Bir varmış, bir yokmuş; Allah’ın kulu çokmuş; çok söylemesi günahmış! Develer dellâl iken, pireler çoban iken, ben anamın beşiğini tıngır mıngır sallar iken, memleketin birinde, bir Keloğlan varmış. Keloğlan karanlık evin kara kedisi, bir ananın bir tanesi imiş. Gel zaman git zaman bu Keloğlan büyümüş, tığ gibi bir delikanlı olmuş, olmuş ama akıldan yana yaya olduğu için kimseler onu adam yerine koymaz; inanıp yanılıp da bir Allah‘ın danasını bile güttürmezmiş. Tavşan dağa küsmüş de dağın haberi olmamış! Keloğlan da kendini vurdumduymazlığa vermiş; ne elin işine, aşına karışır, ne de sözüne, sazına aldırış edermiş. “Ben ne beni sevenlerin kulu; ne de sevmeyenlerin sultanıyım.” der kendi kendine. Bir güne bir gün bu densizlerin köprüsünden geçmez, karşılarında boyun büküp, avuç açmaz; her sabah gölün yolunu tutarmış. Her gün üç balık avlar; birini satar gaz alır; birini satar tuz alır; birini de kızartır ana oğul yerlermiş. Günleri böyle geçer, dişleri başka bir şey kesmezmiş.
Keloğlan‘ın anası kan alacak damarı bildiği için bir gün bir güleç zamanını bulur; oğlunun nabzına şerbet vermeğe başlar:
―Ay oğlum, a keleş oğlum, sen akıl dağıtılırken nerdeydin? Benim bir ayağım çukurda; ha geldim, ha gidiyorum; babandan muradımı alamadım, senin de bir mürüvvetini görmeden ölürsem, gözlerim açık gidecek. Sen allı pullu bir balık daha tut; ben de telli duvaklı bir kız bulayım da evimize bir ay doğsun! der.
Keloğlan bu söz üstüne kel başını kaşır:
―Bre akıl kutusu ana, fakirin yüzü soğuktur derler, bir de benim gibi başı kel olursa, ne ona kız verirler, ne de pişirdiğin aşa tuz!
Keloğlan‘ın anası yine her gün “cız!” der balığı kızartır ama bir daha kapı kapı dolaşıp da “kız!” diye yüzünü kızartmaz. Böylece eski hamam eski tas; eski balık eski tarz; aylar girer, günler geçer.
Günlerden bir gün Keloğlan uyuya kalır. Derken akşam olur, mum şamdana dikilir de, Keloğlan‘ın gözleri kamaş kamaş kamaşarak açılır. Anası: “Bugünlük avlanmaktan, yollanmaktan vazgeç oğlum.” der.
Ama Keloğlan anasının sözlerini kulağının ardına atar. Anası bekler bekler Keloğlan gelmez. Derken “çat” der kapı, “pat” der oğlu girer içeri! Ne elinde bir balık, ne içi dolu bir çıkın! Velâkin kucağında bir acayip şey! Keloğlan getirir, baş köşeye kor onu. Anası:
―Ay oğlum, a keleş oğlum, nedir bu getirdiğin? diye sorar. Keloğlan bu söze de başını kaşır:
―Ne bileyim akıl kutusu ana. Gölde “cum” dedi suya bir şey daldı. Suya daldım, bunu buldum.
Ana oğul bunun üzerine mumu söndürüp ilk uykuya dalarlar. Ama sabah uyanınca gözlerine inanamazlar. Baş uçlarında altın bir tepsi, tepsinin içinde kuş sütünden başka ne istersen var. Akıl sır erdiremezler buna. Bir gün böyle, beş gün böyle, ne hikmettir bu, ne keramet!
Keloğlan ile anası aralarında kararlaştırırlar, Keloğlan yattığı yerde uyur uyanık bekler. Keloğlan yattığı yerden yan yan bakarken ne baksın, bir kız! Kız ama analar doğurmamış; ayın on dördü sanki. Keloğlan “fır” der fırlar yerinden ve tutar kızın ak bileğinden. “İn misin cin misin? Söyle sen kimsin?” diye sorar. Kız da :
―Ne inim, ne cinim, peri padişahının kızıyım. Bir gün ana sözü tutmadım diye babam tuttu beni bir kaplumbağa kabuğuna koydu, göle attırdı. Sen her geldikçe göle, beni bir geçirse ele; hem kul olurum, hem köle, der dururdum. Şimdi Keloğlan başım yoluna kurban der.
Keloğlan bu! Yediği önünde yemediği ardında; yer, içer, kudurur, şimdi de şu havayı tutturur:
―Ana, akıl kutusu ana! Gelinin bir tepsi donatsa da padişaha göndersek nasıl olur? der.
Anası:
―Ay oğlum, biz padişahın nesini görüyoruz? Kan dökmekten başka neye eli varıyor? Gel ağrısız başını ağrıtma. Otur oturduğun yerde derse de Keloğlan aklına geleni yapmasa olur mu?
Öyle bir tepsi donattırır ki, padişah on parmağıyla yer, onu da ağzında kalır. Temsilde hata olmaz. İt ite, it de kuyruğuna buyurur, yine de ocağın dumanı doğru çıkmaz. Padişah, Keloğlan‘ın karısını aşçıbaşı yapmaya karar verir. Huzuruna çıkan Gülperi‘nin gül yüzünü gören padişah onu, Keloğlan‘dan istetir. Ancak Keloğlan bunu kabul etmez. Padişah da Gülperi‘den vazgeçmek için ulaşılmaz Ateşidevran‘ı ister Keloğlan‘dan. Keloğlan da düşer yola.
Az gider, uz gider; dere tepe düz gider; altı ayla bir güz gider: gide gide gider; vara vara varır üç yol ağzına.
―Ya gelinir ya gelinmez yolunu tutar. Az gider, uz gider; soğuk sular içerek, lâle sümbül biçerek bir dere içine iner bakar ki bir Yerdinleyen! Karşı karşıya geçer şöyle kem küm ederler:
-Bende bir akıl var alır mısın?
-Akıl olur da almaz mıyım?
-Al öyleyse:
Canı var da kanı yok, Yolda gider izi yok, Yer altında evleri var! Eğri büğrü yolları var!
-Bunu bulamayacak ne var; daldaki kargalar bile bilir. Senin dediğin ince belli Karatay! Yerdinleyen, sonunda Keloğlan‘ın ardına düşer.
İkisi bir değirmenin başında Seyrekbasan‘a rastlar. Karşı karşıya geçer şöyle kem küm ederler:
-Bende bir akıl var alır mısın?
-Akıl olur da almaz mıyım?
-Al öyleyse:
Taştandır, demirdendir, Yediği hamurdandır, Dünyaları doyurur, Kendi doymaz nedendir?
— Bunu bulamayacak ne var, dağdaki danalar da bilir. Bu dediğin değirmen.
Seyrakbasan da her adımda bir aylık yol alarak Keloğlangile katılır. Az gider uz gider, tepelerden yel gibi, derelerden sel gibi geçerek bir arpa boyu yol daha giderler. Yercücesi‘ne yeterler. Yercücesi yiyor yiyor doymuyor. Yol uzamasına uzuyor, bari biz sözü tatlı yerinden keselim. Keloğlan bunu da kul kurban eder kendine, düşer yola. Derken bir çölde bir Vurdumduymaz ile karşılaşırlar. Elinde bir kamçı, omzunda bir yamçı. Kamçıyı vuruyor dağ taş askerle doluyor, kamçıyı açtı mı gelip hepsi içine doluyor. Keloğlan bunu da yener, kul kurban eder kendine, düşer yola. Bir de bir düz ovaya varır bakarlar ki, bir Kamburese! Bu da dünyayı kamburunun üstünde dönderip duruyor. Keloğlan bunu da kul kurban eder kendine, çıkarlar yola. Bir dağ başına varırlar ki bir Davulcuköse! Dünyanın altını üstüne getiriyor. Keloğlan bunu da kul kurban eder kendine, tutar Ateşidevran‘ın yolunu.
Sora sora, vara vara sarayın yolunu bulurlar. Allah‘ın emriyle Ateşidevran‘ı padişahtan isterler. Ateşidevran‘ı vermek istemeyen padişah türlü oyunlar yapsa da Keloğlan ve yarenlerini dize getiremezler ve Ateşidevran‘ı Keloğlan‘a verirler. Keloğlan da alır kızı memleketine gelir ve:
―Al padişahım Ateşidevranı! Başıyla gözüyle hayrını gör! der ama padişah hâlâ Gülperi‘yi istemektedir. Keloğlanı cellatlarına öldürtmek ister ama Keloğlan‘ın yarenleri buna izin vermez.
Sonunda da Keloğlan padişah olur. Tüm yarenlerine beylikler verir. Ateşidevran kalır geriye. Ona da bu yiğitlerden biriyle evlenmesini tembihler. Kızı gönlüne bırakırsan kime varır; ya davulcuya ya zurnacıya değil mi? Ateşidevran da davulcuyu ister. Keloğlan bunlara kırk gün kırk gece düğün yapar; yer içerler, dirlik düzen içinde yaşar giderler. Onlar ermiş muradına. Doyulur mu doyulmaz, masalların tadına. Gökten üç elma daha düştü! Biri bu masalı okuyup dinleyene; biri anasını başına taç, karısını göğsüne gül yapanlara; birini de okudum, üfledim, insan çocuğumun ruhuna bağışladım…
---------------------
Derleyen: Eflatun Cem Güney
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder