Nereli olduğu tam bilinmeyen, hikâyelerinde de bu konuda açık bilgi bulunmayan Köroğlu’nun Doğu Anadolu-Âzerî rivayetinin ilk kolunda babasının Muradiye şehrinden olduğu belirtilmekte, Bolu beyi kolunda geçen, “Neslimize Murat Hanlı diyorlar” mısraıyla da bu durum doğrulanmaktadır. Hazar ötesi Türkmen rivayetinde Köroğlu’nun bu Türkmenler’e mensup Teke oymağından geldiği bildirilirse de Türkmenler’in Köroğlu hikâyelerini Güney Azerbaycan Türklerinden öğrenip kendi destanları haline getirdikleri, Hazar Türkmenleri’nden bahseden Şecere-i Terâkime ve Şecere-i Türk gibi eserlerde de Köroğlu’nun adının geçmediği dikkate alınırsa bunun yakıştırma olduğu anlaşılır.
Başta Batılılar olmak üzere birçok araştırmacı, Köroğlu hikâyelerinden hareket ederek onun tarihî şahsiyeti hakkında çeşitli görüşler ileri sürmüşlerdir. Bunlardan Köroğlu hikâyelerini Batı’ya ilk tanıtan A. Chadzko Köroğlu’nu Kuzey Horasan’da doğmuş, İran Azerbaycanı’nda yaşamış ve İran şahlarından II. Abbas zamanında (1617-1648) Hoy-Erzurum yolu üzerinde eşkıyalık yapmış, Teke boyuna mensup bir Türkmen kabul etmiştir. Ignácz Kúnos ve Gyula Meszaros da Chadzko’nun görüşüne katılarak Köroğlu’nun Anadolu halk edebiyatına İran'dan (Güney Azerbaycan'dan) geçtiğini söylemişlerdir. Bu yanlış kanaat Batılı ilim adamları tarafından yakın zamana kadar tekrarlanmıştır. Alexandre H. Krappe hikâyelerin İran asıllı olduğunu iddia ederken Kafkasya rivayetli bir Köroğlu hikâyesi yayımlayan Ermeni müellif Agayan, Köroğlu’nun Ermeni olduğunu ileri sürmüştür. Tarihini 1664’te tamamlayan Tebrizli Arakel ise Köroğlu’nu (Karh Oghli) Celâlî olarak göstermiş ve Kiziroğlu Mustafa Bey’le dostluklarından bahsetmiştir. Köroğlu’nun gerçek şahsiyetine dair bilgi veren ilk Türk yazarı Evliya Çelebi, 1656 yılında İstanbul’dan Van’a giderken şimdi Çankırı’ya bağlı Çerkeş’in az ilerisinde kendisini soymak isteyen yedi harâmiye, “Bu sizin ettiğinizi bu dağlarda Köroğlu etmemiştir” diyerek (Seyahatnâme, V, 18) Köroğlu’nun Anadolu’nun kuzeybatısında devlete baş kaldıran bir eşkıya olduğunu belirtmekle yetinmiştir. Türkiye’de millî edebiyat ve folklor konularına ilginin artmaya başladığı XX. yüzyıl başlarından itibaren Köroğlu’nun tarihî kişiliği hakkında çeşitli görüşler ileri sürülmüş, ancak daha sonra yapılan çalışmalarla ve bilhassa bulunan arşiv belgeleriyle bu görüşler günümüzde geçerliliğini büyük ölçüde kaybetmiştir.
Köroğlu’nun tarihî şahsiyeti hakkında bilgi veren ve Başbakanlık Arşivi mühimme defterleri içinde yer alan sekiz belgenin I, III ve IV sayılı olanlarından Pertev Naili Boratav kısaca söz etmiştir (II. Tarih Kongresi, Ankara, 12-20 Kasım 1943). Daha sonra Faruk Sümer’in bir makale içinde ele alarak fotokopilerini de yayımladığı bu sekiz belgede (TDA, sy. 46 [1987], s. 9-46) Köroğlu’na dair oldukça ayrıntılı bilgiler vardır. 16 Ramazan 988 (25 Ekim 1580), 7 Rebîülevvel 989 (11 Nisan 1581), gurre-i Cemâziyelevvel 989 (3 Haziran 1581), 3 Zilkade 989 (29 Kasım 1581), 4 Muharrem 990 (29 Ocak 1582), gurre-i Şâban 991 (20 Ağustos 1583), 9 Şâban 992 (16 Ağustos 1584) ve 6 Rebîülevvel 993 (8 Mart 1585) tarihli bu belgelerde Gerede’nin Soyuk (Sayık) köyünden olan Köroğlu Rûşen’in civar kazalarda ev ve köyler basıp adam öldürdüğü ve yaraladığı, kız ve oğlanları kaçırdığı, yol kesip adam soyduğu, etrafındaki adamlarının çoğaldığı ve nüfuz sahasının gittikçe genişlediği, bu yüzden halkın köylerini terkettiği, ele geçirilmesi için kadılara emir verilip üzerine adam gönderildiği halde yakalanamadığı belirtilmektedir.
Bu arşiv belgeleri başta olmak üzere mevcut bilgiler ışığında Köroğlu’nun hayatını üç safhada incelemek mümkündür. Memleketi olan Bolu’da geçen hayatı birinci safha olarak kabul edilebilir. Arşiv belgelerinden ilk yedisi hayatının bu dönemine aittir. 1580-1584 yılları arasını kapsayan bu belgelerde adı Rûşen olan Köroğlu’nun kendi memleketinde dört beş yıl eşkıyalık yapmasının en önemli sebebi 1578 yılında devletin İran’a savaş açması, Bolu ve civarındaki askerlerin büyük bir bölümünün savaşa gitmesidir. Bu durum “raiyyetten” bir köylü olan Köroğlu’na ve onun gibi pek çok kimseye eşkıyalığa başlama fırsatı vermiştir. Coğrafî şartlardan kaynaklanan zorluklar da Köroğlu’nun işine yaramış ve ona karşı yapılacak hareketleri en azından geciktirmiştir. Köroğlu’nun eşkıyalık hayatının ikinci safhası Çamlıbel’de geçmiştir. VIII. belgeye göre 1585 yılına gelindiğinde Köroğlu, Bolu sancağında değil Ankara’nın güneyindeki Haymana’da görülmektedir. Bu durum, yakalanması için üzerine gönderilen kuvvetlere karşı koyamayacağını anlayan Köroğlu’nun bulunduğu yeri terkederek izini kaybettirmek istemesi şeklinde açıklanabilir. Çamlıbel, Sivas ile Tokat arasındaki ana yol üzerinde çevreye hâkim, 2038 m. yüksekliğinde, otu ve suyu bol bir ormanlıktır. Ticaret kervanları o dönemde bu belden Tokat’a gider, mal satıp mal alarak geri dönerlerdi. Köroğlu, bu belden Tokat’a gidip mal alarak dönen ticaret kervanlarından “yol bacı” adıyla haraç alıp kendisinin ve adamlarının ihtiyacını karşılama yoluna gitmiş, bundan dolayı da artık ev basıp soygun yapmasına gerek kalmamıştır. III. safhada Köroğlu, Çamlıbel’de Osmanlı kuvvetleri tarafından sıkıştırılınca muhtemelen İran’a kaçmış ve Şah Abbas’ın hizmetine girmiştir. Bu dönemde yazılmış bir vekāyi‘nâmede, 1603 yılında şahın Osmanlılar’dan Nahcıvan’ı aldığı sırada Köroğlu’nun Osmanlı hizmetine girmiş olan Sa‘dlu Ali Kulı Beg’i, oğlunu ve annesini Pasin ovasında tutup şaha gönderdiği kayıtlıdır (Celâl Müneccim-i Yezdî, vr. 120b-121a). Bu bilgiler verilirken Köroğlu’nun sıfatı ve memuriyeti belirtilmeyerek ondan sıradan bir kimse gibi söz edilir. Köroğlu hikâyelerinin Âzerbaycan rivayetinde Şah Abbas’ın Köroğlu’nu öldürdüğü kaydedilir.
Köroğlu hikâyelerinde macera Köroğlu’nun “ya bir yiğit ya da bir güzel haberi” almasıyla başlar. Gelişen olaylar sonucunda Köroğlu veya beylerinden biri yakalanarak hapsedilir. Böyle zor durumda bulunan kahramanın imdadına Köroğlu, kır at veya beylerden biri yetişir. Mücadeleler sırasında bilhassa Köroğlu’nun şahsiyeti masal ve efsane unsurlarıyla oldukça zenginleşmiş, karmaşık bir hal almıştır. Cinler, periler, olağan üstü güçler ve özellikle mitolojik unsurların yer aldığı olaylar Köroğlu’nun ortaya çıktığı ilk kolla kırklara karışıp yok olduğu son kolda fazlaca görülmektedir.
Hikâyelerin Köroğlu’ndan sonra ikinci kahramanı olan kır at onun en iyi yardımcısı olup fersahlarca koşan, gerektiğinde kılık değiştiren, sahibinin konuşmalarını anlayan, ölümsüz, tılsımlı bir hayvandır. Köroğlu destanında adından söz edilen diğer kahramanların başlıcaları ise Ayvaz, Timurlenk’in oğlu Kenan, Köroğlu’nun oğlu Hasan, Karavezir’in kızı Benli Hanım, Demircioğlu, Koca Arap, Celâlî Bey, Kiziroğlu Mustafa Bey ve Deli Hoylu’dur.
Köroğlu hikâyelerine destan özelliği kazandıran iki önemli olay vardır. Bunlardan ilki, Köroğlu’nun Bolu beyinin seyisi olan babasının Bolu beyine efsanevî bir aygırla birleşen bir kısrağın tayını getirmesi, seyisin bu tayı Bolu beyine lâyık görmesinin hakaret kabul edilmesi ve seyisin gözlerinin kör edilip aynı taya bindirilerek ölüme terkedilmesi, bunun üzerine dağları kendisine mesken tutan seyisin, oğlu Köroğlu ile kır atı yetiştirip bunlar vasıtasıyla başta Bolu beyi olmak üzere gelip geçenden intikam almak istemesidir. İkinci olay ise “delikli demir” adı verilen ateşli silâhların icat edilmesiyle eşkıya taifesinin, törelerini yürütecek ortamı bulamayarak hâkim güçlere baş eğmesi sonucu bir eşkıya olan Köroğlu’nun da ortadan kaybolmasıdır. İslâmî dönem Türk destanları arasında yer almakla beraber Köroğlu destanında dinî bir özden söz etmek mümkün değildir. Ancak hikâyelerin musannif ve nâkilleri kendi mezhep ve tarikat özelliklerini yer yer hikâyelerde yansıtarak bunların belli yerlerinde dinî öğütlere, dualara, peygamber ve evliya kıssalarına yer vermiş, hikâyelere İslâmî bir muhteva kazandırmaya çalışmışlardır.
Türk edebiyatında olaylara dayanan edebî eserlerde yer alan tipler üzerinde son yıllarda etraflıca durulmuş ve bu arada Köroğlu da bilinen özellikleri dışında yeni bir görüşle ele alınmıştır. Buna göre Köroğlu halk hikâyelerinde çokça görülen alp ve velî tiplerinden birincisine girer. Ancak onu alp tipinden ayıran özelliklerden biri etrafında alp tipini doğuran, yaşatan ve şekillendiren göçebe toplumun olmamasıdır. Köroğlu’nun babası bir aşiret reisi değil bey yanında hizmetçidir. Bir diğer özellik ise gerek Bolu’da gerekse Çamlıbel’de kendisi gibi düşünen insanlardan bir çete oluşturması ve bir eşkıya hayatı sürmesidir. Alp tipini toplum şekillendirdiği halde Köroğlu toplumunu bizzat kendisi kurar. Ayrıca alp tipinin içinde doğup yaşadığı göçebe toplum hayvancılık yaparak bir iktisadî temele sahip olduğu halde Köroğlu’nun sunî bir şekilde meydana getirdiği toplum böyle bir ekonomik temelden yoksundur. Görünüşte alp tipine benzeyen Köroğlu ve arkadaşlarında müslüman göçebe Türk toplumunda görülen safiyet, asalet, örf ve adalete bağlılık da yoktur. Alp tipi daima kuvvete karşı kuvvet kullandığı halde Köroğlu zayıfa karşı da kuvvet kullanmakta ve hileye başvurmaktadır.
Elde mevcut kaynaklar ve bunları doğrulayan arşiv belgelerine göre Köroğlu ve arkadaşları XVI. yüzyıl sonu ile XVII. yüzyıl başlarında Anadolu’da eşkıyalık etmiş, Celâlî sıfatına hak kazanacak kadar devleti uğraştırmış gerçek şahıslardır. Buna rağmen Köroğlu’nun bilhassa hikâyelerde ideal bir kahraman olarak yer almasının en önemli sebebi, Türk halkının sosyal gayri şuurunda yaşayan alp tipinin idealize edilmesidir. Bu durum hikâyelerdeki şiirlerde daha belirgindir. Muhtemelen eski Türk destanlarından aktarılmış veya onlardan ilham alınarak yazılmış olan bu şiirlerde göçebe Türk toplumu, yayla havası ve alp tipi etkili bir biçimde dile getirilmiştir.
Köroğlu dışında aynı adı taşıyan birçok eşkıyadan ve özellikle bir şairden de söz edilmektedir. Bu hususa halk hikâyecileri de işaret edip, “Bir kere Köroğlu’nun adı çıkmış. İzi ize uydurup anasından tezen, babasından küsen eşkıya olup Köroğlu nam takınıp dağlarda harâmilik ediyor” diyerek birçok sahte Köroğlu’nun türediğini belirtmişlerdir. Ayrı bir şahsiyet olarak adından söz edilen şair Köroğlu hakkında ise bugüne kadar hiçbir bilgi elde edilememiştir. Bu durum, hikâye kahramanı Köroğlu ile şair Köroğlu’nun aynı kişi olduğunu kabul etmeyi gerektirmektedir.
Köroğlu hikâyeleri 1885-1914 yılları arasında bir iki formalık taş basması halinde pek çok defa basılmıştır. Daha sonraki yıllarda genişletilerek Nizamettin Nazif Tepedelenlioğlu (İstanbul 1928), Pertev Naili Boratav (İstanbul 1931), Muharrem Zeki Korgunal (İstanbul 1931, 1933), Cemal Bakı (İstanbul 1949), Murat Sertoğlu (İstanbul 1959, 1962), Ferruh Arsunar (Ankara 1963), Mehmet Seyda (İstanbul 1969), İbrahim Zeki Burdurlu (İzmir 1969) ve Tahir Kutsi Makal (İstanbul 1970) tarafından yayımlanmıştır. Bunların dışında Mehmet Kaplan, Mehmet Akalın ve Muhan Bali’nin Erzurumlu halk hikâyecisi Behçet Mahir’den derleyerek yazıya geçirdikleri Köroğlu Destanı adlı eser (Ankara 1973) hikâyelerin on beş kolunu ihtiva eden ve 587 sayfa tutan önemli bir çalışmadır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder