21 Eylül 2024 Cumartesi

Cengiz Dağcı - Korkunç Yıllar (Roman Özeti)

 

ESERİN ADI: Korkunç Yıllar

YAZARI: Cengiz Dağcı

YAYINEVİ: Ötüken Yayınları, İstanbul, 2001

1.   ESERİN KONUSU: 

İkinci Dünya Savaşı esnasında Sovyetler Birliğinde yaşayan Türklerin Çektiği sıkıntılar, haksızlıklar, kullanılmaları ve vatan sevgisi.

2.   ESERİN ÖZETİ:

Olaylar İtalya’da Sadık ve Cengiz’in bir akşam sohbeti esnasında doğuyor.Sadık 1930-1940’lı yıllarda Rusya’da yaşamış bir Kazak Türkü.Hayatını hatıralar adı altında bir defterde topluyor.

Sadık çocukluk yıllarında köyde yaşıyor daha sonra babasının milisler tarafından tutuklanmasıyla şehre taşınıyorlar; babasının bir kaç ay sonra serbest bırakılmasıyla da Akmescit’e taşınıyorlar. Sadık durumları çok kötü olmasına rağmen babasının ısrarları üzerine okula yazılır.(1937)

Ruslar 150 yıldır Türkleri yok etmek için her türlü yolu deniyorlardı.Önce camilerde ezan okunmasını yasakladılar, ardından da onları yıkmaya başladılar.

Sadık’ın okuldaki en iyi dostu Süleyman’dı.Sadık doktor olmayı istiyordu fakat Süleyman subay olmanın daha önemli olduğunu savunuyordu.Bir gün Rus Ordusu mensuplarından Şişkof onları subay olarak Rus Ordusu’nda görmek istediğini belirtir.Sadık istemese de en mantıklı seçimin bu olduğuna karar verir.Şişkof onları subay hazırlama okulunda her zaman kontrol altında tutar ve her fırsatta Rusça konuşmaları için teşvik eder.

1940 yılında tankçı teğmen olarak mezun olur.

Kıt’aya gittiğinde zorluk çeker ama ailesinden aldığı mektuplar ve kardeşinin gönderdiği gazeteler onun rahatlatır.Bir gün kardeşinin yolladığı gazetelerin Rusça yazıldığını görür.Gazete adları ve harfleri değişmiştir,bu Sadık’ı kahreder.Ruslar Tatarların artık dillerine bile karışmaktadır.Süleyman’ın bu olaya fazla önem vermemesi ise onu büsbütün  sinirlendirir.”Bir milletin varlığı; dili ve yurdu ile belli olur.”dese de Süleyman’ın dikkatini çekemez.Dilin ne kadar önemli bir olgu olduğunu Süleyman’a ispatlamak için o gece nöbetçi olan bir Tatar askerini yanına parolayı bilmeden yaklaşır.Nöbetçi Sadık’ın Türkçe konuştuğunu duyunca hemen silahını indirir ve parolayı söyler.

Rus-Alman Harbi başlar.Sadık savaş esnasında Almanlara esir düşer.Bir süre esir kamplarında yaşar.Orada çeşitli zorluklar çeker.Kimi haftalar bilinçsiz bir şekilde aç susuz yaşamaya çalışır.Bir gün Alman Astsubayı’nın emrinde çalışmaya başlar ve burada Almanların kendi menfaatleri için yaptıkları haksızlıkları gördükçe içi sızlar.Türkler iki ülke arasındaki savaşta eriyip gitmektedir.

Astsubayın ve karargahtaki subayların tavsiyesi doğrultusunda Almanlar kendisine casusluk teklif ederler fakat Sadık bunu kabul etmez.Bunun üzerine tekrar esir kampına gönderilir.

Kampta Türklerle aynı barakada kalmaktadır,bu onu çok mutlu eder ve bir süre sonra kararını değiştirir; Türkistan Lejyonu’na katılır ve bu sefer de Alman üniformasıyla Ruslara karşı savaşır.

3.   ESERİN ANA FİKRİ:

Büyük küçük bütün devletlerin Türklerin varlığından rahatsızlık duymaları ;onları sindirip birbirlerinden ayırmak için dillerini yasaklamarı, kendi amaçları doğrultusunda Türkleri ateşe atmaktan çekinmedikleri anlatılmıştır.Bunun için birbirimize ve dilimize sımsıkı bağlanmalıyız, o zaman bizi bu topraklardan kimse atamaz.

4.   KİTAPTAKİ OLAYLARIN VE ŞAHISLARIN DEĞERLENDİRİLMESİ:

Sadık:Hatıratların yazarıdır; vatanını ve dilini çok seven birisidir.

Cengiz:Hatıraları bulan kişidir

Süleyman:Sadık’ın okuldan arkadaşıdır.Üniforma sevdasıyla yanıp tutuşan bir gençtir

Şişkof:Rus Ordusu Siyasi Komiseri’dir.Sadık ile Süleyman’ı Rus Ordusu’na alır.

Vasilef:Sadık’ı çok seven bir askerdir.Sadık’ın hayatını kurtarmak için ölür.

5.   KİTAP HAKKINDA ŞAHSİ GÖRÜŞLER:

Kitap olay örgüsü ve akıcılık bakımından güzel.Konu akıcı bir dille işlenmiş, her bölümden sonra bir dahaki bölümde ne olacak diye düşünüyorsunuz ve biran önce bitirmek istiyorsunuz.Türkiye dışındaki yerlerde yaşayan Türklerin sorunlarını çok iyi bir şekilde anlatmış.Türklerin bütün olduğu ve diğer devletlerin bu denizi bölmek için yaptıkları gerçekçi örneklerle anlatılmış.

6.   YAZAR HAKKINDA BİLGİ:

Cengiz Dağcı, Gurzuf’ta sekiz çocuklu bir ailenin dördüncü çocuğu olarak dünyaya gelir. Babası Emir Hüseyin Bey, annesi Fatma Hanım’dır. Ailesi 1923 yılında Gurzuf’tan Kızıltaş’a taşınır. Dağcı 10 yaşındayken, 1929 yılının sonuna doğru Stalin’in Kırım Türklerini ata topraklarından sürmesine tanık olur. Yurtlarından sebepsizce sürülen vatandaşlarının acılarına tanık olmak Cengiz Dağcı’nın ruhunda derin izler bırakır. 1930 yılında başlayan kolhozlaştırma neticesinde şahısların mülkiyet hakları ellerinden alınır. Cengiz Dağcı’nın babası kendi üzüm bağlarındaki asmaların yapraklarını ağlayarak öptüğü için tutuklanır. Üç ay hapis yatan baba serbest bırakılınca aile Akmescit’e taşınır. Akmescit’te tahsiline devam eden Cengiz Dağcı, 1933-1934 yılları arasındaki kıtlığı “bütün dehşetiyle yaşar” (Kocakaplan 2010: 29). “Edebiyat öğretmeni Akimova’nın yönlendirmesi ile 1936 yılında Gençlik Mecmuası’nda “Kış” ve “Kart-anay ve Eçkisi” isimli şiirleri çıkar” (Kocakaplan 2010: 29). Bu şiirleri “Söyleyin Duvarlar” ve “Sevdiğim Yalta” takip eder. 1937’de Akmescit Pedagoji Enstitüsü Tarih Fakültesi’ne giren Cengiz Dağcı bir yandan Kırım tarihini anlatan kitaplar okurken diğer yandan amcası sayesinde Ömer Seyfettin’in hikâyelerini keşfeder. Sürekli okuyarak zihnini besler.

II. Dünya Savaşı dolayısıyla yaşıtları gibi askere çağrılır. 1940 Aralığının son haftasında Rus ordusuna katılan Cengiz Dağcı, Ağustos 1941’de Almanlara esir düşer. Binlerce kader arkadaşıyla birlikte önce Ukrayna’da Kirovograd, iki ay sonra da Uman esir kampına sevk edilir. “Susuzluk, açlık, yorgunluk, soğuk ve Alman askerlerinin kurşunları pek çok esiri bu yolculuk sırasında ölüme götürür” (Kocakaplan 2010: 31). Uman kampına girmeden öce “iki gün boyunca dizi aşan suyla dolu derin bir çukurda bekletilirler” (Ayhan 2010: 14). Cengiz Dağcı, Uman esir kampında da açlık, aşırı soğuk, barınacak yer bulma, bit salgını, hastalık ve ölümle mücadele eder.

Nisan 1942’de kendisini Nazilerin Müslüman esirlerden cephede yararlanmak amacıyla teşkil ettikleri Türkistan Lejyonu’nda bulur. Bu lejyondaki diğer Türk asıllı esirler gibi Cengiz Dağcı da Türkistan'ın bağımsızlığı için savaştığını zanneder. Eylül 1942'de Almanlardan izin alarak Kırım’a ailesini ziyarete gider. Bir hafta süren bu ziyaret sırasında ailesini de vatanını da son kez görmüş olur. Türkistan lejyonuna geri dönen Cengiz Dağcı’nın birliği 1943 sonlarında Fransa’nın güneybatısına sevk edilir. Albi kasabasına vardıklarında Kırım’a dönmek istediğini beyan eder ve isteği kabul edilir. Albi’den Varşova’ya gelen Cengiz Dağcı, Kırım yolu kapalı olduğu için Varşova’da beklemek zorunda kalır. 1944’te Varşova’da hayat arkadaşı Regina ile tanışır. Savaşın Almanya’nın aleyhine değişmesi ve Rusların Polonya’ya doğru ilerlemesi Varşova’yı Cengiz Dağcı için tehlikeli hâle getirir. Regina’nın yönlendirmesiyle Çestahova’ya giden Cengiz Dağcı bir süre burada saklanır. Varşova’ya döndüğünde Regina’nın Radom’a gittiğini öğrenir. Cengiz Dağcı, Frankfurt-Oder’e hareket ederek Tatar Millî Komitesi ile irtibat kurar. Ancak “henüz komünist fikirlerin etkisinde” (Kocakaplan 2010: 33) olan Dağcı onlarla anlaşamaz ve Berlin’e gider, Yaş Türkistan Gazetesi’nde çalışmaya başlar. Almanların Varşova’yı yerle bir ederek bastırdığı Varşova ayaklanması sırasında esir düşen ve çalıştırmak üzere Berlin’e getirilen Regina, Cengiz Dağcı’yı bulur. Berlin’in bombalanması üzerine Cengiz Dağcı ve Regina, Şubat 1945’te Viyana’ya giderler. Viyana’dan trenle İnsburg’a gitmeye çabalarken Amerikan uçaklarının saldırısına uğrarlar; Regina kolundan yaralanır. İsviçre’ye geçmek isterlerse de “Amerikalı askerler onları diğer mültecilerle birlikte” “Avusturya’daki Landeck mülteci kampına götürürler” (Kocakaplan 2010: 33). Cengiz ve Regina 18 Haziran 1945’te bu kampta evlenirler; kızları Arzu Ursula doğar. Dağcı ailesi önce İtalya’daki Barlette Kampı’na sonra da İngiltere’ye hareket ederler. 1947 itibarıyla Londra’ya yerleşen Cengiz Dağcı lokantacılık yaparak hayatını kazanır.

1998 başında Regina, 22 Eylül 2011 tarihinde Cengiz Dağcı vefat etmiştir.

Cengiz Dağcı hem Türk edebiyatının, hem Kırım edebiyatının, hem de çağdaş Türk dünyası edebiyatlarının önemli bir temsilcisidir. Kırım doğumlu olan ve Rus yazarlarını okuyarak edebiyatı seven Cengiz Dağcı’yı Türk edebiyatına bağlayan sadece aslen Türk olması değil, eserlerini günlük hayatında kullanmadığı bir dil olan Türkiye Türkçesi ile yazması ve Londra’da ikamet ettiği hâlde Türkiye’de bastırmasıdır. Yazı hayatına şiirle başlayan Cengiz Dağcı, özellikle II. Dünya Savaşı öncesinde ve II. Dünya Savaşı sırasında kendi yaşadıklarından ve tanık olduğu olaylardan hareketle yazdığı romanları ve hatıra kitapları ile adını duyurmuştur.

Cengiz Dağcı; Korkunç Yıllar, Onlar da İnsandı, Anneme Mektuplar, İhtiyar Savaşçı gibi eserlerinde komünist Rusya’nın hâkimiyetine girmeden önceki huzurlu ve mutlu Kırım’dan söz eder. Kızıltaş’taki evlerinin karşısındaki Ayı Dağı, Soğuksu bağları, deniz ve Adalar ile çocukluğunun ve gençliğinin geçtiği Gelinkaya, Memiş’in bayırı, Gurzuf, Çukurca ve Yalta Cengiz Dağcı’nın bu eserlerindeki imaj ve duygu dünyasının en önemli kısımlarını oluşturur. Çocukluğunun ve gençliğinin Kırım'ını şehirleri-kasabaları-köyleri-sokaklarıyla, mimarisiyle, dağıyla, ovasıyla, bağı-bahçesi-ağacı-çiçeğiyle, denizi-plajlarıyla, tarım ve hayvancılığıyla, gelenek ve görenekleri, türküleri, atasözleri, efsaneleri, destanlarıyla, konuşulan Türkçesiyle, üzerinde yaşayan insanlarıyla, İsmail Bey Gaspıralı ve Bekir Sıtkı Çobanzade gibi millî davayı savunan aydınlarıyla, belleğinde depoladığı her öğesiyle anlatarak coğrafi uzaklığı ortadan kaldırdığı gibi Rus işgali altında yok edilmek istenen Türk Kırım’ı da kayıt altına almış olur.

Kırım’daki huzurlu tabloyu 1930’lu yıllarda kolhoz sisteminin getirilmesi ve Stalin’in Müslüman Türklere yaptığı zulüm alt üst eder. Sürgünler, işsizlik, açlık, aileleri dağıtma, şahsi mallara devlet adına el koyma, kolhozlaştırma, Kril alfabesini kullanma mecburiyeti getirerek dil birliğini ortadan kaldırma, dinî vecibelerin yerine getirilmesini ve geleneklerin uygulanmasını yasaklama suretiyle Rusların Kırım Türklerine uyguladıkları Ruslaştırma politikası ve soykırım Korkunç Yıllar, Onlar da İnsandı ve O Topraklar Bizimdi adlı romanlarda işlenir. Onlar da İnsandı, Kızıltaş’ta yaşayan küçük bir aileyi, Bekir, karısı Esma ve kızları Ayşe’yi odak noktası seçerek Kırım Türkünün trajedisini, uğradığı soykırımı ve bir milletin parçalanmasını yansıtan son derece çarpıcı bir romandır. Cengiz Dağcı, Müslüman-Türk kimliğini ortadan kaldırmak adına Rusların yaptıkları zulümlerin karşısına Kırım Türkünün ata toprağına bağlılığını çıkarır. Korkunç Yıllar’da bu bağlılığı şu cümlelerle ifade eder:

“Biz bunlara bakıp korkmamalıyız. Düşmanlarımız korksun. Hem de nasıl korkuyorlar. Korkularından bize bu zulümleri yapıyorlar. Korkmasaydılar yapmazdılar. Yüz elli yıldır bizi tüketmeye uğraşıyorlar. Yüz elli yıl! İşte bu yurtta bir avuç Tatar kaldık bizi büsbütün yok etmedikçe içleri rahatlamayacak. Biz mahvolduktan sonra bile, bu sefer ruhumuzun önünde titreyecekler. İyi bak bu yıkıntılara!.. Sen benim evlâdım olmakla beraber, bu toprağın, bu yıkıntıların bir parçasısın... Seni bu toprak doğurdu, bu toprak besledi. Bil ki yalnız değilsin. Büyük bir milletin zengin bir geçmişi ve parlak geleceği seninle beraber. Bahçesaray’dan Kaşgar’a varana kadar binlerce minarelerimiz göklere uzanıyor. Bize Tatar diyorlar, Çerkes diyorlar, Türkmen diyorlar, Kazak diyorlar, Özbek diyorlar, Azer diyorlar, Karakalpak, Çeçen, Uygur, Kabardı, Başkırt, Kırgız diyorlar. Bunlar hep yalan! Deniz parçalanmaz. Biz Türk-Tatarız.” (Dağcı 1956: 19-20).

Toplumları millet seviyesine yükselten değerlere dikkat çeken Cengiz Dağcı’nın Korkunç Yıllar ve Yurdunu Kaybeden Adam adlı romanlarının başkahramanının adının Sadık Turan olması son derece anlamlıdır. Dil, din ve gönül birliği olan tüm Türklerin birleşmesinin önemine işaret ettiği bu romanlarının başkahramanı Türk birliği, Turan düşüncesine sadıktır. Cengiz Dağcı, O Topraklar Bizimdi’de de başkahraman Selim’in yaşadıklarıyla Rusya sınırları içindeki Türklerin millî kimliklerine dikkat çeker. Rus okullarında okuyan ve Rusların Türk’ü Türk’e kırdırma politikalarında kullandıkları Selim Çilingirof’un aslına dönüp Selim Çilingiroğlu olduğunu idrak etmesi son derece anlamlıdır. Cengiz Dağcı, özelde Rusya genelde yabancı bir devletin sınırları içinde yaşayan bütün Türklerin millî kimliklerini ön plana çıkarır ve yabancı bir millete hizmetin yanlışlığına, Türklerin kendi milletlerinin geleceği adına birlik içinde hareket etmelerinin önemine vurgu yapar. Selim örneğine karşılık Cengiz Dağcı’nın Rus okullarında eğitim gördüğü hâlde köklerinin farkında olan roman başkahramanlarının sayısı daha fazladır. Bu kahramanlar “Çora Batır”, “Kuzu Kurpeç” gibi kahramanlık destanlarını dinleyerek yetişmiş, millî ve dinî kimliklerini daha çocuk yaşta idrak etmiştirler. Korkunç Yıllar’ın Sadık’ı, Biz Beraber Geçtik Bu Yolu’nun İzmail Tavlı’sı, Anneme Mektuplar’ın Saf’ı asla millî kimlik bunalımı yaşamayan ve yazardan izler taşıyan temsilî kahramanlardır.

Dağcı’nın başta Kırım, Ukrayna ve Polonya olmak üzere II. Dünya Savaşı yıllarındaki Doğu Avrupa’yı anlattığı romanları tamamen otobiyografik özellikler gösterir. Korkunç Yıllar, Yurdunu Kaybeden Adam, O Topraklar Bizimdi, Biz Beraber Geçtik Bu Yolu, Dönüş, Yoldaşlar, Ölüm ve Korku Günleri gibi romanları savaşın dehşetini yansıtırlar. Cengiz Dağcı, anavatanlarından cepheye, cepheden esir kamplarına, esir kamplarından Türkistan’ın bağımsızlığı hayaliyle Alman saflarına sürüklenen Türklerin dramlarını anlatır. Cephedeki ateş çemberi içinde yaşanılanları, insanların yaşam alanlarının, kasaba ve şehirlerin cephe hâline gelmesini, düşmanın acımasızlığını, esirlerin maruz kaldığı işkence ve insanlık dışı muameleleri, savaşın oradan oraya savurduğu hayatları edebî eserin entrik kurgusu içinde okurlarına duyurur. Okuyucuyu savaşın bin bir yüzü ile tanıştırır. Cesaret, vefa, sadakat, aşk, güven, ihanet gibi normal şartlar altında pek çok çatışmaya sebep olan insani duygular savaşla birleşince daha da derinleşirler. Tematik güçlerle karşı güçlerin çatışması üzerine başarıyla inşa edilen bu romanlar vatansız kalmanın acısını, toprağa bağlılığın vatan ile bağlantısını, millet olmanın anlamını, millî aidiyetin önemini somutlaştırmaları bakımından son derece çarpıcıdırlar. Korkunç Yıllar’ın hemen başında “Elhamdülillah Türküm, Müslümanım ve bu notlarımda yazdığımın hepsinin de hakikat olduğuna yemin ederim” diyen Cengiz Dağcı yaşanmış olanla kurguyu iç içe geçirerek anılarını yeniden inşa ederken hem yakın tarihi edebî esere taşır hem de II. Dünya Savaşı’nı tarih kitaplarında rastlanamayacak boyutuyla, bireylerin yaşadıklarıyla aktarır. Rusların ve Almanların yaptıkları zulmü ifşa ederek gaddarlık ve acımasızlıkta nasıl birbirleriyle rekabet ettiklerini gösterir.

Cengiz Dağcı’nın romanlarındaki kurguyu teyit eden Hatıralarda Cengiz Dağcı, Yansılar, Regina gibi günlük ve hatıra türünün özelliklerini gösteren eserleri de hem romanlara belgesel hüviyeti katmakta hem de yakın tarihe ışık tutmaktadırlar.

Cengiz Dağcı Kırım’ın uğradığı haksızlığı, 1925-1946 arasındaki dönemde Rusların Kırım’da yaptıkları zulmü, Kırım’da Stalin döneminde yaşanan faciayı ve bu dönemde Türklere uygulanan soykırımı, II. Dünya Savaşı sırasında Rus saflarında savaşmak zorunda bırakılan, esir düşen ya da Almanlar tarafından kandırılarak heder edilen Türklerin mevcudiyetini hem Türkiye hem de Türk dünyasındaki okurlara duyurarak Kırım’ın ve SSCB’nin yayıldığı coğrafyada yaşayan tüm Türk kardeşlerinin sesi olur. Cengiz Dağcı ömrünün 64 yılını Londra’da geçirmiş olsa da iç beni daima Kırım’da olmuştur. Doğduğu, çocukluğunu ve gençliğini geçirdiği ata toprakları Cengiz Dağcı’nın kültürel belleğini oluşturur. Cengiz Dağcı, edebî eser aracılığıyla Kırım’ın kültürel mirasını kendinden sonraki toplumsal hafızaya kazandırmak ister. Hafızasında yaşattığı Kırım’ı bazen bir ressam tasviri, bazen de bir fotoğrafçı ya da kameraman gerçekliği ile eserlerine aktararak bireylerin ve toplumların ancak değerlerine sahip çıkarak varlıklarını koruyabileceklerini fark ettirir.

II. Dünya Savaşı sonrasında Londra’ya yerleşen Dağcı İngiltere’yi mekân olarak kullandığı eserler de vermiştir. “Bir İngiliz Öyküsü” genel başlığını taşıyan ve uzunluğu dolayısıyla roman türüne de örnek verilebilecek “Bay Markus Burton’un Köpeği, Bay John Marple’ın Son Yolculuğu”, “Oy, Markus, Oy” adlı hikâyelerinde evlilik, aile, ölüm gibi değerler üzerinde durur.

Cengiz Dağcı’yı büyük bir yazar yapan Kırım Türkünün ebedî sesi olurken trajik ve dramatik öğelerin çevrelediği insanı yakalamadaki ustalığı ve insanı insan yapan özellikleri fark ettirmesidir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder