5 Haziran 2025 Perşembe

Yunus Emre - Her kim bana ağyârısa Hak Tanrı yâr olsun aña


Her kim bana ağyârısa Hak Tanrı yâr olsun aña

Her kancaru varurısa bâğ u bahâr olsun aña


Baña ağu sunan kişi şehd ü şeker olsun aşı

Gelsün kolay cümle işi eli irer olsun aña


Önümce kuyı kazanı Hak tahtın ağdursun anı

Ardumca taşlar atanı güller nisâr olsun aña


Acı dirligüm isteyen tatlu dirilsin dünyede

Kim ölümüm isterise bin yıl ‘ömür virsün aña


Her kim diler ben hâr olam düşmen elinde zâr olam

Dostları şâd u düşmânı dost u agyâr olsun aña


Her kim diler ise benüm o dostumdan ayrıldugum

Gözlerinden hicâb gitsin dîdâr ayân olsun aña


Miskîn Yûnusun dünyede güldügini işitmeyin

Agladugum isteyene gözüm pıñar olsun añ

--------

Müstef'ilün / Müstef'ilün / Müstef'ilün / Müstef'ilün 

1 Haziran 2025 Pazar

Ümit Yaşar Oğuzcan - Beni Kör Kuyularda

 

Beni kör kuyularda merdivensiz bıraktın,
Denizler ortasında bak yelkensiz bıraktın,
Öylesine yıktın ki bütün inançlarımı;
Beni bensiz bıraktın; beni sensiz bıraktın.



Furqat - G'azal (Yoqma jonim o‘tlara, ey sho‘xu, zoringdur o‘shal)

Yoqma jonim o‘tlara, ey sho‘xu, zoringdur o‘shal,
Mubtalo ko‘nglum nizor etma, figoringdur o‘shal.

Gul tarovat topmog‘i aksi ruhingdandur bahor,
Bu sababdin misli nargis intizoringdur o‘shal.

“Sabzalarkim chashmai hayvon uza nedur?” dedi,
Men dedim: “Lab uzra xatti mushkboringdur o‘shal”.

Dedikim: “Naylay, bir oy boshida bir umri tavil”,
Men dedim: “Yuz uzra zulfi tobdoringdur o‘shal”.

“Bel, og‘izdin ochma lab, somoni sabring tut”, dedi,
Men dedim: “Borim yo‘q etgan yo‘qu boringdur o‘shal”.

Dedi: “Bildingmu tag‘oful etmog‘im mohiyatin?”
Men dedim: “Bormoq uchun bergan qaroringdur o‘shal”.

Dedi: “Yuz ming oshiqim, ammo biri mushtoqroq”,
Men dedim: “Furqat degan bir beqaroringdur o‘shal”.

Ömer Seyfeddin - Vire

İki senedir Goça taraflarını alan, talan eden on altı bin kişilik Türk ordusundan şimdi, bu kalede yadigâr gibi yüz elli asker kalmıştı. Onlar da işte iki yazdır padişahın gelmesini bekliyorlardı. Mutlaka alınacak olan "Kızılelma"nın yolu buradandı. Sonbahar başında bir gece Hamza Bey'in ulaklarından bir genç gelmişti. Ondan padişahın Acemistan hududunda olduğunu öğrendiler. Gerçi cephaneleri çoktu. Silahları mükemmeldi. Lakin ancak daha üç dört aylık erzakları vardı. Ne yapacaklardı? "Tata"ya giden geçitler kapalıydı. Etrafta her çeşit kuşlar uçuşuyor... Ama hiçbir kervan geçmiyordu.

Mehmed Akif Ersoy - Âyet Meali, Neml, 52 (Safahat'tan - 46)

 “İşte sana, onların kendi yolsuzlukları yüzünden ıpıssız kalan yurtları!..”

(Kur’an, Neml, 52)

Geçenler varsa İslâm’ın şu çiğnenmiş diyârından;
Şu yüz binlerce yurdun kanlı, zâirsiz mezârından;
Yürekler parçalar bir nevha dinler reh-güzârından.
Bu mâtem, kim bilir, kaç münkesir kalbin gubârından
Hurûş etmekte, son ümmîdinin son inkisârından?

Evet, son inkisârından ki yoktur cebrin imkânı:
Batıp gitmiş nazarlar beklemekten fecr-i nâzânı !
Nasıl, ey yolcu, bin lâ’net gelip ezmez ki vicdânı;
Dudaklar, çâk çâk olmuş, içerken zehr-i hüsrânı,
Uzaktan baktı -koşmak nerde!- milyonlarca yârânı!

Bu ıssız âşiyanlar bir zaman candan muazzezdi;
Bu damlar böyle baykuş seslerinden çın çın ötmezdi;
Şu kurbağalar seken vâdîde ceylânlar koşup gezdi;
Şu coşmuş, ağlayan ırmak ne handan gölgeler sezdi;
Bütün mâzîyi bir tûfan, fakat, hep boğdu, hem ezdi!

Vefâsız yurd! Öz evlâdın için olsun, vefâ yok mu?
Neden kalbin kararmış? Bin ocaktan bir ziyâ yok mu?
İlâhî kimsesizlikten bunaldım, âşinâ yok mu?
Vatansız, hânümansız bir garîbim... Mültecâ yok mu?
Bütün yokluk mu her yer? Bâri bir “Yok!” der sadâ yok mu?

* * *

Gitme ey yolcu, berâber oturup ağlaşalım:
Elemim bir yüreğin kârı değil, paylaşalım:
Ne yapıp ye’simi kahreyleyeyim, bilmem ki?
Öyle dehşetli muhîtimde dönen mâtem ki!..
Ah! Karşımda vatan nâmına bir kabristan
Yatıyor şimdi... Nasıl yerlere geçmez insan?
Şu mezarlar ki uzanmış gidiyor, ey yolcu,
Nereden başladı yükselmeye, bak, nerde ucu!
Bu ne hicrân-ı müebbed, bu ne hüsrân-ı mübîn...
Ezilir rûh-i semâ, parçalanır kalb-i zemin!
Azıcık kurcala toprakları, seyret ne çıkar:
Dipçik altında ezilmiş, paralanmış kafalar!
Bereden reng-i hüviyyetleri uçmuş yüzler!
Kim bilir hangi şenâatle oyulmuş gözler!
“Medeniyyet” denilen vahşete lâ’netler eder.
Nice yekpâre kesilmiş de sırıtmış dişler!
Süngülenmiş, kanı donmuş, nice binlerle beden!
Nice başlar, nice kollar ki cüdâ cisminden!
Beşiğinden alınıp parçalanan mahlûkat;
Sonra, nâmûsuna kurbân edilen bunca hayat!
Bembeyaz saçları katranlara batmış dedeler!
Göğsü baltayla kırılmış memesiz vâlideler!
Teki binlerce kesik gövdeye âid kümeler:
Saç, kulak, el, çene, parmak... Bütün enkâz-ı beşer!
Bakalım, yavrusu uğrar mı, deyip, karnından,
Canavarlar gibi şişlerde kızarmış nice can!
İşte bunlar o felâket-zedelerdir ki, düşün,
Kurumuş ot gibi doğrandı bıçaklarla bütün!
Müslümanlıkları bîçârelerin öyle büyük
Bir cinâyet ki: Cezâlar ona nisbetle küçük!

Ey, bu toprakta birer na’ş-ı perîşan bırakıp,
Yükselen mevkib-i ervâh! Sakın arza bakıp;
Sanmayın: Şevk-ı şehâdetle coşan bir kan var...

Bizde leşten daha hissiz, daha kokmuş can var!
Bakmayın, hem tükürün çehre-i murdârımıza!
Tükürün: Belki biraz duygu gelir ârımıza!
Tükürün cebhe-i lâkaydına Şark’ın, tükürün!
Kuşkulansın, görelim, gayreti halkın, tükürün!
Tükürün milleti alçakça vuran darbelere!
Tükürün onlara alkış dağıtan kahbelere!
Tükürün Ehl-i Salîb’in o hayâsız yüzüne!
Tükürün onların aslâ güvenilmez sözüne!
Medeniyyet denilen maskara mahlûku görün:
Tükürün maskeli vicdânına asrın, tükürün!

31 Mayıs 2025 Cumartesi

Oğuz Atay - Beyaz Mantolu Adam

Kalabalık bir topluluk içindeydi. Başarısızdı. Parası yoktu. Dileniyordu. Caminin önündeydi. Büyük bir camiydi bu. Minareleri, kubbeleri, kemerleri ve parmaklıklı pencereleri filân hepsi tamamdı. Özellikle avlusu: dilenenler için en önemli yer. Bir kenarda duruyordu. Hiçbir hüner göstermediği için ya da acındırıcı bir garipliği olmadığı için ya da kendisini çevreden ayırıp başarısızlığına üzülecek kadar düşünemediği için dilenirken de başarısızdı. Küçük kaplar içinde mısır satmadığı için, çocuklarla ve kuşlarla birlikte, başkaları adına sevap işleyemezdi; ayrıca, ne kırmızı cüppeli bir müneccime benzeyen ihtiyar gibi tekerlekli ve meşin duvarlı ve öğle tatilinde ön duvarı bir kepenk olup sahibini kapatıveren kulübede yaşıyordu, ne de şişman kötürüm gibi nazar boncuklarını ve tespihlerini ve çakmak taşlarını artık satamadığı anda gaz pedalına basıp motosikletli tezgâhıyla oradan hemen uzaklaşabilirdi. Sermayesi ve görünür bir sakatlığı yoktu. Belki, yoldan geçen birini durdurup, hastaneden yeni çıktığını ve hemşerisi inşaat çavuşuna gidecek parası olmadığını söyleyerek köylü taklidi yapabilirdi; fakat, konuşmadığı için, bu bakımdan da basan kazanması oldukça güçtü. Caminin duvarına yaslanmaktan başka ilgi çekici bir eylemde bulunmuyordu. Hatta henüz avcunu açma teşebbüsüne bile geçmemişti. Bununla birlikte, güvercinlerin ve mısır kaplarının ve caminin eğimli bir duvar çıkıntısına dizilen cinsel ve dinsel kitapların ve halkı bazı toplumsal kötülüklere karşı uyaran ve ağaç gövdelerine sarılan gazetelerin ve makbuz mukabili iyilik işleriyle uğraşanların yoğunlaştığı sırada, onu sakat sanan başörtülü ve çarşaflı kuru bir kadın, bu gönülsüz dilencinin avcunu çevirerek içine biraz para koydu. Belki de o sırada oldukça yüksekte duran güneş yüzünden gözlerini kırpıştırdığı için paraya bakmadı; belki de gözü, caminin iç avlusunda oynayan çocuklara takıldığı için avcunu kapamayı unuttu. Bütün bunlar, günün ilk hayırseveri biraz uzaklaştıktan sonra olmuştu. Kadın onun yüzüne bakarken, bilerek ya da bilmeyerek hiç oynatmamıştı gözbebeklerini. Bu yüzden ilk müşterisi onu kör sanmıştı. Avcuna düşen başka bir paranın sesiyle kendine gelir gibi oldu: Kendisi gibi elbisesi yırtık, sakalı uzamış bir adam gördü başını kaldırınca. Sonra, eski bir halıdan yapılmış torbasını sinirli hareketlerle karıştırarak bozuk para çantasını arayan genç kız çıktı karşısına; büyük bir para elini ağırlaştırdı, öteki bütün paraları kapadı.

30 Mayıs 2025 Cuma

Mehmed Akif Ersoy - Âyet Meali, Âl-i İmrân, 26 (Safahat'tan - 45)

 

قُلِ اللّٰهُمَّ مَالِكَ الْمُلْكِ تُؤْتِي الْمُلْكَ مَنْ تَشَٓاءُ وَتَنْزِعُ الْمُلْكَ مِمَّنْ تَشَٓاءُۘ وَتُعِزُّ مَنْ تَشَٓاءُ وَتُذِلُّ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ مَنْ تَشَٓاءُۜ بِيَدِكَ الْخَيْرُۜ اِنَّكَ

“Yâ Muhammed, de ki: “Ey mülkün sâhibi olan Allah’ım, Sen mülkü dilediğine verirsin; Sen mülkü dilediğinin elinden alırsın; Sen dilediğini azîz edersin; Sen dilediğini zelîl edersin; hayır yalnız Senin elindedir; Sen, hiç şüphe yok ki, her şeye kâdirsin.” (Kur’ân, Âl-i İmrân, 26)

İlâhî, emrinin âvâre bir mahkûmudur âlem;
Meşiyyet sende, her şey sende... Hiçbir şey değil âdem!
Fakat, hâlâ vücûd isbât eder, kendince, hey sersem!
Bugün, üç beş karış toprakta varlıktan vururken dem;
Yarın, toprak kesilmiş varlığından fışkırır mâtem!

24 Mayıs 2025 Cumartesi

Ömer Seyfeddin - Gizli Mabed

— Müfide Harunımefendi'ye-

Geçen gün Tokatlıyan'da Sermet bana genç bir Frenk takdim etti. Sorbonne'dan arkadaşmış! Kumral, çini mavi gözlü, güzel, narin, nazik bir çocuk! Aşırı bir Doğu düşkünü. İlk lafı bu oldu:

— Azizim, siz kendinizi bilmiyorsunuz. Avrupa'yı bir şey zannederek kendi güzelliklerinizi görmüyor, kendi sırlarla dolu dünyanızı yaşamıyorsunuz.

Birdenbire haklı mı, haksız mı olduğunu kestiremediğim bu eleştiriye gülümsedim:

— Yaşamadığımızı, göremediğimizi ne biliyorsunuz?

— Bunu gözümle gördüm, diye coştu. Üç senedir Sermet'in evindeyim. Her şey alafranga: Yemek salonu, yatak odası, karısının, kardeşlerinin giyinişleri, hareketleri, hatta düşünceleri, anlayışları bile hep Avrupalı gibi! Ah, nerede Loti'nin[1] Türkiye'si?

— Loti'nin Türkiye'si karşı tarafta! dedim.

— Evet, öyle söylüyorlar. Fakat içine girilmez bir âlem!.. Yazık ki siz bu tablolara konu olmaya layık âlemi sevmiyorsunuz.

                — Sevenlerimiz de var! dedim.

— Siz sevenlerden misiniz?

23 Mayıs 2025 Cuma

Mehmed Akif Ersoy - Süleymaniye Kürsüsünde (Safahat'tan - 44)

 

Kardeşim Fatîn Hoca’ya

Köprüden çok geçerim; hem ne kadar geçtimse,
Beni sevk etmedi bir kerrecik olsun ye’se,
Ne Halîc’in o yosun çehreli miskin suları;
Ne onun hilkate küsmüş gibi durgun kenarı!
Herkesin hissi bir olmaz. Meselâ karşıdaki,
Sâhilin, başbaşa vermiş, düşünen, pis, eski.
Ağlamış yüzlü, sakîl evleri durdukça, sizin,
İçinizden acı şeyler geçecek hep... Lâkin,
Bak benim öyle değil... Siz de biraz şâir olun:
Meselâ, geçtiğiniz yalpa yapan tahta yolun,
Cedd-i merhûmu aceb sal mı demekten ne çıkar? (*1)
Geliniz farz edelim biz bunu: Sâbih bulvar!
Köprüler asma imiş Avrupa âfâkında...
Varsın olsun, o da bir şey mi? Bizim Şark’ın da,
Böyle daldırma olur... Hem açınız âsârı,
Köprünün nerde görülmüş, hani, tahte’l-bahrı ?
Anladım: Ben ne kadar şi’re özensem de, demek,
Seni ey sevgili kâri’, bu telâkkî , pek pek,
Azıcık güldürecek... Yoksa öbür yanda, hazin,
Bin hakîkat sırıtırken kıyısından denizin,
Diyeceksin ki: “Hayâlin yeri yoktur... Boşuna!”
Ya şu timsâl-i İlâhî de mi gitmez hoşuna?
Öyle ta’zîb-i nigâh eyleme bedbîn olarak,
Bırak etrâfı da, karşında duran ma’bede (*2) bak:
Başka bir sâhile gehvâre-i emvâcından,
Böyle şeh-dâne çıkarmış mı yakınlarda zaman!..
Ne seher-pâre-i san’at ki ezelden mahmûr...
Leb-i deryâdan uçan bir ebedî hande-i nûr!
Sanki ummân-ı bekânın ezelî bir mevci,
Yükselirken göğe, donmuş da kesilmiş inci!..
Bu güher pârenin eb’âd-ı semâvîsinde,
Yorulan dîdelerin hâke neden insin de,
Levse dalsın yeniden? Etem, yazıktır, olmaz,
Garba tevcîh ediver, gel onu sen şimdi biraz:
Dur da Ma’bûd’una yükselmek için ilme basan (*3)
Ma’bedin hâlini gör, işte serâpâ îman!..
Yüce dağlar gibi âfâka döşerken sâye,
O, bekâdan daha câzib kesilen âbideye ,
Bir nazar zevk-i bedî’îni yeter tatmîne...
Durma öyleyse urûc et, o ziyâ âlemine.
O ziyâ âlemi bilmez ki karanlık ne demek;
O semâvî yuva kirlenmedi, kirlenmeyecek!
Onu i’lâ eden etmiş ebediyyen i’lâ...
Etse dünyâları tûfan gibi levs istîlâ .
Bu, semâlarda yüzen şâhikanın pâk eteği,
Karşıdan seyredecektir o taşan mezbeleyi.
Yerin altında sinen zelzeleler fışkırsın,
Yerin üstünde ne bulduysa devirsin, kırsın;
Hakkı son sadme-i kahrıyla bitirsin isyan;
Edebin şimdiki ma’nâsına densin “hezeyan”;
Kalmasın, hâsılı , altüst olarak hissiyyât,
Ne yüreklerde şehâmet, ne şehâmette hayât;
Yine kürsî-i mehîbinde Süleymâniyye,
Kalacak, doğruluğun yerdeki tek yurdu diye.

18 Mayıs 2025 Pazar

Mehmed Akif Ersoy - Yemişçi İhtiyar (Safahat'tan - 43)

 

Safahât’ımda, evet, şi’r arayan hiç bulamaz;
Yalınız, bir yeri hakkında: “Hazîn işte bu!” der.
Küfe? Yok. Kahve? Hayır. Hasta? Değil. Hangisi ya?
Üç buçuk nazma gömülmüş koca bir ömr-i heder!

14 Mayıs 2025 Çarşamba

Mehmed Akif Ersoy - Yemişçi İhtiyar (Safahat'tan - 42)

 

Sinîn-i ömr-i şedâid-güzîni olmalıdır,
Cebîn-i pâkine pîrin bu çîn-i ye’si veren.
Elinde tartısı, dûşunda mülk-i seyyârı;
Yürür... Önünde mezar, arkasında bin şîven!
Zaman olur ki, uzaklarda bir serâb-ı muzî
Nümâyişiyle , gözünden geçer hayâl-i vatan;
Sönük nigâhını bîdâr ederdi belki ümîd,
Hayâle olsa müsâid bu meşy-i tâb-efgen .
Çeker şu bârı hayâtında hep hayâtı için;
Bilinse âh, şu bâr-ı hayâtı çekme neden?..

11 Mayıs 2025 Pazar

Mehmed Akif Ersoy - Bebek yahut Hakk-ı Karâr (Safahat'tan - 41)

 


Bizim Cemîle Ferîde’yle bir sabah gelerek,
“Unutma beybaba, akşam birer hotozlu bebek,
Getir, kuzum...” dediler. Ben de kızların keyfi
Kırılmasın diye reddetmedim şu teklîfi.
Kiraz dudaklı, üzüm gözlü, inci dişli, iki
Edâlı yosma getirdim. Aman o akşamki,
Sevinme hâlini bir görmeliydi yavruların!
Durup oturmadılar hiç, dedim: “Yatın da yarın,
Bütün gün oynayınız...” Nerde! Kim yatar? O gece,
-Yemekte sızmaya me’lûf olan- Ferîde’mce,
Kabûl olunmayacak söz olursa, yatmaktı.
Yatar mı hiç? O nasıl hisli bir yumurcaktı.
Ferîde’nin yaşı beş yok; Cemîle’ninki yedi;
Şu var ki, abla hanım pek hanım tavırlı idi.
Büyük kız oynadı bir parça, sonradan yattı;
Küçük sabaha kadar hep bebeğini hoplattı.
Ne ninniden alıyormuş, ne öyle hoppaladan...
“Işıl ışıl bakıyor â! Bebek değil, afacan!”
Sabâha karşı tükenmiş mecâli yavrucuğun:
Mışıl mışıl uyuyor... Değmeyin aman uyusun.

Hüseyin Nihal Atsız - Yolların Sonu

 

Bu gün yollanıyorken bir gurbete yeniden
Belki bir kişi bile gelmeyecektir bize.
Bir kemiğin ardında saatlerce yol giden
İtler bile gülecek kimsesizliğimize

7 Mayıs 2025 Çarşamba

4 Mayıs 2025 Pazar

Mehmed Akif Ersoy - Hasbıhal (Safahat'tan - 40)

 


“Mâ medâ fâte; ve’l-mü’emmeli ğaybun,
Feleke’s-sâatü’lletî ente fîha.”

Büyük bir şâirin düstûr-i hikmettir şu ihtârı;
Velev duymuş da olsan yolsuz olmaz şimdi tekrârı:
“Geçen geçmiştir artık; ân-ı müstakbelse mübhemdir;
Hayâtından nasîbin: Bir şu geçmek isteyen demdir.”
Evet, mâzîye ric’at eylemek bir kerre imkânsız;
Ümîdin sonra istikbâl için sağlam mı? Pek cansız!
Bugünlük iş bugün lâzım yapılmak, yoksa ferdâya
Bırakmışsan... O ferdâlar olur peyveste ukbâya!
Benim on beş yıl evvelden kalan işler durur hâlâ;
Yarın bir başlayıp yapsam demiştim, bak, demin hattâ!
Müsevvifler için dünyâda mahvolmak tabî’îdir. *
Bu bir kânûn-i fıtrattir ki yok te’vîli: Kat’îdir.
Sakın ey nûr-i dîdem, geçmesin beyhûde eyyâmın;
Çalış hâlin müsâidken... Bilinmez çünkü encâmın.

2 Mayıs 2025 Cuma

Atatürk Döneminde Din Eğitimi


İslam Dini'nin temel hedefi, sadece insanlara uyacakları hazır davranış kalıpları kazandırmak değil, verdikleriyle aklın gelişmesini sağlamaktır. Canlılar arasında da insanı farklı ve üstün kılan şey onun öğrenme özelliğidir. Öğretmek ise elbette eğitimin işidir.

1 Mayıs 2025 Perşembe

Mikayıl Müşfiq - Gecə düşüncəsi

 


Xoşladığım bir gecə, yerlər, göylər işıqlı,
Ay bir sərxoş göz kimi, ulduzlar yaraşıqlı.
Bunları seyr edərkən
Bir az fikrə gedərkən
Fikrim, hissim, xəyalım o qədər yüksəldi ki,
Mənə öylə gəldi ki,
Bizlərdən əvvəl nə yer, nə göy, nə həyat olmuş,
Nə bu ucsuz-bucaqsız gözəl kainat olmuş…

30 Nisan 2025 Çarşamba

Seferî - Tezat

Adalet dibe vurdu, şikayet tavan yaptı,

Liyakat dibe vurdu, cehalet tavan yaptı,

Hiç kimse aldanmasın yalana,palavraya

Gerçekler dibe vurdu,rivayet tavan yaptı.

29 Nisan 2025 Salı

Mehmed Akif Ersoy - Âmin Alayı (Safahat'tan - 39)

 

“Gözüm ki kâne boyandı, şarâbı neyleyeyim?
Şarâbı neyleyeyim?
Ciğer ki odlara yandı, kebâbı neyleyeyim?
Kebâbı neyleyeyim?
Ne yâre yaradı cismim, ne bana, bilmem hiç!
İlâhî, ben bu bir avuç türâbı neyleyeyim?
Türâbı neyleyeyim?
Âmin! Âmin!”

En önde, rahlesi âgûş-i ihtirâmında,
Ağır ağır yürüyen bir dokuz yaşında melek;
Beş on adım geriden, pîş-i ihtişâmında,
Şafak ziyâları hattâ ufûl edip gidecek
Kadar lâtîf, iki ma’sûmu bir açık payton
Vakâr u nâz ile çekmekte; arkasında bunun,
Küçük adımlı yaman bir tabur ki hayli uzun!

28 Nisan 2025 Pazartesi

Arzu Karademir - Yozgat


Sevgide bir umman, gönülde zahir,
Hoşgörü yurdunun ilidir Yozgat.
Beş bin yıldan beri kadim bir şehir,
Kültür kervanının yoludur Yozgat.