederdi kendisinden. Bilhassa “Marmaratör”leri heyecanla bize anlatırken. Fikir, sanat ve edebiyat semamızdan ne parlak yıldızlar gelip geçmiş! Hangisini tam tanıyoruz? İyi ki yazarımız gibi mutemet, munis mihmandarımız var. Biz talihli okuyucularını keşfe çıkarıyor. 

 “Simalar” dedik peki ya “Dünyalar”da ne var? Bu heybede de neler yok ki? Başta Türkmenistan olmak üzere bütünüyle Türk dünyamız… Ata yurdumuz, o muhteşem bozkırımız güzelliğiyle dile geliyor. Soysal, gezen bir kültür adamı. Yüreğinin bir yanı Türkiye, diğer kısmı Türkistan için atıyor. Şehirleriyle, kasabalarıyla, köyleriyle, camileriyle, türbeleriyle, çarşılarıyla gönül coğrafyamız, sayfalarda resmediliyor. Yazı kursunda öğrencilerime gezip gördükleri yerleri yazmalarını söylüyorum ve “Yazmak, seyahatin zekâtıdır.”  diyorum. Soysal bu zekâtı en yüksek seviyeden okuyucularına bahşediyor. Notlar alıp derkenarlar yazdım. Ama bir ömrü bereketlendiren bu eseri, şu kısacık yazıda anlatabilmek ne mümkün? Deryadan birkaç katrecik bizimkisi! Kitabı okuyunca hak vereceksiniz. Aziz ağabeyime bu “diş kirası” için teşekkür ederken, yeni eserlerini merak, heyecan, sabır ve şevkle bekliyorum. Bereketli ömür niyazıyla. Yeni ‘sima’ları ve ‘dünya’ları tanıyabilmek dileğiyle.

(Milat Gazetesi, 3 Nisan 2024)

(Bengü Yayınları, Sakarya Mh. Göztepe Sk. No. 5/A Altındağ-Ankara Tel. 0 312 311 70 52) e-posta: bilgi@ayb.org.tr)

26 Mart 2024 Salı

Tuğba Yılmaz - Özbekçe Öğreniyoruz (O'zbekcha O'rganamiz)


Anahtar Kelimeler: Özbekçe, Özbek tarihi, Özbek kültürü

Prof. Dr. Juliboy Eltazarov, Doç. Dr. Kenan Koç ve Öğr. Gör. Ikhtiyor Yokubov tarafından hazırlanan Özbekçe Öğreniyoruz (Oʻzbekcha Oʻrganamiz) adlı eser, Özbekistan Cumhuriyeti’nin bağımsızlığının 30. yıl dönümüne ithafen Temmuz 2021’de yayımlanmıştır.

Eserde, Özbekistan’ın Ankara Büyükelçisi Alişer Azamhocayev’in “Kirish Soʻzi” olarak yazdığı değerlendirme yazısında; Özbekçenin Karluk grubu Türk lehçeleri arasında yer aldığına, bir zamanlar bütün Türk dünyası için ortak edebî dil vasfı taşıyan Çağataycanın devamı olduğuna ve günümüzde yaklaşık 50 milyon konuşurunun bulunduğuna dikkat çekilmiştir. 21 Ekim 1989’da alınan bir kararla Özbekçenin devlet dili olarak kullanıldığı ve bu tarihin Özbekistan’da “Özbek Dili Bayramı” ilan edilip her yıl kutlandığı belirtilmiştir. Ayrıca son yıllarda alınan Bakanlar Kurulu kararıyla “2020-2030 yılları arasında Özbek dilini geliştirme ve dil siyasetini olgunlaştırma konsepti” kapsamında Özbekistan Cumhurbaşkanı’nın tensipleriyle yeni arayışlara ve atılımlara devam edileceği de vurgulanmıştır.

Eserin ön söz kısmında ise Prof. Dr. Juliboy Eltazarov ve Doç. Dr. Kenan Koç’un görüşleri yer almaktadır. Burada Özbekistan’ın köklü tarihine, bağımsızlık sonrası 30 yıllık kazanımlarına, zengin kültürel değerlerine ve ülkenin jeostratejik önemine atıflarda bulunulmuştur. Yazarlar, kitabın yazılış amacını şöyle ifade etmektedir:

“Gelinen noktada elde edilen bilgi birikiminden faydalanılarak lehçe öğretimine önem verilmesi, bu konuyla ilgili modern dil öğretiminde kullanılan yöntemler ışığında hazırlanan kaynaklarla lehçe öğretimi akademik ortamların dışında geniş halk kitleleri arasında da yapılabilmelidir. İşte bu düşünceyle hazırlanmış eser Özbekçe öğretmeyi amaçlamaktadır. Konu, resim vb. unsurlarla da arka planda Özbek kültürü tanıtılmak istenmiştir.” (Eltazarov, Koç ve Yokubov, 2021: 12).

Ön sözün ardından sözleri Abdulla Aripov’a, bestesi Mutal Burhanov’a ait olan Özbekistan’ın millî marşı yer almaktadır. Akabinde Özbekistan Cumhuriyeti’nin bayrağı, devlet arması, siyasi haritası, kullandığı Kiril ve Latin harfli alfabeler gösterilmiş ve Özbekistan hakkında kısa bir genel bilgi verilmiştir. Bunun yanı sıra Özbeklerin tarih boyunca kullandığı alfabeler, Özbekçenin Türk lehçeleri arasındaki yeri ve nerelerde konuşulduğu hakkında kısa bir bilgi sunulmuştur.

Eser, toplamda 20 üniteden oluşmaktadır. Daha ilk sayfada okurunu zengin içerikli Özbekçe bir metinle karşılayan eserde, görsel materyaller sıklıkla kullanılmış, her bölümün sonunda öğretici diyaloglar ve alıştırmalara yer verilmiştir. Temel ders kitabı niteliğinde olmakla beraber büyük bir kültür aktarımının yapılması da eseri sıra dışı kılmaktadır.

Her ünitede Özbekçe dil bilgisi kuralları örnek kelime ve cümleler üzerinden titizlikle işlenmiş; Özbek kültürünü yansıtan millî yemeklerin, giyim tarzlarının, bayramların ve tarihî şahsiyetlerin yer aldığı millî bilinci besleyen metinler tercih edilmiştir. Bu bağlamda Ebu Ali İbn-i Sina, Ebu Reyhan Bîrûnî Ebu Nasr Fârâbî, Ahmet el-Fergânî, Emir Timur, Zahiriddin Muhammed Babür’ün hayatının anlatıldığı okuma parçaları öğretici olmanın yanında pek çok görsel malzemeyle desteklenmiş ve okurun zihni canlı tutulmuştur. Dolayısıyla aktarılan bilgiler pedagojik açıdan görsel hafıza üzerine inşa edilmiştir.

Bunun yanı sıra okuma parçalarında Özbekistan’ın coğrafi özelliklerine, Semerkant şehrinin güzelliğine, Özbek masallarına değinilmiş, Çolpan gibi önemli yazarlardan bahsedilmiştir. Geniş okur kitlesinin ihtiyacına cevap verebilecek nitelikte hazırlanması ve temel düzeyde gramer kuralları ile konuşma kalıplarının aynı potada harmanlanıp tanıtıcı metinlerle sunulması eser için ayırt edici bir yeniliktir. Bu yönüyle eser, gramer kitabının ötesinde Özbekistan’ı ve Özbek kültürünü yakından tanıtacak bir konuşma kılavuzu vasfına sahip ve hatta kültür atlasına giriş mahiyetindedir. Nitekim “Özbekçe Öğreniyoruz” şeklinde genel adlandırma yoluna gidilmesinin bir nedeni de zengin muhteva dolayısıyladır.

Genel olarak her ünitede bir konu ve bir gramer bilgisi etrafında şekillenmiştir. Bu bağlamda ilk ünitede konu farklı yaş grupları arasında “selamlaşma” ile başlamakta ve ilgili konuşma kalıpları, alıştırmalar bulunmaktadır. Burada Özbekçedeki ünlü ve ünsüzlerin yanı sıra sesler, görsel kelimelerden de faydalanılarak tablo şeklinde hazırlanmıştır.

İkinci ünitede “Tanışma” ile ilgili diyaloglar ve Türki Cumhuriyetleri’nin bayrakları vardır. Yine bu kısımda “Heceler” konusu örneklerle işlenmiştir. Üçüncü bölümde ise Ebu Ali İbn-i Sina hakkında metin verilmiştir. Konuya ilişkin test ve alıştırmalar hazırlanmıştır. Gramer bilgisi olarak şahıs zamirleri ve bununla ilgili diyaloglar bulunur.

Dördüncü bölümde “Ailem” adlı kısa bir okuma parçası, Özbekçe akraba isimlerinin Türkçe karşılıkları ve iyelik ekleri işlenmiştir. Beşinci ünitede “Benim Memleketim” adlı metnin akabinde Özbek Türkçesindeki hâl ekleri anlatılmakta ve konuyla ilgili pek çok alıştırma yer almaktadır.

Altıncı bölümde ise mesleklerle ilgili okuma parçaları, konuya ilişkin test ve alıştırmalar verilmiştir. Gramer bilgisi olarak kelime türlerine değinilmiş; kelime yapısı, ekler, ad, sıfat, fiil yapısı örneklerle anlatılmıştır. Bunun yanında isimden isim, isimden sıfat, isimden fiil, fiilden fiil, fiilden isim, sıfattan fiil yapan ekler örnek kelime ve alıştırmalarla pekiştirilmiştir.

Yedinci ünitede “Evde” başlıklı metninde aile üyeleri tanıtılmıştır. Burada gramer açısından zamirler konusu ele alınarak alıştırmalar üzerinden işlenmiştir. Sekizinci ünitede, Özbekçede “Günler” konusu örnek cümleler üzerinden anlatılmıştır. “Talebenin Bir Haftası” başlıklı metin üzerinden ise aylar, mevsimler açıklanmış ve gramatik açıdan zarflar ele alınmıştır.

Dokuzuncu ünitede “Renkler” ve “Özbek Atlası” okuma parçası konu olarak seçilmiş ve sıfatlar işlenmiştir. Onuncu ünitede yer verilen metinde Semerkant şehri anlatılmıştır. Gramer konusu olarak Özbek Türkçesindeki kişi ekleri örneklerle pekiştirilmiştir.

On birinci ünitede “Sayılar” konusu ve “Fiil Zamanları” başlığı altında Özbekçedeki zaman ekleri örnek, diyalog ve alıştırmalarla anlatılmıştır. On ikinci ünitede ise Özbekçede hava durumu ile ilgili terimler hedef konu olarak belirlenmiş ve ekan yardımcı fiili örneklerle tanıklanmıştır.

On üçüncü bölümde “Saat Kaç” başlığı altında saatle ilgili kullanılan ifadeler aktarılmıştır. Gramer bilgisi olarak fiil kiplerinde emir ve gereklilik kipi konuları örnek cümle ve alıştırmalarla anlatılmıştır. On dördüncü ünitede “Organlar” konusu resim ve okuma parçaları üzerinden işlenmiştir. Gramer bilgisi olarak da şart kipi ve yeterlilik fiili konuları karşılıklı konuşma ve örnek cümleler üzerinden ayrıntılı bir şekilde ele alınmıştır. On beşinci ünitede “Bayramlar” adlı metinde bayram âdetleri, Özbekistan’da her yıl kutlanan dinî ve resmî bayramlar tanıtılmış, devamında ise doğru-yanlış, soru-cevap alıştırmaları verilmiştir. Gramer bilgisi olarak “Fiil Çatısı” başlığı altında ettirgen fiiller örnekler ve alıştırmalarla anlatılmıştır.

On altıncı kısımda Özbekistan’ın millî yemekleri tanıtılmış ve “Özbek Pilavı” metin üzerinden anlatılarak alıştırma ve testlere yer verilmiştir. “Yeni Kelimeler” başlığı altında tablo hazırlanarak Özbekçede kullanılan pek çok kelime gösterilmiştir. Bu bölümde gramer bilgisi olarak sıfat-fiiller konusu işlenmiştir. On yedinci ünitede “Sağlık” konusuyla ilgili bir okuma parçası verilmiş ve alıştırmalarla ilgili terminoloji pekiştirilmiştir. Gramer bilgisi olarak zarf-fiiller konusu işlenmiştir.

On sekizinci ünitede “Dağa Seyahat” adlı metinde Özbeklerin tatil zamanlarında yaptığı etkinlikler anlatılmıştır. Gramer bilgisi olarak işteş fiil konusuyla ilgili alıştırmalar hazırlanmıştır. On dokuzuncu ünitede “Özbek Millî Güreşi”nin tanıtıldığı okuma parçasına ve yeni kelimeler tablosunda Özbekçede yaygın kullanılan sözcüklere yer verilmiştir. “Çolpan’ın Hayatı ve Sanatı” adlı okuma parçası konu olarak seçilmiştir. Burada gramer bilgisi olarak edatlar konusu işlenmiş ve örneklerle gösterilmiştir.

Yirminci ünitede ise temel konu “Kıyafetler” başlığı ile belirlenmiş, Özbeklerin millî giyimlerine ve kıyafet terimlerine değinilmiştir. Burada cümle bilgisi, hedef gramer konusu olarak belirlenmiş ve Zahiriddin Muhammed Babür’ün hayatının anlatıldığı okuma parçası üzerinden konu pekiştirilmiştir. Eseri farklı kılan bir özellik de okurun motivasyonunu yüksek tutmak ve takip mekanizmasını sağlamak amacıyla metinde kullanılan sözcüklerin, eser sonunda sözlük olarak verilmesidir.

Sonuç olarak Özbekçe Öğreniyoruz (Oʻzbekcha Oʻrganamiz) adlı çalışmanın, muhtevasındaki güncel ve özgün verilerle Özbekçeye ilgi duyan öğrenciler başta olmak üzere hemen her araştırmacıya doyurucu ve dikkate değer bir katkı sunacağı ve başvuru kaynağı olacağı açıktır. Türkoloji’ye kazandırılan bu eser vesileyle Prof. Dr. Juliboy Eltazarov, Doç. Dr. Kenan Koç ve Öğr. Gör. Ikhtiyor Yokubov’a teşekkür ederiz.

Kaynaklar

  1. Yılmaz, T. (2022). “Özbekçe Öğreniyoruz (Oʻzbekcha Oʻrganamız)”. Türk Dünyası Dil ve Edebiyat Dergisi, 54, 241-244

Orhan Şaik Gökyay - Yas