Yürün aslanlarım savaş edelim
Buna kavga derler bey ne paşa ne
Haykırıp haykırıp kelle keselim
Seyreyleyin eli ayağı şaşana
Yürün aslanlarım savaş edelim
Buna kavga derler bey ne paşa ne
Haykırıp haykırıp kelle keselim
Seyreyleyin eli ayağı şaşana
Mecnun'a dönmüşüm bilmem gezdiğim
Dağlar mıdır sahra mıdır yol mudur
Dostumun bağına girip dizdiğim
Lale midir sümbül müdür gül müdür
Yattım gurbet elde gam yastığına
Dağ gibi üstüme geldi ayrılık
Eşim dostum soldu gitti bağ gibi
Böldü parça parça etti ayrılık
Yaşamaktan yoruldu adam,
Düşündü ki boş geçmiş ömür.
Dışarıda bembeyaz âlem,
Dışarıda yağıyordu kar.
Benden selam olsun Bolu Beyi' ne
Çıkıp su dağlara yaslanmalıdır.
Ok gıcırtısından kalkan sesinden
Dağlar seda verip seslenmelidir.
Nereli olduğu tam bilinmeyen, hikâyelerinde de bu konuda açık bilgi bulunmayan Köroğlu’nun Doğu Anadolu-Âzerî rivayetinin ilk kolunda babasının Muradiye şehrinden olduğu belirtilmekte, Bolu beyi kolunda geçen, “Neslimize Murat Hanlı diyorlar” mısraıyla da bu durum doğrulanmaktadır. Hazar ötesi Türkmen rivayetinde Köroğlu’nun bu Türkmenler’e mensup Teke oymağından geldiği bildirilirse de Türkmenler’in Köroğlu hikâyelerini Güney Azerbaycan Türklerinden öğrenip kendi destanları haline getirdikleri, Hazar Türkmenleri’nden bahseden Şecere-i Terâkime ve Şecere-i Türk gibi eserlerde de Köroğlu’nun adının geçmediği dikkate alınırsa bunun yakıştırma olduğu anlaşılır.
1.ESERİN
KONUSU:Hayalleri
olan bir gencin lise son sınıfta babasını kaybetmesiyle hayallerinin yıkılışı
ve beraberindeki hayat mücadelesi.
2.ESERİN ÖZETİ: Ahmet Cemil,babasının ölümünden sonra,binbir güçlükle okulu bitirir ve kız kardeşini ve annesini beslemek için çalışmak zorunda kalır.Bunun için elinden fazla birşey de gelmemektedir.Çünkü yabancı dil bilmekten başka bildiği birşey yoktur.Ona kalsa,bütün çalışmalarını şiir üzerinde toplamayı;edebiyatımıza bir başka yön vermeyi ister. Ancak hayat mücadelesi onu çok genç yaşta karşılar.
Bir kimsenin kendi hayatını, yaşadığı devrede şahidi olduğu ya da duyduğu olayları edebî değer taşıyan bir dille anlattığı yazılara anı (hatıra) denir. Bir başka deyişle, özümüzde bir iz bıraktığı için unutulmayan ve anılmaya değer bulduğumuz olayları anlatan yazı türüdür.
Değirmenden geldim beygirim yüklü
Şu kızı görenin del'olur aklı
On beş yaşında kırk beş belikli
Bir kız bana emmi dedi neyleyim
Bâğ-ı dehrin hem hazânın hem bahârın görmüşüz
Biz neşâtın da gâmın da rûzgârın görmüşüz
Çok da mağrûr olma kim meyhâne-i ikbâlde
Biz hezârân mest-i mağrûrun humârın görmüşüz
Akşam olup kuş yuvaya dönende
Akar gözlerinden ey yaşı garibin
Herkes sılasına hicret edende
Ağarır kipriği kaşı garibin
Garip olan kişi gurbette yatar
Tüyden döşek olsa yar bağrına batar
Garip kuşlar da dertli dertli çığrışır öter
Sızlar ciğerinin başı garibin
Anam yok ki gelip göz yaşın döke
Bacım yok ki yaslı boynunu büke
Kardaş yok ki mezarıma taş dike
Bir çalıdır mezar taşı garibin
Anne ben geldim, üstüm başım
Uzak yolların tozlarıyla perişan
Çoktan paralandı ördüğün kazak
Üzerinde yeşil nakışlar olan
Anne ben geldim, yoruldum artık
Her yolağzında kendime rastlamaktan
Hep acılı, sarhoş ve sarsak
Şiirler çırpıştıran bi adam
Kurumuş kuyunun suyu, incirin
sütü çoktan çekilmiş
Bir zamanlar dünya sandığım bahçeyi
Ayrık otları, dikenler bürümüş
Kapıdaki çıngırak kararmış nemden
Atnalı ve sarmısak duruyor ama
Oğlum, mektup yaz diyen
Sesin hala kulaklarımda
Anne ben geldim, ağdaki balık
Bardaktaki su kadar umarsızım
Dizlerin duruyor mu başımı koyacak?
Anne ben geldim, oğlun, hayırsızın..
Yine müjde kıldı sultan-ı nevruz
İrişti zerrine feth-i Messiha
Şu’le-i nur ile mihr-i şebefruz
Mir’at-ı feleği kıldı mücella
Dürlü şükufeler dürlü kokular
Dürlü halet verir cihana bular
Hep eridi karlar revani sular
Irmaklar bulandı mevc urdu derya
Nergisin kalmadı uyhu gözünde
Uyanıp bir ferah buldu özünde
Çemen mevc urdukça sahra yüzünde
Görünür cabeca lale-i hamra
Sakiya piyale alınca ele
Surahi şevk ile eder gulgule
Gör ne rümuz ile arz eder güle
Mahabbetnamesin bülbül-i gûya
Ömer elde ferah bir cam-ı Cem’dir
Meclis-i gamhane kayd u elemdir
Ölmeden sürelim bu da bir demdir
Mey ü mahbub ile kekişti sahra
Ela gözlerine kurban olduğum
Yüzüne bakmaya doyamadım ben
İbret için gelmiş derler cihana
Noktadır benlerin sayamadım ben
Aşkın ateşidir sînemi yakan
Lûtfuna erer mi cevrini çeken
Kolların boynuma dolanmış iken
Seni öpmelere kıyamadım ben
Terkeyledim ağalarım, beylerim
Bozbulanık seller gibi çağlarım
Anın içün ben ah edip ağlarım
Ayrılık oduna doyamadım ben
Kaldı deli gönül kaldı hep yasta
Mevla'm erdir beni murada kasda
Aşık Ömer eydür sevgili dosta
Allah'ısmarladık diyemedim ben
Aşık Ömer, 17. yüzyılın en önde gelen adlarından biridir. Kendi şiirlerinden yola çıkan araştırıcılar onu gerçek bir mekana bağlayamamışlardır. En eski divanındaki,
"Vatan-ı aslimiz Aydın ilidir" , ve "Tehi sanman Ömer Gözlevelidir"gibi mısralar, onun gerçek doğum yerini ortaya koymamıza engel teşkil etmektedir. Aydın, Kırım ve Konya’da üç ayrı Gözleve’nin var olması, araştırıcıları sık sık fikir değiştirmeye yöneltmiştir. Şükrü Elçin, çok eski bazı kaynaklardan yola çıkarolabileceğini ifade etmektedir.
Şükrü Elçin’in kaynak olarak ele aldığı Dr. Üzbek Bayçura’nın bilgilerine göre, babası kürk ticaretiyle uğraşan Abdullah adlı bir kişidir; annesinin adı ise Şerife’dir. Doğum tarihini 1619 ve 1621 olarak veren kaynaklar tahminden öte gidememektedir.
Adı Ömer olup bir ara, Adli mahlasını da kullanmıştır. Medreseye devam eden Ömer burada sarf, nahiv, mantık, maani, Arapça, Farsça, tefsir ve Dürer okumuştur. Hafız’ı, Sadi’yi burada öğrenmiş, şiirinin bilgi hazinesini burada zenginleştirmiştir.
ek çok yerler dolaşan Ömer’in Divan’ında, “Hafız Aşık Ömer” ibaresinin yer alması, çeşitli kaynaklarda saz çaldığının kayıtlı olması, onun değişik cephelerini ortaya koymaktadır.
1707’de öldüğüne dair söylenen tarihi ihtiyatla karşılayan EIçin, bu tarihin daha sonraki bir yıl olması gerektiği görüşündedir.
Şairname’sinde, Şerifi adlı şairden bahsederken kullandığı şu ifadeler, bu kişinin Ömer’in hocası olduğu şeklindeki görüşleri kuvvetlendirmektedir:
"Şerifi değil mi cümleye üstad / Ol değil mi bizi eyleyen irşad"
Safayi tezkiresinde, Şerifi’nin Kırımlı olduğu, İstanbul’da tahsilini tamamladıktan sonra Rumeli’ye gittiği söylenmektedir.
O, aynı yüzyılın aşıklarından Kul Mustafa, Katibi, Bursalı Halil, Gayri, Hayri ve Sadık’ı beğenmektedir; birincisine söylediği nazireler bunun güzel örnekleridir. Şiirlerine nazire söylediği diğer şairler arasında Karacaoğlan, Kuloğlu, Yazıcı gibi adlar da yer almaktadır. Klasik şairlerimizden Ahmed Paşa, Fuzuli ve Atai’nin şiirlerine nazireler yazması; gazel, murabba, kalenderi, satranç, müstezad gibi şekillere örnekler vermesi, Ömer’deki, yüzyıla hakim olan klasik şiire yönelme arzusunun en güzel örneğidir.
Zamanında ve daha sonraki yüzyılda oldukça şöhretli bir şair olan Ömer’e; Abu, Hasan, Levni, Ruhi, Siyahi, Şevkat gibi şairler nazire yazmışlar, Aşık Nihani de bir medhiye söylemiştir.
Ayvansaraylı Hafız Hüseyin tarafından 1782’de, Aşık Ömer Divanı adıyla bir araya getirilen şiirler arasında; koşma, destan, semai ve varsağı şeklinde söylenen heceli örnekler daha azdır. Ömer’in en çok bilinen şiiri, otuz sekiz dörtlükten meydana gelen ve 105 şairin adının sayıldığı Şairname’sidir. Burada sadece on yedi saz şairinin adının zikredilmesi, Arap ve Acem şairlerinin yanında klasik şiirimizle tekke şiirimizin ünlü adlarına daha fazla yer verilmesi düşündürücüdür. Aşık Ömer’den, Gubari ve Hızri’nin Şairname’lerinde sadece ad olarak söz edilmiştir. On dokuzuncu yüzyılda yazılan Şairname’lerden Ruhsati’ninki ile 20. yüzyılın şairname yazarlarından Feryadi, Emsali, İsmeti, Kangallı Noksani ve Talip Kılıç’ın eserlerinde de Ömer’e yer verilmiştir.