23 Mart 2024 Cumartesi

Elif Yavaş - Ömer Erdoğdu İle Anılara Yolculukta Röportaj


Ömer Erdoğdu İle Anılara Yolculukta Röportaj

      İç Anadolu topraklarına yolcu olalım haydi! Hayata dokunsun yazılar ve zamana dokunan anılarda yolcu olalım. Bir Katre Zencefil, Zamana Dokunan Yazılar-1, Zamana Dokunan Yazılar-2 kitaplarını okudunuz mu? Birbirinden güzel, edebî dilde kaleme alınan eserlerin üstadıyla tanıştırmak istiyorum hepinizi. Kayseri ilinin Yahyalı ilçesinde doğan, farklı illerdeki eğitim hayatı ve görevi nedeniyle İmam Hatip Liselerinde öğretmen, müdür olarak görev yaptıktan sonra yaşamını Mersin’de sürdüren emekli bir beyefendiyi gelin beraber tanıyalım. TÜRKAV (Türkiye Kamu Çalışanları Vakfı) Gaziantep şubesinin Kitap Şuuru projesine katılarak “Kitap Hediye Ediyoruz” kampanyasındaki hediye kitap çekilişleriyle tanıdım yazarımızı. “HAYATA D/OKUNAN YAZILAR 2” adlı kitabıyla bir öğretmenimizin hayatına uzandım anılarda. Sohbeti fazla uzatmadan sözümü emekli öğretmen-eğitimci-yazar ÖMER ERDOĞDU’ya bırakıyorum. Gelin tanış olalım, günü mutlu kılalım!

ELİF YAVAŞ: Hoş geldiniz değerli ÖMER ERDOĞDU Bey. Öncelikle röportaj teklifimi 2018 yılının Temmuz ayında çok önceden kabul ettiğiniz için bu incelik ve nezaketiniz adına teşekkür etmek istiyorum. Hayatınız ve yazma hikâyenize dair konuşalım. Öncelikle sizi tanıyalım. Şahsen sizi kitaplarınızla az çok tanıyan bir okurunuz ve sosyal medya hesabınızdan takipçiniz olsam da sözü size bırakmak istiyorum. Buyurun hocam.

ELİF YAVAŞ: Eğitim hayatınıza, edebî yazılarınıza bakınca Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmenleri gibi ne güzel edebî tatta eserler kaleme almışsınız. Yaşım itibariyle genç yaşımda, o satırlarda sizin çocukluğunuzdaki yokluk yıllarına yolcu oldum. Şimdi düşünüyorum da bizler çok rahatız ve bolluk içinde yaşıyoruz. Anı türündeki kitabınızda duygulandığım sahneler oldu. Kitabınıza geçmeden önce sizi tanıyalım ve öğrencilerim de tanışsın. Öz geçmişinizden kısaca bahsedip kendinizi tanıtır mısınız?

      ÖMER ERDOĞDU: 1956 yılında Kayseri ilinin Yahyalı ilçesinde dünyaya gelmişim. “Gelmişim” diyorum, tarihin doğru olduğu kanaatinde değilim. Rivayetler muhtelif; kimi 1955’in Aralık ayında doğdun diyor, nüfus kütüğüne farklı yazılmış. O tarihlerin nüfus kütüğüne yazılma şeklinde bir hayli problem var, günü gününe yazdırmak pek yok.

Çocuk doğar, babanın işi ne zaman biterse veya ne zaman uygun görülürse tahminî bir tarih nüfus memuru tarafından belirlenir, anlatılana göre ve nüfusa işlenir. İşte doğum tarihimin kısaca hikâyesi böyle…

  İlkokulu kendi ilçemde okudum. Daha ilerisi ilçelerde pek bulunmazdı. Bu nedenle okumak isteyen civar illere gitmek durumunda kalırdı. Benim ailem okumayı seven bir yapıya sahip, özellikle dinî ilimler konusunda başlı başına bir mektep. Onun için ben ilkokula gitmeden Kuran okumasını epey ilerletmiştim. Yani bugünkü alfabeyi öğrenmeden Kuran alfabesini bilirdim.

  Benim mutlaka dinî eğitim veren bir okula gitmem gerekirdi çevremin anlayışına göre, ben de öyle istiyordum.

  Biz Niğde İmam Hatip Okulunu tercih ettik. Yedi yıl burada ortaöğrenimimi tamamladıktan sonra aynı yıl (1974) Kayseri Yüksek İslâm Enstitüsüne geçtim. Sınavla tabi!

O tarihlerde İmam Hatip Okulundan mezun olanların diğer fakültelere girme şansı yoktu veya çok zordu diyebiliriz.

1978 yılında Yüksekokulu bitirdim, aynı yıl Divriği İHL (İmam Hatip Lisesi)’ye öğretmen olarak tayin oldum.

Orada iki yıl kadar hayatımda unutamayacağım güzellikte öğretmenliğim ve idareciliğim oldu. 

1980 yılında doğduğum ilçem Yahyalı’ya tayin oldum. Burada 12 yıl öğretmenlik ve müdürlük yaptım.

Siyasî birtakım rahatsızlıklardan dolayı 1992 yılında Mersin’e geçtim. 2005 yılına kadar Mersin’de çeşitli okullarda çalıştıktan sonra emekliye ayrıldım.

Bu arada siyasî ve ticarî birtakım çalışmalarım olduğu gibi çeşitli dernek ve sivil toplum kuruluşlarında hizmet ettim.

Hizmet ettiğim derneklerin sayısı oldukça fazla, yeter ki bu kuruluşlar İslâm’a ve insana hizmet etsin.

Bu dernekleri bir çatı altında toplamak için hatırı sayılır çalışmalar yaptım. “Gönüllü Kuruluşlar Birliği” adı altında 45 kadar sivil toplum örgütünü bir araya getirdik. Bu birliğin uzun süre başkanlığında ve yönetiminde bulundum.

Ayrıca Elif Hanım, medya ile de yakından ilgilendim. Yerel bir TV ve radyonun koordinatörlüğünü deruhte ettim. Haftalık programlar icra ettim.

1992 yıllarından beri yazarlık tutkum olduğundan o yıllarda “Edep Çizgileri “adında ilk eserimi çıkardım.

Biraz siyasete ve ticarete yönelmem diğer kitaplarımın tamamlanmasını geciktirdi.

Düşünebiliyor musunuz? Ta 1990’larda öğrencilerime söz verdiğim şiir kitabımı bu yıl bastırmak nasip oldu.

 Hayat devam ediyor, kader nereye kadarsa!

Hâlen Mersin’de ikamet ediyorum. İki oğlum ve dördü kız, ikisi delikanlı toplamda altı torunum var.

  Bir de hayat arkadaşım…

  İşte benim hayatımı anlatışım.

ELİF YAVAŞ: Yaş itibariyle 1990’lı yılların çocuğu olarak 1960 ve 1970 yıllarını hep merak etmişimdir. Bana kıymetli zamanını ayırıp çocukluğunu anlatan birkaç büyüğüm olursa onları sonuna kadar dinlerdim. Sizin gençliğinizde İç Anadolu topraklarındaki eğitim oranı, okuma mücadelesi nasıldı?

ÖMER ERDOĞDU: Merakını bir nebze giderelim çünkü biz tam o merak ettiğiniz zamandan geliyoruz.

Bir nebze yukarda değindim. 70’li yıllarda lise ilçelerde bulunmaz veya çok az yerlerdedir. Meslek Okulları hiç bulunmaz. Halkın da refah seviyesi çok düşük olduğundan kısa yoldan, kazanç yollarına düşerler. Liseyi bitirenler az bulunur. Üniversiteyi bitirmek ise fermana muhtaçtır.

70’li yıllardan biraz önce ama bizim ilçemizde bir kişi fakülteyi bitirmiş. Memlekete gelince insanlar etrafına toplanır, merakla dinlerlermiş.

Biz böyle bir zamanı görmedik ama buna yakın bir eğitim seviyesi vardı.

Kendi ortaöğrenimimden bahsedeyim. Gerçi kitabımızda örnekleri bulunur, o devri resmeden olaylar ve yaşantılardan.

  Düşünebiliyor musunuz? Babam 7 yıllık okul hayatımda okuduğum ile iki defa teşrif etti, bizi ziyaret ve durumumuzu öğrenmek babında.

    Okulun bulunduğu yerlerde öğrencilerin barınacağı yerler, yurtlar yok. Bu nedenle öğrenciler yıkık dökük, izbe yerlerde kalmak zorunda idiler. Kitabımızı okuyanlar bunun acı örneklerini ibretle görürler.

Harçlığımız da yetersizdir. Pazar günleri amele pazarına ineriz, iş bulabilirsek bayram sayılır. (Hem de yevmiyenin yarı fiyatına!)

Amelelik yaptığımızda yaşımızı öğrenmek istiyor musunuz? Ben 12 yaşındaydım, ortalama yaşımız 15 civarı.

İnşaatlarda, bahçelerde nerde iş bulursak çalışır ve okumanın yanında harçlığımızı da tedarik etmeye çalışırdık.

  Giyim kuşam ayrı bir âlem… Ayakta Soğukkuyu lâstik (Nevşehir Soğukkuyu karalâstikleri, o yörenin meşhur kara lâstik ayakkabıları), yamalı pantolon vs. Bunları acıtasyon olsun diye söylemiyorum, 

“Gelecek yıl bir kundura ayakkabı giyebileceğim.” diye hayal ettiğimi çok iyi hatırlıyorum.

 Ama onurluyduk, böyle olmamıza rağmen ilçemizin en zengini benim babam zannederdim.

Kimsenin malında gözümüz olmazdı hamdolsun.

ELİF YAVAŞ: “Zamana D/okunan Yazılar 1” adlı kitabınızı okumak nasip olmadı lâkin “Zamana D/okunan Yazılar 2” kitabınızı kapıma gelen hediye kitap projesinin paketiyle elime alıp okumak çok şükür ki sonunda nasip oldu. Türkiye’de sevgili Oğuzhan SAYGILI Bey’in başlattığı TÜRKAV (Türkiye Kamu Çalışanları Vakfı) Gaziantep şubesi kitap çekilişi ve Kitap Şuuru projesine katılmıştım. Sizlerin kitaplarını bu proje sayesinde tanıdık. Ayrıca ben de bir yıldır bu projedeyim ve çekilişten birçok kitap kazandım. Sizce bu tarz kitap okuma ve kitap hediyeleşme projeleri okuma hızımızı artırıyor mu? Gençler edebî eserler ve yeni yazarları tanıma fırsatını yakalayabilir mi?

ÖMER ERDOĞDU: Bu münasebetle Oğuzhan Bey’e teşekkürlerimi sunmak istiyorum. Onun vesilesiyle de sizleri tanıma imkânım oldu.

Çok güzel bir çalışmanın içerisindesiniz, Allah muvaffak etsin.

Bu projeden çok güzel tepkiler alıyorum, sizin gibi heyecanlı ve donanımlı gençlerle karşılaşıyoruz.

 Acı bir gerçek; gençlerimizin okuma oranı çok düşük ama hiç önemli değil. Ne kadar çok gencimizi kurtarırsak, okuma alışkanlığı kazandırırsak, kültürümüze hizmet edecek geleceğin kahramanlarını yetiştirirsek ne mutlu!

Dönmek yok!

Şairin dediği gibi: “Tohumu at toprağa, vermezse toprak utansın!”

    * ( Necip Fazıl KISAKÜREK’in “Utansın” adlı şiirinin ilk mısrası: “Tohum saç, bitmezse toprak utansın!” Ömer hocamız cümlesini bu şiir örneğiyle pekiştirmek istemiştir.)

     ELİF YAVAŞ: Sosyal medya hesabınızda edebî, dinî içerikli ve insanı fazla sıkmayan güzel yazılarınız var. Sizce internet ortamı doğru yolda, doğru amaçlarla kullanıldığı sürece insanlığa ilim aşılar mı?

     ÖMER ERDOĞDU: Elif Hanım bildiğiniz gibi internet ortamı sadece gençliğimizi değil insanlığımızı teslim alma yolunda. Bu akımı geri gönderip insanları tozlu raflara getirmeniz oldukça zor ve de yanlış bir iş olur.

Suyun yatağını değiştirmek mümkün değildir. Değiştiren, felâket hazırlar.

Bu nedenle bizim interneti ve teknolojiyi teslim almamız gerek.

Çünkü insanlar o pencereden bakmayı bayağı kendilerine sindirdiler. Onların yönünü başka tarafa döndürmek mümkün değil ise de önlerine hakikati ve faydalıyı koymak oldukça mümkündür.

      ELİF YAVAŞ: “Bir Katre Zencefil” adlı kitabınızı bazı okuyucuların elinde, sanal hesabında görmüştüm. Belki yakın zamanda o kitabı okumak da mümkün olabilir. İlk kez duyanlar adına bu kitabınızın içeriğinden biraz bahseder misiniz?

     ÖMER ERDOĞDU: “Bir katre ZENCEFİL” yıllaar önce öğrencilerime söz verdiğim şiir kitabının adı. Adını cennetliklerin cennette içtikleri suyun karışımından alır.

  Biz de okuyanlarımıza bu zevkten bir katre tattırmak istedik.

“ZENCEFİL katı madde, katre sıvı olur.” diye eleştiri almışsa da ‘katre’ kelimesinde sıvı anlamı da vardır.

Okunmasını özellikle tavsiye ederim

     ELİF YAVAŞ: Niğde İmam Hatip Lisesi mezunusunuz ve yıllarca İmam Hatip Liselerinde öğretmenlik yaptınız. Günümüze bakınca birçok İmam Hatip Liseleri ve İlahiyat bölümü ön lisans mezunları, Açıköğretim Fakültelerinden mezun olup Kur’an Kursu öğretmeni olmak isteyen gençlerimiz var. İmam Hatip Lisesinde Türk Dili ve Edebiyatı derslerine girdiğimde istekli öğrenciler arasında ailesinin zoruyla, isteksizce bu okullara kayıt yaptıranları da fark etmiştim. Şu anki İmam Hatip Liselerinin eğitimini nasıl buluyorsunuz?

     ÖMER ERDOĞDU: Hep öyle olur zaten, cennetin yolu itici görünen şeylerle dolu. Bu nedenle dinî tahsil yapmak isteyenlerin iste(mez)i çok olur. Başta kişinin nefsi gelir. Ama zamanla öyle bir hal alır ki: “İyi ki bu okulda okumuşum.” derler.

  İHL’yi bitirince ben birçok fakülteyi kazanacak puan almıştım, onlardan birine gitmeyi İslâm Enstitüsünden ziyade istiyordum.

Aile büyüklerim İslâm Enstitüsüne gitmemi tavsiye ettiler. Ben de biraz nazlı kabul ettim.

  4 yıllık yüksekokul hayatımı unutamam. Mezun olup fakülteden ayrılırken okulun kapısından hasretle okuluma bakarak: “Ey okul! Sen dört yıl daha olsaydın yine okurdum.” dediğimi unutmuyorum.

      ELİF YAVAŞ: Özel yaşamınıza girmeden biraz da aile hayatınıza değinelim. Kitap yazma ve yayınlama konusunda iki oğlunuz, eşiniz ve torunlarınız da sizi destekliyor mu?

     ÖMER ERDOĞDU: Elbette. Bir ara 11 yaşındaki torunuma aynı soruyu sordum:

“Sonuna kadar dedeciğim!”  karşılığını aldım. Desteklerinin ve yardımlarının tarifi mümkün değil.

     ELİF YAVAŞ: Hayata bakış açınız nasıldır? Hayata tıpkı kitaplarınızdaki gibi pozitif yaklaşıp şükrederek mi bakarsınız?

     ÖMER ERDOĞDU: Elif Hanım, dünyanın geçici olduğunu çok iyi bildim hamdolsun. 

Tam yaptığım söylenemez ama prensibim: “Ne kimseden incin, ne başkasını incit.”

Verdiği nimetler karşısında şükürden acizim.

Öğretmenlik yıllarımda maaş zamlarından çok söz edilirdi, herkes az bulurdu.

Bense ancak içimden sessizce: ”Aldığımızın kârlılığını verebiliyor muyuz?” derdim kendi kendime.

     ELİF YAVAŞ: Gelecek adına şu an torunlarınıza bırakabileceğiniz en güzel miras olarak ilmî, edebî kitaplarınız var. Torunlarınız da dedeleri gibi okumayı, araştırmayı seviyor mu?

 

     ÖMER ERDOĞDU: Bu sorunuz için özellikle teşekkür ederim. Kitaplarımı kaleme almamda birinci etken, onlara hayırlı bir miras bırakabilmekti. İnşallah devamı gelir.

Bizde sülaleten okuma duygusu var. Okumadan da hocalık yapabiliriz(!)

     ELİF YAVAŞ: Zamana D/okunan Yazılar-2 adlı anı türündeki kitabınızı keyifle okudum ve edebî buldum. Kitabı birkaç güne yayarak, irdeleyerek bitirdim. Yahyalı’daki çocukluk yıllarınız, yokluk yıllarınızdaki o anılar, yöresel şive ve küçük yerleşim birimlerindeki okuma mücadeleniz beni çok duygulandırdı. Kitabın ortalarına gelemeden bazı anıları gözyaşlarımla duygulanarak okudum. Kitabınız gerçekten de ismi gibi zamana dokunmuş, okunan yazılar kalbe dokunmuş: “Zamana D/okunan Yazılar” doğmuş. Hiçbir şeyi saklamadan, hayatınızı olduğu gibi kaleme almak nasıl bir duygu?

 

     ÖMER ERDOĞDU: İşin güzelliği orda zaten: “Kendinle barışık olmak, yaşadığın olayları kabullenmek, dolayısı ile kendini bilmek.” Doğal olmaktan daha güzel ne olabilir ki!

Güzel tespit etmişsiniz; olayları ağdalı kelimelerle kamufle etmeden, olduğu gibi, atlamadan aktarmaya çalıştım.

     ELİF YAVAŞ: Sizce “Zamana D/okunan Yazılar-1” ve “Zamana D/okunan Yazılar-2” serisi birbirinin devamı niteliğinde mi? Ben 2. kitapla sizi tanıdım, 1. kitabınız da belki sonrasında bana nasip olacak. Kitabınız adı ‘Zamana Dokunan Yazılar’ olmasaydı hangi ismi verirdiniz?

 

     ÖMER ERDOĞDU: Kısaca söyleyeyim. Yıllar önce yaptığım bir TV programı vardı. O günlerimi bilen arkadaşlar yazılarımı görünce: “Çeşitleme” kitaba mı dönüşüyor? dediler. TV programımızın adıydı bu.

Allah rahmet etsin, Ayhan Songar Beyefendinin de bu isimde bir kitabı var. İlk aklıma gelen isim buydu. Sonra “Unutulmayanlar” olacaktı, “Zamana D/okunan Yazılar” oldu.

     ELİF YAVAŞ: Kitaplarınızın içeriğine dair yakın çevrenizden müspet ve menfi yorumlar aldığınız oldu mu?

 

     ÖMER ERDOĞDU: Çok. Özellikle: “Ağlayarak okuyoruz.” diyenler, “Nasıl tatlı kompozisyon!” diyenler, “Sahih kaynaklardan deliller verilmiş.” diyenler çok oldu. Yani oldukça iyi tepkiler alıyorum. Eksik görenler de var belki ama bize söylemiyorlar.

     ELİF YAVAŞ: Sırada gerçekleştirmek istediğiniz hangi yeni hayaliniz var?

 

     ÖMER ERDOĞDU: On yılı aşkın tefsir ve hadis çalışması yapıyoruz arkadaşlarla. 

En büyük hayalim: Kur’an-ı Kerim Meali “ yazmak. İnşallah nasip olur.

Eserlerimizin devamı da gelecek inşallah.

 

     ELİF YAVAŞ: Kitabınız toplamda 200 sayfadan ibaret ve her bir sayfası akıcı. Sayfa 76’daki cümleniz çok hoşuma gitti, günümüzün ergenlik çağındaki anne babaya asi yetişen gençleri de bunları okumalı. Ana babanız için: “Bana en yakın, beni ben eden onlar. Yeniden dünyaya gelsen ana baba olarak kimi seçerdin deseler tabi ki onları seçerdim. Aksini düşünmem başta beni onlara evlât kılan Rabbimin gücüne gider.” Ne kadar orijinal, anlamlı bir cümle… Her evlât bu düşünceye hâkim mi sizce?

 

     ÖMER ERDOĞDU: O cümle çocuk çağlarında sorulsa hiç tereddüt etmeden bütün çocukların söyleyeceğini düşünürüm. Ancak hayatın cilveleri, eğitim durumu, inanç zayıflığı, pek çok insanın söyleyemeyeceği cümle hâline gelmiştir. Yaşı ilerledikçe, anneyi babayı kaybedince belki! (?)

     ELİF YAVAŞ: Ömer Erdoğdu’ya göre; öğretmenlik mesleği, dersini anlatıp parayı alınca gitmek midir yahut okul ve ders dışında da öğrencilerle iletişime geçmek gerekir mi?

 

     ÖMER ERDOĞDU: Öğretmen; ana gibidir, baba gibidir. Onların da belli bir mesaisi olmaz. Asıl eğitimin okul dışında gezilerle, sohbetlerle vs. verildiğini düşünürüm.

    Öğretmenlik yıllarımda akşamdan sabaha kadar bir kitabı okur, onu öğrencilerime ders dışında anlatırdım kendi üslûbumca. Bunun öğrenciler adına, kendi adıma çok faydasını gördüm.

     ELİF YAVAŞ: Günümüz gençlerinin kitap okuma alışkanlıklarını, edep yönünden aileleriyle olan tavırlarını nasıl buluyorsunuz?

 

     ÖMER ERDOĞDU: Maalesef kanayan bir yaramız, inşallah sizlerin bu güzel çalışmalarıyla iyi yönde mesafe kat edilir.

     ELİF YAVAŞ: Yakın zamanda liseli ve üniversiteli gençlerle söyleşi yapmak, konferans vermek ister miydiniz?

 

     ÖMER ERDOĞDU: Zaten biz peyderpey gençlerle, olgun insanlarla bir araya geliyoruz. Üniversite öğrencileriyle ve ortaöğretim öğrencileriyle zaman zaman dertleşiyoruz seminer, konferans bağlamında.

     ELİF YAVAŞ: “Zamana Dokunan Yazılar-2” kitabında o kadar güzel konular var ki günlük yaşamdaki dinî konuları edep çerçevesinde ve okuyucuyu sıkmadan kaleme almışsınız. Bence herkes bu eseri okumalı. Öğrencilerime ve genç öğretmen arkadaşlarıma da tavsiye edebilirim. Not alıp altını çizmemiz gereken çok yer var. Bu anı kitabının 3.serisini yayınlamayı düşünüyor musunuz?

 

     ÖMER ERDOĞDU: Teşekkür ederim. Hakikaten altı çizilmesi gereken çok yer var ancak o cümleleri bulmak için sizin gibi dikkatli okumak gerek. İnşallah 3. - 4. seri olarak devam edecek.

     ELİF YAVAŞ: Eserinizin sonunu duayla noktalamışsınız, hoş olmuş. “Fütuhatı Mekkiye” kitabından güzel örnekler paylaşmışsınız. Bu eseri okumadım ama çok merak ettim. “Ailede Kavga Üzerine Bir Hikâye” adlı bizlere mesaj vermek isteyen yazınızda epey tebessüm ettim. Aslında her konuyu ibretlik açıdan fıkraya bağlar gibi mi yorumlamak gerek?

 

     ÖMER ERDOĞDU: Fütuhatı Mekkiye üzerinde çok şey söylenir, zaten oldukça da söylenmiştir. Takdir edenler olduğu gibi eleştirenler de olmuştur.

Benim için ise bakış açımı değiştiren, ufkumu açan bir kitap olmuştur.

Bu konuda pek çok şey söylerim ama bu kadar kâfi.

Fıkra ile sonuçlandırma sorunuza gelince…

Eğer insanların sizi dinlediğini test etmek istiyorsanız ya soru sorun ya da yaptığınız esprilerinize katılmalarına bakın. Yüzlerinde bir değişiklik, bir tebessüm görüyorsanız hem dinlendiğinize hem de dinleyenlerin dinleme ve anlama şevkinin olduğu kanaatına varabilirsiniz.

Yani bu, dinleyicinin veya okuyanın nabzını elde tutmak demektir ki faydalıdır.

     ELİF YAVAŞ: Oldukça edebî bir sohbetti. Tüm içtenliğiniz adına Allah razı olsun. Bu güzel sohbet ile Balıkesirli öğrencilerim de sizi yakından tanımış olacak. Son bir soru ile röportajımızı bitirelim:

 

     Dünyaya tekrar gelseniz hiç düşünmeden yine kendi ana babanızı aile olarak seçeceğinizden bahsettiniz hiç şüphesiz. Peki, dünyaya yeniden gelseniz yine öğretmen ve yazar olmayı düşünür müydünüz?

 

    ÖMER ERDOĞDU: Güldürdünüz beni!

    Şöyle bir fıkra ile cevap vereyim…

    Şeyhin biri öğrencilerine:

    - Siz Allah olsaydınız ne yapardınız? diye bir soru sormuş.

     Bir öğrenci:

    - Bütün Allah’a inanmayan zalimleri yok ederdim, demiş.

     Diğeri:

     - İnananlara hiç sıkıntı vermezdim, demiş.

     Bir diğeri ise:

     - Her şeyi olduğu gibi devam ettirirdim, demiş.

Eğer bugünkü durumda bir eksiklik olsaydı, bu Allah’ın eksikliği anlamına gelir ki bu da muhaldir.

Demek ki benim için en uygun olan bu hâlimdir.

Esen kalın!

 

     ELİF YAVAŞ: Güzel bir röportaj oldu, teşekkür ediyorum Ömer hocam. Sohbet ederken edebî bir keyif aldım. İnşallah sizi yakından tanımak isteyen okurlarımız da mutlu olurlar. Yeni bir edebî kitabınızla tanışmak temennisiyle Yahyalı’ya, İç Anadolu bölgesine selâmlar.

 

 

11 Ağustos 2018 – Cumartesi

(Kurban Bayramına 10 Gün Kala)

Röportaj - Editör: Elif YAVAŞ

 


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder