8 Nisan 2024 Pazartesi

Nesibe Abdullayeva - Ninni

 


"Babayar askerlik dönüşü Rus kadın getirmiş." sözü o daha kapıdan girmeden köye yayılmıştı… Kimi şaşırmış, kimi inanamamıştı. Köyün kadınları Selime hanımefendiye sabır dilerken yaşlı erkekler de Şirmurad Molla'ya acıyarak sakallarını sıvazlıyorlardı.

Abdulla Reis de arkadaşının haberini alınca askerlik dönüşü eğlencesinin haberini alacağını düşünerek girdi. Hiçbir şeyden haberi yokmuş gibi selam verip aldıktan sonra söze başka yerden girdi.

  Deştigaz’da Çaribay’ın torununun sünnet düğünü olduğunu söylediler. Köpkeri de düzenleyeceklermiş. Sizi de çağırdı mı?

Molla Şirmurad başını salladı:

  Pazar günü tellal Selim’in imecesi varmış. Küçük oğluna ev yapmak istiyormuş.

Abdulla Reis kalın sakalını parmaklarıyla taradı. Arkadaşı gözlerini bir noktaya dikmiş, sesini çıkarmadan oturuvermişti. Abdulla Reis dayanamadı:

  Eh, yeter artık. Gözlerini bir yere dikip oturma. Torunun bir gençlik hatası yapmış işte. Bu zavallı kız köy hayatına alışamayıp bir hafta geçer geçmez dönüp gider.

Şirmurad derin bir iç çekti:

  Bu çocuk beni yerin dibine soktu. Ne niyetlerle Kur’an hafızı olarak yetiştirdim. Okumayı öğrettim.  Bundan sonra Hacı Kudret’in yüzüne nasıl bakarım? Torunun gelinimiz olacak, Babayar askerden gelsin, düğün hazırlıklarına başlarız diye ne vaatlerde bulunmuştum.

  Dostum! Şimdiki gençlere bir şey söylenmiyor. Alnına şu kız yazılmış demek. Hacıyı düşünme. Ben alıştıra alıştıra anlatırım. Asker dönüşü eğlencesine hazırlan.  Torununun sağ salim geldiğine şükret. O kız da birilerinin evladı. Evlatlarını uzak memleketlere gönderirken kan kusuyorlardır.

  Yahu, yetimhanede büyümüş. Babası, anası kimdir, belli değil. Haydi deyince gelivermiş işte, dedi Molla öfkeyle.

Reis dostunu avutmaya çalıştı:

  Artık onlar öyle işte… Haydi, ben kalkayım. Yumurtanın üstüne oturan tavuk gibi oturma. Mahalleye, sokağa çık.

Abdullah Ağa çapanını silkeleyip kalktı.

Reis gidince Molla hanımı Tunuk anaya:

  Hadi şu evli beyefendiyi çağır. Bir şey söyleyeceğim, dedi.

Tunuk ana oğlu Şahmurad’a işaret etti:

  Baban Babayar’ı soruyor.

Babasının duruşundan ne düşündüğünü anlayan Şahmurad:

  Baba! Torunun yapmış bir çocukluk. Benim de kafam bozuk. Zavallı kızı tek başına geri göndersek nasıl olur? dedi yavaşça.

  Eh, çağır şu oğlunu!

Babayar dedesinin salonuna girmeden önce derin derin nefes aldı.

Molla, torununun güçlü bedenine, güçlü kaslarına bakıp gençliği hatırladı. Biraz yüreği yumuşadı. Bazen gençlikte yaptığı işe insanın aklı ermiyordu.

  Evet, bekârlığa dayanamadın öyle mi? Gitmeden önce söyleseydin evlendirirdik. Yabancı bir kızı nikâh kıymadan alıp eve getirmeye utanmadın mı?

 Ona elimi bile sürmedim. Gönül millet tanımıyormuş. Nikâhımızı siz kıysanız dedeciğim, dedi Babayar kızara bozara.

Molla biraz sessizce oturduktan sonra:

  Nikâhınızı kıyacağım. Lakin benim gözüme başörtüsüz, entarisiz görünmesin, dedi.

Babayar sevindi.

Hafta sonu konu komşuyu çağırıp askerlik dönüşü bahanesiyle küçük bir düğün yapıldı. Gelinle güveyin dini nikâhı kıyıldı.

Molla, epey zaman Hacı Kudret’ten kaçtı. Sonunda Abdullah Reis yapacağını yaptı. Hacı Kudret, “Torununun yaptığı iş sebebiyle ben dostluğumu bozmam. Benden kaçmasın” diye haber gönderince çayhaneye çıktı. Dostuyla göz göze gelince yavaşça: “Her zaman bizim dediğimiz olmuyormuş” diyerek Hacı Kudret’e elini uzattı.

Şahmurad’ın büyük oğlu Şadiyar’a arka bahçede bir ev yaptılar. Babayar’ın askerden gelişinden sonra evlenmesini ve Şadiyar’ı başka eve çıkarmayı zaten düşünmüşlerdi. Ama "bu laf anlamaz oğlan geçinebilir mi? Geçinemez mi? Şadiyar’ı şimdi evden ayırmayalım" dedi Selime hanım. Şahmurad, karşı çıkarak baktı: "O da senin gelinin."

Selime onu tencereye, tavaya yaklaştırmak istemiyordu. Kocasına "onlar haramı, helali bilmezler" dedi. Ama "erin severse ilin sever" dedikleri gibi yavaş yavaş ona yaklaşmaya başladı. Rus gelinin adı Sveta’ydı. Babayar, "Sveta"nın Özbekçesi "Aydın" demek diye söyleyince Aydın diye çağırmaya başladılar.

Rus gelin yemek pişirmede gerçekten ustaymış. O her gün kahvaltı için kaygana pişiriyordu. Öğle yemeğinde de mutlaka sevilen yemeklerden biri hazır oluyordu. Şadiyar’ın hanımı da eltisinin dilini anlamamakla birlikte kısa zamanda aralarından su sızmaz olmuştu.

Rus gelininin "Mama, mama" sözleri Selime hanımefendinin kulağına hoş gelmeye başlamıştı. O zamana kadar başını örtmemiş olan bu taze gelin başörtüsüne de sahip çıkamazdı. Bazen yerde, bazen bahçedeki çiçeklerin gövdesine asılı kalan başörtüsünü görümcesi Ruzigül bulup getirirdi. O gülerken gelin tekrar başına bağlamaya çalışırdı.

Beşinci sınıfta okuyan Ruzigül, yengesinin Rusçasını beğenmişti. Yengesi okula giderken saçını güzelce tarayıveriyor, ona Rusça şarkılar öğretiyordu.

Beş altı ay sonra Aydın da Özbekçe konuşmayı iyice öğrenmişti.

Aydın, ilk günlerde Molla dededen kaçardı. Evdekilerin dedeye saygısının çok yüksek derecede olduğunu görünce ailede onun en önemli kişi olduğunu anladı. Kaynanası Selime hanımefendiden de önce kalkarak dedenin abdest aldığı testiye ılık suyu o doldurup hazırlamaya başladı.

Aydın, sabahleyin erkenden bahçedeki en güzel çiçeklerden koparıp geldi. Vazodaki suya koydu. Sabahın tatlı havasından doyasıya nefes alırken nedense içinden bir şarkı söylemek geldi. Avluyu süpürürken hafifçe mırıldanmaya başladı. Elinde testiyle abdest almaya giden Molla dede onun şarkısını işitip biraz durakladı. Abdulla Reis’in “o da birinin candan sevdiği evladı” dediğini hatırladı. “Zavallı, anasız babasız büyümüş. Belki de bu sebeple Babayar’ı sevip peşine düşmüştür” diye içinde ona acıma hissi uyandı.

O gün torununu çağırdı. “Şehre götürüp gelini gezdir”, dedi.

Babayar, hanımıyla ilçeye gitti. Dükkânları gezdiler. Sinemaya gittiler. Karı, koca şen şakrak eve döndüler. Selime hanım gelininin ne kadar güzel olduğunu fark etti. Gelini gözüne daha güzel görünmeye başladı. Kimsesiz kızın teni bembeyazdı. Boyu bostu yerli yerindeydi. Ne giyse yakışıyordu. Sandıktan ipekli, atlas kumaş çıkarıp Ruzigül’ün eline tutuşturdu:

  Aydın yengenle birlikte terzi Şerbet hanıma gidin. Gençlere uygun dikiversin. Yenleri biraz uzun olsun.

Selime hanım sabahın erken saatinde gelinini bahçede yürürken gördü.

  Her Allah’ın günü sabahleyin çiçek mi koparıyorsun?

  Hayır anne. Canım “kisliy” elma yemek istedi.

  Bahçede kızıl elmadan çok ne var? Alıver.

  Hayır anne. “Kisliy” elma yok.

  Neden yokmuş? İşte kıpkızıl elma…

Selime hanımefendi kopardığı kırmızı elmayı gelinine verdi.

  Hayır anne. Tuzlu elma.

Aydın ne istediğini anlatmaya çalışıyordu.

  Tuzlu elma da neymiş?

Selime hanımefendi gelinine baktı, sonra mesleyi anladı.

  Yavrum, canın ekşi elma mı istedi? Dur.

Bahçenin yüksek yukarısında daha tam olmamış ketleklerden birkaç tane koparıp gelinine uzattı.

  Anne, çok güzel… Çok güzel…

Selime hanımefendi, Aydın’ın ham elmaları keyifle yediğini görüp gülümsedi. Ağzı kulaklarına varır vaziyette kaynanasına:

  Anam, Aydın gelin aş eriyor gibi. Torununuzun evladını göreceksiniz, dedi.

Evleneli iki yıl olmasına rağmen Şadiyar’ın hanımının halen çocuğu yoktu. Salime hanımın içi sıkılıyordu. Biraz rahatladı. Lakin bu sözü kaynanasından başka hiç kimseye söylemedi.

Büyük gelini Mesture’yi alıp doktora götürdü. İçin için eziklik hissetse de Mesture üzüntüsünü dışa vurmazdı. Doktora görünmeye de utanıyordu. Belli etmese de kaynanasının yaptığı işten memnun olmuştu. Doktorun “gelininizin sağlığı yerinde, biraz tedavi gerekiyor” dediğini işiten Selime hanımın içi rahatladı. Kendi kendine “neden vaktinde gelmedik?” diye düşündü. İlçe eczanesinden doktorun tavsiye ettiği ilaçları, iğneleri aldı.

  Aydın iğne yapar. Doktor filan aramazsın, dedi Mesture’ye.

Aydın hemşirelik okulunda okumuştu. Köylülerin iğnelerini yapardı. İlaçların nasıl içileceğini anlatırdı.

Tunuk anneye de tansiyonu yükseldiğinde nane çayı demleyip verirdi. Bazen büyük anne uzun uzun dua ederdi. Birazını anlayıp birazını anlamasa da Aydın onuniyi şeyler söylediğini hissediyordu. Selime hanım, “bizden de doktor çıktı” diye övünürdü.

Sonbaharda Aysın doğum yaptı. Bebek, bembeyaz ve küçücüktü. Tunuk ana onu beşiğe beleyiverdi. Aydın, çocuğun elleri, ayakları bağlı yatmasına üzülüp serbest bırakmak istedi ama büyük anne kızdı:

  Babası da bu beşikte büyüdü. Dürüst adam diye dünyanın öbür ucundan peşine takılıp geldin ya. Bu da beşikte yatıp koç gibi yiğit olacak elbette…

Aydın, çocuğun her dakika altını ıslatıp rahatsız olmamasının beşiğin sağladığı bir kolaylık olduğunu anladı.

Şirmurad Molla, torununun oğlunun kulağına ezan okudu. Babasının “Yoldaş Cebeci” adında pehlivan dedemiz vardı dediği aklına geldi. Olmayacak şey değildi. Aslına çeker, bu da yiğit bir pehlivan olurdu. Ona “Yoldaş” adını koydu.

Torununun oğluna kırkı çıkıncaya kadar Tunuk ana baktı. Bir gece Aydın uyandı. Tunuk ana, beşik sallarken ninni söylüyordu.


Kucağımı dolduran, ninni

Gamlarımı öldüren, ninni

Babasının pelvanı, ninni

Anasının oğlanı, ninni…

                Biraz ağlamayı, biraz oyun havasını andıran bu tuhaf şarkı, Aydın’ın yüreğinde anlamadığı bir duygu uyandırdı. Ninnisiz geçen çocukluğunu hatırladı. İçi doldu. Gözlerinden sicim gibi yaş akmaya başladı. Ama kendi oğlunun her gün ninni dinlediğini düşününce gönlüne parlak bir nur indi.

*     *     *

(Türkiye Türkçesine çeviren: Mahir Ünlü)

 

Nesibe Abdullayeva

                1969 Yılında Sürhanderya ilinin Baysun ilçesinde doğdu.

                Taşkent Devlet Üniversitesi (şimdiki Özbekistan Milli Üniversitesi) Gazetecilik Fakültesini bitirdi. Felsefe alanında yüksek lisan öğrenimi gördü.                Elliden fazla makale, hikaye ve hicviye yayımladı.

                Halen Özbekistan Milli Üniversitesinde görev yapmaktadır.



[1] At üstünde oğlak kapma yarışı.

[2] Anne, anne…

[3] Kisliy: Acı (Rusça)

Kaynak: 20. ve 21. Asır Özbek Hikaye ve Kıssaları


Nasiba Abdullayeva - Alla (hikoya)

Boboyor “Armiyadan o‘ris xotin olib kelibdi”, degan gap u darvozadan kirmasdanoq qishloqqa tar­qab ulgurdi. Birov hayron, birov ishonmagan. Qishloqning xotinlari Salima boybichchaga to‘zim tilashsa, oqsoqollar Shermurod mulloga achinib soqol silashadi.

Abdulla rais ham jo‘rasidan xabar olgani, ham askar to‘yning daragini bilgani kirdi. Hech nima bo‘lmaganday salom-alik qilgach, gapni uzoqdan bosh­­­ladi.
– Dashtig‘ozda Choriboy nevarasining sunnat to‘­yiga aytib ketdi, ko‘pkari ham berayotganmish, sizni ham chaqirdimi?
Mulla Shermurod boshini irg‘ab qo‘ydi.
– Bozor kuni Salim dallolnikida hashar ekan, kenjasiga imorat ko‘tarmoqchi, – qalin soqolini bar­­moqlari bilan taradi Abdulla rais.
Jo‘rasi bir nuqtaga termulib miq etmay o‘ti­raverdi. Abdulla rais chidolmadi.
– E, bo‘ldi-da endi, baqrayib o‘tiraverma. Ne­­­varang bir yoshlik qipti-da, balki bu poshikas­ta qishloq sharoitiga ko‘nikmay hafta o‘tar-o‘tmas jo‘­nab qolar.
Shermurod xo‘rsindi.
– Bu bola meni yerga kirguday qildi. Ne-ne niyatlar bilan Qur’onni yodlatdim, qiroatni o‘rgatdim. Qudrat hojining betiga qanday qarayman endi. Nevarangni o‘zim kelin qilaman, Boboyor armiyadan kelsa to‘yni boshlaymiz deb qancha joylardan qoldirib edim.
– Jo‘ra, hozirgi yoshlarga bir nima deb bo‘­ladimi, peshonasiga shu qiz yozilgandir-da. Hojini esa o‘ylama, o‘zim sekin tushuntiraman. Endi, qo­vog‘ingni och bunday. Askar to‘yni boshla, nevarang eson-omon kelganiga shukur qil. U qiz ham birovning jonday farzandi, bolasini uzoq yurtga yuborib o‘zlari qon yutib o‘tirgandir.
– E, detdomda o‘sgan, ota-onasining tayini yo‘q ekan, yur desa ergashib kelavergan, – dedi mulla tutoqib.
– Endi, ular o‘zi shundayroq-da, – jo‘rasini ovutgan bo‘ldi, rais. – Mayli, men turay, tuxum bosib o‘tiravermay mahalla-ko‘yga chiq.
Abdulla aka choponi barini silkitib o‘rnidan turdi.
Rais ketgach mulla kampiri Tunuq momoga:
– Anov xotinli boybachchani chaqir, gapim bor, – dedi.
Tunuq momo o‘g‘li Shomurodga im qoqdi.
– Otang Boboyorjonni so‘rayapti.
 Otasining vajohatidan nimadir qarorga kelganini sezgan Shomurod:
– Ota, nevarangiz bir bolalik qipti, meniyam boshim qotgan, poshikastani bir o‘zini orqasiga qay­tarib yuborsak qanday bo‘ladi? – dedi sekingina.
– E, chaqir ulingdi!
Boboyor bobosining boloxonasiga kirishdan oldin chuqur-chuqur nafas oldi.
Mulla nevarasining chayir gavdasi, kuchli mus­kullariga qarab yoshligi esiga tushib, biroz ko‘ngli yumshadi. Yoshlikda, ba’zan qilayotgan ishini aqli bilmaydi.
– Ha,chidolmadingmi, ketishingdan oldin aytsang uylantirib qo‘yardik, begona bir qizni benikoh uyga yetaklab kelishga uyalmadingmi?
– Unga qo‘limniyam tekkizganim yo‘q, ko‘ngil millat tanlamas ekan, nikohimizni o‘zingiz o‘qisangiz, bobojon, – dedi qizarib Boboyor.
 Mullo bir oz jim o‘tirgach:
– Nikohingni o‘qiganim bo‘lsin, lekin mening ko‘zimga ro‘mol, lozimsiz ko‘rinmasin, – dedi.
Boboyor suyunib ketdi.
Hafta oxirida ovul-hamsoyani chaqirib askar to‘y bahona kichikroq to‘y berishdi, kelin-kuyovning nikohi o‘qildi.
Mullo ancha paytgacha Qudrat hojidan qochib yurdi. Oxiri Abdulla raisdan bo‘lar ish bo‘ldi, ne­varasining ishi deb jo‘rachilikdan kechmayman, men­dan qochmasin deb ayttirib yuborgach, choyxonaga chiqdi. Jo‘rasining ko‘zi-ko‘ziga tushgach “bizning aytganimiz har doim ham bo‘lavermas ekan”, dedi sekingina, Qudrat hojiga qo‘lini uzatib.
Shomurodning to‘ng‘ichi Shodiyorga tomorqaning to‘ridan imorat ko‘tarishgan. Boboyor harbiydan ke­lishi bilan uylab Shodiyorni ko‘chirishni o‘ylab turishgan edi. Ammo “bu chulchut ro‘zg‘orni eplaydimi-yo‘qmi, Shodiyorni hali ko‘chirmaymiz” deb turib ol­­di Salima boybichcha.
– Bilmasa, o‘rgat, qara, chaqqongina ekan, – Shomurod xotiniga norozi bo‘lib qaradi, – uyam kelining.
Salima uni qozon-tovoqqa yaqinlashtirgisi kel­madi. Ular harom-halolning farqiga bormaydi de­di eriga. Ammo ering sevdi, eling sevdi deganday o‘g‘lining ko‘ngliga qarab, sekin-asta unga yon bera boshladi. O‘ris kelinning ismi Sveta ekan. Boboyor o‘zbekchasiga Oydin bo‘ladi degach, Oydin deb chaqira boshlashdi. O‘ris kelin ochiqqina, pishir-kuydirga usta ekan. U nonushtaga har kun quymoq pishirib qo‘yadi. Tushlikka albatta biror tansiqqina taom tayyor. Shodiyorning xotini ham ovsinining tiliga tushunmasa-da bir pasda inoqlashib ketdi.
“Mama, mam” degan so‘zlari Salima boybichchaga ham yoqimli eshitila boshladi. Hech ro‘mol o‘rab ko‘rmagan bu antiqa kelinchak uni eplashni ham bilmasdi. Goh yerda, goh hovlidagi gullarning novdasiga ilashib qolgan ro‘molini qayinsinglisi Ro‘zigul topib kelar, u kulganicha qayta o‘rashga tushar edi.
Beshinchi sinfda o‘qiydigan Ro‘zigulga o‘ris che­chasi yoqib qolgan edi. Maktabga ketgunicha sochi­ni chiroyli turmak qilar, unga ruscha qo‘shiqlar o‘r­ga­tardi.
Besh-olti oydan so‘ng Oydin ham binoyiday o‘zbekcha gapiradigan bo‘ldi. Boshida Oydin mulla bobodan o‘zini olib qochib yurdi. Uydagilarning boboga hurmati baland ekanligini ko‘rib oilada u “glavniy” ekanligini bilib oldi. Qaynonasi Salima boybichchadan ham vaqtliroq turib oftobani iliq suvga to‘ldirib qo‘yadigan bo‘ldi.
Oydin erta tongda bog‘dan chiroyli gullardan uzib keldi, bankadagi suvga solayotib, tongning totli havosidan to‘yib nafas olarkan, negadir qo‘shiq kuylagisi keldi. Hovlini supurayotib xirgoyi qila boshladi. Oftoba ko‘tarib tahorat olishga ketayotgan mulla bobo uning xirgoyisini eshitib bir pas turib qoldi. Abdulla raisning “uyam birovning jonday farzandi” degan gapi yodiga tushdi. Bechora, ota-onasiz o‘sgan, shuning uchun Boboyorga mehr qo‘yib ergashib kelgandir, deb unga ichi achiganday bo‘ldi.
O‘sha kuni nevarasini chaqirib, markazga oborib kelinni aylantirib kel, deb qoldi.
Boboyor xotini bilan tumanga tushdi, do‘kon ay­landi, kinoga tushdi. Er-xotin sho‘x-shodon uyga qaytishdi. Salima boybichcha kelini ko‘hlikkina ekanligini payqadi.
Kelin yanayam ochilib ketdi. Opoqqina sabil, bo‘y-basti ham kelishgan, kiyim yarashadi. San­diq­dan xon­atlas olib qizi Ro‘zigulga tutqazdi.
– Oydin chechang bilan Sharbat tikuvchiga olib bor, zamonaviy qilib tikib bersin, yengi uzungina bo‘lsin.
Tongda Salima boybichcha kelinining bog‘ oralab yurganini ko‘rdi.
– Ha, sahar mardon yana gul uzib yuribsanmi?
– Net mama, kisliy olma yegim keldi.
– Bog‘da qizil olmadan ko‘pi bormi, olaver.
– Net, mama, kisliy olma yo‘k, – dedi Oydin
– Nega yo‘q ekan, ana, – qip-qizil olmani uzib keliniga tutqazdi.
 – Net, mama, kisliy – tuzli olma, – tushuntirishga harakat qilardi Oydin.
Tuzli olmasi qanaqa ekan. Salima boybichcha keliniga termulib turdi-da, keyin tushunib yetdi.
– Ibi, sho‘r olma yeging kelyaptimi, to‘xta, u bog‘ to‘ridagi hali shira kirmagan qarolidan bir nechtasini uzib keliniga tutqazdi.
– Mama, zo‘r, zo‘r.
 Oydin maza qilib qarolini yeyotganini ko‘rib kulimsiradi.
– Ena, Oydin kelinning gumonasi borga o‘x­shay­di, chevara ko‘rasiz, – dedi qaynonasiga og‘zi qu­log‘ida Salima.
Shodiyorning xotini tushganiga ikki yil bo‘l­sa-da, hali farzandi yo‘q. Salima boybichcha siqilib yurib edi, biroz ko‘ngli yorishdi. Ammo bu gapni qaynonasidan boshqa hech kimga aytmadi. Katta kelini Masturani olib do‘xtirga jo‘nadi. Ezilib yurgan bo‘lsa-da, Mastura sirtiga chiqarmas, do‘xtirga ko‘rinishdan ham uyalib yurgan edi. Sezdirmasa-da, qaynonasining ishidan xursand bo‘ldi.
Do‘xtir xotin keliningizning sog‘ligi joyida, biroz davolanishi kerak deganini eshitib Salima boybichchaning ko‘ngli ko‘tarildi, nimaga vaqtliroq kelmadik, dedi ichida. Tuman dorixonasidan do‘xtir aytgan dori-ukollarni oldi.
– Oydinning o‘zi ukol qilib qo‘yadi, do‘xtir deb yurmaysan, – dedi Masturaga. Oydin hamshiralikka o‘qigan ekan, qishloqdoshlarning ukolini qiladi, qanday dori ichish kerakligini aytadi. Tunuq momoga ham qon bosimi ko‘tarilganda kiyiko‘t choy damlab beradi. Momo ba’zan uzundan-uzoq duo qiladi. Biriga tushunib, birga tushunmasa-da, Oydin momo unga yaxshi gaplar aytayotganini sezadi. Salima boy­bichcha do‘xtir ham o‘zimizdan chiqdi, deydi faxr­lanib.
Kuzga kelib Oydinning ko‘zi yoridi. Chaqaloq oppoqqina, bo‘limlikkina. Tunuq momo uni beshikka belab berdi. Oydin bolaning qo‘l-oyog‘i bog‘liq yotganiga rahmi kelib yechib olishga harakat qildi, ammo momo urushib berdi:
– Otasi ham mana shu beshikda katta bo‘lgan, ana bip-binoyidayligi uchun orqasidan dunyoning u bur­chidan ergashib kelding-ku. Buyam beshikda yotib qo‘chqorday jigit bo‘ladi hali.
Bola hadeb tagini ho‘l qilib bezovta bo‘l­mas­ligini ko‘rib beshik qulayligiga tan berdi Oydin.
Shermurod mullo chevarasining qulog‘iga azon aytayotib otasining Yo‘ldosh jebachi degan polvon bobomiz o‘tgan degan gapi yodiga tushdi. Ajabmas, urug‘ surib bu ham polvon jigit bo‘lsa. Unga Yo‘ldosh deb ism qo‘ydi.
Chillasi chiqquncha chevarasiga Tunuq momo qa­radi. Bir kuni tunda Oydin uyg‘onib ketdi. Tunuq momo beshik tebratib alla aytardi.

Quchog‘imni to‘ldirgan, allayo alla,
G‘amlarimni o‘ldirgan, allayo alla.
Otasining polvoni, allayo alla,
Enasining o‘g‘loni, allayo alla.

Goh yig‘i, goh o‘langa o‘xshash bu ajoyib qo‘shiqdan Oydinning qalbida tushuniksiz bir his paydo bo‘l­di. Allasiz o‘tgan bolaligi yodiga tushdi, yuragi to‘ldi, ko‘zidan duvillab yosh oqa boshladi. Ammo endi uning farzandi har kun alla eshitishini o‘y­lab ko‘ngliga yorug‘ bir nur indi.

“Yoshlik” jurnali, 2014 yil, 11-son


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder