31 Mart 2024 Pazar

Behçet Necatigil - Solgun Bir Gül Oluyor Dokununca

 


Çoklarından düşüyor da bunca
Görmüyor gelip geçenler
Eğilip alıyorum
Solgun bir gül oluyor dokununca.

Ya büyük şehirlerin birinde
Geziniyor kalabalık duraklarda
Ya yurdun uzak bir yerinde
Kahve, otel köşesinde
Nereye gitse bu akşam vakti
Ellerini ceplerine sokuyor
Sigaralar, kâğıtlar
Arasından kayıyor usulca
Eğilip alıyorum, kimse olmuyor
Solgun bir gül oluyor dokununca.

Ya da yalnız bir kızın
Sildiği dudak boyasında
Eşiğinde yine yorgun gecenin
Başını yastıklara koyunca.

Kimi de gün ortası yanıma sokuluyor
En çok güz ayları ve yağmur yağınca
Alçalır ya bir bulut, o hüzün bulutunda.
Uzanıp alıyorum kimse olmuyor
Solgun bir gül oluyor dokununca.

Ellerde, dudaklarda, ıssız yazılarda
Akşamlara gerili ağlara takılıyor
Yaralı hayvanlar gibi soluyor
Bunalıyor, kaçıp gitmek istiyor
Yollar, ya da anılar boyunca.

Alıp alıp geliyorum, uyumuyor bütün gece
Kımıldıyor karanlıkta ne zaman dokunsam
Solgun bir gül oluyor dokununca.

Ataol Behramoğlu - Yaşadıklarımdan Öğrendiğim Bir Şey Var


   Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var:
   Yaşadın mı, yoğunluğuna yaşayacaksın bir şeyi
   Sevgilin bitkin kalmalı öpülmekten
   Sen bitkin düşmelisin koklamaktan bir çiçeği

   İnsan saatlerce bakabilir gökyüzüne
   Denize saatlerce bakabilir, bir kuşa, bir çocuğa
   Yaşamak yeryüzünde, onunla karışmaktır
   Kopmaz kökler salmaktır oraya

   Kucakladın mı sımsıkı kucaklayacaksın arkadaşını
   Kavgaya tüm kaslarınla, gövdenle, tutkunla gireceksin
   Ve uzandın mı bir kez sımsıcak kumlara
   Bir kum tanesi gibi, bir yaprak gibi, bir taş gibi dinleneceksin

   İnsan bütün güzel müzikleri dinlemeli alabildiğine
   Hem de tüm benliği seslerle, ezgilerle dolarcasına

   İnsan balıklama dalmalı içine hayatın
   Bir kayadan zümrüt bir denize dalarcasına

   Uzak ülkeler çekmeli seni, tanımadığın insanlar
   Bütün kitapları okumak, bütün hayatları tanımak arzusuyla yanmalısın
   Değişmemelisin hiç bir şeyle bir bardak su içmenin mutluluğunu
   Fakat ne kadar sevinç varsa yaşamak özlemiyle dolmalısın

   Ve kederi de yaşamalısın, namusluca, bütün benliğinle
   Çünkü acılar da, sevinçler gibi olgunlaştırır insanı
   Kanın karışmalı hayatın büyük dolaşımına
   Dolaşmalı damarlarında hayatın sonsuz taze kanı

   Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var:
   Yaşadın mı büyük yaşayacaksın, ırmaklara, göğe, bütün evrene karışırcasına    
   Çünkü ömür dediğimiz şey, hayata sunulmuş bir armağandır
   Ve hayat, sunulmuş bir armağandır insana.

Fuzuli - Gazel (Pây-bend oldum ser-i zülf-i perişânın görüp)


Pây-bend oldum ser-i zülf-i perişânın görüp
Nutktan düştüm leb-i lâ’l-i dür-efşânın görüp
Oda yaktım şem’ veş cânım bakıp ruhsârına
Çerhe çektim dûd-i dil serv-i hırâmânım görüp
Gezdirir her yan gözüm eşk üzre bağrım pâresin
Hil’at-i gül-gûn ile rahş üzre cevlânın görüp
Bir zaman geçmez ki dil tîğinden olmaz çâk çak
Açılır her dem tutulmuş gönlüm ihsânım görüp
Gönlümü tenhâlık eylerdi perîşân sînede
Olmasaydı cem’ her yanında peykânın görüp
Bend ü zindân-ı gam ü mihnetten olmuştum halâs
Âh kim düştüm yine zülf ü zenahdânın görüp
Ey Fuzûlî bunca kim tuttun nihan hâl-i dilin
Âkibet fehm etti el çâk-i giribânın görüp
(Fâ i lâ tün fâ i lâ tün fâ i lâ tün fâ i lün)


30 Mart 2024 Cumartesi

Muhtarlık




Emmimoğlu aradı, telaşlı bir ses ile
Muhtar adayıyım ben, herkese ilet dedi.
Kalmasın yurt dışında tek bir akraba bile
Herkesi bekliyorum bendendir bilet dedi.

Senin o Belçika’lı gelini de kandır gel
İş yerinden İtalyan şefini de bindir gel
Bu kutsal bir dava de, herkesi inandır gel
Sana güveniyorum bu işi hallet dedi. 

Siz bu kutsal davanın kutsal neferisiniz 
Sizler haçlıya karşı haçlı seferisiniz 
Siz köyün geleceği azmin zaferisiniz
Sizdeki dik duruşu görsün bu millet dedi.

Rakipler görsünler bi, nasıl bizim aile 
Eğer ki kaybedersek yıkılır bu son kale
Ya bir de kazanırsak değme keyfime hele
Çatlasın karşımdaki şu dünkü velet dedi.

Kabakçı der, emmoğlu, abartıyorsun sanki
Alt tarafı muhtarlık, sen uçmuşsun inan ki
Tamam maaşı güzel, gerisi her zamanki
Şu iddiası yok mu, en büyük illet dedi.

Hakiki Kabakçı

2024 Türk Dünyası Kültür Başkenti İçin “Kadim Anev Medeniyeti” Konferansı ve Forumu

 


Anev 2024 Türk Dünyası Kültür Başkenti açılışının ardından 27 Mart 2024 tarihinde Türkmenistan Kültür Bakanlığı, TÜRKSOY, Uluslararası Türk Akademisi ve Türk Kültür ve Miras Vakfı katkılarıyla “Kadim Anev Medeniyeti” uluslararası konferansı düzenlendi.

Konferans öncesinde katılımcılara, Ahal Vilayeti Anev şehri Medeniyet Evinin önünde Türkmenistan tarihi ve kültürünü yansıtan gösteri sunuldu. Türkmenistan ülke yönetiminin Türkmen halkının kültür ve sanatına verdiği önem vesilesiyle her gösterinin bir bayram coşkusuna, festival havasına büründüğü kültürel etkinliklerin bir örneğiyle karşılaşan yabancı ülke temsilcileri, kendilerine gösterilen misafirperverlikten memnun kaldılar.

Medeniyet Evi önünde sergilenen dans, müzik, şarkı ve monolog örneklerinin ardından protokol üyeleri ve katılımcılar ayrı ayrı stantlarda yer alan Türkmen el sanatlarına ilişkin ürünleri inceleme fırsatı yakaladılar. Daha sonra Medeniyet Evinin içerisinde yer alan müzeyi de ziyaret eden konferans iştirakçileri Türkmenistan bölgesinde bulunan arkeolojik eserlerle yakından tanıştılar.

Anev şehrinin tarihi ve arkeolojik önemine ilişkin çeşitli sunumların yapıldığı “Kadim Anev Medeniyeti” uluslararası konferansın açılışında konuşan TÜRKSOY Genel Sekreteri Sultan Raev, Türk kültür tarihi ve medeniyetinde kadim Türkmenistan’a ve onun önemli bir kültür havzası olan Anev’e özel bir parantez açılması gerektiğini belirtti. 

Türkmenistan’ın başkenti Aşkabat yakınlarındaki Anev bölgesindeki kazılarda ortaya çıkmış kadim Anev kültürünün, geçmişin derinliklerinden günümüze taşınan zengin bir mirası ifade ettiğini vurgulayan Sultan Raev, “Eşsiz zenginliği ile günümüzde birçok kişinin hayranlıkla takip ettiği Anev kültürünün kökleri Hititler, Frigler, Lidyalılar gibi eski Anadolu medeniyetlerine dayanır. Sonrasında da gelen medeniyetlerin etkisiyle Roma, Bizans gibi kültürler var olmuştur.  Sonrasında İslam ve Osmanlı İmparatorluğunun etkisiyle bu coğrafyanın kültürel dokusu daha da zenginleşmiştir. Anev kültürünün zenginliğinin geçmişinde işte böyle bir kültürel alışveriş yatmaktadır.

Tarihî İpekyolu üzerinde yerleşen ve son derece önemli bir coğrafyada yer alan Anev bu yüzden tarihin her döneminde dünya uygarlığının beşiği olmuştur. Doğu ve Batı medeniyetlerinin etkileşimi ile evrensel boyut kazanan bu şehir sadece Türk kökenli boylara değil, birçok farklı medeniyetlere ev sahipliği yapmıştır. Böyle bir zengin medeni mirasa sahip olan kadim Anev şehrinin günümüzde dünyaya tanıtılması TÜRKSOY’un en önemli misyonudur.” diye konuştu.

Konferansta Türk Dili Konuşan Ülkeler Parlamenterler Meclisi (TÜRKPA) Genel Sekreteri Mehmet Süreyya Er, Türk Akademisi Başkanı Prof. Dr. Şahin Mustafayev, Türk Kültür ve Miras Vakfı Genel Başkanı Aktoti Raimkulova birer konuşma yaptı.

Türk coğrafyasının basın yayın kuruluşlarının ilgi odağında olan forumun açılış konuşmaları Türkmenistan Bakanlar Kurulu Başkan Yardımcısı Mehricemal Mammedova, Uluslararası Türk Kültürü Teşkilatı (TÜRKSOY) Genel Sekreteri Sultan Raev, Montreal Ticaret Yüksek Okulu Uluslararası İlişkiler ve İşbirlikleri Ofisinden Prof. Dr. Javad Mottaghi, “ITAR– TASS” Genel Müdür Yardımcısı Mikhail Gusman, Rusya Ulusal Televizyon Kanalı Russia 24’ün Orta Asya Muhabiri  Robert Frantsev, İslam İşbirliği Teşkilatı Üye Ülkelerinin Haber Ajansları Birliği Genel Müdürü Mohammed Bin Abd Rabbo Al– Yami, Avrupa Yayıncılık Birliği Eğitim İşleri Daire Başkanı Frédéric Frantz, “Yeni Medya Ağları” adlı platformun kurucularından, ünlü film yapımcısı Akim Mogaji ve Moskova Devlet Üniversitesi, Cumhurbaşkanlığı Akademisi ve Moskova Devlet Uluslararası  İlişkiler Enstitüsü Öğretim Üyesi, RT Televizyon Kanalı Protokol ve Dış İlişkiler Müdürü Anna Belikova tarafından gerçekleştirildi.

TÜRKSOY  İletişim ve Bilişim Daire Başkanı  Salim Ezer’in moderatörlüğündeki “Medya Yoluyla Birlik: Türk Dünyası’ndan Bakış Açıları” başlıklı oturumda TRT Genel Müdür Yardımcısı Hasan Öymez, TRT Avaz Genel Koordinatörü Sedat Sağırkaya, Özbekistan Millî Medya Birliği Başkanı Kudratkhuja Sherzodkhon, Moskova Devlet Üniversitesi, Rusya Cumhurbaşkanlığı Akademisi ve Moskova Devlet Uluslararası İlişkiler Enstitüsü Öğretim Üyesi, “Şarkşinaslar Kulubü” Kurucusu, RT Televizyon Kanalı Protokol ve Dış İlişkiler Müdürü Anna Belikova, Türkmenistan Bilimler Akademisi Mahtumkulu Dil Edebiyat ve Ulusal El Yazmaları Enstitüsü  Modern Türkmen Dili ve Tarihi Bölümü Başkanı Ogulnabat Gochova’nın moderatörlüğünde “Mahtumkulu Firaki’nin Yaratıcılığı ve Dünya Edebiyatı Üzerindeki Etkisi” konulu oturumda Türkiye Cumhuriyeti «Türkmeneli TV» Müdürü Mehmet Hanefi Uzunçam, Kırgız Cumhuriyeti Gazeteciler Birliği Başkanı Abdıkadır Sultanbayev, Kazakistan Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı'na bağlı "Teleradiocomplex" Yöneticisi Aldan Nagashybek, Özbekistan Cumhuriyeti Celaleddin Menguberni Vakfı Başkanı, Tarih Bilimleri Profesörü Bekzod Abdurahimov,
Montreal Ticaret Yüksek Okulu Uluslararası İlişkiler ve İşbirlikleri Ofisinden Prof. Dr. Javad Mottaghi’nin moderatörlüğünde gerçekleştirilen “Haberler, İnternet Siteleri, Yapay Zeka – Sosyal Ağların Gelişimi ve Rolü” konulu oturumda Avrupa Yayıncılık Birliği Eğitim İşleri Müdürü Frederic Franc, “ITAR– TASS” Genel Müdür Yardımcısı Mukhail Gusman, Rusya Uluslararası Televizyon ve Radyo Şirketi "MİR" Eğitim Departmanı Başkanı İrina Kuzminskaya, “Big Asia” Medya Şirketi Genel Müdürü Aleksandr Lebedev,
“Yeni Medya Ağları” adlı platformun kurucularından, ünlü film yapımcısı Akim Mogaji’nin moderatörlüğündeki “Filmlerin Televizyon Üzerine Etkisi” konulu oturumda ise Özbekistan Cumhuriyeti Sinematografi Ajansı Genel Müdür Yardımcısı Shukhratulla Rizaev, Uluslararası "Altın Şövalye" Film Forumu Temsilciliği Başkanı Dali Okropiridze, Büyük Britanya "New Media Design" adlı şirketin Müdürü İlhami Ümit Erzurumlu bildirilerini sundular.

Forum Sonuç Bildirisi’nin okunmasının ardından aile fotoğrafının çekilmesiyle sona erdi.

Haber: Milli Güç

Mustafa Nejat Sefercioğlu (Seferî) - Gazel (Kalmaz)

 


Dert etme letâfet gül-i gülzâra da kalmaz
Güller sökülür gül bahçesi hâra da kalmaz
Vuslat gözeten bülbül-i şeydâ keder etme
Gül soldumu gör vuslatı ısrâra da kalmaz
Bülbül bilemez goncaların var mı vefâsı
Ol gonca dehen bülbül-i zâra da kalmaz
Hiç gam yeme âşık boş yere hüsrâna kapılma
Bir gün bu güzellik solacak yâra da kalmaz
Gül çehreyi sarmış o siyah saçları yârin
Aldırma gülün goncası mâra da kalmaz
Hep yok yere dil dökmede cânâna o iblis
Kavlinde sebat etmez o ağyâra da kalmaz
Davran Seferî aşkını deryâlara anlat
Bir gün bu rivâyet biter eş’âra da kalmaz.
(İstanbul, 24.09.2023)

29 Mart 2024 Cuma

Mahir Ünlü - Buhârâ-yı Şerîf (Şerefli Buhara)

 


Buhara’ya Taşkent’ten karayoluyla gitmek meşakkatli fakat keyif vericidir. Meşakkatlidir çünkü Özbekistan’da yaz ayları sıcak geçer. Güneş insanı kavurur. Keyif vericidir, sebepleri saymakla bitmez: Yolda karşılaşacağınız dost insanlar, Semerkand’dan geçecek olmanız, mübarek topraklara ve yüce makamlara çilesiz erişilemeyeceğine olan inancınız… İsterseniz uçakla da gelebilirsiniz ama karayolunun zevki başka. Ne de olsa insan ayağının yere bastığını hissediyor.

Mahir Ünlü - Kitap Tanıtım Yazıları Nasıl Yazılmalı

 

Kitap tanıtım yazısı yazarken ilk aklımıza gelen kitapta karar kılmamız sağlıklı olmaz. Birçok kitabı gözden geçirerek yayın tarihlerini, daha önce tanıtılıp tanıtılmadıklarını öğrenmeli, ilgi alanımıza girip girmediğini, o kitap türünün bize uygun olup olmadığını, kitabı tanıtabilecek donanıma sahip olup olmadığımızı tartmalıyız. Adı her yerde geçen popüler kitapları seçmemiz de doğru olmaz. Çünkü onları tanıtan zaten çoktur. Mühim olan çarşıdaki Yusufları toplamak değil, kuyudan Yusuf’u çıkarmaktır.

Yazımızı yazmadan önce yazımızın ana fikrini belirlemeli, kitabı hangi yönleriyle tanıtacağımızı belirlemeli, yazımızın ayrıntılı bir planını hazırlamalıyız.

Yazı, tanıtım yazısını yazan kişiye ait özgün bir açıyı sistemli ve tutarlı olarak dile getirmelidir. Bu açı, tanıtım yazısı yazanın kitabın bütünü karşısındaki konumunu yansıtmalıdır.

Tanıtım yazısının odağında yazar değil, eser olmalıdır. Ancak, yazarla ilgili bazı biyografik bilgilere ve edebi çevresi ile ilgili kısa hikâyelere de yer vermeliyiz. Yazarın hayatı ve eserlerinden söz ederken güvenilir kaynaklara başvurulmalı, gerekli bilgiler tam ve doğru olarak aktarılmalıdır. Eserin ve yazarın adı metinde ara sıra tekrarlanmalıdır.

Kitap değerlendirme yazısının başlığı önemlidir. Bu durumda editörlere büyük iş düşmektedir. Yazıyı en iyi ifade edecek bir kelime veya kelime grubu başlık olarak seçilmelidir. Başlığın ilgi çekici olması okuyucunun dikkatini daha fazla çeker. Kitabın çeviri olması durumunda orijinal adı da mutlaka verilmeli, çeviriyi kimin yaptığı belirtilmelidir. Hatta kitabın künyesi detaylı bir şekilde verilmelidir.

Kitabın ana fikri veya teması birkaç cümle ile verilmelidir. Bölümlere, bölümlerde neler anlatıldığına değinilmelidir. Kitabın teknik yönü ile ilgili bilgilere kısaca değinilmelidir. Okuyucuda merak uyandıracak kısımlar üzerinde durularak belirtilmelidir. Tabii tanıtmaya çalışırken kitaptaki her şeyi verip okuyucuda "kitabı okumasam da olur" intibaı da uyandırmamak gerekir…

Tanıtım yazısı, kitap özeti değildir; ancak, bazı özet bilgilerine de yer verilmelidir. Yazıda kitabın bütününü temsil etme yolunda bir gayret olmalıdır. Eserin hangi bölüm ya da alt başlıklardan oluştuğu belirtilebilir, ama hepsini saymak gerekmez. Yazının temel yaklaşımına göre bazı bölümler ve mısra veya paragraflar öne çıkarılmalıdır. Bunların bütünü ne ölçüde temsil ettiği dikkate alınmalıdır. Kitabın tek bir bölümü ya da paragrafı üzerine yoğunlaşmak hakkaniyetli olmaz. Kitabın baskı kalitesi ve kapak tasarımı ile ilgili görüşler özellikle verilmelidir. Kitap yazma, mizanpaj, kapak tasarımı ve hatta ciltleme birer sanat işidir. Sanat ise her türlü detayı önemsemeyi gerektirir. Kitap ile ilgili olan iş çirkin olmamalı. Kitap tanıtım yazılarını sonuçta yazarlar ve yayınevlerinin sahipleri de okuyordur. Neşrettikleri kitap ile ilgili eleştirileri görmeleri daha sonra neşredecekleri kitaplar için daha dikkatli olmalarına vesile olabilir.

Kitap tavsiye ediliyorsa tanıtımı yapılan kitabın neden okunması gerektiği kısmına özellikle vurgu yapılmalıdır: Bir kitabın neden okunması gerektiği bilinirse o kitabın tanıtım yazısı da kitabın kendisi de o kadar çok okuyucu bulur. Neden okunmalı kısmı bir paragraf ile anlatılabileceği gibi finalde bir cümle ile de verilebilir.

Okuyucunun, kitabın özgün dili ve üslubu konusunda fikir sahibi olabilmesi açısından tanıtılan eserden çeşitli alıntılar yapmak zorunda kalabiliriz. Ancak alıntılarda seçici olmalı, peş peşe uzun alıntılardan kaçınmalıyız. Kitaptan bir veya iki parça altını çizdiğimiz cümlelerin alınması yazıya zenginlik katabilir. Fakat bu hususta telif haklarına ve özellikle yazarın hakkına riayet etmek lazımdır. İyi veya kötü bir cümle bile olsa alıntı yaptığımız kısmı sayfa numarasıyla belirtmek zorundayız.

Kitap tanıtım yazısı yazarken kitabın türünden ve alanından söz etmeyi ihmal etmemek gerekir. Öte yandan, metinde bahsedilebilecekler konusunda bir sınırlama yoktur. Kapağından dizgisine, baskısından üslubuna kadar eserin her yönünden söz edilebilir.

Tanıtmaya çalıştığımız kitabı şahsi, fikri veya siyasi sebeplerle araç olarak kullanılmamalı; görüşlerimizi okuyucuya aktarmak için bir vesile kabul edilmemeli; kitabın sınırlarının ve tanıtım amacının dışına çıkılmamalıdır.

Değer ve duyguların anlatımında aşırılıklardan sakınılmalıdır. Abartılı övme ve yermeler, yazının ve hatta tanıtım yazısını yazan yazarın güvenilirliğini sarsar. Aşırı beğenme ve özdeşleşme sebebiyle anlatımımızı yazarınkine benzetmekten de kaçınmalıyız.

Tanıtım yazısı yazarken her paragrafta kendimizi önce eserin yazar veya şairinin yerine koymalıyız: “Böyle bir tanıtım yazısı bizim hakkımızda, eserlerimiz hakkında yazılsa kendimizi nasıl hissederdik?” sorusunun cevabını verdikten sonra sıra okuyucunun yerine geçmek olmalıdır: “Bu yazıyı okuduktan sonra eser hakkında ne kadar bilgi sahibi oluruz?”, “Okuyucu bu yazımızı ve eseri okuduktan sonra eser hakkında bizimle aynı düşüncelere mi sahip olurdu?” sorularının da cevabını kendimize vermeliyiz.

"Her şeyin sonunu düşünen kahraman olamaz" demişler. Benim gibi her şeyin detaylarını düşünürseniz korkarım ki bir yazınız bile olmayacak. Siz siz olun yine de bu kurallara azami ölçüde uyun. Varsın çok değil az yazınız oluversin. Böylece yazılarıyla geçinen bir yazar olup aç kalma tehlikesinden de kurtulursunuz.

Buraya kadar her şey tamamsa tanıtım yazımız hazır demektir.

Mahir Ünlü - Edebi Eser ve Tenkit

 

Edebiyatı anlamak için önce “edeb” nedir bilmek gerek. Sonra “âdâb” öğrenmeli.  Bunları bilmeden edebi eser meydana getirmek elbette mümkündür ama edep erkân bilmek bambaşkadır.

Bir dilde en güzel üslupta meydana getirilmiş sözlü ve yazılı eserlerin tümüne edebi eser denir. Bunların kendi türlerinde en etkin olup da kendi çağlarını en iyi temsil eden ve zamanla unutulmayan örneklerine şaheser adı verilir.

Yunus Emre’nin ve Fuzuli’nin şiirleri ile Dede Korkut Kitabı edebiyatımızın şaheserleri arasındadır. Homeros’un İlyada’sı, Mevlana’nın Mesnevisi, Shakespeare’in Hamlet’i dünya çapında şaheserlerden birkaçıdır.

Bilindiği gibi san’at yoluyla insanlar medenileşir, düşünce ve duygular arasında yakınlıklar kurulur. Edebiyat ise güzel sanatlar arasında ifade ve tesir sahası en geniş olanıdır.

Milletler için eski ve yeni bütün edebi eserlerinin tanınıp sevilmesi önemlidir. Bir milletin eserlerinin başka milletlerce tanınmasından önce kendi fertlerinin tanıması gerekir. Kendi değerlerinden habersiz insanların meydana getirdiği topluluklara millet demek mümkün ise de o topluluklar bunu hak etmezler. Sözün kısası; edebi eserlerimiz ve bilhassa bunlar arasındaki şaheserler milletin aklı başında, imkânı olan her ferdi tarafından okunmalıdır.

Edebi eser, edebiyat tarihi ve tenkit metodu ile incelenir. Edebiyat tarihi ve tenkit birbirinin ayrılmaz parçalarıdır. Tenkit süzgecinden geçmemiş bir edebiyat tarihi, tezkirecilikten öte gidemez. Tenkit hem bugünkü eserleri inceler, eksiklerini ortaya koyar; hem de geçmişin ve bugünün edebi eserlerinin edebiyat tarihinde nasıl anılacağını, nasıl anlatılacağını belirler.

Edebiyatımızın ve edebiyat tarihimizin daha iyi anlaşılabilmesi için güçlü münekkitlere ihtiyacımız var.

Mahir Ünlü - Eski Yazı

Dil bir milletin kültürünün meydana gelmesinde, yaşatılmasında ve gelecek nesillere miras olarak bırakılmasında en önemli bir araçtır. Bir dile müdahale etmek, onu anlaşılmaz kılmak, eski ve yeni nesilleri yahut aynı dili konuşan ve farklı yerlerde yaşayan akraba toplumları anlaşamaz hale getirmek -hangi niyetle olursa olsun- o millete yapılacak bir kötülüktür.


20. Asrın başlarında Türk dünyası İngiliz, Rus, Çin, İran ve Balkan ülkelerinin hâkimiyetine girmiş; Anadolu ve Doğu Trakya’dan ibaret bir Türkiye Cumhuriyeti dışında bağımsız Türk yurdu kalmamıştı. Bu kötüye gidişin ilk adımı on sekizinci asrın sonuna doğru Kırım’ın kaybedilmesiydi.

Genç Türkiye Cumhuriyeti ihtiyatla dışa kapanmışken Rus hâkimiyetindeki bazı Türk toplulukları Latin alfabesini kabul etmişlerdi. Türkiye Cumhuriyeti de Karahanlılardan itibaren Arap alfabesine bazı ilave harflerle kullanılan alfabeyi terk ederek Latin alfabesini kabul etti. Biz Latin alfabesini kabul edince tarihin gördüğü en büyük zalimlerden Stalin, kardeş toplulukların her birine farklı Kiril alfabeleri dayatmış ve alfabe ile başlayacak olan kültürel bağlarımızı kesmişti. Dilimize her gün yeni kelimeler uydurarak biz de Stalin’in açtığı yaranın üstüne tuz serpmiş, kardeş topluluklarla dil bağımızı koparma yoluna girmiştik.

Bu alfabenin kabul sebeplerinin başında Avrupa medeniyeti ile uyum sağlamak geliyordu. Ancak Türk topluluklarının bu alfabeyi kabul etmesi de sebepler arasındaydı. Yalnız bu alfabenin Türkçede var olan seslerin hepsini karşılamadığı gerçeği üzerinde yeterince durulmamış, üç farklı “h” sesi bir işaretle ifade edilmeye çalışılmıştı. İki “k” sesine de bir işaret düşmüş, “ng” sesi ise tamamen yok edilmişti. Bu seslerin ve diğerlerinin eksik oluşu yüzünden bağımsızlığını kazanan kardeş ülkelerle ortak bir alfabede buluşmamız mümkün olmadı ve olmayacak gibi görünmektedir. Zira, değişim için kabul edilen mevcut alfabeye yeni harfler eklenmesine bile ideolojik bakışla karşı çıkacak yüzlerce yarı aydınımız mevcuttur.

Bir yandan alfabe değişikliği, bir yandan da “öztürkçecilik” adı altında dilde sadeleşmenin yerini alan uydurmacılık akımı bir yandan nesiller arasında kopmaya yol açmış, kütüphanelerdeki eserler ve arşiv belgeleri okunamaz olmuştu. Yalnız yeni nesil eskileri anlamaz olmakla kalmamış; çeşitli ülkelerdeki Türk topluluklarıyla Türkiye arasındaki dil bağı da kopma noktasına gelmişti.

Türkiye Cumhuriyeti alfabe ve dil değişikliği ile eskiden tamamen kopma politikası takip ederken eski başkentindeki birçok mimari eseri yok etmiş, arşivlerini bile hurda kâğıt olarak satmaya girişmişti. İşte bu sebepledir ki şair:

Heykelleri dağlar kesilip ufku yaranlar,

Ecdadı kabirsiz uyuyan bir yeri görsün.

Efsanesi kaybolsa kıyamet koparanlar,

Tarihi okkayla satan elleri görsün.

Bir şeyin tanınması için öncelikle tanımının çok iyi yapılması gerekir. Onun için Osmanlıcanın ne demek olduğunu anlamak için tanımının iyi yapılması gerekiyor. Ayrıca Osmanlıca mı, Osmanlı Türkçesi mi yoksa babalarımızın dediği gibi "eski Türkçe" veya “eski yazı” mı diyeceğiz? Hangisi daha doğru?

Arap harfleriyle Türkçe yazan yalnız Osmanlı devleti vatandaşları değildi. Karahanlılar, Gazneliler, Selçuklular, Anadolu Selçukluları, Anadolu beylikleri, Timuriler, Baburiler, Şeybaniler, Kırım Hanlığı, Herat Hanlığı, Hive Hanlığı, Hokand Hanlığı, Buhara Emirliği, Safevi devleti, Gümülcine Türk Cumhuriyeti, ilk Azerbaycan Cumhuriyeti bu alfabeyle yazıyorlardı. Bugün hala Çin hâkimiyetindeki Uygurlar, Afganistan’daki Türk toplulukları, İran sınırları içindeki Türk toplulukları bu alfabe ile Türkçe yazmaktadırlar. Uygurların ve İran hâkimiyetindeki Güney Azerbaycan’ın, Afganistan sınırları içinde yaşayan Özbeklerin veya Kırgızların diline veya alfabesine “Osmanlıca” demek ne kadar doğrudur?

Peki, nedir Osmanlıca? Osmanlıca Türkçeden ayrı bir dil midir? Edebi Türkçe midir? Bazılarının dediği gibi Türkçenin İslâmileştirilmiş hali midir? İslâm harfleri ile yazılan bir Türkçe midir? Günümüz Türkçesini İslâm harfleri ile yazdığımız zaman Osmanlıca mı olur? Bizim öğretmeye çalıştığımız "Osmanlı Türkçesi veya "Eski Türkiye Türkçesi"dir.

Öncelikle şuna karar vermeliyiz: Osmanlıca bir dil midir yoksa bir alfabe meselesi midir? Elbette bir alfabe, geçen asırlardaki dil bilgisi kurallarımız ve kelime hazinesidir.
Bin yılı aşkın bir süre içinde Türk - İslâm tarihinin, kültürünün, medeniyetinin, biliminin, felsefesinin oluşturduğu, Arap harflerini alfabe olarak kabul etmiş bir milletin geçmişi yalnız Osmanlı olamaz. “Eski Türkçe” ifadesi dil bilimi veya Türkiyat ile uğraşanlar için çok eski devirleri (Hun, Köktürk, Uygur vb.) ifade etse de halk ağzında Arap harfleriyle yazılan Türkçenin adıdır.

Şimdi bir yol ayrımına geldik. Daha önce Edebiyat fakültelerinde okutulan bu eski alfabenin liselerde mecburi ders olarak okutulup okutulmayacağını tartışıyoruz.

Önce meseleye derinden girip geriye doğru gelelim: Latin alfabesinden vazgeçip eski harflere dönülür mü? Latin alfabesini kabul edince nasıl çocuklarımız “ecdadının mezar taşlarını okuyamaz” hale gelmişse, bu varsayımın gerçekleşmesi de aynı neticeyi doğuracaktır. Alfabe değişimiyle nasıl kütüphanelerimiz ve arşivlerimiz okunamaz hale gelmişse aynı kısır döngü bir kez daha tekrarlanacaktır. Kısacası bu imkânsızdır. Eski yazı arşivler, kitaplar ve kitabeler uzmanlar tarafından okunmaya devam edecektir.

Eski yazımızın liselerde mecburi ders olarak okunması nasıl olur? Bu konuya ideolojik değil, pedagojik olarak yaklaşmalıyız. Elbette her genç ana dilinin ve en az bir Türk lehçe veya şivesinin yanında bir veya birkaç yabancı dil; Latin menşeli Türk alfabesinin yanında da eski yazımızı ve hatta Kiril alfabesini de öğrenmelidir.

Mevcut İmam Hatip liselerinde Arap alfabesi ve Arapça öğrenen gençlerin, hiç olmazsa matbaanın ülkemize girişinden sonra basılan eserleri okuması elbette uygun olacaktır. Birçok dini ve tasavvufi eseri okumak onların ufkunu açacaktır.

Sosyal Bilimler liselerimiz de geleceğin edebiyatçılarını, tarihçilerini, mülki idare görevlilerini yetiştireceklerse onların da matbaanın ülkemize girişinden sonra basılan eserleri, kitabeleri hatta arşiv belgelerini okuyabilmeleri faydalı olacaktır.

Akademik liselerde (Anadolu liseleri ve Fen liselerinde) Fizik, Matematik, Kimya ve Biyoloji ağırlıklı dersler okuyan gençlerin “Eski Yazı” dersini seçmeli olarak almaları mümkün olabilir. Mecburi olması gençleri müspet ilimlerdeki hedeflerinden geri bırakabileceği için uygun değildir. Mesleki ve teknik liselerimizde ise atölye ve meslek derslerinin yükü yeterince ağırdır. “Eski Yazı” dersini bu okullarda seçmeli ders olarak bile okutmayı düşünmemek lazımdır. Bu okullardan da istekli gençler çıkarsa Halk Eğitimi Merkezlerinde “Eski Yazı” kurslarına devam edebilirler.