18 Haziran 2024 Salı

Elif Yavaş - Ressam Hakkı Uslu ile Resim Ve Sanata Dair Hasbihal

 


      Güzel Ege’ye, Ege Bölgesinin sıcakkanlı ve sohbeti hoş insanlarına, Denizli halkına misafir olasım geldi yeniden. Ege Bölgesi ve İç Anadolu Bölgesi harmandalının müziğinde türkü tuttursun yurdumun ezgileriyle, Denizli ile Ankara ilimiz muştulasın yüreklerimizi. Memleketi aslen Denizli (Kızılcabölük) olan lâkin Ankara’da ikamet edip Türkiye’nin her iline yeteneğiyle damga vuran bir eğitimci, karikatürist ve ressamla tanıştırmak istiyorum sizleri. Hakkı Uslu Bey ile sohbet etmek istedim bu kez. Hakkı Bey; karikatür ve resim üzerine emek veren, karikatürün eğitimde kullanımı üstünde çalışmalar yapan bir sanatçımız. Birçok ödüle layık görülmüş biri ve kişisel sergiler açmaktadır. Kendisi daha önce söyleşi yaptığımız  karikatür sanatçısı Abdülkadir Uslu Bey’in kardeşi. 2018 yılı yaz ayında ağabey-kardeş olan bu yüreği geniş iki değerli insana ayrı ayrı röportaj yapma teklifimi sunduğumda memnuniyetle kabul edilmiştim. Ressam HAKKI USLUya bırakıyorum sözü. Hadi sanatın kapısında pejmürde olalım ve edebiyatımızı rengârenk dünyalara boyayalım!

 


ELİF YAVAŞ: Hoş geldiniz değerli HAKKI USLU Bey. Öncelikle röportaj teklifimi kabul ettiğiniz için zarafetiniz adına müteşekkirim. Karikatür, sulu boya resim sanatı, sergileriniz ve kitaplarınıza dair konuşalım. Öncelikle sizi tanıyalım. Şahsen sizin sosyal medya hesabınızdan sıkı bir takipçiniz olup tüm resim çalışmalarınızı ilgiyle yakından takip eden, ayrıca bir kitapsever olarak kapak tasarım çalışmalarınızdan sizi yakından tanıyan biri olsam da sözün ballı kısmını size bırakmak istiyorum. Buyurun hocam…

1. ELİF YAVAŞ:  Küçük yaşlarda karikatür çizmeye başlamışsınız. Elbet sanata yatkın o eller de hünerli olmaktan geçiyor ki sizin yeteneğiniz alenen ortada. İlkokul 3. sınıftayken ilk karikatürünüz yayınlanmış, ardından bu sanattan yana meslek hayatınız yol almış. Suluboya, görsel sanatlar, çocuk kitapları yayınlama ve daha pek çok dalda renkli bir hayatınız var. Çalışmalarınızı takip ettikçe ben epey keyif aldım, biraz da sizi tanımayanlarla baş başa bırakalım. Öz geçmişinizden kısaca bahsedip kendinizi tanıtarak renkli yaşamınızı bizlerle paylaşır mısınız?

      HAKKI USLU: Öncelikle lütfedip böyle bir zahmette bulunduğunuz için ben teşekkür ederim Elif Hanım. Sizin bahsettiğiniz gibi renkli bir yaşam mı bilmiyorum ama renklerle geçen bir hayatım olduğunu söyleyebilirim. Denizli’nin Kızılcabölük kasabasında dünyaya geldim. İlk ve ortaokulu burada okuduktan sonra TÜBİTAK bursu kazanarak İstanbul Kabataş Erkek Lisesine gittim. Liseyi yatılı olarak okudum. Liseden sonra o dönemde 9 Eylül Üniversitesi Buca Eğitim Fakültesine bağlı olan Denizli Eğitim Yüksek Okulundan lisans düzeyinde Sınıf Öğretmeni olarak mezun oldum. Daha sonra da öğretmenlik hayatımız başladı.

İlk tayinim Konya iline çıkmıştı. Burada bir süre öğretmenlik yaptıktan sonra Ankara’ya atandık. Ankara’da ilk olarak birleştirilmiş sınıflı bir köy okulunda öğretmenlik ve yöneticilik yaptım. Daha sonra çeşitli okullarımızda sınıf öğretmeni olarak çalıştım. 2000 yılında, o dönemdeki adıyla Millî Eğitim Bakanlığı Yayınlar Dairesinde grafik tasarım sanatçısı olarak çalışmaya başladım. Millî Eğitim Bakanlığı Bilim ve Aklın Aydınlığında EĞİTİM Dergisi Yayın Kurulu Üyeliği, Kültür Yayınları Yayın ve Danışma Kurulu üyeliği, Kültür Yayınları Koordinatörlüğü gibi görevlerde bulundum. Şu anda da Eğitim Uzmanı olarak bakanlıktaki görevime devam ediyorum. Ayrıca bir dönem İLESAM Bilim - Teknik Komisyonu Üyeliği ile Çocuk Edebiyatçıları Birliği Yönetim Kurulu Üyeliği de yaptım.

Tabii bir de sanatla ilgili geçmişimiz var. Sanat çalışmalarıma küçük yaşlarda tanıştığım karikatürle başladım. Çocukluğum köyde geçti. Resme, çizgiye, boyalara karşı hep bir ilgim vardı ama bunu adlandıracak, şekillendirecek bir ortam yoktu. Abim Ankara’da üniversitede okuyordu ve karikatür çiziyordu. Tatillerde köye geldikçe beni de teşvik etti, yönlendirdi. Bu sayede karikatür çizmeye başladım. Çok sevdim ve sürekli çizdim. O yıllarda yayınlanan çocuk dergilerini takip etmeye çalışıyor özellikle karikatür, çizgi roman sayfalarını incelemek için merakla bekliyordum. İlkokuldayken arkadaşlarım sokakta oynarken ben evde karikatür çizmeye çalışırdım.

O zamanlar imkânlarımız da kısıtlıydı. Örneğin birinci hamur kâğıt bulmak çok zordu. Önce saman kâğıda eskizler yapar sonra bunu beyaz kâğıda geçirirdim. Tarama ucu ve çini mürekkebi ile de dikkatlice üzerinden çizerdik. Mürekkep kuruyunca kurşun kalemleri siler ve çalışmayı tamamlamış olurduk. Bu malzemeler çok kıymetliydi. Hele tarama ucunu bulmak yaşadığım yerde imkânsızdı. Bozulsa kırılsa uzun bir süre yenisini bulmam mümkün olmazdı.

Çizdiğim ilk karikatürleri o dönemde yayınlanan Tercüman Çocuk Dergisine gönderdim. Türk karikatürünün en önemli isimlerinden rahmetli Semih Balcıoğlu bu dergideki karikatür sayfasında benim çalışmalarıma yer verdi. Hatta herkesin birer karikatürü yayınlanırken bir sayıda tüm sayfayı bana ayırmış birkaç karikatürümü aynı anda yayınlamıştı. Eleştirileriyle birlikte övgü dolu sözler söylemişti. Çok mutlu oldum. Bu benim karikatüre odaklanmamı sağladı ve karikatür benim için bir yaşam biçimi hâline dönüştü. Sürekli çizdim. Hâlâ da çiziyorum.

Bugüne kadar beş kişisel karikatür sergisi, dört kişisel resim sergisi açtım. Yurt içi ve yurt dışı çok sayıda karma sergiye katıldım. Ödüller aldım.

Sadece çizer olarak değil teorik anlamda da karikatürle ilgilenmeye çalıştım. Özellikle öğretmenliğe başladıktan sonra “Eğitimde Sanatın Önemi” ve “Karikatürün Eğitsel İşlevi” konularında araştırmalar yaptım. “Karikatür ve Eğitim” konusunda araştırma ve uygulamaya dayalı bilimsel sayılabilecek ülkemizdeki ilk çalışmalardan birini 1993-1994 yıllarında “Karikatürün Eğitsel İşlevi” başlığıyla kaleme aldım. O dönemde ilkokullarda karikatürden yararlanma şekillerini gerekçeleriyle birlikte ortaya koymaya çalıştım. İlkokul öğretmeni ve karikatürist olarak 1993 yılından itibaren yaptığım kişisel uygulamalar bu çalışmanın temelini oluşturmuştu. Elde edilen sonuçları 1995 yılında Karikatür Vakfı’nın düzenlediği 1. Uluslararası Karikatür Sempozyumunda sundum. Sempozyum kitabında yayımlanan bildiri daha sonra makale olarak bir çok yayın organında yer aldı. Bugüne kadar yapılmış çok sayıda yüksek lisans ve doktora tezinde de atıf yapıldı.

Bu konuda daha birçok detaylı çalışmalar yaptık. Hepsini burada anlatmak mümkün değil. “Eğitimde Karikatür Kullanımı” konusunu ülkemizde ilk gündeme getiren çizer olarak bu konudaki birikimimi yıllar önce kitaplaştırdım ama ne yazık ki yayınlama fırsatı bulamadım. Umarım en kısa sürede yayınlanır.

Çocuk Edebiyatı alanına da özel bir ilgim vardı. Eğitimcilik, çizerlik ve edebiyatı birleştirerek çocuklarımız için de eser üretmeye çalıştım. Bir kısmı ortak yazarlı elli dört çocuk kitabım yayınlandı. Bu çalışmalarla birlikte bir süre özel bir ajansta çizgi film çizeri olarak çalıştım. Çeşitli çocuk dergilerinde resimli bilmece, bulmaca ve çizgiroman çalışmalarım yayımlandı; çocuk sayfaları hazırladım. 2003 - 2005 yılları arasında Elma Şekeri isimli çocuk dergisini yayınlayıp editörlüğünü yaptım.

Karikatürün yanı sıra resime, özellikle de suluboya resime büyük ilgim vardı. Son yıllarda resim çalışmalarına biraz daha fazla zaman ayırıyorum. Çocukluğumdan kalan izler, günlük yaşamdan portreler ve efeler başta olmak üzere kültürümüzü yansıtan birçok konuyu tuvale taşımaya çalışıyorum.

