21 Eylül 2024 Cumartesi

Ârif Nihat Asya - Câhide'nin Eli



"Bingöl'ün Hepsor köyünde geceleyin bir evden, sussun diye dışarıya attıkları beş ya­şındaki Cahide'yi almaya gidince bulamadı­lar. Sabaha kadar aradılar.. 

Sabahleyin uzak­larda bir el bulundu."

G a z e t e l e r


Sokaklarında kurtlar gezen köy...

Karanlıklarında neon ışıkları değil, kurt gözleri parlayan gece ve kurtlar sofrasında tadımlık bir çocuk: Beş yaşındaki Cahide... Böyle bir sofradan artakalan minimini bir el; Cahide'nin eli.

Nerdeyiz: Yaban ormanlarında mı; "burda insan eti koku­yor" sesiyle ürperdiğimiz dev masallarında mı; Roma sirklerin­de mi? 

Ağlamak kâr etmez; dövünmek, yolunmak kâr etmez. 

Yazık ki şu memlekette kurtlara can vergisi verilmeden yaşanmayan yerler var! 

Bu sefer kura Cahide'ye düştüyse kabahat kimin? Adı "Cahide" diye Ayşe'nin, Fatma'nın, Zeyneb'inkinden ayrı bir kaderi olacak değil ya...

Yakınlarda yola çıkan biz, ancak, yarı yoldayız. Erken çık­saydık ve ayağımıza çelme takılmasaydı birkaç adım daha iler­leyebilecektik. 

Hepsor'a vaktinde varsak bu böyle olmazdı... Gelmemizi beklemeliydin Cahide!

Seni canavarların ağzına uzatanlar, sensizliğin ne demek olduğunu henüz bilmiyorlardı... Bunu şimdi anladılar, Cahide... 

Sen de şu dünyada izinle ağlanıp emirle susulduğunu bil­miyordun!

 Eldivenini unutur gibi elini unutmuşsun, sakladık... Gel, al da öyle git Cahide!... Ama lüzumu kalmadıktan sonra eli ne yapacaksın!

Yalnız kuzuların değil, kızların da kurtlar için büyütüldüğü köylerimiz var... İftihar edebiliriz.

Eskiler Nil'e kurban atarlarmış.. biz yirminci asırda kurtla­ra kurban atıyoruz... Giden sen değilsin; gönderen biziz Cahi­de!

Beş baharın birikmiş tadı, kokusu, tazeliğiydin ve kurtlar için değildin... Ama kurtlara gittin. Gördüğümüz allar, duvağı­nın alı değil. Cahide!

Kim bilir, ne derdin vardı... belki bir damlacık ilâç, bir gü­ler yüz. küçücük bir oyuncak, tatlı bir masal seni susturmaya yeterdi. Bunları getiremediğim için senden utanıyorum Cahide!

Seni kurtlar değil, bilgisizlik, görgüsüzlük yedi, ona yana­rım! 

Naraların, yaygaraların, tehditlerin iniltilerle feryatları, şi­kâyetlerle çığlıkları boğduğu bir dünyanın çocuğusun. Senin ağlaman mı bize çok geldi?

Gürültüler içinde ağlayanlar korosuna katılmış bir çocuk sesinin, kimse farkında olmazdı, eksildiğinin, farkında olmadı­ğı gibi!

Gittin ve elini gecelerimizin kâbusu olsun diye bıraktın, bize bu ceza azdır Cahide!

Şunun şurasında nelere tahammül ettik de bir çocuk ağ­lamasına tahammül edemedik... 

Seni sokağa atan baban değildir, biziz, Cahide... Sana kurtlar kıymadı, biz kıydık yavrum! 

Ne manalı tesadüftür; acı haberinin memlekete yayılması. Milli Eğitim  Şûrası'nın nutuklarla açıldığı güne rastladı.

Boşlukta veda işareti halinde sallanan elini ya gördüler, ya görmediler, görenler kim bilir ne sandı!

Vaktiyle bu elin de bir sahibi vardı ve adı Cahide'ydi. Mu­hitini bulursa büyüyecek, okuyacak, gelişecekti... Anasının Cahide'siyken yavuklusunun Cahide'si olacaktı. 

"Cahidem!" diye seslenildiğini duyduğu zaman, dudaklarında gönlü cevap vere­cekti.

Evet, büyüyecektin, serpilecektin, taranıp süslenecek, gi­yinip kuşanacaktın. Telin olacaktı, duvağın olacaktı, saadetin olacaktı. 

Bilgiyi, görgüyü senin evine kadar götüremedim kızım. Bilgisizlikten, karanlıktan, kurttan korktum, köyüne «"ahru­miyet Bölgesi" diye ad taktım, gitmeye nazlandım, gitmemek için bahaneler buldum, senden kaçtım... Beni affet Cahide! 

Gönderenler de, benim kaderimi seninkiyle birleştirirler­ken kendi kaderlerini bizden ayırıyorlardı.

Sen tek örnek değilsin.

 Ağlamanın cezası kurtlara atılmak olan bir memlekette öğretmenliğimden utanç duyup ellerimi yüzüme kapadım. 

Bana istersen, kurt gözlerinden kin olup bak... Fakat böyle bedbaht çocukların bakışıyla acı acı, acıklı acıklı bakma Cahide! 

Eskiler, keyifleri için, esirleri, köleleri, suçluları günlerce aç bırakılmış yırtıcıların önüne atarlar, seyrine bakarlardı. 

Ardında saadetinden utanç duyanlar bıraktın. 

Körpeliğinin, yumuşaklığının, sıcaklığının tadını hayatının en güzel akşamlarına saklayacaktın... Kurtlar yağmaladı.

Kurtların kazancı bir kahvaltılık çocuk, bizim kaybımız?... Onu sorma! 

Seni sussun diye kapıya attık ve dediğimiz oldu! İşte sus­tun... 

Biz de seni kurtlara atıp akıbetinin seyircisi kaldık, onlar­dan ne farkımız var Cahide?.. Suçun doğmuş olmaktı.

Arkandaki beş baharı derleyip toplayıp götürdüm, bize bir el kaldı... Köyünde sahibini ilelebet arayacak bu el, şahadet parmağıyla bir yeri mi, bir şeyi mi. bir kimseyi mi gösteriyor? Yoksa gösterdiği ben miyim?

Masalların Kesikbaş'ı yerine Cahide'nin kesik eli!...

Senin minimini elinden yediğim tokadın acısını yüzümde kıyamete kadar duyacağım. 

Bu küçücük eli koynumda ısıtır, öpe koklaya sana yalvarı­rım: babanı affet, suç onun değil...

Bingöl'ün Hepsor köyünde bir babayla bir ana birbirlerinin yüzüne bakamayarak ağlaşırken buralarda elin bizim rüyaları­mıza girecek, gelip ihmalimizin boğazına sarılacak korkusuyla Susuzuz.

Şayet bizden merhamet, şefkat, alâka bekliyorsan avucun daha çok zaman açık kalacak Cahide.

Güneşin girmediği yere hastalık girermiş... Bu da bir şey mi? Medeniyetin girmediği yere kurtlar giriyorDuvarların arkasına kapansam da, kulaklarımı tıkasam da. Ömrümce, katıla katıla ağlayan bir çocuk sesi duyacağım.

Perdelerimi indirsem de, gözlerimi yumsam da kâh kurtla­rın ağzında bir çocuk, kâh bileğinden kanlar sızan sahipsiz bir el göreceğim Cahide.

Dertlerini bilemedim... seni ısıtamadım... acını dindiremedim, kurtlara gittin, kurtların ağzından alamadım.

Çocukları dertlerin ağlattığı, kurtların susturduğu bir yer­de biz Cahide'yle değil, pedagoji nazariyeleri yapmakla, peda­goji kitapları yazmakla meşgulüz... Elin bizi tebrik etsin! 

Elini varlığından bir parça olarak armağan bıraktın... Bize o da çok Cahide... sana da, hediyene de lâyık değiliz yavrum. 

Ağladığımıza bakma ki biz böyleyiz: bir yandan kurt olur, Cahide'yi kaparız, bir yandan Cahide oluruz, kurtlar yer bizi...

11 Şubat 1962

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder