Fıkra (Köşe Yazısı) etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Fıkra (Köşe Yazısı) etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

29 Mart 2024 Cuma

Mahir Ünlü - Kitap Tanıtım Yazıları Nasıl Yazılmalı

 

Kitap tanıtım yazısı yazarken ilk aklımıza gelen kitapta karar kılmamız sağlıklı olmaz. Birçok kitabı gözden geçirerek yayın tarihlerini, daha önce tanıtılıp tanıtılmadıklarını öğrenmeli, ilgi alanımıza girip girmediğini, o kitap türünün bize uygun olup olmadığını, kitabı tanıtabilecek donanıma sahip olup olmadığımızı tartmalıyız. Adı her yerde geçen popüler kitapları seçmemiz de doğru olmaz. Çünkü onları tanıtan zaten çoktur. Mühim olan çarşıdaki Yusufları toplamak değil, kuyudan Yusuf’u çıkarmaktır.

Yazımızı yazmadan önce yazımızın ana fikrini belirlemeli, kitabı hangi yönleriyle tanıtacağımızı belirlemeli, yazımızın ayrıntılı bir planını hazırlamalıyız.

Yazı, tanıtım yazısını yazan kişiye ait özgün bir açıyı sistemli ve tutarlı olarak dile getirmelidir. Bu açı, tanıtım yazısı yazanın kitabın bütünü karşısındaki konumunu yansıtmalıdır.

Tanıtım yazısının odağında yazar değil, eser olmalıdır. Ancak, yazarla ilgili bazı biyografik bilgilere ve edebi çevresi ile ilgili kısa hikâyelere de yer vermeliyiz. Yazarın hayatı ve eserlerinden söz ederken güvenilir kaynaklara başvurulmalı, gerekli bilgiler tam ve doğru olarak aktarılmalıdır. Eserin ve yazarın adı metinde ara sıra tekrarlanmalıdır.

Kitap değerlendirme yazısının başlığı önemlidir. Bu durumda editörlere büyük iş düşmektedir. Yazıyı en iyi ifade edecek bir kelime veya kelime grubu başlık olarak seçilmelidir. Başlığın ilgi çekici olması okuyucunun dikkatini daha fazla çeker. Kitabın çeviri olması durumunda orijinal adı da mutlaka verilmeli, çeviriyi kimin yaptığı belirtilmelidir. Hatta kitabın künyesi detaylı bir şekilde verilmelidir.

Kitabın ana fikri veya teması birkaç cümle ile verilmelidir. Bölümlere, bölümlerde neler anlatıldığına değinilmelidir. Kitabın teknik yönü ile ilgili bilgilere kısaca değinilmelidir. Okuyucuda merak uyandıracak kısımlar üzerinde durularak belirtilmelidir. Tabii tanıtmaya çalışırken kitaptaki her şeyi verip okuyucuda "kitabı okumasam da olur" intibaı da uyandırmamak gerekir…

Tanıtım yazısı, kitap özeti değildir; ancak, bazı özet bilgilerine de yer verilmelidir. Yazıda kitabın bütününü temsil etme yolunda bir gayret olmalıdır. Eserin hangi bölüm ya da alt başlıklardan oluştuğu belirtilebilir, ama hepsini saymak gerekmez. Yazının temel yaklaşımına göre bazı bölümler ve mısra veya paragraflar öne çıkarılmalıdır. Bunların bütünü ne ölçüde temsil ettiği dikkate alınmalıdır. Kitabın tek bir bölümü ya da paragrafı üzerine yoğunlaşmak hakkaniyetli olmaz. Kitabın baskı kalitesi ve kapak tasarımı ile ilgili görüşler özellikle verilmelidir. Kitap yazma, mizanpaj, kapak tasarımı ve hatta ciltleme birer sanat işidir. Sanat ise her türlü detayı önemsemeyi gerektirir. Kitap ile ilgili olan iş çirkin olmamalı. Kitap tanıtım yazılarını sonuçta yazarlar ve yayınevlerinin sahipleri de okuyordur. Neşrettikleri kitap ile ilgili eleştirileri görmeleri daha sonra neşredecekleri kitaplar için daha dikkatli olmalarına vesile olabilir.

Kitap tavsiye ediliyorsa tanıtımı yapılan kitabın neden okunması gerektiği kısmına özellikle vurgu yapılmalıdır: Bir kitabın neden okunması gerektiği bilinirse o kitabın tanıtım yazısı da kitabın kendisi de o kadar çok okuyucu bulur. Neden okunmalı kısmı bir paragraf ile anlatılabileceği gibi finalde bir cümle ile de verilebilir.

Okuyucunun, kitabın özgün dili ve üslubu konusunda fikir sahibi olabilmesi açısından tanıtılan eserden çeşitli alıntılar yapmak zorunda kalabiliriz. Ancak alıntılarda seçici olmalı, peş peşe uzun alıntılardan kaçınmalıyız. Kitaptan bir veya iki parça altını çizdiğimiz cümlelerin alınması yazıya zenginlik katabilir. Fakat bu hususta telif haklarına ve özellikle yazarın hakkına riayet etmek lazımdır. İyi veya kötü bir cümle bile olsa alıntı yaptığımız kısmı sayfa numarasıyla belirtmek zorundayız.

Kitap tanıtım yazısı yazarken kitabın türünden ve alanından söz etmeyi ihmal etmemek gerekir. Öte yandan, metinde bahsedilebilecekler konusunda bir sınırlama yoktur. Kapağından dizgisine, baskısından üslubuna kadar eserin her yönünden söz edilebilir.

Tanıtmaya çalıştığımız kitabı şahsi, fikri veya siyasi sebeplerle araç olarak kullanılmamalı; görüşlerimizi okuyucuya aktarmak için bir vesile kabul edilmemeli; kitabın sınırlarının ve tanıtım amacının dışına çıkılmamalıdır.

Değer ve duyguların anlatımında aşırılıklardan sakınılmalıdır. Abartılı övme ve yermeler, yazının ve hatta tanıtım yazısını yazan yazarın güvenilirliğini sarsar. Aşırı beğenme ve özdeşleşme sebebiyle anlatımımızı yazarınkine benzetmekten de kaçınmalıyız.

Tanıtım yazısı yazarken her paragrafta kendimizi önce eserin yazar veya şairinin yerine koymalıyız: “Böyle bir tanıtım yazısı bizim hakkımızda, eserlerimiz hakkında yazılsa kendimizi nasıl hissederdik?” sorusunun cevabını verdikten sonra sıra okuyucunun yerine geçmek olmalıdır: “Bu yazıyı okuduktan sonra eser hakkında ne kadar bilgi sahibi oluruz?”, “Okuyucu bu yazımızı ve eseri okuduktan sonra eser hakkında bizimle aynı düşüncelere mi sahip olurdu?” sorularının da cevabını kendimize vermeliyiz.

"Her şeyin sonunu düşünen kahraman olamaz" demişler. Benim gibi her şeyin detaylarını düşünürseniz korkarım ki bir yazınız bile olmayacak. Siz siz olun yine de bu kurallara azami ölçüde uyun. Varsın çok değil az yazınız oluversin. Böylece yazılarıyla geçinen bir yazar olup aç kalma tehlikesinden de kurtulursunuz.

Buraya kadar her şey tamamsa tanıtım yazımız hazır demektir.

Mahir Ünlü - Eski Yazı

Dil bir milletin kültürünün meydana gelmesinde, yaşatılmasında ve gelecek nesillere miras olarak bırakılmasında en önemli bir araçtır. Bir dile müdahale etmek, onu anlaşılmaz kılmak, eski ve yeni nesilleri yahut aynı dili konuşan ve farklı yerlerde yaşayan akraba toplumları anlaşamaz hale getirmek -hangi niyetle olursa olsun- o millete yapılacak bir kötülüktür.


20. Asrın başlarında Türk dünyası İngiliz, Rus, Çin, İran ve Balkan ülkelerinin hâkimiyetine girmiş; Anadolu ve Doğu Trakya’dan ibaret bir Türkiye Cumhuriyeti dışında bağımsız Türk yurdu kalmamıştı. Bu kötüye gidişin ilk adımı on sekizinci asrın sonuna doğru Kırım’ın kaybedilmesiydi.

Genç Türkiye Cumhuriyeti ihtiyatla dışa kapanmışken Rus hâkimiyetindeki bazı Türk toplulukları Latin alfabesini kabul etmişlerdi. Türkiye Cumhuriyeti de Karahanlılardan itibaren Arap alfabesine bazı ilave harflerle kullanılan alfabeyi terk ederek Latin alfabesini kabul etti. Biz Latin alfabesini kabul edince tarihin gördüğü en büyük zalimlerden Stalin, kardeş toplulukların her birine farklı Kiril alfabeleri dayatmış ve alfabe ile başlayacak olan kültürel bağlarımızı kesmişti. Dilimize her gün yeni kelimeler uydurarak biz de Stalin’in açtığı yaranın üstüne tuz serpmiş, kardeş topluluklarla dil bağımızı koparma yoluna girmiştik.

Bu alfabenin kabul sebeplerinin başında Avrupa medeniyeti ile uyum sağlamak geliyordu. Ancak Türk topluluklarının bu alfabeyi kabul etmesi de sebepler arasındaydı. Yalnız bu alfabenin Türkçede var olan seslerin hepsini karşılamadığı gerçeği üzerinde yeterince durulmamış, üç farklı “h” sesi bir işaretle ifade edilmeye çalışılmıştı. İki “k” sesine de bir işaret düşmüş, “ng” sesi ise tamamen yok edilmişti. Bu seslerin ve diğerlerinin eksik oluşu yüzünden bağımsızlığını kazanan kardeş ülkelerle ortak bir alfabede buluşmamız mümkün olmadı ve olmayacak gibi görünmektedir. Zira, değişim için kabul edilen mevcut alfabeye yeni harfler eklenmesine bile ideolojik bakışla karşı çıkacak yüzlerce yarı aydınımız mevcuttur.

Bir yandan alfabe değişikliği, bir yandan da “öztürkçecilik” adı altında dilde sadeleşmenin yerini alan uydurmacılık akımı bir yandan nesiller arasında kopmaya yol açmış, kütüphanelerdeki eserler ve arşiv belgeleri okunamaz olmuştu. Yalnız yeni nesil eskileri anlamaz olmakla kalmamış; çeşitli ülkelerdeki Türk topluluklarıyla Türkiye arasındaki dil bağı da kopma noktasına gelmişti.

Türkiye Cumhuriyeti alfabe ve dil değişikliği ile eskiden tamamen kopma politikası takip ederken eski başkentindeki birçok mimari eseri yok etmiş, arşivlerini bile hurda kâğıt olarak satmaya girişmişti. İşte bu sebepledir ki şair:

Heykelleri dağlar kesilip ufku yaranlar,

Ecdadı kabirsiz uyuyan bir yeri görsün.

Efsanesi kaybolsa kıyamet koparanlar,

Tarihi okkayla satan elleri görsün.

Bir şeyin tanınması için öncelikle tanımının çok iyi yapılması gerekir. Onun için Osmanlıcanın ne demek olduğunu anlamak için tanımının iyi yapılması gerekiyor. Ayrıca Osmanlıca mı, Osmanlı Türkçesi mi yoksa babalarımızın dediği gibi "eski Türkçe" veya “eski yazı” mı diyeceğiz? Hangisi daha doğru?

Arap harfleriyle Türkçe yazan yalnız Osmanlı devleti vatandaşları değildi. Karahanlılar, Gazneliler, Selçuklular, Anadolu Selçukluları, Anadolu beylikleri, Timuriler, Baburiler, Şeybaniler, Kırım Hanlığı, Herat Hanlığı, Hive Hanlığı, Hokand Hanlığı, Buhara Emirliği, Safevi devleti, Gümülcine Türk Cumhuriyeti, ilk Azerbaycan Cumhuriyeti bu alfabeyle yazıyorlardı. Bugün hala Çin hâkimiyetindeki Uygurlar, Afganistan’daki Türk toplulukları, İran sınırları içindeki Türk toplulukları bu alfabe ile Türkçe yazmaktadırlar. Uygurların ve İran hâkimiyetindeki Güney Azerbaycan’ın, Afganistan sınırları içinde yaşayan Özbeklerin veya Kırgızların diline veya alfabesine “Osmanlıca” demek ne kadar doğrudur?

Peki, nedir Osmanlıca? Osmanlıca Türkçeden ayrı bir dil midir? Edebi Türkçe midir? Bazılarının dediği gibi Türkçenin İslâmileştirilmiş hali midir? İslâm harfleri ile yazılan bir Türkçe midir? Günümüz Türkçesini İslâm harfleri ile yazdığımız zaman Osmanlıca mı olur? Bizim öğretmeye çalıştığımız "Osmanlı Türkçesi veya "Eski Türkiye Türkçesi"dir.

Öncelikle şuna karar vermeliyiz: Osmanlıca bir dil midir yoksa bir alfabe meselesi midir? Elbette bir alfabe, geçen asırlardaki dil bilgisi kurallarımız ve kelime hazinesidir.
Bin yılı aşkın bir süre içinde Türk - İslâm tarihinin, kültürünün, medeniyetinin, biliminin, felsefesinin oluşturduğu, Arap harflerini alfabe olarak kabul etmiş bir milletin geçmişi yalnız Osmanlı olamaz. “Eski Türkçe” ifadesi dil bilimi veya Türkiyat ile uğraşanlar için çok eski devirleri (Hun, Köktürk, Uygur vb.) ifade etse de halk ağzında Arap harfleriyle yazılan Türkçenin adıdır.

Şimdi bir yol ayrımına geldik. Daha önce Edebiyat fakültelerinde okutulan bu eski alfabenin liselerde mecburi ders olarak okutulup okutulmayacağını tartışıyoruz.

Önce meseleye derinden girip geriye doğru gelelim: Latin alfabesinden vazgeçip eski harflere dönülür mü? Latin alfabesini kabul edince nasıl çocuklarımız “ecdadının mezar taşlarını okuyamaz” hale gelmişse, bu varsayımın gerçekleşmesi de aynı neticeyi doğuracaktır. Alfabe değişimiyle nasıl kütüphanelerimiz ve arşivlerimiz okunamaz hale gelmişse aynı kısır döngü bir kez daha tekrarlanacaktır. Kısacası bu imkânsızdır. Eski yazı arşivler, kitaplar ve kitabeler uzmanlar tarafından okunmaya devam edecektir.

Eski yazımızın liselerde mecburi ders olarak okunması nasıl olur? Bu konuya ideolojik değil, pedagojik olarak yaklaşmalıyız. Elbette her genç ana dilinin ve en az bir Türk lehçe veya şivesinin yanında bir veya birkaç yabancı dil; Latin menşeli Türk alfabesinin yanında da eski yazımızı ve hatta Kiril alfabesini de öğrenmelidir.

Mevcut İmam Hatip liselerinde Arap alfabesi ve Arapça öğrenen gençlerin, hiç olmazsa matbaanın ülkemize girişinden sonra basılan eserleri okuması elbette uygun olacaktır. Birçok dini ve tasavvufi eseri okumak onların ufkunu açacaktır.

Sosyal Bilimler liselerimiz de geleceğin edebiyatçılarını, tarihçilerini, mülki idare görevlilerini yetiştireceklerse onların da matbaanın ülkemize girişinden sonra basılan eserleri, kitabeleri hatta arşiv belgelerini okuyabilmeleri faydalı olacaktır.

Akademik liselerde (Anadolu liseleri ve Fen liselerinde) Fizik, Matematik, Kimya ve Biyoloji ağırlıklı dersler okuyan gençlerin “Eski Yazı” dersini seçmeli olarak almaları mümkün olabilir. Mecburi olması gençleri müspet ilimlerdeki hedeflerinden geri bırakabileceği için uygun değildir. Mesleki ve teknik liselerimizde ise atölye ve meslek derslerinin yükü yeterince ağırdır. “Eski Yazı” dersini bu okullarda seçmeli ders olarak bile okutmayı düşünmemek lazımdır. Bu okullardan da istekli gençler çıkarsa Halk Eğitimi Merkezlerinde “Eski Yazı” kurslarına devam edebilirler.