 


2. ELİF YAVAŞ: Sanatla ilgili düşüncelerinize geçmeden önce biraz önceki sözlerinizden anladığım kadarıyla özellikle sulu boya resime karşı ayrı bir ilginiz var. Bunun nedenini sorsam, suluboya tekniği hakkında neler söylemek istersiniz? Örneğin sulu boya bir tablo, yağlı boya ile yapılan bir tablo kadar kalıcı mıdır?

Resim kısaca, gördüklerimizin ya da hayal ettiklerimizin bir yüzeye aktarılması eylemidir. Bunun için her türlü malzemeyi kullanabilirsiniz. Ama ilk akla gelenler yağlı boya ya da akrilik boya oluyor. Oysa sulu boya, guaj boya, pastel boya da malzeme ve teknik olarak resimde çokça kullanılır.

Bunların içinde sulu boya biraz daha farklı özellikleri olan bir malzemedir. Aslında en zor teknik olarak da tanımlanır. Çünkü resmi sadece ressam değil boyanın sudaki dağılımı da belirler. Diğer boyalarda olduğu gibi fırçayı resme dokundurduğunuzda sabit bir leke oluşmaz. Kâğıt ıslak olduğu için boya dağılır. Bu işin hem zor hem de güzel tarafıdır. Su ile boyanın buluşması ve dağılımı sonrasında hayal ettiğinizden farklı sonuçlara ulaşabilirsiniz. Başarılı bir sulu boya ressamı bu dağılımı doğru tahmin eder ve iyi yönlendirir. Ayrıca şeffaf bir boyadır. Yanlış yaptığınızda düzeltme ya da üzerinden tekrar boyama şansınız olmaz. Başka bir deyişle tek atış hakkınız vardır. İyi bir resim için bu atışı doğru yapmanız gerekir. Ayrıca hızlı çalışmayı gerektiren bir tekniktir. Bütün bunlar sulu boyanın heyecan verici özellikleridir.

Ayrıca sulu boya resimler de uygun şartlarda korundukları sürece en az yağlı boya resimler kadar uzun ömürlü ve kıymetli eserlerdir.

3. ELİF YAVAŞ: Hakkı Uslu’ya göre sanat nedir? Resim sanatı ve edebiyat bir kompozisyon oluşturarak diğer sanat dallarını da aynı kefede tartıp özünde barındırabilir mi?

      HAKKI USLU: Sanat bana göre bir aktarımdır, dışavurumdur. İçsel yolculuğumuzun çeşitli yöntemlerle algılanabilir hâle dönüştürülmesidir. Temelinde güzellik, estetik vardır. Başka bir deyişle, maneviyatın maddeye dönüşmesidir. Aslında sanat, sanatçının iç dünyasında doğar ve gelişir. Bizim gördüklerimiz o sanatın esere dönüşmüş hâlidir. Bu dönüşüm; sanatçının tercih ettiği alana, yeteneğine ve eğilimine göre şekillenir. Resim, müzik, sinema, tiyatro, heykel, karikatür vs. birer yöntemdir kısacası.

Zaman zaman okullarda ve çeşitli söyleşilerimde çocuklarımıza, gençlerimize hep şunu söylüyorum: “Sağlıklı besleniyor muyuz?” Önce bir şaşkınlık oluyor tabi. “Sanat konuşurken sağlıklı beslenme de nereden çıktı?” diye. Bana göre sağlıklı beslenme üç yönlü gerçekleşir: “Yemek bedenimizi, okumak beynimizi, sanat da duygularımızı ve ruhumuzu besler.” İdeal ve mutlu bir birey olabilmek için bu üç beslenmeye de çok dikkat etmemiz ve özen göstermemiz gerekir. Bunun için ilk aşama acıktığımızı fark edip yemeğe ihtiyaç duyduğumuz gibi kitaba ve sanata da ihtiyaç duyar hâle gelebilmektir. Bir gün yemek yemeden zor dayanabilen bir insan günlerce, haftalarca, aylarca okumadan nasıl durabilir? Ya da nasıl sanata karşı ilgisiz ve duyarsız kalabilir? Sadece yemek yiyerek bedenimizi yaşatabiliriz ama beynimizi ve ruhumuzu da yaşatmak zorunda olduğumuzu unutmamalıyız.

Diğer sorunuza gelince, sadece resim ve edebiyat değil bütün sanat dalları birbiriyle iç içe ve iletişim hâlinde olabilir. Çünkü kaynağı ve hedefi ortaktır. Okuduğunuz bir şiir, dinlediğiniz bir şarkı, yaptığınız resme mutlaka farklı bir boyut getirir. Ya da izlediğiniz bir filmdeki çok etkilendiğiniz bir sahne, yazdığınız bir öyküye derinlik kazandırabilir.

Bir de dünyada hiçbir kaynak sınırsız ve sonsuz değildir bana göre. Belki itiraz eden ya da katılmayan sanatçı dostlarımız olabilir ama sanatçı ürettiği her eserinde kendi içinden bir şeyleri harcar. Harcarken de tükenir bir anlamda. İçindeki kaynağın coşkusunu ve enerjisini koruyabilmesi için sürekli beslemesi gerekir. Bunu da okuyarak ve mümkün olduğunca farklı sanat dallarını, eserleri ve sanatçıları takip ederek gerçekleştirebilir.

 

    4. ELİF YAVAŞ: Hobiler bazen mesleğimiz olabiliyor şu hayatta. Halk arasında çok yaygın kullanılan “Sanat, karın doyurmaz.” sözüne inanıyor musunuz? Çok yetenekli olan gençlerimiz ekmeğinin peşine düşerek günümüzde kendi ayağı üstünde durmayı başarabilirler mi?

     HAKKI USLU: Ben insanın başarılı ve mutlu olabilmesi için sevdiği işi yapması gerektiğini düşünüyorum. Bu tercih belki sizi zengin yapmaz ama mutlu eder. Tabii bu biraz da beklentileriniz ve hedeflerinizle ilgili bir durum. Eğer çok büyük paralar kazanmak, zengin olmak gibi bir amacınız varsa sanat yaparak buna ulaşmanız oldukça zor. Günümüzde ne yazık ki birçok alanda olduğu gibi sanat ve kültür alanında da popüler kültür egemen. Gerçek sanatçıların ve sanat eserlerinin fark edilebilirliği olması gerektiği düzeyde değil. Özellikle plastik sanatlarla uğraşıyorsanız para kazanmanız çok zor. Festivallerde, konserlerde popüler bir şarkıcıya birkaç saat için binlerce lira verilirken bunun kat kat altında bir fiyatla bir tablo satın alınmıyor. Para kazanmak için ya çok ünlü olmanız ya da varlıklı bir çevreye ve ortama sahip olmanız gerekiyor. Piyasanın ve alıcıların beklentilerine uygun sipariş çalışmalar yaparak belki ortalama bir gelir elde edebilirsiniz. Tamamen özgürce, kendi istediğiniz sanatı yaparak alıcı bulmak herkes için mümkün değil. Bu birçok dönemde böyle olmuştur gerçi. Bugün eserlerine paha biçilemeyen Van Gogh’un yaşarken sadece bir tablosu satılmıştır. Sonuç olarak sanatla iyi bir gelir elde edilir mi emin değilim. Ama seviyorsanız mutlu olabilirsiniz. Başta söylediğim gibi bu, insanın hedeflerine bağlı bir tercih. Ben sanatın güzellik, duygusal tatmin ve huzur getirdiğine inanıyorum.

     5. ELİF YAVAŞ: Sizi sadece ressam, öğretmen, karikatürist şeklinde tanımlamak yetersiz kalır. Edebiyat ile de haşır neşirsiniz ki çocuklara özgü birbirinden güzel kitaplarınız resmî ve özel birçok yayınevi tarafından yayımlanmış. Bir çocuğun okumaya başladığı öykü kitapları resimli öykü kitabına dönüşmeden de hayal dünyasına katkı sağlar mı?

     HAKKI USLU: Bir öykü kitabının çocuğun hayal dünyasına katkı sağlayabilmesi için hikâyenin çok nitelikli olması gerekir. Ayrıca çocuğun okumayı sevmesi ve istekli olması da önemlidir. Elbette resimsiz öyküler de hayal dünyasına katkı sağlayabilir. Hatta herhangi bir görsel sunmadığınız için daha özgür hayal kurabilir çocuk. Onu şartlandırmamış, hayalini yönlendirmemiş olursunuz. Resimlerin öncelikli işlevi, çocuklara kitabı sevdirmek ve okuma alışkanlığı kazandırmaktır.

     6. ELİF YAVAŞ: Öykü kitaplarında renkli çalışmalarda yer almak, çocuk kitaplarında emek vermek size neler katıyor? Geriye dönüp baktığınızda “İyi ki Allah bana böylesine güzel bir yetenek vermiş.” deyip şükrettiğiniz ve kendinizle içten içe gurur duyup tebessüm ettiğiniz zamanlar oluyor mu?

     HAKKI USLU: Bu aslında büyük bir sorumluluk. Çocuklara bir şeyler vermek çok hassas bir mevzu. Kendimle gurur duymaktan öte hep bir sorumluluk ve tedirginlik hissetmişimdir. Yaptığımız işin hakkını yeterince verememek ve hazırladığımız kitapta gözden kaçan bir yanlışlık olması beni hep korkutmuştur. Çocuklar için yazmak çizmek, yetişkinler için üretmekten çok daha fazla dikkat ve birikim gerektiriyor.

Çocuk yayıncılığı, yapmış olmak için ya da ticarî beklentilerle yapılmamalı. Bir nesli şekillendirecek eğitsel ve kültürel kaynaklar olarak düşünülmeli. Bu nedenle aslına bakarsanız yaptığım çalışmalar içinde çekindiğim ve korktuğum bir alandır.

     7. ELİF YAVAŞ: Çocuklar için öykü kitabı yayımlamak istersem sizlerle çalışmak istiyorum. Bir kitabın kapak tasarımı yahut iç sayfalardaki karikatür çizimleri, karakalem çalışmaları ortalama olarak ne kadar sürede tamamlanıp hazır oluyor?

     HAKKI USLU: Kitap hazırlamak, resimlemek, çok farklı bir iş. Bunu şu kadar sürer şeklinde formüle edebilmek kolay değil. Kitabın içeriğine, türüne, hitap ettiği yaş grubuna, sayfa sayısına, çizerin çalışma hızına ve daha birçok faktöre göre değişkenlik gösterir. Gerek resimleme gerekse mizanpaj, kapak tasarımı sanatsal bir üretim sürecidir. Duygular çok önemlidir. Bazen öyle içine girersiniz ki bir anda çok beğenilen bir tasarım ortaya çıkıverir. Ama bazen de günlerce çalışıp istediğiniz sonucu alamayabilirsiniz.

      8. ELİF YAVAŞ: Yalvaç Ural ağabeyimizin yönetip yayımladığı renkli, oyuncak hediyeli MİÇO dergimiz vardı çocukken. Ortaokul yıllarımda birkaç sayı alıp biriktirerek okurdum, bazen sırf gelecek sayıda hangi sürpriz oyuncak hediye edilecek diye onun hayaline düşerdim. Bulmaca ve zekâ oyunlarının cevapları için bir keresinde mektupla cevaplamak yerine İstanbul şubesini aramıştım, meraklı bir çocuktum. Miço çocuk dergisinde de çalışmalarınız olmuş. Kim bilir belki de o dergi sayesinde çocukluk yıllarımdan bugüne sessizce tanışık biriyim sizinle. Eskiye dair çalışmalarınızda Miço dergisinin ismini görünce sevindim ansızın. Renkli, masal tadında ve edebî öyküler barındıran bu tarz yaygın süreli dergileri/yayınları her aile kendi çocukları adına satın alıp takip etmeli midir?

 

     HAKKI USLU: Yalvaç abiyle Milliyet gazetesindeyken tanışmıştık. O dönemde haftalık olarak MİÇO dergisini yönetiyor, Milliyet gazetesinde de her gün çocuklar için aynı isimle bir köşe hazırlıyordu. Ben de kendisinin isteğiyle bu köşede günlük olarak atasözlerimizle ilgili bant karikatürler çizdim. Bu birkaç yıl aralıksız devam etti. Daha sonra MİÇO dergisinde çizmeye başladım. Öncesinde de başka çocuk dergilerinde çizmiştim. Dergilerin hepimizin hayatında özel bir yeri vardır. Özellikle bizim çocukluğumuzda internet, dijital medya vs. yoktu. Sadece kitap, dergi ve gazeteler vardı. Bizler de bunları okuyarak beslenir çizdiğimiz resim ve karikatürleri bu dergilere gönderirdik. Hem okuma zevki kazanır hem de çalışmalarımızın yayınlanmasıyla motive olurduk. Çocukluk döneminden sonra mizah dergilerine karikatür göndermeye başladım. Çok çalışmam yayınlandı. Yazar ve şair arkadaşlarımızın da çoğu edebiyat dergilerinde çalışmalarının yayınlanmasıyla bu günlere gelmişlerdir. Günümüzde de elbette benzer dergiler var ama bana göre bilgisayar, internet ve dijital platformlar kitabın özellikle gazete ve dergilerin kıymetini olumsuz etkiledi. Bilgiye ulaşmak kolaylaştı ama bu kolaylık niteliği düşürdü. Çocuklarımız araştırma yapmaktan, uzun uzun okumalar yapmaktan, öğrenmek için emek harcamaktan sıkılıyorlar.

Bir de yeri gelmişken, günümüzde bazı çocuk dergileri ajanslar marifetiyle ve hazır ithal içerikle yayınlanmaya başladı ki bunu çok rahatsız edici buluyorum. Bu şekilde hazırlanmış kitaplar hatta oyuncaklar da var. İlk sorularda sağlıklı beslenmeden bahsetmiştim ya, bu da sağlıksız ve yanlış beslenme bana göre. Çocuklarımızı kültürümüzle, yerli ve millî değerlerimizle, kendi hazırladığımız içeriklerle beslemeliyiz önce. Bunu sağlamadan çok küçük yaşlarda yabancı içerikle buluşturmak, özellikle de emperyalist amaçlarla hazırlanmış tiplemeler ve markalarla beslemek gelecek kuşaklarımızı son derece tehlikeli bir noktaya götürebilir. Tabi ki kaliteli kitap, gazete ve dergilerin yaşatılması ve takip edilmesi gerektiğini düşünüyorum.

 

     9. ELİF YAVAŞ: Özel yaşamınıza girmeden biraz da aile hayatınıza göz atalım. Resim sanatı ve özellikle sulu boya çalışmalarınızda çocuklarınız da sizi fikirleriyle destekliyor mu?

 

      HAKKI USLU: Sanatla uğraşmak günümüz şartlarında fedakârlık isteyen bir şey. Çünkü özel zaman ayırmanız gerekiyor. Bir de verimli olabilmek için bu zamanı motive olmuş bir şekilde ve kendinizi dinleyerek kullanmanız gerekiyor. Tüm bunları ancak ailenizin desteği ve fedakârlığıyla yapabiliyorsunuz. Bu konuda eşim ve çocuklarım gerçekten büyük destekçilerim. Onların düşünceleri, fikirleri, eleştiri ve önerilerini de önemsiyorum tabi.

 

     10. ELİF YAVAŞ: Hayata bakış açınız nasıldır? Tuvale yansıyan o renkli şaheserleriniz gibi karakteriniz de her daim capcanlı ve çocukça kalabiliyor mu?

 

     HAKKI USLU: İçinizde ne varsa dışınıza o yansır. Dolayısıyla güzel şeyler üretmek istiyorsanız öncelikle kendi içinizde bununla ilgili birikimin olması gerek. Ben hayata hep sevgi temelli bakmışımdır. Her şeyi sevmek ve koşulsuz sevmek. Yunus gibi yani. Bu çok zor bir şey. İnsan bazı şeyleri kolay sever de her şeyi sevmek zor gelir. Derin bir konu. Ama şunu söyleyebilirim: “İnsanı ayakta tutan unsurlardan en önemlisi sevgidir.” Dolayısıyla dünyaya bu pencereden bakarsanız hem daha güzel şeyler görürsünüz hem de kendinizde güç bulursunuz.

Tabii ki bu, bilinçsizce her şeyi kabullenen bir bakış açısı gibi algılanmamalı. Ressam, karikatürist her şeyden önce çok iyi bir gözlemci olmak zorunda. Çok üzücü olaylara tanık oluyoruz ne yazık ki. Gerektiğinde bunları da ele alıyoruz çalışmalarımızda. Ama acıların, haksızlıkların, olumsuzlukların, her türlü yanlışlığın temel nedeni sevgiden uzaklaşmak, bir başka deyişle sanattan uzaklaşmaktır bana göre. Bu yüzden haksızlıklara boyun eğmeden, yanlışlıklara sessiz kalmadan ama yaratandan ötürü yaratılanı severek bu sorunların üstesinden gelebileceğimizi düşünüyorum.

Bir de sorunuzda güzel bir konuya değindiniz. Çocukça kalmak, çocuk kalmak. Çocukluk; hayatımızın en saf, en özel dönemi. Çocuk kalabildiğiniz ölçüde güzel şeyler üretebiliyorsunuz. Ben çocukluğumu köyde ve sokakta yaşadım. Şanslıydık. Bu çocukluk, hafızamda ve duygularımda her an yaşamakta. Çalışmalarımızda olumlu etkileri oluyordur mutlaka.

 

     11. ELİF YAVAŞ: Aile hayatınıza baktığımda oldukça marifetli ve zarif ellerle buluşan, eğitim kökenli ve kendini geliştiren bir halka görüyorum. Yetenek doğuştan mı gelir yahut kişi sonradan bir sanat dalında çok azmedip mücadele ederse bunu başarabilir mi? Bazı yeteneklerin aile bağlarıyla buluşup genler ile ilgisi var mıdır?

 

     HAKKI USLU: İnsan isterse çalışarak, kurslara giderek, sanatçıları izleyerek herhangi bir sanat dalını hobi niteliğinde uygulayabilecek düzeye gelebilir. Bunu da yapmalıdır aslında. Yani herkes bir şekilde sanatla ilgilenmelidir. Ama sanatta çok daha ilerilere gitmek için mutlaka yetenek de olması gerekiyor. Ne kadar yetenekliyseniz o kadar ileri gidebilirsiniz. Bunun kalıtsal yönü hakkında çok fazla bilgim yok. Fakat şunu söyleyebilirim ki aile üyelerinin çoğunun sanatla ilgilenmesi bir sinerji yaratır kuşkusuz.

 

     12. ELİF YAVAŞ: Karikatür ve sulu boya sanatı gönül işi olsa gerek. Kişisel resim sergisi açmak, güzel çalışmalarınızı halkın önünde sergilemek ne kadar zamanda tamamlanıyor?

 

     HAKKI USLU: Benim için önemli olan üretmek. Yani resim yapmak. Zamanımı mümkün olduğunca çizerek geçirmek istiyorum. Sergi açmak için çizmedim bugüne kadar. Çalışmalarımın bazılarını paylaştıkça, sergi açmam için ısrarlar ve davetler oldu. Dolayısıyla açtığım sergiler çok önceden planlanmış değil. Hepsi de davet üzerine gerçekleşti. Genel anlamda söyleyecek olursak bir sergiye hazırlık süreci kişiye ve açılmak istenen serginin özelliğine göre değişir. Her ressamın çalışma süresi farklıdır çünkü.

 

     13. ELİF YAVAŞ: Güzel Sanatlar Lisesi, Güzel Sanatlar Fakültesi ve Konservatuar öğrencilerine altın değerindeki tavsiyeleriniz nelerdir?

 

     HAKKI USLU: Benim bugüne kadar resim eğitimi alma imkânım olmadı hiç. Resimle ilgili akademik bir eğitim almayı çok isterdim. Tüm çalışmalarımı kendi çabalarımla ve deneme yanılma yoluyla şekillendirdim. Tabi mümkün olduğunca da okuyarak, sanatçıları ve eserlerini inceleyerek yol aldım. Dolayısıyla bahsettiğiniz okullarda okuyan kardeşlerimizi çok şanslı görüyorum. Bizlere göre daha kısa zamanda daha çok bilgi ve deneyim sahibi olma imkânları var. Ama iyi bir ressam olmak için bana göre en öncelikli şart: çalışmak. Sürekli çizmek, pratik yapmak gerekiyor. Yani bilmek yeterli değil. Hatta insan bilgi eksiğini bir şekilde kapatabilir belki ama çalışmamanın telafisi yok. Benim öncelikli tavsiyem çok çalışmaları ve sürekli çizmeleri yönünde olacak. Öğrencilikle ilgili klasik tavsiyelerde bulunmak istemiyorum çünkü zaten bahsettiğiniz okulları tercih ettiklerine göre bu alanla ilgili ve sanat eğitimine gönüllü olduklarını düşünüyorum.

