24 Temmuz 2024 Çarşamba

Gevheri

 


Doğum yeri ve tarihi belli değildir; her iki hususta da farklı görüşler ileri sürülmüştür. M. Fuad Köprülü, Kırım Hanı Selim Giray’a yazdığı bir methiyeden dolayı şairin Kırımlı olduğunu; Saim Sakaoğlu ise İstanbullu olması ihtimalinin daha kuvvetli olduğunu söylemektedir. 

XVII. yüzyılın ikinci yarısında şöhret kazanan Gevherî’nin aynı yüzyılın ilk yarısının sonlarına doğru dünyaya geldiği kanaati yaygındır. Ancak onun saz şairi Kâtibî ile çağdaş olduğunu, daha geç bir tarihte doğduğunu söyleyenler de vardır.

Gevherî’nin adı da tartışma konusudur. Bir şiirinde geçen, “Gevherî ta‘birdir Mustafa ismim” mısraından adının Mustafa olduğu anlaşılmaktadır. Sakaoğlu ise  şairin gerçek adının Mehmed olduğunu kesin bir dille ifade etmektedir.

Gevherî ile ilgili öncekilerden farklı bazı bilgiler Nihad M. Çetin tarafından ortaya atılmıştır. Çetin, Gevherî’nin Amasya’nın Gümüş kasabasında bulunan gümüş madeninde maden eminliği görevini yürüttüğünü, yakın zamana kadar şairin Saray adını taşıyan konağının Amasya’nın Gümüşhacıköy ilçesinde bulunduğunu ve kendi annesi tarafından dedesi Gevherîzâde Abdülvehhâb Efendi’nin de Gevherî’nin torunu olduğunu söylemektedir. Ayrıca Gevherî’nin adının kesin olarak Mustafa olduğunu ileri süren Çetin, şairin divanının dedesi Abdülvehhâb Efendi’ye intikal ettiğini, ancak daha sonra Sivas’ta satıldığını belirterek birinde “Gevherî” adının ve 1260 (1844) tarihinin yer aldığı üç mührün de klişelerini yayımlamıştır. Ancak 1260 tarihini taşıyan mührün, XVIII. yüzyılın ilk yarısında öldüğü kabul edilen Gevherî’ye ait olması mümkün görünmemektedir. Nihad Çetin, yine dedesi Abdülvehhâb Efendi’nin verdiği şifahî bilgilerden hareketle Gevherî ve Gevherî’nin oğlu Ahmed Efendi’nin Merzifon’da Abdürrahîm-i Rûmî Türbesi’nin hazîresinde medfun olduklarını belirtmektedir. Bu yeni bilgiler ikinci bir Gevherî’nin varlığını düşündürecek mahiyettedir.

Genellikle kabul edildiğine göre Gevherî IV. Mehmed, II. Süleyman, II. Ahmed ve II. Mustafa devirlerini gören şair ve hattat Mehmed Bahri Paşa’nın divan kâtipliğini yapmış, görevli olarak bir süre Şam ve Bağdat’ta bulunmuştur. İyi bir medrese tahsili gördüğü ve hayatının daha çok İstanbul’da geçtiği söylenebilir. İki manzumesinden hareketle şairin IV. Mehmed’in 1663 ve 1683 yıllarındaki Avusturya seferlerine katıldığı belirtilmekteyse de onun bu seferlere katılmadığını, seferlerin başarıyla sonuçlanması yolundaki temennilerini dile getirmek için bu manzumelerini İstanbul’da yazdığını kabul etmek gerçeğe daha uygun görünmektedir. Gevherî’nin bir ara Rumeli serhadlerinde de bulunduğu ve Eğri Kalesi alay beyi olan büyük babası Ahmed Ağa’ya şehâdetinden dolayı Eğri’de bir mersiye yazdığı, İbrâhim Naîmüddin’in Hadîkatü’ş-şühedâ adlı eserinde kayıtlıdır. Gevherî’nin gezgin saz şairi olmadığı, ancak zaman zaman resmî görevleri sebebiyle İstanbul dışına çıktığı şiirlerinden anlaşılmaktadır.

M. Fuad Köprülü, şairin hayatının son yıllarına doğru yazdığı tahmin edilen bir koşmasında geçen, “Bin yüz yirmi yedi üstüne tarih” mısraından hareketle bu tarihten (1715) kısa bir süre sonra öldüğünü belirtmektedir. Aynı manzumeye başka bir cönkte rastlayan Hikmet Dizdaroğlu ise manzumenin son dörtlüğünde yer alan, “Sene bin yüz elli yazıldı târih” mısraına dayanarak şairin bu tarihten (1737) sonra öldüğünü kabul etmenin daha uygun olacağını söylemektedir. Bu tarihler Gevherî’nin -XVII. yüzyılın ilk çeyreğinde doğduğu kabul edilirse- yüz yıl veya daha fazla bir süre yaşadığını göstermekte, bunun kabul edilmesi ise pek mümkün görünmemektedir. Ancak bu farklı görüşlerden hareketle şairin XVII. yüzyılın ilk yarısının sonlarında doğduğu ve III. Ahmed devrinden (1703-1730) kısa bir süre sonra öldüğü kabul edilebilir.

XVII. yüzyıl Türk saz şiirinin büyük gelişmeler gösterdiği bir dönemdir. Oldukça güçlü saz şairlerinin yetiştiği bu yüzyılda Gevherî’den başka Karacaoğlan ve Âşık Ömer gibi şöhretleri günümüzde de devam eden isimler bulunmaktadır. Gevherî’nin şiirleri, XVII. yüzyılın ikinci yarısından XX. yüzyılın başlarına kadar Anadolu, Rumeli ve Azerbaycan’da sevilerek okunmuş, çeşitli mecmua ve cönklerde yer almıştır. Şiirlerini yazarken diğer saz şairleri gibi gelenekten faydalanan Gevherî vezin, kafiye ve şekil gibi dış unsurlardan ustaca faydalanmış, gördüğü eğitimin de etkisiyle şiirlerinde yazı diline oldukça yaklaşan, çağdaşı saz şairlerine göre ağır sayılabilecek bir Türkçe kullanmıştır. Koşma ve semâilerinde o dönemdeki halk Türkçe’sinin zenginlik ve incelikleri görülürken aruzla yazdığı divan, kalenderî, gazel ve müstezadlarda dilinin aynı derecede zengin olduğu söylenemez. Onun şiirlerinde görülen terkipler, yaşadığı dönemdeki diğer halk şairlerinde olduğu gibi divan edebiyatının etkisinde kalmasından ileri gelmektedir. Bu etki şairin sık sık kullandığı teşbih ve mecazlarda da kendini gösterir. Ancak divan edebiyatı nazım şekilleriyle yazmış olan diğer halk şairleri gibi Gevherî’nin şair kişiliğini de daha çok âşık tarzı şiirlerinde aramak gerekir.

Gevherî’nin şiirlerinde süratli, kontrolsüz ve kolay yazmaktan ileri geldiği tahmin edilen kusurlara sık rastlanmaktadır. Kafiyelerin zayıf oluşu, durak hataları ve ölçünün tam teşkil edilemeyişi bu hataların başlıcalarıdır. Bunların bir kısmının müstensihlerden kaynaklandığı kabul edilse bile çoğunun şaire ait olduğu muhakkaktır. Hece vezniyle yazdığı şiirler, çağdaşı olan Karacaoğlan ve Âşık Ömer’in şiirleriyle karşılaştırıldığında bu durum daha açık bir şekilde görülür. Aynı konuları tekrar edişi de Gevherî’nin bir diğer zayıf yönü olup bu husus divan şairlerinin halk şiirini hafife alarak tenkit etmelerine zemin hazırlamıştır. Bununla birlikte Gevherî kendisinden sonra yetişen pek çok şairi etkilemiş ve bunlar tarafından üstat kabul edilmiştir.

Bir iki şiiri dışında sosyal konulara pek yer vermeyen Gevherî’nin şiirlerindeki en önemli tema aşktır. Bu ana tema içinde sevgili, rakip, ayrılık, kader ve çile önemli bir yer tutar. Şair, iksir kadar önemli saydığı aşkın peşinde daima ebedî güzelliği aramıştır. Birçok şiirinde makamları bilerek kullanan şairin bestelenmiş şiirleri klasik Türk mûsikisi ve halk mûsikisi repertuvarı içinde yer almaktadır. Bunlar arasında Alâeddin Yavaşça tarafından şarkı formunda ve mâhur makamında bestelenen, “Elâ gözlü nazlı dilber” mısraı ile başlayan koşması ile yine aynı formda Ahmet Çağan’ın rast makamında bestelediği, “Ey benim nazlı cânânım” mısraı ile başlayan bir diğer koşması zikredilebilir.

Gevherî’nin şiirleri üzerinde başta M. Fuad Köprülü olmak üzere Sadettin Nüzhet Ergun ve Mehmed Halid Bayrı gibi birçok derleyici çalışmış ve pek çok şiiri ortaya çıkarılmıştır. Bir cönkte Gevherî’nin 300 kadar şiirinin bulunduğunu söylenmektedir. 

Ben güzelim deyü havadan uçma
İndirirler seni el yaman olur
Siyah kaküllerin gerdana saçma
Bad eser dağıtır yel yaman olur

Âşık Sümmâni

 


1860 (bazı kaynaklara göre 1862) yılında Erzurum ilinin Narman ilçesinin Samikale köyünde doğmuştur. Fakir bir ailenin çocuğu olan Sümmanî, hayatını çiftçilik ve çobanlık yaparak sürdürmüştür. Şiirleri hem sözlü hem de yazılı (cönkler) kaynaklarda yer almaktadır. Sümmanî’nin öğrenim durumu hakkında bilgimiz yoktur.

Bununla beraber şiirlerinden hareketle iyi bir öğrenim gördüğünü söyleyebiliriz. Pir elinden dolu (bade) içmiş âşıklarımızdandır. Rüyasında kendisine gösterilen Gülperi’yi bulabilmek için Kafkasya, İran, Kırım ve Afganistan’ı gezip dolaşmıştır. Sadece Doğu Anadolu Bölgesi’nin değil bütün Türkiye’nin önde gelen âşıklarındandır.

Sağlığında hikâye tasnif etmiş ve anlatmıştır. Anlattığı hikâyelerden bazıları Sümmanî ile ilgili olarak hazırlanan kitaplarda yayımlanmıştır. Bildiği rivayet edilen hikâyeler şunlardır: Kerem ile Aslı, Latif Şah, Sevdakâr Şah, Sümmanî ve Gülperi, Tufarganlı Âşık Abbas ve Gülgez Peri.

Sümmanî, Şubat 1915 tarihinde vefat etmiş olup mezarı köyündedir.

Gevheri - Sözün Bilmez Bazı Nâdân Elinden

 


Sözün bilmez bazı nâdân elinden
Edep ağlar erkan ağlar yol ağlar
Bülbülün feryadı gonca gülünden
Gülşen ağlar bülbül ağlar gül ağlar

İyiye hizmet et olasın iyi
Öter defler gibi sinemin neyi
Bu çarkın elinden el aman deyi
Geda ağlar sultan ağlar kul ağlar

Her kaçan cuş edip çağlasa seller
Açılır laleler sümbüller güller
Davulbaz çalınıp çalkanır göller
Şahin ağlar turna ağlar tel ağlar

Kamil olanların bellidir yeri
Yoluna koyarlar can ile seri
Hakkın didarını görenden beri
Gökler ağlar derya ağlar sel ağlar

Gevheri der dertli gönlümüz hasta
Armağan eyle gel canını dosta
Kimi abdal olmuş girmiştir posta
Aba ağlar hırka ağlar şal ağlar

Âşık Sümmâni - Ervahı Ezelde Levh-i Kalemde

 


Ervah-ı ezelde levh-i kalemde,
Bu benim bahtımı kara yazdılar,
Gönül perişandır devri alemde,
Bir günümü yüz bin zara yazdılar

Bulmadım şadlığın iradesini,
Çekerim bu gamın ziyadesini,
Herkes dosta verdi ifadesini,
Bizimkini ülüzgara yazdılar

Aşk benimle eyler daim kıyl-ü kal,
Daha sabretmeye kalmadı mecal,
Derdim taksimdara kıldım arzuhal,
Dedi neylim bahtın kara yazdılar.

Gönül gülşeninde har oldu deyu,
Hasretlik cismimde var oldu deyu,
Sevdiğim, sevdiğin pir oldu deyu,
Erbabı garezler yare yazdılar.

Dünyayı sevenler veli değildir,
Canı terkedenler deli değildir,
İnsanoğlu gamdan hâli değildir,
Her birini bir efkara yazdılar.

Nedir bu sevdanın nihayetinde,
Yadlar gezer yarin vilayetinde,
Herkes diyarında muhabbetinde,
Bilmem bizi ne civara yazdılar.

Kadrimi bilmeze eyledim minnet,
Derdimi artıran görmesin cennet,
Sarraflar verdiler yare bin kıymet,
Benim kıymetimi nere yazdılar.

Döner mi kavlinden sıdkı sadıklar,
Dost ile dost olur bağrı yanıklar,
Aşk kaydına geçti bunca âşıklar,
Sümmâni’yi derkenara yazdılar.



Reşat Nuri Güntekin - Acımak (Roman Özeti)

 


KİTABIN ADI

ACIMAK

KİTABIN YAZARI

REŞAT NURİ GÜNTEKİN

YAYIN EVİ

İNKILAP YAYIN EVİ

BASIM YILI

1999

1)KİTABIN KONUSU:

Küçük yaşta gördüğü kötü muamelelerden dolayı acıma duygusu olmayan bir öğretmeni anlatıyor.

2)KİTABIN ÖZETİ:

Zehra adında bir öğretmen çok acımasız bir karaktere sahipti.Öğrencilerine her zaman kötü davranıyordu. Bir gün babasının öldüğünü duydu.Babasının evine gitti.Fakat hiçbir şekilde üzülmüyordu. Babasını yanına gitmeden başka bir odaya geçti. Odada bulunan sandıktan babasının hatıra defterini buldu.Bu hatıra defterini okudukça babasına haksızlık ettiğini anlamaya başladı.Acıma duygusu olmayan Zehra öğretmen babasının geçmişte bulunduğu duruma acımaya başlamıştı. Annesinin babasına karşı haksızlık yaptığını anladı.Büyük bir üzüntüyle odadan çıkarak babasının bulunduğu odaya gider. Ve onun yüzüne örtülü olan çarşafı kaldırarak onu öper. Daha sonra Zehra öğretmen okuluna geri döner ve bir süre sonra orada evlenir.

Yakup Kadri Karaosmanoğlu - Ankara (Roman Özeti)


Eserin Adı                  :

ANKARA

Yazarı             :

Yakup Kadri KARAOSMANOĞLU

Yayın Evi                   :

İnkılap

Basım Yılı                  :

1982

1-)Eserin Konusu     :

Yakup Kadri KARAOSMANOĞLU’nun Ankara romanı ütopik bir romandır. Bu romanda yazarın özlediği, özlemini çektiği geleceğin Ankara’sı dolayısı ile Türkiye’sidir.

2-) Eserin Özeti         :

Kemalettin Kamu - Hazan Yolcusuna

 


Saçların yine solgun,
Bağrın elemle dolgun,
Nereye yolculuğun
Yeni bir gurbete mi?

Ben de bir kuru yaprak
Gibi seninleyim bak,
Zülfüne takılarak
Oldum gönül veremi

Gözlerim dolu melal,
Yüzün bir ince hilal,
Giderken beni de al
Beraberine emi?

Vasfi Mahir Kocatürk - Şairin Ölümü

 


Ne bir damla gözyaşı, ne yerde yaslı bir mum;
Hazin, loş odalarda ölümü sevmiyorum.
Bir çığ sesiyle nasıl inlerse bir uçurum
Benim öyle verecek kalbim son nefesini...

Titreyen dallarını açıp göklere kadar,
Hıçkıracak ney gibi sülün boylu kavaklar,
Talihimin göğsümde hapsettiği canavar
Derin çıtırtılarla kıracak mahpesini...

Ardımda binbir gönül, ıstırabımdan derin,
Matemini tutacak bir mukaddes kederin;
Ölümün gösterecek dünyaya ölümlerin
Hem en şereflisini, hem de en mukaddesini...

Gözlerim çektiğimi ifşa etmese bile
Kalbimden ayrılınca ruhum gelecek dile:
Yüzbin yıllık kâinat hummalı bir vecd ile
Dinleyecek ilk defa ıstırabın sesini...

Her gün bir parça daha fazla yalçınlaşarak
Bir uçurum olunca bana sevdiğim kucak,
Fırtınalı göklerden ölümüm andıracak,
Yıldırımla vurulmuş kartalın düşmesini...

Aruz Ölçüsü

 


Aruz ölçüsü, hecelerin uzun veya kısa, kapalı ya da açık oluşuna dayanan, hecelerin belli bir düzene göre sıralanarak ahengin sağlandığı nazım ölçüsüdür. İskender Pala’nın değişiyle ‘‘Çadırın ortasına dikilen direktir. Bir çadırı nasıl direk ayakta tutuyorsa divan şiirini de ayakta tutan en büyük unsur aruzdur.’’

23 Temmuz 2024 Salı

Oyhan Hasan Bıldırki - Başarı

 


"Dağ ne kadar yüce olsa da yol onun üstünden aşar.”
   

      Başarı, diken üstüne gül kondurmaktır.
      Başarı, elde etmek istediklerimize ulaşmak, kavuşmayı dilediklerimizle buluşmaktır.
      Başarı, mutluluktur.
      Ancak başarıya giden yol, türlü tuzaklar, dönemeçler, çakıllar ve dikenlerle kuşatılmıştır. Bu kuşatmayı yarabilmek için çeşitli çabaların, katlanacağımız sayısız özverilerin kapımızın önünde beklediğini unutmayalım. Kim ne derse desin, nasıl söylerse söylesin “unutmak”, vazgeçmek, geri çekilmek demektir. Vazgeçişler ve geri çekilişler, kayıp çizelgelerimize tek tek eklenecek olan “hayatımızın olumsuz resimleri”dir. Bu resimler çoğaldıkça, adına yaşamak da denilen periyle bizim aramızdaki bağların gevşediğini, ya da pamuk ipliğiyle birbirine bağlandıklarını görürüz. Şüphesiz böyle bir durum, insanı tükenişe götürür.
      Tükeniş, bizi sıradanlaştırır. Herkes gibi olan, içinde bulunduğu halkadakilerle arasında başkalıklar bulunmayan insan, ömrünün hiçbir döneminde “doyum noktası”na ulaşamaz. Elbette küçük becerilerle, tesadüfî ilişkilerle, aniden önümüze düşen fırsatlarla da başarıyı yakalamak, doyum noktasına erişmek mümkün. Ummadığınız bir anda kapınızı çalan, yolunuza çıkan bir arkadaşınızın yardımıyla “çözümsüz güçlüklerin kördüğümleri”ni sökebilir, “oh”lar çeker, ikincil başarılarla gurur duyarsınız. Ancak başarı sahnesinde başrole çıkamazsınız.
      Kurda sormuşlar; “Ensen niye kalın?” diye. O da cevaplamış: “Kendi işimi kendim görürüm de.” Öyle görülüyor ki bu kurt, hayatının başrolünü oynuyor. Çok karmaşık bir dünyada yaşadığımızı biliyoruz. Böyle bir dünyada yaşamak, başkalarının artıları ve eksileriyle karşılaşmak demektir. Şüphesiz bu artılar ve eksiler de, şöyle veya böyle bir biçimde, başarıya uzanan yolda kılavuzumuz olacaktır. Belki de bizi, “kendimiz olmak”tan çıkaracak, “kendi işimizi kendimiz görebilme isteği”nden de caydıracaktır. Hâlbuki tarih, düştükleri yola yalnız çıkanların hikâyeleriyle doludur.
      Başarı, “ateş yumağı.” Bu yumağı açmak bize düşüyor. Ancak ateşe dokunmak da güç. İlk anda bu güçlük, insanı yıldırıyor. İşte bu noktada, bedeli ne olursa olsun, yılgınlığa yakamızı kaptırmamak gerekiyor. Bunu başardığımız, daha doğrusu ilk adımı cesaretle attığımız an, sonrası kendiliğinden gelecek, “yumağın çilesi” çözülecektir. Çözülüş sırasında yumağı, kördüğüm haline getirmemek için, hedefimizi ortaya koymalı, “Nerede, neden, niçin, nasıl?” adımlarında neler yapacağımızı baştan plânlamalıyız. Öncesini ve sonrasını düşünmeden atacağımız adımlar, eninde sonunda bizi, başarısızlığın dikenli yollarına sürükleyecektir. O zaman da başarı denilen şey, ateş yumağı olarak karşımıza çıkacaktır. Hedefsizliğin verdiği yılgınlık, hangi işe başlarsak başlayalım, her seferinde de bize “yaka silktirecek”, hayatımızı toz duman edecektir.
      Yanılmalar, yanlışa düşmeler ve doğru sonuçlara ulaşmalarla başarının tadını alırız. Bu tat alışın temelinde, “öğrenme” var. Var ya, hemen burada bir incelik karşımıza dikiliyor: Bazılarının sandığı gibi; “Öğrenme eşittir başarı”, değil. Yani öğrenen başarıya ulaşır anlayışı yanlış. Hepimiz çarpım tablosunu ezbere biliriz. O tabloda yer alan bütün sayıları, tek tek veya katlayarak, hiç teklemeden sayabiliriz. Ama bu sayıların altında yatan gerçekleri, gündelik hayatımızda, işimizde gerektiği biçimde kullanamıyorsak, sonuç kötü olmaz mı?
      Böyle bir sonuç elde var birimiz olunca da söz konusu sayıları “sadece öğrenmiş” olarak kalırız, değil mi? Çevrenize şöyle bir bakın, öğrendikleri yabancı dilleri unutan, o dili bilenlerle konuşamayan sayısız insanla karşılaşırsınız. Hemen herkese fen bilimlerini de öğrettik fakat öğrendiklerini uygulamada hiç kimse yok değil mi? Sıraladığımız olumsuz örneklerin bize öğrettiği bir şey daha var. Demek ki öğrenme, başarıyı yakalamakta, daha doğrusu başarabilmekte ilk akla gelmesi gereken  “itici güç” olmuyor.
      O halde başarı dediğimiz “büyü” nedir?
      Başarı karşılaştığımız problemlerin çözümünü yapabilme, doğru sonucu bulabilme yeteneğidir. Bu yeteneklerini tez ayağa kaldırabilenler, hangi dalda, hangi alanda olursa olsun, daima başarı ipini göğüsleyebilirler. Onların dilinde yılmak, vazgeçmek, unutmak, kördüğüm olmuş tuzaklara düşmek gibi kavramlar yoktur. Onlar çıktıkları her yolda, hedefe kilitlenirler, elde ettikleri bütün başarılarıyla mutluluk içinde yaşarlar. Adına yaşamak denilen savaşın gözü pek, korkusuz savaşçıları, yaptıkları sonsuz yürüyüşün farkındadırlar. “Tay tay durma”ların sonunda, yürümek için atılan “ilk adım”lar, sevimli küçük yaramazları nasıl ayağa kaldırıp yerde sürünmekten kurtarıyorsa, başarı da hepimizi ayaklandırıyor, bize tükenmez mutluluklar yaşatıyor.
      Sözün özü başarı, yediveren gülü gibidir, bir açıldı mı, önüne geçemezsiniz. İster kişisel, ister kitlesel olsun başarı, hayatı bütünüyle kucaklayabilmek, onu doya doya yaşayabilmektir.
      Başarı sensin. İlk adımınla birlikte, korkusuz yürümelisin!

Hilmi Şahballı - Yürüyorum

Karlı dağların ardında
Yare doğru yürüyorum
Yunus'un feyiz aldığı
Yere doğru yürüyorum

Kah atlıyım kah yayayım
Hangi derdimi sayayım
Ben bu alemde rüyayım
Sırra doğru yürüyorum

Şahballı konmaz göçecek
Dünya fani ölüm gerçek
Kula şefaat edecek
"Er"e doğru yürüyorum.



Çolpan - Kar Koynunda Lale

 


Bir, iki, üç, dört... Beş;  beş... Altı! Yedi, sekiz, dokuz, on...

Küçücük, kırmızı iplerle süslü bezden top yolunu şaşırıp kaçtı, gidip aşağıdaki ağılın duvarına yaslanıp büyüyen şekerpare kayısı fidanına çarptı ve zıplayıp “şap” diye havuza düştü…

Kızlar hep birden:

— Vay! Canın çıkmasın. Havuza düştü işte, diye bağırıştılar. Topu tutmak için peşinden koşan Şerafet de havuzun yanında taş kesilip kalıverdi.

Aşık Osman Feymani - İyi İnsan Olalım

 


Madem gelmişiz cihana,
İyi insan olalım, gel.
Akıl fikir vermiş sana,
İyi insan olalım, gel.

İnsan diye isim vermiş,
Düşünen doğruyu görmüş,
Arif olan Hak'ka ermiş,
İyi insan olalım, gel.

Mektep, medresede tahsil,
Yapanlar ilime dahil,
Okumayan kalır cahil,
İyi insan olalım, gel.

Öğrenelim, öğretelim,
Fen denen sırra erelim,
Bilirsen kutsal evvelim,
İyi insan olalım, gel.

Çalışanlar yükselirmiş,
Bunu bana törem demiş,
İlk emir de “oku” imiş,
İyi insan olalım, gel.

Feymânî dünya bir handır,
Kimi canan kimi candır,
İnsan aleme sultandır,
İyi insan olalım, gel.

Aşık Osman Feymani - Nevruz Bizim Bayramımız



Altaylar’dan, Viyana’ya
Nevruz, Türk’ün bayramıdır.
İlan ediyom cihana,
Nevruz, Türk’ün bayramıdır.
Nevruz Bizim Bayramımız

Türk, cefaya katlanacak,
Muhabbetle tatlanacak,
İlelebet kutlanacak,
Nevruz, Türk’ün bayramıdır.
Nevruz Bizim Bayramımız .

Vurmasınlar yanlış aşı,
Nerde Türk var, Türk gardaşı,
Türk takviminin yılbaşı,
Nevruz, Türk’ün bayramıdır.
Nevruz Bizim Bayramımız

Tarihinden al haberi,
Türk isen gel, kaçma geri,
Ta Satık Buğra’dan beri,
Nevruz, Türk’ün bayramıdır.
Nevruz Bizim Bayramımız

Türk olan alsın nasibi,
O, bu yurdun öz sahibi,
Sinsin gibi, Cirit gibi,
Nevruz, Türk’ün bayramıdır.
Nevruz Bizim Bayramımız

Kem fikirler duysun hele,
Bunu böyle herkes bile,
Töreleşti kanun ile,
Nevruz, Türk’ün bayramıdır.
Nevruz Bizim Bayramımız

Körükle ateş yakalı,
Demirden dağı yıkalı,
Ergenekon’dan çıkalı,
Nevruz, Türkün bayramıdır.
Nevruz Bizim Bayramımız

Almaatı, Bişkek, Taşkent,
Bakü, Yesi ve Semerkant,
Oba oba, kasaba, kent,
Nevruz, Türkün bayramıdır.
Nevruz Bizim Bayramımız

Kırcaali, Gümülcine,
Tibet, Moğolistan, Çin’e,
Varna, Kırım, Urumçi’ne,
Nevruz, Türkün bayramıdır.
Nevruz Bizim Bayramımız

Bosna Hersek, usul usul,
Şam, Şiraz, Kerkük ve Musul,
Feymânî der ki; velhasıl,
Nevruz, Türkün bayramıdır.
Nevruz Bizim Bayramımız

Halit Fahri Ozansoy - Denizde Ay

 


İndi solgun ve ılık
Ay ışığı denize
Bal rengi bir tatlılık
Çöktü gözlerinize.

Baktınız uzun uzun
Bu sulara baktınız,
Sulara ruhunuzun
Tadını bıraktınız!

Bu tatla aydınlanan enginlere aktınız!

Ahmet Haşim - Şafakta

 


Dönsek mi bu aşkın şafağından
Gitsek mi ekâlîm-i leyâle?
Bizden daha evvel erişenler
Ağlar bugün evvelki hayâle.

Dönmek mi? Ne mümkün geri dönmek
Düştüyse gönüller bu melâle?
Bir eldir ufuklardan uzanmış
Zulmet bizi çekmekte visale...

ekâlîm: İklimler

Avni (Fatih Sultan Mehmed) - Gazel (İmtisâl-ü cahid-ü fillah olubdur niyyetüm)

 

İmtisâl-ü cahid-ü fillah olubdur niyyetüm
Din-i İslâm'ın mücerred gayretidir gayretüm

Fazl-ı hakk u himmet-i cünd -i ricâlullah ile 
Ehl-i küfrü serteser kahreylemekdür niyyetüm

Enbiyâ vü evliyâya istimâdum var benüm
Lûtf-i hakdandur heman ümmid-i feth ü nusretüm

Nefs ü mal ile n'ola kılsam cihanda ictihad 
Hamdülillah var  gazâya sad hezâran rağbetüm

Ey Muhammed! Mucizât-ı Ahmed-i Muhtar ile 
Umaram gâlib ola a'dâ-yı dine devletüm
  

                      *     *     *

(Niyetim Allah yolunda savaşmaktır. Gayretim yalnız İslam dininin gayretidir.

Niyetim, Allah'ın ve sevdiği kullarından meydana gelmiş olan ordunun yardımıyla küfür ehlini baştan başa kahreylemektir.

Peygamberlere ve Allah'ın sevgili kullarına güveniyorum. Fetih umudum ve gücüm Allah'ın lütfudur. 

Allah yolunda savaşmaya rağbet ederim. Nefsimi ve malımı dünyada feda etsem ne olur?


Ey Mehmed! Umarım ki devletim Ahmed-i Muhtar'ın mucizeleriyle din düşmanlarına karşı galip gelir.)

22 Temmuz 2024 Pazartesi

Avnî (Fatih Sultan Mehmed) - Gazel (Elden gider)


Sâkiyâ mey sun ki bir gün lâlezâr elden gider 
Erişir fasl-ı hazân bâğ u bahâr elden gider. 

Her nice zühd ü salâha mail olur hâtırım 
Gördüğümce ol nigârı ihtiyâr elden gider. 

Şöyle hâk oldum ki âh etmeye havf eyler gönül 
Lâcerem ba'd-ı sabâ ile gubâr elden gider. 

Gırre olma dilberâ hüsn-i cemâle kıl vefâ
Bâki kalmaz kimseye nakş ü nigâr elden gider. 

Yâr içün ağyar ile merdane ceng etsem gerek 
İt gibi murdar rakîb ölmezse yâr elden gider.


                               *     *     *

(Ey saki içki ver çünkü bir gün bu lale bahçesi elden gider; gelir hazan zamanı bu bağ, bu bahar elden gider.

Her ne kadar ruhani ibadetlerin en iyisine meyilli olsa da gönlüm o güzel yüzlü sevgiliyi görünce iradem elden gider.

Ah etmeye korkuyor gönlüm, çünkü öyle bir toprağa düştüm ki sabah rüzgârı ile şüphesiz toz elden gider.

Ey dilber, gafil olma, güzelliğinle öğünme vefalı ol; kimsede bu süs ve güzellik kalıcı olmaz, elden gider.

Yar için düşman ile mertçe dövüşsem gerek. Köpek gibi pis düşman ölmedikçe yar elden gider.)

21 Temmuz 2024 Pazar

Servet-i Fünun Edebiyatı (1896 – 1901)

 


  • 1877 Osmanlı-Rus savaşı sırasında II. Abdülhamit, Meclis-i Mebusanı kapatır, idareci ve aydınların bir kısmını sürgüne, bir kısmını da değişik memuriyetlere gönderir. Böylece “İstibdat (Baskı) Dönemi” diye adlandırılan dönem başlamıştır. 
  • Servet-i Fünun dergisi, Ahmet İhsan Tokgöz tarafından çıkarılan, başta Batıdaki bilimsel ve teknolojik gelişmeleri işleyen bir dergidir.
  • Recaizade Mahmut Ekrem, derginin yazı işleri müdürlüğüne öğrencisi Tevfik Fikret‘i getirtir.
  • Recaizade, dönemin yetenekli sanatçıları olan Halit Ziya, Cenap Şehabettin, Mehmet Rauf, Hüseyin Cahit, Hüseyin Siret, Hüseyin Suat, Ali Ekrem, Süleyman Nazif, Ahmet Hikmet ve Ahmet Şuayb gibi sanatçıların dergide yazmalarını teşvik etmiştir. Servet-i Fünun dergisi bu geçişlerden sonra güçlü bir edebiyat dergisi hüviyetini almıştır.

Fuzuli - Gazel (Dökdükçe kanımı okun ol âsitân içer)

Dökdükçe kanımı okun ol âsitân içer
Bir yerdeyim esîr ki toprağı kan içer
Ehl-i zamâne kanına çok teşnedir zemîn
Kanın kimin dökerse felek ol zamân içer
Mey içmeden açılmaz imiş bâb-i mağfiret
Sevgendler bu bâbda pir-i muğan içer
Ukbâda kevser istemesin rind-i mey-kede
Dünyâda bes değil mi mey-i ergavan içer
Gamzen görünmeyib göze kanlar içer müdâm
Zâhid kimi ki bâdeni elden nihân içer
Meyden eğerçi tevbe verir el Fuzûlî’ye
Ey serv sen kadeh sunar olsan revân içer

Orhan Veli Kanık - Rahat