Masalllar etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Masalllar etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

7 Ekim 2024 Pazartesi

Keloğlan Masalı: Akıl Kutusu



Bir varmış, bir yokmuş; Allah’ın kulu çokmuş; çok söylemesi günahmış! Develer dellâl iken, pireler çoban iken, ben anamın beşiğini tıngır mıngır sallar iken, memleketin birinde, bir Keloğlan varmış. Keloğlan karanlık evin kara kedisi, bir ananın bir tanesi imiş. Gel zaman git zaman bu Keloğlan büyümüş, tığ gibi bir delikanlı olmuş, olmuş ama akıldan yana yaya olduğu için kimseler onu adam yerine koymaz; inanıp yanılıp da bir Allah‘ın danasını bile güttürmezmiş. Tavşan dağa küsmüş de dağın haberi olmamış! Keloğlan da kendini vurdumduymazlığa vermiş; ne elin işine, aşına karışır, ne de sözüne, sazına aldırış edermiş. “Ben ne beni sevenlerin kulu; ne de sevmeyenlerin sultanıyım.” der kendi kendine. Bir güne bir gün bu densizlerin köprüsünden geçmez, karşılarında boyun büküp, avuç açmaz; her sabah gölün yolunu tutarmış. Her gün üç balık avlar; birini satar gaz alır; birini satar tuz alır; birini de kızartır ana oğul yerlermiş. Günleri böyle geçer, dişleri başka bir şey kesmezmiş.

1 Ekim 2024 Salı

Şahmaran Masalı

 

Vaktiyle Danyal adında bir hekim vardı. Zamanının en bilgin adamlarından biri olan bu hekimin biricik derdi bir evladının olmayışı idi. Nihayet günün birinde Tanrı ona bu nimeti verdi. Karısı ona hamile olduğunu müjdeledi.

14 Eylül 2024 Cumartesi

Orhan Seyfi Orhon - Kurt Masalı

Kurt bir akşam acıkmıştı
Dağlarda ava çıkmıştı

Bakınarak sağa sola
Geldi en işlek bir yola

Dedi: ”Bu çok güzel bir yer,
Bir kısmetim varsa eğer,

Ayağıma gelir kendi.”
Seçtiği yeri beğendi.

Geçti öyle hayli zaman
Bir katır çıktı uzaktan

5 Temmuz 2024 Cuma

Oyhan Hasan Bıldırki - Söylemez Sultan



      Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, memleketin birinde, bir padişahın, bir oğlu varmış. Gününü gün eder, hiçbir iş tutmazmış. Sarayın önünden gelip geçenlerle, körpedir, yaşlıdır demez, önüne gelenlerle alay edermiş. Şehzade olduğu için hiç kimse, ona bir şey diyemezmiş.
      Günlerden bir gün, bu şehzade, pencereden dışarıya bakıyormuş. Bu sırada yaşlıca bir kadın, elinde güğümü, sarayın önündeki çeşmeye, su doldurmak için gelmiş. Musluğa, testisini dayamış. Tam bu sırada, aklı havada, gönlü eğlencede olan Şehzade, attığı taşla, yaşlı kadıncağızın testisini kırmaz mı?
      Yaşlı kadın küplere binmiş. Binmiş ya, öfkesini kusacak birini ararken, bir de bakmış, penceredeki şehzadeyi görmüş. İçini çekmiş, söylemiş;
      - Dilerim Allah'tan, Söylemez Sultan'a aşık olur, derdine yanıp tutuşursun!
      Demiş, demesine ya, durmamış, oradan ayrılıp gitmiş.
      Zaman, su gibi akmış. Günler gelip geçmiş.
      Geçmiş ya?
      Şehzade'nin de içi yanmaya, gönlü tutuşmaya başlamış. Derken de, Söylemez Sultan'a aşık olmuş. Yemeden, içmeden kesilmiş. Bir deri, bir kemik kalmış. Yüreğindeki sırla yanmış, kavrulmuş. Padişah, biricik oğlunun, gözünün bebeğinin gün geçtikçe zayıfladığını görmüş. Sorup soruşturmuş, ne akranlarından, ne yâranlarından, ne de başkalarından bir karşılık alamamış. Baba yüreğidir, taş değil ya, yufka gibi olmuş, dayanamamış. Bir gün, oğlunu karşısına alıp sormuş:
      - Gözümün bebeği, gönlümün umudu, biricik şehzadem! Senin bir derdin var. Bunu, her halinden anlıyorum. Gittikçe etten, kemiğe dönmektesin. Başkalarını bilemem ama, derdinin çaresini, bilirse bir baban bilir. Derdini saklama! Söyle bana!
      Der demez, padişahtan arka bulan Şehzade:
      - Ben, Söylemez Sultan'a aşık oldum, demiş.
      - Söylemez Sultan, kimmiş? Onu nerede gördün?
      - Görmedim. İşittim!
      - Görmeden, insan birine aşık olur mu?
      - Ben oldum, baba! Eğer iznin olursa, bana destur verirsen, onu aramaya çıkacağım.
      - Ya sarayım, tahtım?
      - Taht da, saray da, şayet onu bulamazsam, bana haram olsun!
      - Aşığın gözü kördür, derler. Bilirim. Var, gönlünün umuduna yürü. Dileğinin ilmeğinde örselen. Fakat küçüksün, ufacıksın. Yol bilmez, iz süremezsin. Yanına bir muhafız vereyim. Seni, öyle yolcu edeyim.
      Şehzade, muhafız, kılavuz istememiş. Ertesi gün, yola düzülmüş. Az gitmiş, uz gitmiş, dere tepe düz gitmiş. Sel gibi akmış, yel gibi uçmuş. Günün birinde bir köye yolu düşmüş. Köyün girişindeki ulu bir ağacın dibinde oturan, bir ihtiyara rastlamış. Ona selâm vermiş, ondan selâm almış.
      İhtiyar;
      - Nereden geliyor, nereye gidiyorsun oğul? demiş.
      - Kafdağı'nın ötesinden bu yana geliyorum. Dertliyim, baba!
      - Derdini söylemeyen, dermanını bulamaz.
      - Söylemez Sultan'ı arıyorum.
      - Senden önce de onu, dal gibi, fidan gibi çok delikanlılar aradı. Fakat görüşemediler.
      - Siz, bana bir iyilik yapın. Onu biliyor, tanıyorsanız, bana yerini söyleyin.
      - Ne yapacaksın? 
      - Onunla evleneceğim.
      - Başına felâket gelir!
      - Neden?
      - O sultan, hiç konuşmaz. Onu, diğerleri gibi sen de konuşturamazsan, seni öldürürler. Sana da yazık olur. Birçok delikanlılar, onun uğruna yok yere ölüme gittiler.
      - Bir eksik, bir fazla! Bundan ne çıkar? Benim içim yanıyor baba. Bana yol göster. 
      İhtiyar, ayaklanıp, köyün yakınındaki evine götürür Şehzade'yi. Sofra kurulur, yerler içerler.
      Şehzade'yi yolcu eden ihtiyar;
      - Daha üç şehir geçeceksin, dördüncü şehre varınca, parıl parıl yanan, çevresini aydınlatan bir saray göreceksin. O sarayda, aradığını bulacaksın. Bu, felâketin de olur, saadetin de olur. Sana canım ısındı, kanım kaynadı. Seni gözüm tuttu. Al, bu papağanı. Yolda sana yük olmaz. Sıkıştığın zaman sana yardım eder, demiş.
      Gün kaybolur, ay doğar. Günler, günleri kovalarmış.  Derken, Şehzade, dördüncü şehre gelmiş. Varıp padişahın huzuruna çıkmış.
      Padişah;
      - Delikanlı, dileğin nedir? demiş.
      - Kızınızla evlenmek istiyorum.
      - Demek onca yolu, bu uğurda göze aldın?
      - Evet!
      - Baştan söyleyeyim. Daha sonra, bin dereden su getirip yok duymadıydım, yok işitmediydim demeyesin. Benim, bazı şartlarım vardır. Kızım, hiç konuşmaz, gülmez. Onu güldürecek ve de konuşturacaksın. Bunu başardığın gün, dünyalar incisi kızım senindir. Yok, eğer başaramazsan, seni, konusunda ün salmış, nice kelleler kopararak nam almış cellatlarıma teslim eder, işini bitirtirim.
      Şehzade bu ya, ucuz lâfa pabuç mu bırakır?
      Korkusuz;
      - Her şeye razıyım, demiş.
      Yorgundur diye, onca yoldan geldi diye, o gece, muhteşem sarayda ağırlanmış. Ölçüp biçmiş, tartmış. İnce fikre dalmış. Sabahı beklemiş. Derdini, papağana anlatmış.
      Papağan dile gelmiş, söylemiş:
      - Gün ola, harman ola!
      Ertesi gün, papağanı ile birlikte, kızın sarayına varmışlar. Bekletmemişler, onu, hemen sultanın yanına götürmüşler. Sultan, ay parçası, nur pınarı gibi karşısına çıkmış.
      Şehzade, papağanına;
      - Bana bir masal anlat, demiş.
      Papağan dile gelmiş, anlatmış:
      - Bir marangoz, bir kuyumcu, bir terzi ve bir hoca varmış. Vaktin birinde bunlar, beraberce yola çıkmışlar. Gece olunca, nöbetleşe nöbet tutmuşlar. Önce marangoz, nöbet tutma sırasını almış. Vakit geçirmek için, tahtadan bir bebek yapmış. Sonra terzi, nöbeti almış. Tahta bebeğe güzel bir elbise dikmiş. Daha sonra kuyumcu, bu bebeği mücevherle süslemiş. Sıra hocaya gelmiş. Hoca da, Allah'a duâ ederek, bebeğe can istemiş. Allah, hocanın duâsını kabul etmiş. Sabah olmuş, diğerleri de uyanmışlar. Hocanın yanında, dünyalar güzeli bir kız görmüşler. O kız, parlak aydan bile güzelmiş. Marangoz, bu kız benimdir demiş. Terzi, hayır benim demiş. Kuyumcu da durur mu? O da ayak diretmiş, siz kim oluyorsunuz? Bu kız, benimdir demiş.
      Bu noktada papağan, az susmuş, biraz beklemiş. Şehzadeye dönüp sormuş:
      - Bu kız, kimindir?
      Şehzade, atılmış:
      - Marangozundur!
      Papağan üste çıkmış, tekrar demiş:
      - Terzinindir!
      Yok onundur, yok bunundur derken, aralarında kavga başlamış. Gürültüler ayyuka çıkmış. 
      Odaya padişah ve adamları girmiş. Tartışmaya onlar da katılmışlar. Bu kavgadan sıkılan Söylemez Sultan, araya girmek için dile gelmiş, söylemiş;
      - Bu kız, hocanındır! demiş.
      Alkış, tufan! Sarayda sanki yer, yerinden oynamış. Her yana muştucu tellallar çıkarılmış. Düğünümüz var diye.
      Yalanım varsa, kör olayım. Ben de o düğüne çağrılıydım. İşte bakın, heybemde üç elma getirdim. Biri çağrıyı duyana, biri düğüne gidene, biri de bu masalı size anlatana.
      Onlar ermiş muradına, biz çıkalım kerevetine.

6 Nisan 2024 Cumartesi

Ahmet Hikmet Müftüoğlu - Alparslan Masalı

Alparslan

Eteklerinde Sarısu'yun aktığı Altın dağlar silsilesinden ulu Karadağ'ın çorak yamaçlarında bir gölge ilerliyordu. Sabahtı. Güneş, ilk tatlı ışıklarını tepeden dökerek henüz serin ve taze akan nehrin dalgacıkları üstüne yayıyordu. Ağır yürüyüşünden, etrafına ürkek bir keklik gibi ürke ürke bakışından bu karaltının bir kadın olduğu anlaşılıyordu.

27 Mart 2024 Çarşamba

Ziya Gökalp - Ala Geyik



Çocuktum, ufacıktım,

Top oynadım acıktım.

Ziya Gökalp - Keloğlan (Masal)


Fakir bir babanın üç oğlu vardı. Büyük oğlunu, dişinden tırnağından arttırarak okumaya göndermişti. Bunu bir ilim adamı yapacaktı. Küçük oğluna ileride kendi dükkânını bırakacaktı. Ortanca oğluna gelince, buna verecek hiçbir şey kalmıyordu. Hatta ona bir ad bile koymamıştı. Önemli olmadığını göstermek üzere, onu hep "Keloğlan" diye çağırırdı. Böylece, bütün mahalleliler arasında onun adı "Keloğlan" kalmıştı.