 

     14. ELİF YAVAŞ: Her aile, kendi çocuğunun yeteneğini fark edince uzman kişilerle iletişime geçmeli midir?

 

     HAKKI USLU: Elbette ki yeteneklerin fark edilebilmesi ve doğru zamanda doğru yönlendirme yapılması çok önemli. Yetenekli bir birey ülkemiz açısından da bir kazançtır. Ama sorunuzda bahsettiğiniz gibi her aile çocuğunun yeteneğini fark edebilir mi emin değilim. Bu çok zor. Yetenekleri erken fark edip doğru yönlendirme yapabilmek için çok daha profesyonel yöntemler gerekir. Bu, eğitim sistemimiz içinde çözülebilecek bir konu bence. Ama aile, çocuğunda bir kabiliyet farketmişse mutlaka o alanda uzman kişilerle görüşüp gerekli desteği göstermeli.

 

     15. ELİF YAVAŞ: Tanzimat Edebiyatı ve Servet-i Fûnun Edebiyatı sanatçılarının sanata dair o meşhur edebî tartışmaları aklıma geldi. Ben: “Sanat, insan içindir.” diyorum. Sizce sanat, “sanat için” midir yahut sanat, “toplum için” midir?

 

     HAKKI USLU: Bana göre her ikisi de geçerlidir. Temelde, sanat da dahil her şey insanların yararı içindir. Yani toplum içindir. Ben de sanatımla topluma hizmet etmeye çalışıyorum. Bu noktada: “sanat, toplum içindir” diyebiliriz. Ama bunun için de önce “sanat” olması gerekir. Dolayısıyla topluma yararlı olacak bu sanatın oluşumu ve gelişimi için ayrı bir emek ve birikim gerekir. Buna da çok üstün yeteneklere sahip sanatçılarımızın, akademisyenlerimizin, “sanat sanat içindir” ilkesiyle hareket eden ve sanatı geliştirebilecek  üstadlarımızın sanata katkılarıyla ulaşılabilir.

 

     16. ELİF YAVAŞ: “Söz uçar, yazı kalır.” sözü meşhurdur. İnsan kitap okumayınca ve yazmaya uzun süre ara verince iki satır köşe yazısı bile yazamıyor, sözler de havada uçuyor maalesef. Sanat da renklerle buluşmazsa ve yetenekli eller küsüp emekli olursa güzel eserler yarım kalır mı? “İşleyen demir ışıldar.” Türk atasözümüz sanatın ve zanaatın her dalı için geçerli midir?

 

     HAKKI USLU: Elbette ki çalışmak, sürekli egzersiz yapmak çok önemli. Bu bir takımın maça antremanlı çıkması gibi bir şey. Çalışmadığınız zaman yavaşlıyorsunuz. Sürekli eskiz yapmak, denemeler yapmak, hem daha pratik olmanızı sağlıyor hem de yeni keşiflere ve ilerlemelere imkân yaratıyor.

 

     17. ELİF YAVAŞ: Geçtiğimiz yıl sanırım dört sergi açtınız. Basından ve sosyal medya hesaplarınızdan takip ettiğim kadarıyla bu sergileriniz çok büyük ilgi gördü. Yurt dışında farklı ülkelerde de sergi açma planınız var mı? Gerçekleştirmek istediğiniz ve özellikle 2019 yılına dair proje bazında yeni hayalleriniz var mı?

 

     HAKKI USLU: Bugüne kadar bütün sergilerimde beklediğimin çok üstünde bir ilgi gördüm. Bu da beni çok sevindirdi. Zaten az öncede belirttiğim gibi tüm sergilerimi davetle açmıştım. Elbette yurt dışında da sergi açmak istiyorum. Projelerim de var. Ama bu tür etkinliklerde başarıya ulaşabilmek için iyi planlama yapmanız ve mutlaka bunun önemine inanmış bir sponsorunuzun olması gerekiyor. Uygun şartlar ve ortam oluşması ya da davet gelmesi hâlinde yurt dışındaki sanatseverlerle de buluşmak isterim.

Ayrıca kültürel değerlerimizle ilgili farklı birkaç resim serisi çalışıyorum. Tamamlandığında bunları katalog hâline getirip ülkemizdeki farklı galerilerde sergilemeyi planlıyorum. Aynı zamanda yurt dışında yaşayan insanımızı ve özellikle Türk çocuklarını da bize ait değerleri taşıyan bu resimlerle buluşturmak istiyorum. Ama bunlar uzun soluklu çalışmalar ve destek gerekiyor. Henüz yer ve takvim belli değil.

Bir de yıllardır üzerinde çalıştığım “Karikatür ve Eğitim” kitabım var. Geç kalmış bir çalışma aslında. 2019 yılında umarım basılır ve öğretmenlerimizle buluşur. Kısa vadede en büyük isteğim bu.

 

     18. ELİF YAVAŞ: Sosyal medya hesabınızda sulu boya çalışması ile otoportrenizi resmetmişsiniz. “İnsanın kendisini anlatabilmesi, ifade edebilmesi zordur.” derler. Bir sanatçının da kendi portesini sihirli fırça dokunuşlarıyla tuvale aksettirmesi zor mudur?

 

     HAKKI USLU: Kendinizden bahsetmeniz zor olabilir ama resim anlamında eğer portre çalışan bir ressamsanız çok zor değil. Zaman zaman bu tarz denemeler yapıyorum.

 

     19. ELİF YAVAŞ: Yaptığınız resim çalışmalarında birbirinden değerli ve anlamlı portrelere, yurdum insanının doğal hâline şahit olduk. Dişleri dökülmüş ve üst damağındaki tek bir dişiyle hayata tutunup tebessüm eden bir dedenin samimiyeti, aile büyükleriniz ve akrabalarınızın sımsıcak yüz ifadelerinin suluboya ile buluşması, tanınmış değerli şair ve sanatçılarımızın sizin yetenekli fırça darbeleriniz sayesinde renklenen portreleri, yaşlı bir teyzenin yüz hatlarının en belirgin ve doğal hâliyle bizlere bakarken elindeki bir bardağı tutuşu, demli bir çayın tüm renklerini ışığa aksederek bizlere yansıması ve daha birçok ayrıntıyı çalışmalarınızda detaylı inceledim. İnsan böylesine güzel sergilerde her bir resimden farklı öyküler yaratabilir.  Öyle bir resim manzarasında: “Kalk bir çay koy, demli olsun! Dem bu demdir… Yaşamı akışına bırak gitsin.” diyesi geliyor insanın ve böyle bir suluboya çalışması ruhumuzu o tuvalin içine çekiveriyor. Böylesine anlamlı, bir o kadar da hayatın içinden doğal pozları ve insan tasvirine dair güçlü betimlemeleri arzu edilen renklerle buluştururken o ilham çabuk doğuyor mu? Başarınızın sırrı neye bağlı?

 

     HAKKI USLU: Ben hayattaki güzel ve anlamlı “an” ları yakalamaya ve bunları resmetmeye çalışıyorum. Günlük telâşlarımız içinde birçok güzelliğin farkında olamayabiliyoruz. Bakıyoruz ama göremiyoruz. Bahsettiğiniz konular yani çalıştığım detaylar aslında her gün sokakta, mahallede, köyde, kentte karşılaşabileceğiniz kareler. Ama görmek gerek. Üstelik hem gözümüzle hem de gönlümüzle görmek... Çoğumuz, sokakta yaşlı bir ninenin önünden defalarca geçmişizdir. Ama kendimize şu soruları soralım: “Acaba önünden geçerken onu gerçekten görebildik mi? Yaşanmışlıklarını, ellerindeki nasırları, yüzünde binbir sıkıntı taşıyan çizgileri fark edebildik mi? Ya da yolda yürürken, elindeki ekmeği bir kediyle paylaşan kişinin o an yaşadığı duyguları merak ettik mi? Sokakta maç yapan çocukların enerjisini, heyecanını, mutluluğunu hissedebildik mi?...” İşte ben önce bunları yaşamaya sonra da en çarpıcı “an”ı çizmeye çalışıyorum. Tabi daha önce söylediğim gibi geleneklerine son derece bağlı güzel bir köyde, zengin bir kültür içinde büyüdüm. Yetişmemizde önemli rol oynayan çok değerli büyüklerimiz oldu. Bunların da çalışmalarıma çok katkısı var. Ama başarının en büyük sırrı tabi ki sevgide gizli. Sevmek ve sürekli çalışmak. Dolayısıyla benim formülüm: görmek, sevmek, çalışmak…

 

     20. ELİF YAVAŞ: 2018 Temmuz ayında Kırgız edebiyatının usta yazarı merhum CENGİZ AYTMATOV’un oğlu, Kırgızistan eski Dışişleri Bakanı ASKAR AYTMATOV Denizli’de düzenlenen kişisel serginizi ziyarete gelmiş. ‘Beyaz Gemi’, ‘Gün Olur Asra Bedel’ romanlarıyla kalemini sevip eserlerini ilgiyle okuduğum bir yazardır rahmetli Cengiz Aytmatov. Oğlu ile hiç tanışma fırsatım olmadı. Aytmatov ailesi de sanata önem veren bir aile mi, resim serginize ve Türkiye’ye dair Aksar Aytmatov’un yorumları nasıldı?

 

     HAKKI USLU: Cengiz Aytmatov; Türk Dünyasının en önemli temsilcilerinden, dünya edebiyatının en önemli yazarlarından biri şüphesiz. Hepimizin zihninde ve gönlünde derin izler bırakmış bir isim. Ben de kitaplarını okumuş ve çok etkilenmişimdir. En sevdiğim yazarlardandır. Çünkü kitaplarında Anadolu’yu bulursunuz. Sanki insanımızı anlatır. Kırsal yaşamın güzelliklerini de zorluklarını da yaşarsınız okurken. Örneğin Elveda Gülsarı’yı okurken üşürsünüz, titrersiniz. Gülsarı’nın soluğunu teninizde hissedersiniz.  Beyaz Gemi’de, yalnızlık çeken bir çocuğun hayal dünyasına tanıklık edersiniz. Bütün kitapları çok kıymetlidir. Sık sık vurguladığım gibi köy kökenli olup köye özlem duyan biri olarak benim için ayrı bir keyiftir Aytmatov’u okumak. Dört çocuğundan birisi olan sayın Askar Aytmatov da muhterem birisi. Kırgızistan’da bir dönem Dışişleri Bakanlığı da yapmış aydın bir isim. Zeybek temalı 2. Kişisel sergimin açılışına da katıldı, daha sonra ziyarete de geldi. Beğenilerini ifade etti. Kendisiyle az da olsa sohbet etme onuruna eriştik. Engin bilgisinden, derin kültüründen ama hepsinden önemlisi olağanüstü mütevazi kişiliğinden çok etkilendim. Allah selamet versin. Türk dünyasında Cengiz Aytmatov gibi, Askar Aytmatov gibi isimlerin sayısını artırsın.

 

     21. ELİF YAVAŞ: Bugüne kadar birçok kitabın, derginin künyesinde isminizle karşılaştık. Özellikle kapak tasarımları, sayfa tasarımları ve kitap resimleme konularında çalışmalarınız olduğunu biliyoruz. Öykü kitabı yayınlamaya karar verirsem fikirlerinizle bana da yardımcı olur musunuz? Sanata değer veren genç eğitimci ve öğretmen adaylarının bu gibi çalışmalarında kendilerine sanatsal bir doyumla destek oluyor musunuz?

 

     HAKKI USLU: Ben uzun yıllar Grafik Tasarım çalışmaları yaptım. En çok da yayıncılık sektöründe çalıştım. Kitap kapağı tasarımları, sayfa tasarımları, gazete-dergi mizanpajı, kitap resimleme, baskı öncesi hazırlık konularında şu an sayısını bilemediğim kadar çok esere bir şekilde katkı vermeye çalıştık. Son zamanlarda yoğunluk ve zaman sıkıntısından dolayı artık daha seçici davranıp daha az projede yer alıyorum. Tabii ki kitap okuyucuya doğru bir tasarımla sunulmalıdır. Eserin daha estetik görünmesi, kolay ve zevkle okunabilmesi açısından bu önemlidir. Gerek tasarım olarak gerekse fikir olarak ihtiyacı olan herkese imkânımız ve zamanımız yettiği ölçüde destek olmaya çalışıyoruz. Bir eser kolay yazılmıyor. Bunun da doğru ve güzel bir şekilde sunulması önemli.

 

    22- ELİF YAVAŞ:  Oldukça keyifli bir sohbetti. Kendimi bir ressamın yerine koyup empati kurmak istesem elbette sanatçının yüreğinden geçenleri tam manasıyla çözemem. Bu yıl piyano öğrenmeye çalışırken bir yandan da ebru ve seramik sanatı kurslarına katılmıştım. Piyanonun yanlış bir tuşuna basınca kulağa hoş gelmediği gibi resimde de minicik bir hata elbette önce ressamın gözüne batar ve rahatsız eder. Yıllarını sanatın ve resmin püf noktalarına adayarak bizlere sunan eğitimcilere saygı duymak gerek. İnşallah genç öğrenci arkadaşlarımız da o güzel yıllarını verimli işlere harcar.

       Sizleri tanıdığım için memnun oldum. Değerli bir sanatçıyı halka tanıtmak ve bu röportaj yazımızı edebiyat sitesinde paylaşmak beni mutlu edecek. Sanata ve kendinize dair hazırladığım sorulara zaman ayırıp cevap verdiğiniz için çok teşekkür ederim. Son olarak okurlarımıza ve sanatseverlere neler söylemek istersiniz?

 

    HAKKI USLU: Sanat ruhumuzun gıdasıdır. Herkes çok iyi bir sanatçı olmak zorunda değil. Olamaz da zaten. Ama herkes iyi bir sanatsever olmak zorunda. Sanatla ilgilenmek, izlemek, dinlemek çok önemli. Ebeveynler de çocuklarının çok küçük yaşlardan itibaren farklı sanat türleriyle karşılaşmasını sağlamalılar. Müdahale etmeden, yönlendirmeden, zorlamadan sadece sanatsal faaliyetlerle çocuklarımızı buluşturalım. Eğer ilgileri ve yetenekleri varsa bir şekilde ortaya çıkacaktır. Son olarak, bu güzel söyleşi için size ve zaman ayırıp okuma lütfunda bulunan çok değerli okurlarımıza teşekkür eder muhabbetlerimi sunarım.

 

     ELİF YAVAŞ: Verimli bir röportaj oldu, teşekkür ediyorum Hakkı hocam. Sohbet ederken sanatsal bir tat aldım. İnşallah günün birinde resim serginizde sizi yakından tanımak isteyen okurlarımız da mutlu olurlar. Yeni bir kişisel resim serginizde tanışmak temennisiyle baba ocağınız/ana kucağınız güzel Ege’nin şirin şehri Denizli’ye, Kızılcabölük halkına; İç Anadolu’nun gözbebeğine, Türkiye’nin kalbi başkent Ankara’ya selâmlar.


 

 24 Ekim 2018 - Çarşamba

Röportajı Hazırlayan / Soruşturan - Editör: ELİF YAVAŞ

 

 


14 Haziran 2024 Cuma

Ahmed Ârif - Hasretinden Prangalar Eskittim

 


   Seni, anlatabilmek seni.
   İyi çocuklara, kahramanlara.
   Seni anlatabilmek seni,
   Namussuza, halden bilmeze,
   Kahpe yalana.

   Ard- arda kaç zemheri,
   Kurt uyur, kuş uyur, zindan uyurdu.
   Dışarda gürül- gürül akan bir dünya...           
   Bir ben uyumadım,
   Kaç leylim bahar,
   Hasretinden prangalar eskittim.
   Saçlarına kan gülleri takayım,
   Bir o yana 
   Bir bu yana...

   Seni bağırabilsem seni,
   Dipsiz kuyulara,
   Akan yıldıza,
   Bir kibrit çöpüne varana,
   Okyanusun en ıssız dalgasına
   Düşmüş bir kibrit çöpüne.

   Yitirmiş tılsımını ilk sevmelerin,
   Yitirmiş öpücükleri,
   Payı yok, apansız inen akşamlardan,
   Bir kadeh, bir cıgara, dalıp gidene,
   Seni anlatabilsem seni...
   Yokluğun, Cehennemin öbür adıdır
   Üşüyorum, kapama gözlerini...

Mohinabonu Yusufjonova - Baxt (Hikoya)

 

“Baxt o’zi nimadir, men  bilolmadim…”

Qo’shiqdan

Bahorning ilk kunlari.Qish nafasi ketib ulgurmagan, bir kun oldin yog’gan qor erib,loy aralash oyoqqa yopishadi. Etni junjiktiradigan shamol -qarshisiga chiqqan har insonga “nish urib”, o’z yo’lida g’olibona davom etadi. Aftobus bekati har doimgidek  odamlar bilan liq to’la: ona  tovuq pinjiga berkingan jo’jachalardek yo’lovchilar bekat ichiga intilishadi. Xuddi  shu bekat tomonga uch farzandi bilan shoshib, loy yo’lda sirg’angancha bir ayol kelmoqda. Bolalarning yuzi sovuqdan qizarib ketgan, uyquga to’ymagan ko’zlarida yosh yiltillaydi. O’z vazifasini yillar davomida bajarib charchagan etiklar loy yo’llarda sirg’anib, egasini behuzur qiladi. Onaning ko’zlari esa…xavotir, qayg’udan ich-ichiga botib ketgan, so’lg’in bir ahvolda.

Aşık Veysel Şatıroğlu - Aldanma Cahilin Kuru Lafına

 


Aldanma cahilin kuru lafına
Kültürsüz insanın külü yalandır
Hükmetse dünyanın her tarafına
Arzusu hedefi yolu yalandır

Kar suyundan süzen çeşme göl olmaz
Gül dikende biter diken gül olmaz
Diz diz eden her sineğin bal'olmaz
Peteksiz arının balı yalandır

İnsan bir deryadır ilimle mahir
İlimsiz insanın şöhreti zahir
Cahilden iyilik beklenmez ahir
İşleği ameli hâli yalandır

Cahil okur amma alim olamaz
Kâmillik ilmini herkes bilemez
Veysel bu sözlerin halka yaramaz
Sonra sana derler deli yalandır


Mübahat S. Kütükoğlu* - Osmanlı Belgelerinin Tarihlerine Dâir


Osmanlı belgelerinin cinslerine göre hepsinin özellikleri farklı olduğu gibi tarihlerinin yazılış şekilleri de farklıdır.

Bilindiği gibi Osmanlılar, Tanzimat sonrasına kadar, sadece gökteki ay esâsına dayanan hicrî takvimi kullanmışlardır. Ancak meselâ, bütçeler gibi mâlî konularda, XVII. asır istisna edilirse, güneş yılını esas almışlardır. Nisbeten az olmakla beraber, bazı belgeler ise hiç tarih ihtiva etmezler.

Maliye ve Dîvân-ı Humâyûn’dan yazılan ferman ve beratlar ile kaza organlarınca düzenlenen îlâm gibi belgelerde tarihler tamamen Arapça olarak “yevmü’s-sânî aşer min şehr-i saferü’lmuzaffer li-sene erba‘a ve selâsin ve mie ve elf” (12 Safer 1134)[1] yahut “Hurrire fi ihda ve’l-aşer min şehr-i şa‘bani’l-muazzam sene ihda aşer[ve] mieteyn ve elf” (11 Şa‘ban 1210)[2] şeklinde yazılmışlar ve örneklerde de görüleceği gibi, ayların isimlerinin arkasından sıfatlarına[3] da yer verilmiştir.

Dîvân-ı Humâyûn’dan yazılanlarda ise günün tarihi yerine “evâil” (1-10), “evâsıt” (11-20) ve “evâhır” (21-30) gibi onar günlük devreler belirtilmiş ve tarih şöyle yazılmıştır: “Tahriren f’î evâil-i şehr-i rebi‘ülevvel sene semâne ve seb‘in ve mieteyn ve elf” (1-10 Rebi‘ülevvel sene 1278)[4] . Bu tarihleme şekli, aynı devreye giren birden fazla belge olması halinde tarihçiler için, belgelerin hangi sıraya konulacağı husûsunda, bazı hallerde, güçlük yaratabilmektedir.

Tarihler, bir belgeyle ilgili muâmelenin başlatılması emri veya muâmele sonucu hakkında sadrazamın buyruldusunun altına konulanlarla timar beratları ve bazı belgelerin özetlenerek sunulduğu belgelerde kâğıdın en üstünde kimden gelen ne tür bir belge olduğunu gösteren cümlenin sonunda konulanlar[5] dışında, daima belgelerin bitiminde yer alırlar. Muâmele görmüş belgelerdeki buyuruldularda ise, buyuruldu uzun olduğu ve sayfanın altında devam ettiği durumlar hariç, her zaman belgenin üstünde bulunduklarından tarihler de bunun altındadır.

Timar beratlarında ise tarih, belgenin arka yüzünün orta yerinde ve yazı ile “12 Muharrem sene seb‘a aşer [ve] mie ve elf” (12 Muharrem 1117) şeklinde yazılmışlardır[6] .

Hazine gelir ve giderleriyle ilgili belgeler meselâ, gümrük, maden, vs. mukataaların belli bir süreyle iltizam veya emanet ile idare edilmesinin belli bir şahsa verilmesi halinde bu devrenin başlangıç ve bitiş tarihleri “... İzmir Meyve-i ter gümrüğü bin iki yüz on üç senesi muharremi gurresinden sene-i mezbûrenin gāyetine gelince bir sene-i kâmile ...”[7] veya “ .. gurre-i şehr-i şevvali’l-mükerrem ilâ 24 şehr-i mezbûr, vâcib-i sene 1185, der zamân-ı Ahmed Ağa Emin-i Gümrük-i İzmir, sene 3.” Bu örnekte, belirtilen tarihler arasında gelen mallar ve hasılat ile emânetin kaç sene süreyle verildiği “sene 3” şeklinde belirtilmiştir[8] .

Tarihlerin maliyeden verilen emr-i şerif ve beratların müsvedde[9] veya sûretlerinde[10] ise, “16 M sene 1086” yahut “13 ZA sene 1205”[11] şeklinde gün ve yıl rakamla, ay ise bilinen kısaltmalar iledir[12]. Fakat Dîvân-ı Humâyûn’dan yazılanlarla maliyeden yazılanlar yine farklı olup maliyeden yazılanlarda ayın tarihi tam olarak verilmişken Dîvân-ı Humâyûn’dan yazılanlarda “Evâsıt-ı N sene 1209” veya “Evâil-i R sene 1187” [13] şekilleri tercih edilmiştir.

Muharrem ayı olan tarihlerde bazan “م “ harfi ile sene birleştirilerek[14] yazılmıştır.

Tarihlerde, ayın ilk günü için “1” yerine “gurre”[15], son günü için ise “29” veya “30” yerine “selh” [16] veya “gāye” tabirleri kullanılmıştır.

Belgelerin defterlerdeki sûretlerine gelince: Maliye defterlerindekilerde yine tam tarih yazılmışken Dîvân-ı Humâyûn’da tutulan Mühimme defterlerinde XVII. yüzyıl ortalarına kadar farklı bir tarz görülür. XVI. yüzyıl mühimmelerinde başlık tarihler vardır. Ayın aynı gününe âit hükümler bir başlık altında yazılmış olup tarihler haftanın günüyle “yevmü’l-ısneyn” veya “yevmü’l-cum‘a” şeklinde başlar ve “fî 6 Recebü’l-ferd sene 972” şeklinde devam eder. Nâdir olarak “yevmü’s-selâse fî ramazani’l- mübârek sene 961” dendiği halde altına hüküm yazılmayıp ertesi günün “yevmü’l-erba‘a fî ramazani’l- mübârek sene 961” tarihi atılarak hükümlere yer verilmiş de olabilir[17].

Bir başlık altındaki hükümlerden birinin altında farklı bir tarihe de rastlanır. Aynı tarih altındaki hükümlerin sayısının hayli fazla olduğu da vâki‘dir ki bu, arada tarih konulmasının ihmal edildiği veya bazı sayfa yahut cüzlerin karışmış yahut kaybolmuş olduğunu düşündürür[18].

Bazı belgelerde “22 S 194” gibi tarihlerin bin haneleri[19] bazılarında ise “17 CA 47” veya “22 B 56” gibi bin ve yüz haneleri ihmal edilmiştir[20].

Bazı belgelerde ise “24 Şa‘ban sene 6” gibi yılın sadece birler hanesi bulunmaktadır[21]. Aynı numaradaki diğer belge veya belgelerde tam tarih yazılmış olanlarda asrını tespit etmek sıkıntı yaratmazsa da böyle bir imkânın bulunmadığı hallerde diğer hususlar dikkate alınarak asrına karar vermek icab eder.

Eğer, belgenin herhangi bir yerinde, meselâ derkenarın altında yılı tam olarak bildiren 1093, 1193 veya 1293 gibi bir tarih varsa bu, belgenin tarihinin tesbitini mümkün kılar. Yalnız, derkenar edilen belgenin (sâbıkı kaydı) bir ferman sûreti olması gibi hallerde, bu kaydın sonlarına doğru da tarih bulunabilir. Bu tarih, derkenar edilen belgenin yazıldığı tarihi gösterir, incelenen belgenin tarihini değil[22]. İki tarihin karıştırılmaması gerekir.

Bazı belgelerin arkasında muâmele gördükleri tarih vardır. Bu tarih tam yazılmışsa herhangi bir şüpheye mahal kalmaz. Eğer bu da ön yüzdeki gibiyse başka bir takım ipuçları aranır. Yaşadığı devir bilinen bir şahıs için “hâlâ”, (vazife başında olduğu); “sâbık” veya “esbak” (vazifeden ayrılmış bulunduğu); “müteveffa”, “merhum”, “maktûl” (hayatta olmadığı)na işaret eden kelimeler de tarihlendirmeyi kolaylaştırır.

Belgenin ön yahut arka yüzünde bir mühür bulunabilir[23]. Arşivimizdeki devlet adamları ve devletle iş gören sarraf, tüccar, esnaf, mültezim gibi şahısların mühürlerini ihtiva eden koleksiyonlardan da faydalanılabilinir.[24]

Belgenin tarihinde binler, yüzler ve onlar hanelerinin ihmal edildiği hallerde asrın tespitinde, kâğıdın kullanılış şekli, meselâ sâbıkı kayıtlarının[25] aynı kâğıt üzerinde olup olmadığı ve yazının cinsi (nesih, rık‘a vs.), kâğıdın cinsi, Doğu veya Batı menşe’li oluşu, filigran[26] bulunup bulunmadığı da belirleyici rol oynar.

Bazı belgeler ise hiç tarih ihtiva etmezler. Bunların başında sadrazam veya sadaret kaymakamı tarafından padişaha sunılan telhisler ile padişahın hatt-ı humâyûnları gelir. Aslında, herhangi bir olayın, padişaha sunuluncaya kadar olan yazışmalarının telhise ek olarak padişaha sunulmış olması icab eder. Fakat muhtemelen tasnif sırasında bunların bir kısmı ayrılarak başka tasniflere konulmuştur. Bunun için, o belgelerin tam tarihlerini tesbit etmek her zaman kolay değildir. Hatt-ı humâyûn tasnifindeki belgelerin arkasına ilk tasnif sırasında kurşun kalemle ve parantez içinde tahminî seneleri yazılmıştır. Bu tarihlerin doğru olduğu belgeler bulunduğu gibi birkaç sene, hatta, yeni düzenlenen kataloglarda, bir asra varan yanılmalara da rastlanabildiğinden[27] tarihlendirmelerde çok dikkatli olunması gerekir.

Katalogların bilgisayara aktarılması sırasında maalesef çok büyük bir hata yapılmış, bu tahminî rakamlar hakiki gibi kabûl edilmekle yetinilmemiş önlerine birer de “29 Zilhicce” eklenmiştir. Belge orijinallerinin artık araştırıcıya çıkarılmaması, sadece bilgisayar görüntülerinin kullanılması da burada ayrı bir dezavantaj olarak ortaya çıkmaktadır. Bazı genç tarihçiler, bu tahminî tarihleri belgenin hakikî tarihi gibi kullanmaya başlamışlardır. Bu tasnifteki belgelerin altına, Muallim Cevdet, Ali Emiri, A.DVN., D.BŞM (Başmuhasebe) gibi diğer bazı tasniflerdekinden farklı olarak sadece “HAT.0209” gibi dosya numarası konulması, belgenin yazıldığı kâğıdın genelde alt tarafına, altta yer olmaması halinde üste kalemle yazılmış olan “HAT.209/11132” şeklindeki belge numaralarının ancak belge açıldıktan sonra görülebilmesi de bir eksikliktir.

Arzuhallerde de, nadiren konulanlar istisna edilirse, tarih yoktur. Lâkin, bunların, gördükleri muâmele, belgenin üzerinde olanları –ki meselâ XVII. ve XVIII. yüzyıllardakiler böyledir– diğer tarihsiz belgelere nazaran daha şanslıdır. Gerek üzerlerindeki buyuruldularda, gerekse derkenarlardaki sâbıkı kayıtlarının altında bulunan tarihler[28] muâmele gördikleri tarihleri gösterdiğinden arzuhalin de tarihi tesbit edilebilir.

Bazı belgelerde –ki bunlar içinde müsveddelere de rastlanır– altında tarih bulunmasa da metnin içinde bir olaydan bahsedilirken “67” veya “81 tarihinde” yahut “altmış beş senesinden altmış sekiz senesine” kadar biriken kira borcundan bahsedilmiş ve “işbu altmış dokuz senesine mahsûben dahi ...” gibi ifadeler kullanılmıştır. Belgenin arka yüzünde “8 Zilka‘de sene 69” yanında “mühimme” kayıtları ile “12 Zilka‘de” tarihi ve diğer bazı kayıtlar bulunmaktadır. Altına ise tasnif hey’etince “12 Zilka‘de 1269” tarihi konulmuştur. [29]

Belgede böyle aydınlatıcı kayıtlar bulunmaması durumunda ise bilinen bir olayın veya şahsın adı geçmesi halinde asrını tayin etmek kolay olabilir. Ancak, burada dikkat edilmesi gereken bir husus vardır. Şahıslar, bazan sadece lâkaplarıyla yazılmış ve aynı âileden birden fazla aynı adı taşıyan, hatta aynı vazifede bulunmuş olanlar görülebilir. Meselâ, dede ile torunun veya üç göbek sonraki birisinin isimleri aynı, fakat yaşadıkları asır farklı olabilir. O takdirde asrını tayin edebilmek için belgenin diğer özelliklerine bakmak gerekir.

Yazının cinsi ve yazı belli bir makama hitâben yazılmışsa o müessesenin ne zamandan beri var olduğunun göz önünde bulundurulması icab eder. Meselâ, mukataaların kayd-ı hayat şartıyla satıldığı mâlikâne sisteminden[30] bahsedilen belge 1695 öncesine tarihlendirilemez. Sultan III. Selim devrinde Nizâm-ı Cedid[31] veya Avrupa’da Osmanlı ikāmet elçiliklerinin kurulması[32], Sultan II. Mahmud devrinde başlayan merkez ve taşradaki idârî değişiklikler[33] vs. de dikkate alınmadan tarih belirlenmesi hatalı olur. Ayrıca, yazının cinsi de tarihlendirmelerde rol oynar Meselâ, rik‘a ile kaleme alınmış bir belge XVII. veya XVIII. asırlara tarihlendirilemez. Zîrâ, bu yazı XIX. asırda kullanılmıştır. Yazı gibi kâğıdın kullanılışı da mühimdir. Belge cinslerine göre yazının, kâğıdın neresinde yer alacağı bellidir. Meselâ, sadrazam tarafından padişaha sunulan telhisler kâğıdın üst yarısından başlarken, Sultan II. Mahmud devrinde –şu andaki bilgilerimize göre– 1832’den îtibâren tatbikine başlanan sadrazamın mâbeyn başkâtibine hitaben yazdığı arzlar ve yine mabeyn başkâtibi tarafından arzın altında kaleme alınan, padişahın emrini ihtiva eden iradeler, kâğıdın alt yarısında yer alır. Bunun gibi genellikle arzuhallerle kadı îlâmlarında da yine kâğıdın alt yarısı kullanılmıştır. Bu özellikler, sadece sayılan belgelere münhasır olmayıp diğer belge cinsleri için de kâğıdın belli kullanılış şekilleri vardır.

Sayılan hususlar dikkate alınmadığı takdirde, XIX.yüzyıla âit bir belgeyi, XVIII. yüzyıla tarihlendirmek gibi bir hataya düşülebilir. Bu da, hiç istenmeyecek bir durumdur.

Osmanlılar, sadece hicrî takvimi kullanmamışlardır. 1256 (1840)’dan îtibâren rûmî veya mâlî takvime de yer vermişlerdir. Hicrî 1256 senesinin 9 Muharremi Rûmî 1 Mart’a rastlamıştır. Rûmî takvimde de, milâdî takvim gibi, güneş senesi esas olduğundan hicrî takvimle aradaki fark, her sene açılarak devam etmiştir. Rûmî 1 Mart ise milâdî takvimde 13 Mart’a denk gelmektedir[34].

1256’dan sonra bütün belgelerde hicrî tarihle birlikte rûmî tarih de kullanılmış değildir. Tesbitlerimize göre meselâ irade belgelerinde iki tarihin bir arada kullanılışı H. 1293 (M.1878) yılından îtibârendir. 16 Safer 1293, rûmî 1292 senesinin başlangıcıdır[35].

Bir Şûrâ-yı Devlet mazbatasında çiftli tarihler “fî Selh-i Şa‘ban sene 1318 ve fî 9 Kânûn-ı evvel sene 1316”, kurban bayramı merasimine dair sunulan bir belgede ise “4 Zilhicce sene 330 / 1 Teşrin-i sânî sene 328”[36] şeklindedir[37].

Osmanlı belgelerinde XVI. asırda hicrî ve milâdî tarihin bir arada kullanlmasına da rastlanır. Avrupa hükümdarlarına gönderilen nâme ve ahidnâme-i humâyunlarda XVI. asırda, meselâ Sultan Kanûnî Süleyman’ın Fransa Kralı François’ya gönderdiği nâmede tarih kısmı “Bu hükm-i şerif bizim ulu peygamberimiz Muhammed Mustafa’nın -sallallahu aleyhi ve sellemhicreti tarihinin Muharrem ayının birinci gününde ki, İsa peygamber aleyhi ve sellem tarihinin Ulyus (Temmuz) ayının on ikinci gününde” denilerek her iki tarih birden kullanılmıştır[38].

Ahidnâme-i humâyunlarda ise bazan hicrî, bazan da milâdî tarih önce yazılmıştır. Sultan II. Bayezid’in Macarlara verdiği ahidnâmede ilk tarih “Bu ahidname İsa-yı nebi tarihinin bin beş yüz üçüncü yılında Novorisin (november=kasım) dördüncü gününde ve bizim peygamberimiz Muhammed Mustafa -sallallahu aleyhi ve sellem- tarihinin dokuz yüz dokuzuncu yılında cumadelulânın onbeşinci gününde yazıldı” şeklinde milâdî iken daha sonrakilerde milâdî tarihe hicrîden sonra yer verildiği anlaşılmaktadır[39].

Hariciye Nezâreti’nin kuruluşundan (1836) sonra zamanla sadece Avrupa devletleri ve bunların İstanbul’daki temsilcileriyle[40] değil, Batı’daki Osmanlı temsilcilikleriyle de yazışmaların Fransızca yapıldığı görülmektedir[41]. Tabiî olarak da artık yalnız milâdî tarih kullanılmıştır.

Belgelerin değerlendirilmesinde bütün bu hususların dikkate alınması araştırmanın selâmeti bakımından faydalı olacaktır.


İstanbul Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Tarih Bölümü Emekli Öğretim Üyesi, İstanbul/TÜRKİYE

Kaynak: belgeler.gov.tr

Tarık Buğra - Küçük Ağa (Roman Özeti)

 


Küçük AğaTarık Buğra‘nın 1964 yılında yayınlanan romanıdır. Kurtuluş mücadelemizin  Akşehir'de yaşanan bölümünü konu edinir. Zamanla cepheye ve Ankara'ya dair hususlara da girilir.

KONUSU:

Birinci Dünya Savaşı (1914) ile birlikte Osmanlı Devleti eski gücünü, heybetini kaybetmeye başlamış, isyanlar ve işgallerle zayıf duruma düşmüştür.

Romanda, bir Anadolu kasabası olan Konya ilinin bir ilçesi olan Akşehir’den yola çıkılarak, bütün zor koşullar altında millî kurtuluş mücadesi veren Kuva-yı Milliye konu edilmiştir.

Olaylar Anadolu'nun küçük bir kasabasında başlar ve gelişir.

ÖZET:

Dünya Savaşı resmen sona ermiş olmakla birlikte, Osmanlı Devleti üzerinde yarattığı etkiler tüm gücüyle devam emektedir. Savaş sonrası birçok asker memleketlerine geri dönmüştür. Zayiatın büyüklüğü evlerine dönen erlerin çoğunun gazi oluşuyla daha da iyi anlaşılmıştır.

Ahmet Hamdi Tanpınar - Eşik


Bu yekpâre akış, durgun, derinden...
Her aynada yalnız kendi görünen
Bu yüz ve şifasız hüznü eşyanın
Kendi cevherinde mahpus bir ânın
Dağıttığı dünya hep yaprak yaprak,
Dalgın, unutulmuş sesleri uzak
Bir uykudan bana tekrar dönenler,
İçimde, dışımda hep aynı çember!
Bin elmas parıltı oyun ve halka
Küçük ve hiç değişmez dalgalarla
Bende bana meçhul akşamlar yoklar!
Gülen ve gömülen gölge ufuklar
Acayip davetlerin rüzgârında
Her lâhza yine kendi sularında!...

Uzakta, aya çok yakın bir yerde,
Çılgın ve muhteşem harabelerde,
Büyük sükûtların fırtınası var.
Mermer duvarlarda kırılmış sazlar,
Çok genç uçuşunda ve hangi haşin
Yıldıza gülerek çarptığı için
Alnında bir siyah nokta geceden
Kovulanlar ışık bahçelerinden,
Bütün ayrılıklar hepsi orada
Bu çıplak, ümitsiz  ve saf duada.
Ve bir kadın beyaz, sakin, büyülü
Göğsünde kanıyan bir zaman gülü
Mahzun bakışlarla dinler derinde
Olup olmamanın eşiklerinde.

Garip telâşını, binlerce fecrin
Ocağında nezir güvercinlerin
Hülyâm o kıvılcım ve kül yağmuru
Çırpınır bu beyaz mahşere doğru!
Ey hiç şaşmayan göz, büyük atmaca
Gölgesi güneşin üstünde uçan
Dişi kuyruğunda ebedî yılan,
Ve üstüste rüyâ!
		Bir ses yavaşça,
Bir ses, bin uykudan mahmur ve zengin
Zümrüt usaresi maviliklerin
Suların üstünde arar kendini
Yoklar, ömrün bütün sahillerini
Çizgiler silinir, ufuk bir beyaz
Çin kâsesi olur, toprak, yosun, saz
Hep birden tutuşur, nârin kemerler
Alevden sütunlar, altın, mücevher,
Ah bu çılgın yağma...Orman çatırdar
Ve çıplak aynası ufkun tekrarlar
Büyük masalını aydınlıkların.

Elele bir oyun bugün ve yarın
Bütün pınarlara koştum cevap yok
Tekrar bana döndü her attığım ok
Her çığlık önümde tutuştu, yandı
Tahtayı kurt oydu, taş yosunlandı,
Yabanî otlarla örtüldü duvar...
İlhamlı çehresi hilkatin sular
Kaç kere değişti önümde böyle,
Birbiri ardınca gün ve mevsimle...
Ve kaç kere bahar güldü derinde
Güllerin kanıyan bekâretinde
Taze gülüşüyle toprağın suyun...
Tılsımlı kadehi her susuzluğun
Ey şafaktan, sırdan, arzudan hayâl
Yıldızların bize ördüğü masal
Kaç kere yarattım tenhada seni
Beyaz kollarını, sıcak buseni...
Bakışın, gülüşün, neş'en ve hüznün
Ay altında bir gül nağmesi yüzün...

Evet çok bekledim, kaç kere hazan,
Dinç atlar koşturdu boş ufuklardan
Yeleler alevli, ağız köpüklü,
Bulutlar bir kanlı hiddetle yüklü
Geçtikçe batıya doğru önümden
Zâlim ümitlerle ürperirdim ben,
Duyardım her an uzlette bir yeni
Âlemin yıkılıp devrildiğini
Çılgın mahşerinde ses ve renklerin...
Benden sor sırrını mesafelerin
Benden sor ve benden dinle akşamı...
Rabbim bu sonsuzluk ve onun tadı...

Bir ses yavaşça der, bırak yalvarsın,
Hayat bu kapıda...ne çıkar varsın,
Nakışlar gülmesin beyaz taşında
Ölüme benzeyen bu susuzluğun
Çağlayan hayâller yeter başında...
Bir fikir, bir şekil dalında olgun
Bu ağır sallanan hazan meyvası,
Gurbet, mendillerin çırpınan yası,
Yüzler ki bir uzak müjdeye benzer,
Her türlü ışığa kapanmış gözler,
Her şey, hepsi, gülen, susan, kamaşan
Rengiyle toplanır bende ve akşam
Rüzgârla tarümar, mevsimle sarhoş
Gelir ta kalbimde düğümlenir...
			-Boş...
Boş ve ümitsizdir akşamın hüznü
Bu tenha çeşmede bir an yüzünü
Seyredenler altın sazlar içinde
Ruh muammasının ürperişinde
Kaybolmuş sanırlar kendilerini...
Bırak bu tesadüf bahçelerini...
Hakikat çok uzak, karanlık, derin
Bir dille konuşur, büyük köklerin
Toprakla ezelden karışmış dili!
Geceyle ölümdür asıl sevgili
Bu ikiz aynada toplanır yollar
Karanlık yaratır, ölüm tamamlar.
Kaçalım seninle biz de geceye
Ölümün kardeşi saf düşünceye...
Yeter büyüsüne aldandığımız
Güneşin...biraz da yalnızlığımız
Kendi aynasında gülsün, gerinsin
Güvercin topuklu sükût gezinsin.

Boborahim Mashrab - G'azal (Oldida)

 

Kori muflis sahl erurkim pod(i)shohning oldida,
Siynayi daftarni ochmang dil siyo(h)ning oldida.

Man tasadduqi o’shandoq oli himmatlar bo’lay,
Ikki olam bir qadamdur avliyoning oldida.

Rahmatanlilolamiynning ummati bo’lsang agar,
Rohi aslingdin gapurma ro’ siyo(h)ning oldida.

Kimki johildir nasihat bersang anga saxt yetar,
Ikki dunyo nur bo’lur sohib duoning oldida.

Domani davlatni tutganlar bilur bul ma’nini,
Yaxshi so’zni so’zlamang baxti qaroning oldida.

Mashrabo, har qayga borsang izlagil ganji nihon,
Ro’zi Mahshar qurb topgaysan Xudoning oldida.

G'azal (Devona qildi ishq mani.)

Man kimga aytay, do’stlarim, devona qildi ishq mani,
Sadpora qildi yurakim, devona qildi ishq mani.

Tun-kechalar dod aylasam, har dam sani yod aylasam,
Ishqingda faryod aylasam, devona qildi ishq mani.

Shomu sahar giryon bo’lay, yo’lungda sargardon bo’lay,
Oxir sanga qurbon bo’lay, devona qildi ishq mani.

Hamdam bo’lay mayxonaga, sokin bo’lay butxonaga,
Boshim qo’yay ostonaga, devona qildi ishq mani.

Ishq ahliga hamdam bo’lay, Haq yo’liga mahkam bo’lay,
Dargohiga mahram bo’lay, devona qildi ishq mani.

Devonayi shaydo bo’lay, man tolibi Mavlo bo’lay,
Xalq eliga rasvo bo’lay, devona qildi ishq mani.

Mashrabga qil lutfu karam, vahdat sharobin dambadam,
Ey sohibi Lavhu Qalam, devona qildi ishq mani.

Rauf Parfi - Qora devor

 

I

Qandayin sirdir bu, bu qanday tushdir,
Bu qanday uyqudir, uygʻongan uyqu.
Koʻzlarimdan qora quzgʻunlar uchdi
Mudhish qora devor ortida, yohu!

Qora devor qari, sotqinlar yurti,
Tilsiz, vatansizlar vatani qoldi.
Sanqigan jasad-la telbarib yurdim,
Aqlimga roʻyolar kalolat soldi.

Zaharga aylandim, yogʻochdek sindim,
Qayta oʻldim, ruhim qaytmadi tanga.
Hazrat Sultonimga singrab sigʻindim

Allohim, madad ber. Bir Soʻz ber menga,
Jonimning parvozin bergil, sogʻindim,
Ishq ber! Qaytar meni yorugʻ Vatanga.

II

Koʻrdim sozinggizni chaynadi alam,
Buzgʻunzor qoʻynida ungan sof gulim.
Majruhlar yurtida xoʻrlangan onam,
Zoʻrlangan qonsinglim, mangu sevgilim.

Tuproqqa yiqildim, koʻkka osildim,
Ming yil izladimmi? Topdimmi? Qachon?
Soʻrib toʻydilarmi sizni qonsinglim?
Ezib bezdilarmi sizdan, onajon?

Yerga choʻkkan osmonlarni kuzatdim,
Chopilgan oyogʻim bilan chopdim men,
Kesilgan qoʻlimni sizga uzatdim.

Bu dunyo gullarga toʻldi. Qotdim men,
Soʻqir koʻzlarimni nur-la bezatdim.
Mehribonim, qonim, Sizni topdim men.

III

Mehribonim, izinggizdan boramen,
Shivirlaydir sherim. Bu qaysi oyat?
Bu dunyoda qirq Majnunning biri men,
Oʻlimga chap berib keldim nihoyat.

Yuragim zindoni. Bir yalangʻoch dor,
Sollanib turadir faqat men uchun.
Bunda bir muhabbat zahri qotil bor,
Bu zindonda bir Laylo bor, bir Majnun.

Mehribonim, xunim, men Sizni topdim,
Qonim berdim bu sirli xayollarga.
Soʻydim yuragimni, koʻksimni chopdim,

Ay, sovurdim ul sovuq shamollarga,
Hukm qildim oʻzimni. Tong chogʻi otdim.
Nuqta qoʻydim javobsiz savollarga.

IV

Nadir bu? Tilim lol, vujud valangar,
Koʻrgali koʻzim yoʻq, koʻzim oʻyilgʻon.
Bir sharpa ilgʻamas, quloqlarim kar…
Bildim, Sizdan boshqa barchasi yolgʻon…

Eyvoh, qora devor sirti oqlangan,
Boʻynimga chirmashgan iblisni quvdim.
Kavsar chashmasida ming yil poklangan
Tosh bilan qadimiy tanimni yuvdim.

Bir qudrat shashasi tentir izimda,
Xilqatni anglagan zotdek xomushman,
Yetti vodiy aylanadir izmimda.

Bori yolgʻon, men sarobman, men tushman,
Yoʻq, men qushman, chala soʻyilgan qushman,
Aytilmagan Bir Soʻzim bor boʻgʻzimda.

V

Aldangan, charxlangan qalb bilan oʻtdim,
Yoru doʻstlar boshim uzra yigʻildi.
Hukm kutgan kabi men Sizni kutdim.
Unutdim oʻzimni, oʻzim tugʻildim.

Koʻzimning qarida ul Qora Devor,
U taraf qorongʻu har narsa yoʻqdir,
U taraf zahardir, xanjardir, oʻqdir,
Kecha yoʻq. Bukun yoʻq. Erta yoʻq. Siz bor.

Tiriklikdan kechdim, oʻlimdan kechdim,
Osmon deganlari mening figʻonim,
Dunyo zaharini bir oʻzim ichdim.

Yondi tun charogʻim, kuldi jahonim,
Men qanot bogʻladim, koʻklarga uchdim,
Assalom, sevgili Insonim, qonim.

VI

Tanamdan chiqdim-da men yerga indim,
Menga bari ayon, tiriklar koʻrmas.
Ey siz koʻr olomon, men ruhman, dedim,
Ular koʻrmas meni, holimni soʻrmas.

Bani odam ovchi, odamni ovlar,
Tishlab toʻymas, gʻajib toʻymas, bedavo.
Nochor mayitlarning choʻntagin kovlar,
Pinjida xiyonat, qabohat, gʻavgʻo.

Soʻzimga toʻldi sogʻinch, soʻzim-da yolgʻiz.
Koʻzimga toʻldi yolgʻiz Alloh jamoli.
Belgi berdi falak. Nomalum bir iz.

Jismimni sindirdi ajal shamoli…
Tobutimni quchib yigʻladinggiz, Siz,
Nechun, Dunyoning Eng goʻzal Ayoli?!

13 Haziran 2024 Perşembe

Fuzuli - Gazel (Ol müşg-bû gazâle ihlâsım eyle vâzıh)

 

Ol müşg-bû gazâle ihlâsım eyle vâzıh
Bellig sabâ selamen miskiyetü’r-revâih
Olgaç habîbe vâsıl bizden hem olma gâfil
Lâ takta-i’r-resâil lâ tektümü’s-sarâih
Yüzde sirişk kanı söyler gam-i nihânı
Kad tüzhiru’l me’ânî bi’l-hattı fi’l-vâih
Ben mübtelâ-yi hicran benden ırag cânân
Ve’l-ömrü keyfe mâkân misle’r-riyâhi râih
Aşkın Fuzûlî zâr terk etmek oldu düşvâr
Yâ âriften bimâ sâr lâ teksirü’n-nesaih
(Mefûlü Fâilâtün Mefûlü Fâilâtün)


Mehmed Akif Ersoy - Hasta (Safahat'tan)