Ey inleyen zavallı; bulmuşsun kırk yaşını,
Kazanmak istiyorsan bu hayat savaşını,
Yemelisin hakikat denen zehir taşını!
Ne derlerse hıı deyip hemen salla başını,
Gerdan kır belini bük, her ay al maaşını.
Ey inleyen zavallı; bulmuşsun kırk yaşını,
Kazanmak istiyorsan bu hayat savaşını,
Yemelisin hakikat denen zehir taşını!
Ne derlerse hıı deyip hemen salla başını,
Gerdan kır belini bük, her ay al maaşını.
Çankırı’dan sökün etti
Türk yurduna akın etti
Uzakları yakın etti
Dünyadan bir Yakup geçti
Yıldız gibi akıp geçti
İçimizi yakıp geçti
Gördüm ki bu tâb ile ruh-ı yâra bakılmaz
Bildüm ki yakînem alev-i nâra bakılmaz
Hûbâna ser-i leşker o sultân-ı cihânum
Gel terk-i edeb eyleme hünkâra bakılmaz
İşretde mey-i nâb ile gül-gûnedür ol ruh
Gözler kamaşur şimdi o ruhsâra bakılmaz
Destinde harâmî gibi bir hançer-i zer var
Geç râh-ı kazâdan ki sitem-kâra bakılmaz
Allâha niyâz eyle Nahîfî ide ihsân
Kalursa yine böyle bu nâ-çâra bakılmaz
Dehhânî’nin hayatına ilişkin elimizdeki bilgiler sınırlı ve bunların birçoğu da tartışmalıdır.
Kaynaklarda aslen Horasanlı olduğu, Anadolu’ya geldiği, bir müddet burada yaşadıktan sonra Horasan’a döndüğü belirtilmiştir. Köprülü, Dehhânî mahlasındaki “dehhân” kelimesinin anlamından hareketle onun “nakkaş” olabileceğini ve XIII. yüzyılın sonunda Anadolu Selçuklu hükümdarı III. Alâeddîn Keykubâd devrinde Anadolu’ya geldiğini yazmıştır. Ömer Faruk Akün, şiirlerindeki kimi kavramlardan hareketle şairin 1361 yılında hayatta olduğunu ileri sürmüştür. Şeyhoğlu Mustafâ’nın 1401 yılında yazdığı Kenzü’l-Küberâ’sındaki “merhûm Hoca Dehhânî” ibaresinden hareketle şairin bu tarihten önce vefat ettiğinin kesin olduğunu, ancak bunun ileri sürülen bütün tahminleri de kapsadığını belirtmiştir. Son dönemde yapılan bir araştırmada ise Dehhânî’nin XIV. yüzyılın ilk çeyreğinde doğduğu ve yüzyılın sonuna doğru vefat ettiği kanaati güçlenmiştir.
Bu yıl benim yeşil bağım kurudu
Dolu vurdu yapraklarım çürüdü
Benim de saz tutan elim var idi
Şimdi bir köşede yatar ağlarım
Başka türlü birşey benim istediğim,
Ne ağaca benzer ne de buluta benzer;
Burası gibi değil gideceğim memleket,
Denizi ayrı deniz, havası ayrı hava;
Nerde gördüklerim, nerde o beklediğim kız
Rengi başka, tadı başka.
ESERİN ADI
|
KİRALIK
KONAK
|
YAZARI
|
YAKUP KADRİ KARAOSMANOĞLU
|
YAYINEVİ VE
ADRESİ
|
İLETİŞİMYAYINLARI
CAĞALOĞLU, İSTANBUL
|
BASIM YILI
|
20. BASKI 1999, İSTANBUL |
1. ESERİN KONUSU: Kitapta nesiller arasındaki çatışma yansıtılmıştır. Nesiller arasındaki uçurumdan ve hızlı değişimin getirdiği ahlak buhranı anlatılmıştır.
Hüseyin Siret, Yahya Kemal'e bir şiirini okur. Şiirin son iki mısraı şöyledir;
"Rehgüzarımda bir garip horoz
Eyliyordu benimle istihza..."
Şiiri nasıl bulduğunu sorduğunda, Yahya Kemal şöyle cevap verir;
-Horozun hakkı var!
* * *
rehgüzar: Yol üstü.
istihza: Alay etme.
Kaynak: Kemal Özer, Yergi, Nükte Ve Fıkralarıyla Yahya Kemal, Milliyet Yayınları, İst. 1984
Bu yıl Avrasya Yazarlar Birliği Yazarlık Atölyelerimizin faaliyete başlamasının 15. Yılını kutluyoruz.
Önce tek atölye olarak çalışmalara başlandı. Yüz yüze yazarlık eğitimi veriliyordu ve o dönem de uzaktan eğitim başlamış olmasına rağmen çok da yaygın değildi.
Avrasya Yazarlar Birliği Genel Başkanı Yakup Ömeroğlu Hakk’ın Rahmetine kavuşmuştur.
Cenazesi 17 Ağustos 2024 Cumartesi Günü ikindi namazına müteakip Ankara Hacı Bayram Veli Camiinde kılınacak cenaze namazının ardından Cebeci Asri Mezarlığına defnedilecektir. Merhuma Allah’tan rahmet kederli ailesine başsağlığı ve sabır diliyoruz.
Türk Dünyası’nın başı sağ olsun!
Asıl adı Süleyman'dır. İstanbul'da dünyaya geldi. Doğum yılı 1076/1665-66 olarak tahmin olunmaktadır. Dedesi Abdurrahman b. Sâlih, babası ise Abdurrahman b. Muhyî'dir.
Anadolu’nun siyasî bakımdan çözülüş asrı olan XIII. yy. diğer taraftan tasavvuftan beslenen büyük bir fikrî ve edebî canlılığa da tanıklık etmiştir. Sonraki bütün fikrî ve edebî gelenekleri derinden etkileyen Hazret-i Mevlânâ, Yûnus Emre, Hacı Bektâş-ı Velî, Ahî Evran ve Âşık Paşa pek az bir zaman farkıyla hep bu asırda yaşamıştır. Bu zevât arasında bilhassa irfân dünyamızın biri güneşi, diğeri ayı olan Hz. Mevlânâ (1207-1273) ve Yûnus Emre (1240 -1320)’nin emsalsiz bir mevki’i vardır. Biz de bu kısa yazımızda bu iki dâhi şahsiyet arasındaki fikrî ve hissî yakınlığı ele almaya çalışacağız. Öncelikle belirtelim ki Fuat Köprülü’nün de isabetle teşhis ettiği üzere Yûnus Emre, Mevlânâ’nın Farsçayla ifade ettiği tasavvufun yüksek hakîkatlerini devrin az işlenmiş Türkçesiyle, ulaşılması imkânsız bir kudrette ifade etmesini bilmiştir. Aynı mânâ kaynağından beslenen ve hâdiselere aynı mânevî pencereden bakan Mevlânâ ve Yûnus arasında çok derûnî bir his ve fikir akrabalığı söz konusudur. Bu akrabalığı bir etkileme ve etkilenme olarak kabul edersek etkilenen tarafın Mevlânâ’dan yaklaşık elli sene sonra vefat eden Yûnus Emre olacağı tabîidir. Nitekim Yûnus’un aşağıdaki beyitleri, gençliğinde Mevlânâ ile görüştüğünü ve onun sohbetlerinde bulunduğunu haber vermektedir:
Mevlânâ sohbetinde saz ile işret oldu
Ârif mâniye daldı kim biledi ferişte (T.301/7)