28 Temmuz 2025 Pazartesi

27 Temmuz 2025 Pazar

Attila İlhan - Ayrılık Sevdaya Dahil - 1

 

En görkemli saatinde yıldız alacasının

Gizli bir yılan gibi yuvarlanmış içimde kader

Uzak bir telefonda ağlayan yağmurlu genç kadın

Rüzgar uzak karanlıklara sürmüş yıldızları

Mor kıvılcımlar geçiyor dağınık yalnızlığımdan

Onu çok arıyorum onu çok arıyorum

Ozan Arif - Vebalin Var

Osman dayı bu işte,

Senin de vebâlin var.

Bu namussuz gidişte,

Senin de vebâlin var!

            *     *     *  

Reşat Nuri Güntekin - Çalıkuşu (Roman Özeti)

 


KİTABIN ADI: ÇALIKUŞU

YAZARI: REŞAT NURİ GÜNTEKİN

BASIMEVİ: İNKILAP KİTABEVİ

BASIM YILI: 1999

1. KİTABIN KONUSU:

Bir subay kızı olan Feride ile teyzesinin oğlu Kamuran arasında yaşanan ve araya birçok engel girmesine rağmen birbirlerine karşı bitmeyen aşklarını anlatıyor.

24 Temmuz 2025 Perşembe

Alisher Navoiy - G'azal - 2 (Badoyi' ul-bidoya)



Zihi husnung zuhuridin tushub har kimga bir savdo,
Bu savdolar bila kavnayn bozorida yuz g‘avg‘o.

Seni topmoq base mushkildurur, topmaslig‘ osonkim
Erur paydolig‘ing pinhon, vale pinhonlig‘ing paydo. 

Chaman otashgahiga otashin guldin chu o‘t solding
Samandardek ul o‘tdin kulga botti bulbuli shaydo. 

Ne ishga bo‘ldi beorom ko‘zgu aksidek Majnun
Yuzi ko‘zgusida aksingni ko‘rguzmadi Laylo. 

23 Temmuz 2025 Çarşamba

Ömer Seyfeddin - Topuz



Karaman'ın koyunu,

Sonra çıkar oyunu...

(Atasözü)

Küçük başkentin karışık sokakları bugün çok kalabalıktı. Tıpkı ilkbaharda bir bayram gibi... Bütün kadınlar, bol beyaz yenli sırma yelekli pazar kıyafetlerini giymişler, beyaz poturlu dinç erkeklerin dolu testilerle sundukları şarapları içerek coşuyorlardı. Genç, ihtiyar, kadın, çocuk... Nihayetsiz bir "hurra" zinciri, bağırarak, sallanarak kalabalığın içinden geçiyor, canlı bir girdap dalgası hâlinde döne döne sarayın meydanında birikiyordu. Kilisenin çanları uğulduyordu. Saray kapısının önünde cesur Boyar[1] atlıları saf saf olmuş, bekliyorlardı. Sabahtan beri çektiği şaraplarla epeyce başı dönen meşhur kumandan tolgasının siperini geri itti. Atının ağır üzengileri üstünde biraz kalktı, ileriye baktı. Yanındaki kıdemli subayına:

— Daha görünmüyorlar... dedi.

15 Temmuz 2025 Salı

Omon Natjon - Umr o'tar


Umr o'tar, vaqt o'tar,
Xonlar o'tar, taxt o'tar,
Omad o'tar, baxt o'tar,
Lekin hech qachon chiqmas yodimdan
Sening yurishlaring, sening kulishlaring.

Yahya Kemal Beyatlı - Açık Deniz

Balkan şehirlerinde geçerken çocukluğum;
Her lâhza bir alev gibi hasretti duyduğum.
Kalbimde vardı "Byron"u bedbaht eden melâl
Gezdim o yaşta dağları, hulyâm içinde lâl...
Aldım Rakofça kırlarının hür havâsını,
Duydum, akıncı cedlerimin ihtirâsını,
Her yaz, şimâle doğru asırlarca bir koşu...
Bağrımda bir akis gibi kalmış uğultulu...

Ömer Seyfeddin - Üç Nasihat

Halk Edebiyatından 

Durmuş'un bir anasından başka kimsesi yoktu. Fakirdi. Ama gençti, kuvvetliydi. Öküzünün biri ölünce tarlasını süremedi. Para kazanmak, tekrar çiftini düzebilmek için gurbete gitmeye karar verdi. Gurbet, İstanbul demektir. Köyde kim çaresiz kalırsa, kimin işi bozulursa, İstanbul yolunu tutar. Durmuş da torbasını omuzladı. Çarıklarını sıktı, eline bir değnek aldı, gurbetçilerin arasına katıldı. Dere tepe aştı. Nihayet İstanbul'a geldi. İki gün hemşerilerinin kahvesinde pinekledi. Ne iş tutacağını bilmiyordu. Bir sanatı yoktu.  “Bari uşak olayım”, dedi. Kapı aramaya başladı. Bir hafta geçti. Münasip bir yer bulamadı. Bir gün kahvede Müstakim Efendi isminde birini salık verdiler. Evi Edirnekapı'sında idi. Durmuş gitti. Bu efendiyi buldu. Ak sakallı, nur yüzlü bir ihtiyar... Eteğini öptü:

—Uşak arıyormuşsunuz, beni alın efendim, dedi.

Müstakim Efendi, onu tepeden tırnağa süzdü. Nereli olduğunu sordu. Durmuş:

— Kastanbolluyum, dedi.

Victor Hugo - Sefiller (Roman Özeti)

 

Eserin Adı :Sefiller

Orijinal Adı:Les Miserables

Yazarı :Victor Hugo

Çeviri: Volkan Yalçıntoklu

Yayınevi : İş Bankası Kültür Yayınları 

Basıldığı Yer ve Yıl:İstanbul - 2020


Eserin Konusu :

Romanda bir kürek mahkumunun on dokuz yılını harcadığı eski günlerine geri dönmemek için sürekli kaçışını ve kaçarken de çektiği sefalet, yaşadığı acılar ile 1800’lü yıllarda Fransız halkının içinde bulunduğu yoksulluk ve yaşadığı ızdıraplar anlatılıyor.

30 Haziran 2025 Pazartesi

Cho'lpon - Xalq



Xalq dengizdir,
Xalq to‘lqindir,
Xalq kuchdir,
Xalq isyondir,
Xalq olovdir, xalq o‘chdir…
Xalq qo‘zg‘alsa, kuch yo‘qdirkim, to‘xtatsin,
Quvvat yo‘qkim, xalq istagin yo‘q etsin.
Xalq isyoni saltanatni yo‘q qildi,
Xalq istadi, toj va taxtlar yiqildi…

27 Haziran 2025 Cuma

Yunus Emre - Bir kez göñül yıkduñısa bu kılduğuñ namâz degül

 


Bir kez göñül yıkduñısa bu kılduğuñ namâz degül

Yitmiş iki millet dahı elin yüzin yumaz degül

Cho'lpon - Go'zal


Qorong‘u kechada ko‘kka ko‘z tikib,
Eng yorug‘ yulduzdan seni so‘raymen.
Ul yulduz uyalib, boshini bukib,
Aytadir: men uni tushda ko‘ramen.
Tushimda ko‘ramen – shunchalar go‘zal,
Bizdan-da go‘zaldir, oydan-da go‘zal!

22 Haziran 2025 Pazar

Oyhan Hasan Bıldırki - Kaçak


     Gün, daha henüz ışımamıştı. Buğulu camın gerisinden Polatlı’nın karanlığı delen ışıkları, kıpış kıpış, fakat belirsizce görünüyordu. Sabahın güzelim sessizliğini doya doya koklamak, tanyerinde sürüp giden renk dövüşünü kana kana görebilmek… Korkusuz olmak. Ne kadar güzelmiş değil mi?

5 Haziran 2025 Perşembe

Yunus Emre - Her kim bana ağyârısa Hak Tanrı yâr olsun aña


Her kim baña ağyârısa Hak Tañrı yâr olsun aña

Her kancaru varurısa bâğ u bahâr olsun aña


Baña ağu sunan kişi şehd ü şeker olsun aşı

Gelsün kolay cümle işi eli irer olsun aña


Önümce kuyı kazanı Hak tahtın ağdursun anı

Ardumca taşlar atanı güller nisâr olsun aña


Acı dirligüm isteyen tatlu dirilsin dünyede

Kim ölümüm isterise bin yıl ‘ömür virsün aña


Her kim diler ben hâr olam düşmen elinde zâr olam

Dostları şâd u düşmânı dost u agyâr olsun aña


Her kim diler ise benüm o dostumdan ayrıldugum

Gözlerinden hicâb gitsin dîdâr ayân olsun aña


Miskîn Yûnusun dünyede güldügini işitmeyin

Agladugum isteyene gözüm pıñar olsun añ

--------

Müstef'ilün / Müstef'ilün / Müstef'ilün / Müstef'ilün 

1 Haziran 2025 Pazar

Ümit Yaşar Oğuzcan - Beni Kör Kuyularda

 

Beni kör kuyularda merdivensiz bıraktın,
Denizler ortasında bak yelkensiz bıraktın,
Öylesine yıktın ki bütün inançlarımı;
Beni bensiz bıraktın; beni sensiz bıraktın.



Furqat - G'azal (Yoqma jonim o‘tlara, ey sho‘xu, zoringdur o‘shal)

Yoqma jonim o‘tlara, ey sho‘xu, zoringdur o‘shal,
Mubtalo ko‘nglum nizor etma, figoringdur o‘shal.

Gul tarovat topmog‘i aksi ruhingdandur bahor,
Bu sababdin misli nargis intizoringdur o‘shal.

“Sabzalarkim chashmai hayvon uza nedur?” dedi,
Men dedim: “Lab uzra xatti mushkboringdur o‘shal”.

Dedikim: “Naylay, bir oy boshida bir umri tavil”,
Men dedim: “Yuz uzra zulfi tobdoringdur o‘shal”.

“Bel, og‘izdin ochma lab, somoni sabring tut”, dedi,
Men dedim: “Borim yo‘q etgan yo‘qu boringdur o‘shal”.

Dedi: “Bildingmu tag‘oful etmog‘im mohiyatin?”
Men dedim: “Bormoq uchun bergan qaroringdur o‘shal”.

Dedi: “Yuz ming oshiqim, ammo biri mushtoqroq”,
Men dedim: “Furqat degan bir beqaroringdur o‘shal”.

Ömer Seyfeddin - Vire

İki senedir Goça taraflarını alan, talan eden on altı bin kişilik Türk ordusundan şimdi, bu kalede yadigâr gibi yüz elli asker kalmıştı. Onlar da işte iki yazdır padişahın gelmesini bekliyorlardı. Mutlaka alınacak olan "Kızılelma"nın yolu buradandı. Sonbahar başında bir gece Hamza Bey'in ulaklarından bir genç gelmişti. Ondan padişahın Acemistan hududunda olduğunu öğrendiler. Gerçi cephaneleri çoktu. Silahları mükemmeldi. Lakin ancak daha üç dört aylık erzakları vardı. Ne yapacaklardı? "Tata"ya giden geçitler kapalıydı. Etrafta her çeşit kuşlar uçuşuyor... Ama hiçbir kervan geçmiyordu.

Mehmed Akif Ersoy - Âyet Meali, Neml, 52 (Safahat'tan - 46)

 “İşte sana, onların kendi yolsuzlukları yüzünden ıpıssız kalan yurtları!..”

(Kur’an, Neml, 52)

Geçenler varsa İslâm’ın şu çiğnenmiş diyârından;
Şu yüz binlerce yurdun kanlı, zâirsiz mezârından;
Yürekler parçalar bir nevha dinler reh-güzârından.
Bu mâtem, kim bilir, kaç münkesir kalbin gubârından
Hurûş etmekte, son ümmîdinin son inkisârından?

Evet, son inkisârından ki yoktur cebrin imkânı:
Batıp gitmiş nazarlar beklemekten fecr-i nâzânı !
Nasıl, ey yolcu, bin lâ’net gelip ezmez ki vicdânı;
Dudaklar, çâk çâk olmuş, içerken zehr-i hüsrânı,
Uzaktan baktı -koşmak nerde!- milyonlarca yârânı!

Bu ıssız âşiyanlar bir zaman candan muazzezdi;
Bu damlar böyle baykuş seslerinden çın çın ötmezdi;
Şu kurbağalar seken vâdîde ceylânlar koşup gezdi;
Şu coşmuş, ağlayan ırmak ne handan gölgeler sezdi;
Bütün mâzîyi bir tûfan, fakat, hep boğdu, hem ezdi!

Vefâsız yurd! Öz evlâdın için olsun, vefâ yok mu?
Neden kalbin kararmış? Bin ocaktan bir ziyâ yok mu?
İlâhî kimsesizlikten bunaldım, âşinâ yok mu?
Vatansız, hânümansız bir garîbim... Mültecâ yok mu?
Bütün yokluk mu her yer? Bâri bir “Yok!” der sadâ yok mu?

* * *

Gitme ey yolcu, berâber oturup ağlaşalım:
Elemim bir yüreğin kârı değil, paylaşalım:
Ne yapıp ye’simi kahreyleyeyim, bilmem ki?
Öyle dehşetli muhîtimde dönen mâtem ki!..
Ah! Karşımda vatan nâmına bir kabristan
Yatıyor şimdi... Nasıl yerlere geçmez insan?
Şu mezarlar ki uzanmış gidiyor, ey yolcu,
Nereden başladı yükselmeye, bak, nerde ucu!
Bu ne hicrân-ı müebbed, bu ne hüsrân-ı mübîn...
Ezilir rûh-i semâ, parçalanır kalb-i zemin!
Azıcık kurcala toprakları, seyret ne çıkar:
Dipçik altında ezilmiş, paralanmış kafalar!
Bereden reng-i hüviyyetleri uçmuş yüzler!
Kim bilir hangi şenâatle oyulmuş gözler!
“Medeniyyet” denilen vahşete lâ’netler eder.
Nice yekpâre kesilmiş de sırıtmış dişler!
Süngülenmiş, kanı donmuş, nice binlerle beden!
Nice başlar, nice kollar ki cüdâ cisminden!
Beşiğinden alınıp parçalanan mahlûkat;
Sonra, nâmûsuna kurbân edilen bunca hayat!
Bembeyaz saçları katranlara batmış dedeler!
Göğsü baltayla kırılmış memesiz vâlideler!
Teki binlerce kesik gövdeye âid kümeler:
Saç, kulak, el, çene, parmak... Bütün enkâz-ı beşer!
Bakalım, yavrusu uğrar mı, deyip, karnından,
Canavarlar gibi şişlerde kızarmış nice can!
İşte bunlar o felâket-zedelerdir ki, düşün,
Kurumuş ot gibi doğrandı bıçaklarla bütün!
Müslümanlıkları bîçârelerin öyle büyük
Bir cinâyet ki: Cezâlar ona nisbetle küçük!

Ey, bu toprakta birer na’ş-ı perîşan bırakıp,
Yükselen mevkib-i ervâh! Sakın arza bakıp;
Sanmayın: Şevk-ı şehâdetle coşan bir kan var...

Bizde leşten daha hissiz, daha kokmuş can var!
Bakmayın, hem tükürün çehre-i murdârımıza!
Tükürün: Belki biraz duygu gelir ârımıza!
Tükürün cebhe-i lâkaydına Şark’ın, tükürün!
Kuşkulansın, görelim, gayreti halkın, tükürün!
Tükürün milleti alçakça vuran darbelere!
Tükürün onlara alkış dağıtan kahbelere!
Tükürün Ehl-i Salîb’in o hayâsız yüzüne!
Tükürün onların aslâ güvenilmez sözüne!
Medeniyyet denilen maskara mahlûku görün:
Tükürün maskeli vicdânına asrın, tükürün!

31 Mayıs 2025 Cumartesi

Oğuz Atay - Beyaz Mantolu Adam

Kalabalık bir topluluk içindeydi. Başarısızdı. Parası yoktu. Dileniyordu. Caminin önündeydi. Büyük bir camiydi bu. Minareleri, kubbeleri, kemerleri ve parmaklıklı pencereleri filân hepsi tamamdı. Özellikle avlusu: dilenenler için en önemli yer. Bir kenarda duruyordu. Hiçbir hüner göstermediği için ya da acındırıcı bir garipliği olmadığı için ya da kendisini çevreden ayırıp başarısızlığına üzülecek kadar düşünemediği için dilenirken de başarısızdı. Küçük kaplar içinde mısır satmadığı için, çocuklarla ve kuşlarla birlikte, başkaları adına sevap işleyemezdi; ayrıca, ne kırmızı cüppeli bir müneccime benzeyen ihtiyar gibi tekerlekli ve meşin duvarlı ve öğle tatilinde ön duvarı bir kepenk olup sahibini kapatıveren kulübede yaşıyordu, ne de şişman kötürüm gibi nazar boncuklarını ve tespihlerini ve çakmak taşlarını artık satamadığı anda gaz pedalına basıp motosikletli tezgâhıyla oradan hemen uzaklaşabilirdi. Sermayesi ve görünür bir sakatlığı yoktu. Belki, yoldan geçen birini durdurup, hastaneden yeni çıktığını ve hemşerisi inşaat çavuşuna gidecek parası olmadığını söyleyerek köylü taklidi yapabilirdi; fakat, konuşmadığı için, bu bakımdan da basan kazanması oldukça güçtü. Caminin duvarına yaslanmaktan başka ilgi çekici bir eylemde bulunmuyordu. Hatta henüz avcunu açma teşebbüsüne bile geçmemişti. Bununla birlikte, güvercinlerin ve mısır kaplarının ve caminin eğimli bir duvar çıkıntısına dizilen cinsel ve dinsel kitapların ve halkı bazı toplumsal kötülüklere karşı uyaran ve ağaç gövdelerine sarılan gazetelerin ve makbuz mukabili iyilik işleriyle uğraşanların yoğunlaştığı sırada, onu sakat sanan başörtülü ve çarşaflı kuru bir kadın, bu gönülsüz dilencinin avcunu çevirerek içine biraz para koydu. Belki de o sırada oldukça yüksekte duran güneş yüzünden gözlerini kırpıştırdığı için paraya bakmadı; belki de gözü, caminin iç avlusunda oynayan çocuklara takıldığı için avcunu kapamayı unuttu. Bütün bunlar, günün ilk hayırseveri biraz uzaklaştıktan sonra olmuştu. Kadın onun yüzüne bakarken, bilerek ya da bilmeyerek hiç oynatmamıştı gözbebeklerini. Bu yüzden ilk müşterisi onu kör sanmıştı. Avcuna düşen başka bir paranın sesiyle kendine gelir gibi oldu: Kendisi gibi elbisesi yırtık, sakalı uzamış bir adam gördü başını kaldırınca. Sonra, eski bir halıdan yapılmış torbasını sinirli hareketlerle karıştırarak bozuk para çantasını arayan genç kız çıktı karşısına; büyük bir para elini ağırlaştırdı, öteki bütün paraları kapadı.

Abdulhak Hamid Tarhan - Makber