24 Haziran 2024 Pazartesi

Mahir Ünlü - Dünyanın İşleri

 

Dil öğrenme maksadıyle bir hikaye okudum. Hikaye beni o kadar etkiledi ki yazarıyla tanışmak istedim. Tanıştık da. Dostluğumuz uzun sürmedi. O iyi insanı kaybettik.

Bir sohbetimizde, güzel bir romanınıTürkiye'de yayımlayıp onu Türk okuruna tanıtmak istediğimi söyledim. Annesine ve dünyanın bütün annelerine adanmış hikayelerini tavsiye etti. O bu alemden göçtü. Arzusu bizim için vasiyet oldu.

Kendini bilen her insan kendini dünyaya getiren, besleyip büyüten annesini sever. Dünyada anne için yazılmış şiir, roman vehikâyelerin sayısı belli değildir. Yalnız insanda değil hemen hemen bütün canlılarda anneye bağlılık duygusu vardır.

Şair Yavuz Bülent Bakiler’in Türk şairlerinin eserlerinden dederlediği “Şiirimizde Ana” kitabışairlerin anne sevgilerinin bir antolojisidir. Kitap, Yavuz Bülent Bâkiler’den Necip FazılKısakürek’e, Fazıl Hüsnü Dağlarca’dan Âşık Veysel’e kadar birçok şiir üstadının kalemindendökülen inci taneleri misali şiirlerle bezenmiştir.

Ötkir Haşimov bir yazar. Çağdaş Özbek edebiyatının en çok okunan yazarlarından biri. Kendisine şiir yazıp yazmadığı sorulduğunda:

On sekize girmeyen kim var,

Bağından gül dermeyen kim var?

Senin hakkında dört satır yazıp

Sessizce sırdaşına gösterip

Komşu kızına vermeyen kim var?” diye cevap vermişti.

Kısacası, şiire olan ilgisinin sokaktaki adam veya toy bir delikanlıdan öteye geçmediğini ifade etmişti. Ötkir Haşimov’un mütevazı karakterinden başka cevap da beklenmezdi.

Ötkir Haşimov’un kısa ve uzun hikâyelerden meydana gelen Dünyanın İşleri kitabı ise yazarın kendi annesine adanmış bir eserdir. Yazar kitabını takdim ederken: “Bu kitap, büyüklü küçüklü hikâyelerden ibaret. Fakat onların hepsinde benim için en aziz insan olan annemin siması var.Bu hikâyelerdeki insanların hepsinin yüzünü kendi gözlerimle gördüm. Yalnız bazılarının isimleri değiştirildi elbette. Bu kişilerin kaderi bir şekilde annemin kaderine bağlanmış. Dünyadaki bütün anneler, evladı ile olan ilişkileri yönünden birbirine benziyor. Aziz anneler! İşte bu sebeple, bu eseri size ithaf ediyorum” demektedir.

Yazar Ak Aydınlık Geceler hikâyesinde masallar anlatan, masallarla oğlunu eğiten sıradan ama irfan sahibi anneyi anlatır.

Teselli adlı hikâyede ise yazarın annesi ölmüştür. Herkes gibi mezarcı da onu teselli etmeye çalışmaktadır. Bu maksatla, ölen annesinin iyi bir insan olduğuna ölümünün ardından yağan yağmuru ve kabre konulmasından sonra açan güneşi şahit gösterir. Yazar ise “Yanıp duran yüreğime su serpen kalbin için teşekkür ederim. Yalnız… Her şey yağmurla bitse. Yine, hiç olmazsa, anacığımın ömrü üç gün uzasa da… Sonra yağmur değil devamlı taş yağsa razıydım…” diyerek annesine olan hasretini ve onun kaybından duyduğu acıyı dile getirir.

Düş hikâyesinde de sağlığında her gece yolunu beklemesinden üzüntü duyduğu annesini düşünde, kendisine karanlıkta yürümesin diye ışık tutarken görür.

Orta Asya Gazetesi başyazarıyla bir sohbetinde, hep annesini anlattığı, eserlerinde neden babasına yer vermediği sorulur. Yazar Dünyanın İşleri’nde babasını da anlatmaktadır. Babası da bilgili, otoriter ama müşfik, kimseye minnet etmeyen bir adam olarak tanıtılmaktadır. İlk eşinden olan kızını üvey anne (yazarın öz annesi) bulup eşiyle birlikte yıllardır ayak basmadığı baba evine getirir. Babanın gözleri dolar. Kızına şefkatle sarılır. Görücüler hikâyesinde ise baba yine otoritedir. Ne derse olacaktır ama kızını istemediği adamla evlendirmemek için bahane bulma işini anneye bırakır. En küçük bir bahaneyle görücülere red cevabı verilmesini buyurur. İman hikâyesinde yazarın babası hasta oğlu üşümesin diye bahçedeki kuru ağacı kesmiştir. Acımasız devlet görevlileri gelip cezai işlem yaparlar. Ağacı korumaktan çok rüşvet almanın peşindedirler. Saf anne onlara kurutulmuş meyve ikram ederek ortamı yumuşatacağını zanneder. Ancak rüşvetçiler yumuşamazlar. Baba gelecek her belayı göze alıp onları kovar.

Ay Güneşten Nur Alıyor hikâyesindeki Doktor Arif’in annesi yazarın öğretmenidir. Risalet öğretmenin kocası savaşta ölmüştür. Yazarın halasının oğlu Efdal de Risalet’le evlenmek ister.Yetim oğlu Arif’i de kendi evladı olarak kabul etmeye hazırdır. Risalet teklifi reddeder ve başka bir şehre göçer. Savaşta kaybettiği kocasından kalan oğlunu okutur, doktor olmasını sağlar, evlendirir, torunlarını görüp ölür.

Annelerin bedduası alanın işi er veya geç bozulur. Düşte Geçen Ömürler romanındaki komiser gibi Kuru Yemişçi hikâyesindeki Dalabay da acımasızdır. Daha önce kesilen ağaç için rüşvet alamayan memur Dalabay artık vergi memuru olmuştur. Acımasız vergiler yazmakta, tahsil edemeyince de evde, bahçede, ahırda ne varsa alıp götürmektedir. Daha önce evleri talan edilen yazarın annesinin çocuklarına süt veren bir keçileri vardır. Onu da alıp götüren Dalabay'a beddua, çocuğu olmayan karısına da dua eder. Dalabay işten atılır, attan düşerek sakatlanır. Evden kovduğu karısı ise başka bir adamla evlenir ve çocuk sahibi olur.

Usta adlı hikâyesinde yazarın annesinin dini inançlarıyla merhameti karşı karşıya gelir.Hikâyeye başlarken yazar Özbeklerin hayat tarzı hakkında çarpıcı bir tespitini ortaya koyar: “Özbeklerin tatili ya ev yapmakla geçer ya düğün dernekle.” Evlerine ek bölümler inşa eden usta içkiye düşkündür. Ara sıra votka alacak kadar avans ister. Yazar da verir. Annesi buna çok kızar. Birkaç gün yazar eve uğrayamaz. Ustanın canı içki ister. Anne dinine ters düşen bu işe yanaşmaz ama yalvarmalara dayanamaz. Bir miktar parayı düşürürmüş gibi yapar. Bir müddet sonra da vefat eder. Usta borcunu ödemeye geldiğinde bunu öğrenir ve mezarını ziyaret etmek ister. Ancak sarhoş olduğu için mezarlığa gitmeye utanır. Birkaç gün ağzına içkinin damlasını koymaz. Önce oğluna borcunu öder, sonra annenin mezarını temiz ağızla ziyarete gider. Anne mezarı evliya mezarı gibidir. Ona saygı gösterilir.

Kertenkelenin Kuyruğu hikâyesinde ise annenin öfkeli yüzünü görüyoruz. Herkesi tatlı dille ve güler yüzle ağırlayan yazarın annesi, parası olmayanları küçük gören satıcı kadını evinin önünden kovar. Lakin hak etmediği bir suçlamayla karşılaştığı zaman yine yüreği dayanmaz. Oğlundan yardım ister. Çünkü o kadının da iki çocuğu vardır.

Borç hikâyesindeki annenin tavrı bambaşkadır. Her ay aldığı emekli aylığını ne yaptığını şakayla karışık soran oğullarına: “Borçlarım var. Onlara veriyorum” der. Yazar annesinin borçlarının ne olduğunu uzun müddet sonra öğrenir. Para, komşuların çocuklarına alınan hediyelere harcanmaktadır: “Ninem, geçen yıl bana doğum günümde yeni ayakkabı alıverdi… Baha’ya üçtekerlekli bisiklet, Bahti’ye de yepyeni bir elbise.”

Yazar her yıl tatil dönüşü annesine yün çorap almaktadır. Annesi buna sevinmekte, herkese oğlunu övmektedir. Ayaklarındaki ağrıların bu yün çoraplarla biraz azaldığını söylemektedir. Anneye göre ağrıların sebebi yaşlılık. Hâlbuki yazar gerçeği bilmektedir. Çocukluğunda, soğuk bir kış günü hasta oğlunu tedavi ettirmek için yalın ayak yola düşen annenin ayakları ta o zamandan bu yana rahatsızdır.

Ninni hikâyesinde ise annenin ninnisi ile mezarlıkta Kur’ân-ı Kerim tilaveti karşılaştırılıyor. Yazar bu iki sese meftundur: “Sabahleyin yağmur yağmıştı. Mezarlık kapısının demir parmaklıklarında su damlaları parlıyordu. Yerde göllenmiş sulardan güneşin parlak ışıkları aksediyordu. Buz gibi kapı kolunu tutup kaldım. Bir tarafta Kur’ân-ı Kerim tilaveti, bir tarafta ninni… Hayret, bunlar birbirine zarar vermiyor, birbirini reddetmiyor, ikisi birleşip bahar havasıyla dolan gökyüzünde, mezarlık içindeki patikaların kenarında püskül çıkaran kavakların üstünde kanat çırpıyorlardı:“Rabbenâ, amennâ…”  “Ninni, ninni...”  "Tuhaf oldum. Uzun bir müddet demir parmaklıklı kapıya dayanıp kaldım.” Bu hikâyede, dünyanın bütün annelerinin aynı dili (sevgi dilini) kullandığı, busebeple her milletten çocuğun anneleri tercümansız anladığı bilhassa vurgulanmaktadır.

Ötkir Haşimov’a göre en ağır günah ise anneleri üzmek, kırmak ve ağlatmaktır.

Dünyanın İşleri’nde uzun ve kısa hikâyelerden sonra kitabı bitirirken eklediği “İltica” başlıklıyazısında annesinin mezarını ziyaret eden yazarın teessürünü görüyoruz:

“Anne, ben geldim... İşitiyor musun anne, ben yine geldim… Baksana anne, sonunda baharın ilk günleri geldi. Hatırlar mısın, her yıl baharın gelişiyle birliktesizi yanıma alırdım, kırlara çıkardık. Sen, pırıl pırıl güneşi, parlak gökyüzünü, yemyeşil fidanlarıgörüp mutlu olurdun. Hatırlar mısın, torunlarının toplayıp getirdiği kardelenleri gözlerine sürüphayırdualar ederdin.

Bugün… Senin üstünde kardelenler çıkıp büyümüş. Yok, yok anneciğim… Ağladığım filan yok.Biliyorum, ben ağlarsam sen huzursuz olursun. Şimdi, şimdi geçer. İşte geçti bile…

Anne! Sabahleyin yağmur yağdı. Sen bahar yağmurunu severdin… Sonra güneş çıktı. Bak,güneş nasıl da parlıyor? Hatırlar mısın anne? Bana güneş hakkında bir masal anlatırdın? İşte ogüneş nasıl da parlıyor, görüyor musun?

Hatırlar mısın anne, kardeşime ninniler söylerdin. Ben o ninnilerin ahengiyle kendimden geçer,uyur kalırdım. O beşikte ben de yatmışım. Ninnilerinle ben de avunmuşum.

Ne yapayım anne, ben ninni söylemeyi bilmiyorum. Mezarını okşasam sen de huzur bulurmusun? İşte anneciğim, işte… Hayır, hayır! Ağladığım filan yok. Şimdi… Şimdi geçer

Hatırlar mısın anne? Sen bir kere, yalnız bir kere, onu da şaka yaparak; “beni de kitabındayazsan ya oğlum” demiştin. Ben: “Kitabımda sizin neyinizi yazayım” demiştim. Üzülme, benşaka yapmıştım. İşte o kitap. Hayır, onu ben yazmış değilim. Onu yazan sensin. Ben onukâğıda geçirip insanlara dağıttım, o kadar. Ben onu dünyadaki bütün annelerin okumasınıistiyorum. Biliyorum, dünyadaki bütün anneler iyidir. Öyle olsa da onların hepsinin sana benzemesini istiyorum.”

Bütün eserlerinde annelerin ne kadar yüce insanlar olduğunu anlatmaya çalışan yazarın Dünyanın İşleri kitabı, onun annesine bağlılığını; bunun yanında dünyanın bütün annelerindeki çocuk ve insan sevgisini anlatan en güzel eserlerden biridir. Bu eser “Cennet annelerin ayakları altındadır” hadis- i şerifinin adeta bir şerhidir.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder