18 Temmuz 2024 Perşembe

Mustafa Çıpan - Nezr-i Mevlâna (Mevlevilik’te On Sekiz Rakamı)

 


Hayırların feth, şerlerin def' ve himmetlerin üzerimize olması niyâzıyla…

Cenâb-ı Hakk'ın tecellî eseri velî kullarının kalbine yerleştirdiği irfânî bir nurla ilâhî gerçekleri bizzat tadarak ve yaşayarak öğrenen Hz. Mevlânâ, akl-ı selîmden kalb-i selîme, kalb-i selîmden de zevk-i selîme yol bulan Mevlevîliğin dayandığı temel kaynaktır.

Hz. Mevlânâ, hayrü'l-halefi Şeyh Gâlib'in:

Merd ana denür ki aça nev-râh

mısrâında ifadesini bulan şekliyle, Hoca Ahmed Yesevî, Şâh Nakşibend, Hacı Bektâş-ı Velî gibi mânâ âleminin sultanları ile Mimar Sinan, Şeyh Gâlib, Dede Efendi, Mustafa Râkım, Azîz Dede, Tanbûrî Cemil Bey gibi sanatkârlar misali yeni yollar açmış, muasırları ve takipçileri bu güzergâhlarda yürümüşlerdir.

“Ancak Allah'a kalb-i selîm (temiz bir kalb) ile gelenler (o günde fayda bulur.)” (Şuarâ, 26/89) âyetinin sırrına mahzar olan, Hz. Peygamber'in: “Müminin kalbi Rahman'ın iki parmağı arasındadır” hadisinde işaret edildiği gibi, Rahman'ın, bir rahmetten başka bir rahmete değiştirdiği kalbi ile görünenin arkasındaki güzeli ve güzelliği arayan Hz. Mevlânâ: “Âşıklık mezhebinde bu revâ mıdır ki, bütün âlemi seninle görelim de, seni görmeyelim.” diye yakarır.

Bir sanatkârı veya eserini değerlendirmek, bir tasavvuf veya sanat ekolü hakkında kıymet hükmü ifade edebilmek için, ortaya çıktıkları zamanı, mekânı, manevî, edebî ve sosyal şartları iyi bilmek ve göz önünde bulundurmak gerekir.

Mevlevîlikteki mükemmel bütünlük, cüzlerden hareketle, her davranış veya âdetin tenasübünü kavramakla idrak edilebilir. Bu açıdan bakıldığında, devrin şartları, teamülleri ve gelişen yaklaşımlar gereği -hemen her tarîkatte- (dört kapı, on makam, üç sünnet, yedi farz, on iki hizmet, kırk ve bin bir günlük çile vb.) rakamlarla ilgili bir takım değerlendirmelerin yapıldığı görülür. Mevlevîlikte on sekiz rakamı da böyle bir dikkatle takdirlerinize sunulmaktadır.

Hüseyin Fahreddin Dede'ye göre “Nezr-i Mevlevî”nin on sekiz olması, ebced hesabına göre “Hayy” ism-i şerîfinin sayı değerinin on sekiz olmasına ve günde on sekiz defa vukû bulan “Zâtın tecellîsi”ne dayanmaktadır.

Hz. Mevlânâ'nın “Hayy” diyerek semâya başlaması da son derece mânidardır.

Mevlevîlerce on sekiz rakamı mukaddes sayılmış, dokuz ve katları uğurlu addedilmiştir.

Mevlevî kültüründe ehemmiyet atfedilen Nezr-i Şems altı olup, her zerrede var olan (alt,üst,sağ,sol,ön,ard) altı cihetten hareketle teşekkül eden bu sayının üç ile (mevâlid-i selâse) çarpılmasıyla on sekiz rakamı elde edilir.

Cenâb-ı Hakk'ın sonsuz kudretini ifade etmek ve âlemlerin çokluğundan kinâye olmak üzere, Kur'ân: “Hamd, âlemlerin Rabbı olan Allah'a mahsustur.” (Fâtiha/1) âyetiyle başlar.

Âlemler, “Habîbullah” olarak vasıflandırılan Hz. Muhammed'in muhabbetiyle yaratılmış; O, âlemlere rahmet olarak gönderilmiş; fahr-i âlem (âlemin övüncü) olarak mü'minlerin gönüllerinde hükümrân olmuştur.

Sûfîlerce mutlak varlık olan Allah'ın, zâtî iktizâsı olan hakîkat-i Muhammediyye'ye tenezzülüyle kâinat zuhur etmiştir. Yaratıcı kudretin aktif kabiliyeti olan “akl-ı küll”le pasif kabiliyeti olan “nefs-i küll”, dokuz göğü meydana getirmiş, bunların hareketi dört unsuru (hava, su, toprak, ateş) izhar eylemiş, dokuz gökle dört unsurdan cemât(cansızlar), nebât(bitkiler) ve hayvân(canlılar) vücut bulmuştur. Böylece kâinât, kısa ve toplu bir bakışla on sekiz varlıktan meydana gelmiştir. Mübâlağa ve tafdil bakımından bu on sekiz âlemden her biri zuhur itibariyle binle ifade edilmiş ve “on sekiz bin âlem” sözü ortaya çıkmıştır.

Bismillâhirrahmânirrahîm'in Arap harfleriyle imlâsında on sekiz sessiz harf bulunduğu görülür. Bu kelimeden türetilen âlemlerin on sekiz bin olduğuna işaret edilir.

İşte bu on sekiz bin âlemin sultânı, Yûnus'un deyişiyle:

On sekiz bin âlemin Mustafâsı

Adı güzel kendi güzel Muhammed

değil midir?

On sekiz bin âlemi görmek, şâirin ifadesiyle, Hz. Mevlânâ'nın yolunun tozunu göze sürme yapmakla mümkündür:

Hâk-i Mevlânâ-yı saffet sürme-i çeşm eyleyen

On sekiz bin âlemi bînâ olur âlem bu yâ

Nef'î, on sekiz bin âlemi seyreylemenin lâzım olmadığını, çünkü her nefeste lutfedilen Hak feyzinin başka bir âlem olduğunu şu nefis beytiyle belirtir:

On sekiz bin âlemi seyr eylemek lâzım değil

Her nefeste feyz-i Hak bir özge âlemdir bana

İşin aslı, Yûnus Emre'nin:

On sekiz bin âlem halkı cümlesi bir içinde

Kimse yok birden artuk söylenir dil içinde
beytinde ifade ettiği gerçek, on sekiz bin âlem halkının BİR (Allah) içinde olduğu, gönülde de o BİR'den başkasının bulunmadığı hakikati Hz. Mevlânâ dilinde şöyle taçlanır:

“Bizim mesnevîmiz vahdet dükkanıdır. Orada BİR'den başka ne görürsen o, puttur.”

Rifâiye tarîkatinin Ma'rifiye kolunda tâc, on dört dilimli veya üç terk üzerine on sekiz yapraklı beyaz arakiyyeden yahut çuhadan yapılmış olup beyaz düğmelidir.

On sekiz dilimli tâc, on sekiz bin âleme işarettir.

Saâdet tâcının terklerinin on sekiz olması, ebced hesabıyla sayı değeri on sekiz olan “Hayy” ismini temsil eder. Ayrıca bu on sekiz dilim, “Allah, Muhammed, Ali, Hasan, Hüseyin” hazretlerinin isimlerinin harflerinin on sekiz olmasıyla irtibatlandırılır.

Esmâ-i sitte olarak bilinen “Ferd, Hayy, Kayyûm, Hakem, Adl, Kuddûs” isimleri altı adettir. Altı sayısı “tâc” kelimesinin üç harfi ile çarpılırsa, on sekiz sayısı elde edilir. Tâcdaki on sekiz dal bu isimleri de îmâ eder.

On sekizler olarak anılan zümre, Allah ne emretmişse onu yerine getiren, gerektiğinde kendilerinden kerâmet zuhur eden “Ricâlül-gayb”den on sekiz kişidir.

Tasavvuf yanında sanat, şiir ve fikir dünyamızda asırlarca büyük bir rol oynamış olan Mevlevîlerin kendilerine has terbiye, âdet, giyiniş ve muâmele ile ilgili hususiyetleri disipline edilmiş bir sadelik ve zarafet ikliminde vuku bulur, bunların bir kısmı da on sekiz rakamının etrafında teşekkül eder.

* Kur'ân'ın Fâtiha'sı gibi bütün Mesnevînin özü sayılan ve “Besmele”de olduğu gibi ilk beyti “be” harfiyle başlayan ilk on sekiz beyti Hz. Mevlânâ kendi yazmıştır. O on sekiz beyit ki, Bursevî'nin ifadesine göre, on sekiz bin âlemin esrârını anlamaya yöneliktir.

Mesnevî, aslında ilk on sekiz beytin ilk iki ve son bir kelimesinden; “Bişnev ez-ney… vesselâm” (Dinle neyden… vesselâm)'dan ibarettir.

*Çileye talip olup “Nev-niyâz makâmı” da denilen “saka postu”nda üç gün oturduktan sonra yola devam etmek isteyen cân, Kazancı Dede'ye ikrâr verir. Baş kesmek, görüşmek, niyâza durmak gibi temel rükünlerin öğretildiği cân, on sekiz gün “ayakçılık hizmeti”nde bulunur. On sekiz günlük hizmet sonunda hakkında müspet kanaat sahibi olunan ve Aşçı Dede'nin emriyle arakiyye, mutfak tennûresi ve elif-i nemed verilen cân taşra kıyafetinden soyunarak “hizmet libâsı”nı giyer.

*Nev-niyâz, gönlünü hikmet pınarlarıyla beslemeyi ve Allah'ın rızasını kazanmayı murad ederek; “Kazancı Dede, Halîfe Dede, Dışarı Meydancısı, Çamaşırcı, Âb-rîzci, Şerbetçi, Bulaşıkçı, Dolapçı, Pazarcı, Somatçı, İçeri Meydancısı, İçeri Kandilcisi, Tahmisçi, Yatakçı, Dışarı Kandilcisi, Süpürgeci, Çerâğcı, Ayakçı” olmak üzere on sekiz hizmet kolunda, ihlâs ve samimiyetle bin bir gün müddetle usûl ve âdâba uygun bir şekilde hizmette bulunur.

*Dünya endişelerinden kurtulmak arzusunu izhâr edercesine çileye soyunan, edeb ve muhabbet zincirinin bir halkası olmak arzusuyla çilesini tamamlayan derviş, dede olmak için son defa on sekiz günlük “hücre çilesi”ne girer.

Noksanını tamamlamak ve taşraya muhabbe ti olmadığını göstermek maksadıyla on sekiz gün boyunca Aşçı Dede ile Mesnevihandan nasihatler alır ve dergâhtan dışarı çıkmaz.

Geleneğe ve kâidelere bağlı 1001 günlük çileyi tamamlayan dervîş, artık dede olmaya hak kazanır ve:

Ederken Mevlevînin çillesin itmâm bin bir gün

Bizim bak çille-i aşk üzre bir mîâdımız yokdur

Beytinin işaret ettiği, mîâdı (süresi) dolmayacak olan aşk çilesine devam eder.

*Herhangi bir Mevlevîhâneye şeyh tayin edilecek dede, Konya'da Mevlânâ Dergâhına gider, orada on sekiz hizmet dalında on sekiz gün müddetle hizmette bulunur. Bu süre içerisinde de destârlı sikkesi Hz. Mevlânâ'nın sandukası altında tutulur, on sekiz gün sona erince, makam çelebisi veya sertarîk tarafından tekbirlenerek kendisine giydirilir ve şeyhlik icazeti verilir.

* Fakrı sadece Allah'a olan ve O'ndan başkasına ihtiyaç duymayan, dünyadan müstağnî, kanaat sahibi Mevlevîlerin sadaka kabul etmeleri bahis konusu değildir. Ancak mürşide yahut dedeye teberrüken, niyâz makamında hediye verilir veya dergâha yardımda bulunulur. Dergâha giren, çıkmadan önce dedesiyle görüşür ve bu sırada sır olarak (gizlice) avucuna, yahut niyâz ederken postunun altına, kudretine göre on sekiz beş kuruş, on kuruş, yirmi beşlik, yarım lira koyar. Hediyenin, dokuz ve katları olmasına titizlikle riâyet edilir. Kudreti yoksa yeşil bir yaprak da nezir yerine geçer.

*Mevlevîliğin şeref ve haysiyetine, nezaket ve zarafetine uymayan işler yapanlara “küstah” denilir ve bunlar kazancı dede tarafından cezalandırılır. Ayakta tutmak, bir müddet riyazet vermek ve birkaç gün bir köşeye hapsetmek gibi cezalarla hâlini tashih etmeyenler olursa semahanede türbe önünde “peymânçe”ye durdurulur, matbahta duran “çelik” denilen bir değnekle küstahın arkasına -maksat dövmek değil ikaz olduğundan- canı acıtmamaya çalışılarak, dokuz veya on sekiz defa vurulur.

Lüzumu halinde daha şiddetli bir ceza, Kazancı Dede tarafından, “küstâh”ın başından sikkesi alınmak ve hırkası çıkarılmak suretiyle verilir, bu hal on sekiz gün sürer. Arakıyye ile kalan derviş, on sekiz günün sonunda cezayı uygulayan dede ile birlikte şeyhin önünde diz çöker, şeyh de bir takım ikaz ve tenbihlerde bulunduktan sonra suçlunun sikke ve hırkasını yeniden tekbirleyerek geri verir.

*Semâzen olmak isteyen dervişler, bir taraftan ham geldikleri dergâhın matbahındaki ocakta pişip yanarken, diğer taraftan mahzunca boyunlarını bükerek ötelerdeki hakikatlere kanat çırpmak, Hak'tan aldıklarını halka dağıtmak iştiyakıyla semâ eğitimi alırlar.

Semâzenin sol ayağına “direk”, sağ ayağına “çark” denir. Başlanğıçta talimler esnasında on sekiz çark atılır. Çarkın -her birinde Allah ism-i şerîfinin içten söylendiği- dokuzun katları olan 360-180-90 derecelik (tam-yarım-çeyrek) çeşitleri vardır.

*Şeyh Efendinin “Tennûreye salâ” izniyle başlayan ve meleklerin kanat çırpmasını andıran mukâbelede on sekiz semâzenin bulunması tercih edilir, bu mümkün değilse yarısı olan dokuz semâzenle yetinilir.

*Konya Mevlânâ Dergâhında; Dervişan kapısından sonra iki küçük kubbeli geçiş mekânının sağında (güneyinde) dört; solunda (kuzeyinde) sekiz, takiben (doğuya doğru) altı olmak üzere on sekiz “Derviş Hücresi” mevcuttur.

*Bir çeşme düşünün ki, vahdet-kesret-vahdet öğretisi sembolize edilsin, fayda ve estetik bir arada düşünülsün, serçeler ve güvercinler serinleyip su içsinler, kurnalarından dökülen suyun sesi kulaklara hoş nağmeler halinde ulaşsın. İşte Mevlânâ Dergâhı'nın bahçesinde bulunan ve adını cennetteki çeşmelerin birinden alan bu Selsebil'de, yukarıdan aşağıya doğru 1-2-3-2-1 tertibinde suyun dağılıp toplandığı dokuz çanak bulunmaktadır.

*Hz. Mevlânâ Karaman'da bulundukları sırada, babasının tavsiyesiyle asil bir zât olan Semerkandlı Hoca Şerafeddin Lala'nın huyu güzel, yüzü güzel kızı Gevher Banu ile 1225 yılında on sekiz yaşında evlenir.

*Edebiyatımızda önemli bir yeri olan tarih düşürme geleneği doğum, vefat, savaş, düğün, imar gibi çeşitli sebeplerle gerçekleştirilir. Pek çok usûlü bulunan tarih düşürmelerde, özellikle Mevlevî şâirler Nezr-i Mevlânâ'nın ilâvesi veya eksiltilmesi yoluyla ta'miye (tarih tamamlama) yoluna gitmişlerdir. “Nezr-i Mevlânâ ile” denince tarihe on sekiz ilâve edileceği, “Nezr-i Mevlânâ çıkıp” ifadesinden de on sekiz eksiltileceği anlaşılır.

*Tahirü'l-Mevlevî'nin on dört cilt halinde eksik yayınlanan Mesnevî Şerhi'ne talebesi Şefik Can tarafından bir vefa örneği ve cemile olmak üzere dört ciltlik bir ilâve yapılır, bu suretle şerh, hoş bir tevafukla on sekiz ciltte tamamlanır.

Gönül hastalıklarının şifa bulduğu, noksanların tamamlandığı Mevlânâ Dergâhının kapısının önünde boyun bükerek: “Ey kapılar açan Allahım, bana da hayırlı kapılar aç.” Niyazında bulunanlara:

Gayrı biz olduk deyü zannetmesin ashâb-ı kâl

Cûylar kim vardılar deryâya hâmûş oldular
beyti gereğince, nice coşkun ırmakların denize ulaşınca susuverdiklerini hatırlatmak suretiyle söz ehlini, “gayrı biz olduk” zannına kapılmamaları için uyaran;

Hoşça bak zâtına kim zübde-i âlemsin sen

Merdüm-i dîde-i ekvân olan âdemsin sen
beytiyle, âlemin özü ve yaratılmışların gözbebeği olan insana, zâtına hoş bakmasını öğütleyen ve nihâyet onu;

Bir şu'lesi var ki şem'-i cânın

Fânûsuna sığmaz âsumânın
hikmetli söyleyişiyle de cân mumunun şu'lesini âsumânın fânusuna sığmayan hâle getiren; hakiki aşkın mahzarı, muhabbet sırrının mahremi Mevlevî mürşidlerine aşk olsun…

Dünyayı şereflendirmelerinin 800. yılında,

Ey vâkıf-ı râz-ı aşk olan ârif-i cân

Ney gibi seninle bî-zebân söyleşelim

Aşkın sırlarına vâkıf olan cân ârifini, seninle ney gibi, konuşmadan söyleşelim, sırrına erdiren Hz. Mevlânâ'yı rahmet, şükran ve minnetle anıyoruz.

Aşk ve niyâz ile…

 

NOT: Bu yazı daha önce Konya Büyükşehir Belediyesi'nin 2007'de çıkarmış olduğu “BİŞNEV Mesnevî'nin ilk on sekiz Beyti” Kitabında yayınlanmıştır.

 

KAYNAKLAR
A. Gölpınarlı, Mevlevî Âdâb ve Erkânı, İnkılâp ve Aka Kitabevleri, İstanbul, 1963.
A. Gölpınarlı, Tasavvuftan Dilimize Geçen Deyimler ve Atasözleri, İnkılâp ve Aka Kitabevleri, İstanbul, 1977.
A.Halet Çelebi, Bütün Yazıları (Haz. Hakan Sazyek), YKY, İstanbul, 2004.
Erdoğan Erol, Mevlânâ'nın Hayatı, Eserleri ve Mevlânâ Müzesi, Konya, 2004.
Esad Coşan, Makâlât Hacı Bektâş Veli, Kültür Bakanlığı 1000 Temel Eser, Ankara, 1996.
Ethem Cebecioğlu, Tasavvuf Terimleri ve Deyimleri Sözlüğü, Anka Yayınları, İstanbul, 2005.
H. Hüseyin Top, Mevlevî Usûl ve Âdâbı, Ötüken Yayınları, İstanbul, 2001.
Hacı Feyzullah, Mevlevî Âyîninde Mânevî İşâretler, Meram Belediyesi Kültür Yayınları, Konya, 2005.
Halit Özdüzen, Tasavvuf Yolcusu Tarikatlar ve Alevilik, Ötüken Yayınları, İstanbul, 2006.
İ. Pala, Ansiklopedik Dîvân Şiiri Sözlüğü, Akçağ Yayınları, Ankara.
Konya'dan Dünya'ya Mevlânâ ve Mevlevîlik, Karatay Belediyesi Yayınları, Konya, 2002.
Mevlâna Celâleddîn-i Rûmî İnsanlığın Aynası, Konya Büyükşehir Belediyesi, Konya, 2004.
Ney'e Dâir, T.C. Konya Valiliği İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü, Konya, 2006.
Safer Baba, Tasavvuf Terimleri, Heten Keten Yayınları, İstanbul, 1998.
Seçkin Bir Peygamber Vârisi Mevlâna, Rehber Yayınları, 2006.
Selçuk Eraydın, Tasavvuf ve Tarikatlar, İFAV Yayınları, İstanbul, 2004.
Şener Demirel, Dinle Neyden, Araştırma Yayınları, Ankara, 2005.

Yazar: Mustafa Çıpan
http://akademik.semazen.net/ sitesinden 17.07.2024 tarihinde yazdırılmıştır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder