6 Ekim 2024 Pazar

Çağdaş Tatar Edebiyatı

 

İdil-Ural bölgesi, Rus yönetimi altına giren ilk Türk yurtlarındandır. Kitabınızın “Çağdaş Türk Edebiyatlarının Oluşum Süreci ve Gelişim Çizgisi” ünitesinde de açıklandığı gibi bu bölgede Rus istilasından (1552) sonra ister istemez siyasî, sosyal, iktisadî, dinî, ahlâkî sa­hada birçok değişiklik ortaya çıkmış, geleneksel yaşam biçimi değişmeye başlamıştır.

Çuvaşlar, Tatarlar ve Başkurtlar arasındaki kültürel değişime baktığımızda Ruslar va­sıtasıyla ortaya çıkan bu değişikliklerin kültürel alanda en önemli belirtisi zorla Hristiyan- laştırma ve Ruslaştırmaya bağlı olarak İdil-Ural bölgesinde eski dönemlerde oluşmuş ya­zılı kültür eserlerinin büyük ölçüde yok edilmesidir. Bunun yanında işgalcilerle her türlü ilişkide bulunma mecburiyeti, Rusçayı, İdil-Ural bölgesinde yaygınlaştırmaya başlar. Böy- lece giderek Rusça öğrenme ve öğretme kaçınılmaz bir ihtiyaç hâline gelir.

I. Petro zamanında Kazanda kurulan “Tersane”de çalıştırılan Tatar köleler ve İdil-Ural bölgesinden temin edilen işçiler için “Türkî til” bilen tercümanlara ihtiyaç duyuldu. Ter­cümanlık babadan oğula intikal de edebiliyordu. Tercümanlar içinde en tanınmış aile Hal- finler oldu. 1758de Kazanda “Birinci Rus Gimnaziyası” açıldı. Bu okulda 1769dan iti­baren “Türk-Tatar Dili” de okutuluyordu. Tersane “tilmaç”ı Said Halfin, bu okula öğret­men atandı. Daha sonra oğlu İshak ve torunu İbrahim de bu işte çalıştılar (Kurat: 1965, 118-119). Dolayısıyla Halfinlerin (Said, İshak, İbrahim) Rusça-Tatarca yazdıkları dilbilgi­si kitapları, düzenledikleri Rusça-Tatarca, Tatarca-Rusça sözlükler kitaplar, Avrupa dil bi­lim metotlarının İdil-Uraldaki ilk uygulamalarıdır.


Said Halfin [Halfeoğlu] (1732-1785). Kazanda tercümanlık, mütercimlik ve 1785­1800 yıllarında “Kazan I. Er Balalar Gimnaziyası”nda Tatar dili öğretmenliği yap­tı. Rusyada Tatar Türkçesiyle basılan ilk alfabe kitabı “Tatar Tili Elfl>ası”nın da yazarı­dır. (Rusça tam adı: Azbuka Tatarskogo yazıka c obstoyatel’mm opisaniem bukv i skaladov, Moskva, 1778, 54. s.) 1785’te yazdığı “Tatar Tilin Öynenüvçi Yaşlerge Tatar Tili Sözligi Hem Kıskaça Grammatika” adlı eseri ise basılmamıştır. Bunun oğlu İshak Halfin (?-1800), eği­timci ve mütercim olup bazı Rus kanun ve yönetmeliklerini çevirmiştir.

Torunu İbrahim Halfin (1778-1829) ise, “Kazan I. Er Balalar Gimnaziyası”nda ve aynı zamanda Kazan Üniversitesi’nde (1812den sonra) Tatar dili ve Arapça okutmuştur. O yıl­larda bu üniversitede çalışan Azerbaycan Türklerinden Mirza Kazım Bey’le yakın ilişki­si vardı.

“1819’da üniversite konseyine Tatarlara kendi dillerini öğretmek ve onları dünyevî ilimlerden haberdar etmek gereğini vurgulayan “Lyubopıtnoe soobrajenie İ. Halfina o prosveşçenii Ta­tar” [İ. Hafinin Tatarların Eğitimi Hakkındaki İlginç Haberi] başlıklı bir bildiri sundu. Kazan Üniversitesi öğrencilerinin Tatarca öğretmeni olarak atanmalarını bile önerdi. (...) 1819-1820 yılları arasında pek çok ders kitabını Tatarcaya çevirdi ve bir de Tatar dili sözlüğü hazırladı” (Rorlich 2000: 148).

Eserleri: 1- Kazan gimnaziyasınde okıtılaturgan Tatar tili elifbası hem grammatika- sı (Arapça okunma kaideleriyle) 1809-1812. 2- Ahval-i Çıngız Han ve Aksak Timir (Ka­zan, 1819, 2. bs. 1822). 1630-1660 yılları arasında Kasım Hanlığı’nda yazılan, dilinde ye­rel özellikler görülen anonim bir tarih kitabı. Kitabın sözlüğü 1821’de basıldı. 3- Ebül- gazi Bahadır Han’ın Şecere-i Türkî (1825) adlı eserini neşre hazırladı Doğubilimci N. P. Rumyantsev, Latince önsöz yazdı. 4- Elifba ile Kikçine Nahiv-Sarf (Kitabın tam adı “Şahinşahnın Kazan gimnaziyasında lisan-ı Türkî ve hatt-ı Arabî öğretile turgan elyifba ile kikçine nahv ve sarfıdır”, Kazan, 1809, 80 s.). Bu eser Rus mekteplerinde ders kitabı ola­rak okutuldu. 5- Tatar Tili Konspektı (Tatar Dili Özeti, 1826) basılmadı; elyazma olarak kaldı. Ayrıca diğer tercümeleri yanında F. Volkov’dan yaptığı Çiçek Hastalığı (1803) adlı bir eser de vardır.


Görüldü gibi Halfinlerin dil hakkındaki yazdıkları eserler yanında metin neşirleri ve çevirileri de Tatar kültür ve bilim hayatının değişmesinde belirli bir rol oynamıştır.


Azerbaycanlı olmalarına rağmen ilmî faaliyetleri Kazan ve Petersburg’a bağlı olan Mirza Cafer Topçubaşı (1784/90-1869) ve Mirza Kâzım Bey’i (1802-1870) de burada zik­retmek uygun olur: Bunların her ikisi de, Batılı bilim anlayışının Rusya Müslümanları ara­sında yerleşmesine hizmet etmiş, aynı zamanda Rus muhitinin Müslümanları aşağılayan ve cahil bulan bakış açısının değişmesinde önemli rol oynamıştır. Batılı bilim metotlarını esas alarak tarih, Doğu kültürü ve edebiyatı hakkında çeşitli eserler veren, bazı Rus Şarki­yatçılarının hocası olan M. Cafer Topçubaşı, Kazan ve Petersburg üniversitesinde okuttu­ğu dersler dışında Rusya’da nümizmatik bilim dalının kurucusu olarak da dikkati çeker.


Konumuzla ilgisi açısından özellikle Kazan Üniversitesi öğretim üyelerinden Mirza Kâzım Bey (1802-1870)’in “Umumî Türk-Tatar Dili Grameri”nden (Obtşaya Grammatika Turetsko Tatarskogo Yazıka, 1839, Kazan. Bu eser Theodor Zenker tarafından Almanca’ya da çevrilmiştir: Allgemeine Grammatik der Türkisch-Tatarischen (Sprache, Leipzig 1840 ve 1848). Daha sonra da defalarca basılmıştır.) ve Türk dili hakkındaki görüşünden söz et­mek gerekir. Osmanlı, Azerî ve Çağatay yazı dillerini Tatar Türkçesiyle karşılaştırmalı bir şekilde incelendiği, Batı dil bilim anlayışına uygun tarzda yazılan bu eserde, Kâzım Bey, Rusya Türklerinin tümü için “1834’te şivelerden arınmış bir Türk dili fikrini savunmuştu” (Devlet 1999: 19-20). Hüseyin Baykara onun bu fikrinden daha geniş bir şekilde söz eder.

İsmail Gaspıralı’dan önce Rusya’da bütün Müslüman Türklerin rahatlıkla takip edebilecekleri bir yazı dili ihtiyacı su yüzüne çıkmış bulunu­yordu. Kazanda kitap basımının XIX. yüzyılın ilk yıllarında başlaması ve 1830’lı yıllar­ dan sonra gelişmesi, çok geçmeden yazar ve yayımcıları, İdil-Ural bölgesinin dışına da ki­tap satmanın yollarını arayıp bulmaya yöneltmiştir. Bütün Rusya Müslümanlarına (Türk­lerine) kitap satmanın bir yolu da onların hepsinin anlayabileceği “ortalama bir dille” eser neşretmekti. Kazanlı naşirler bunun için Osmanlıca, Çağatayca ve Tatarcadan oldukça ya­rarlandılar. Onların bu dil anlayışıyla Gaspıralı’nınki aynı değildir.

Dil konusunda önemli araştırmaları olan bilim adamlarından biri de Hristiyanlaş- tırılmış bir Tatar ailesinin çocuğu olan Muhammed Gali Mahmudov (1824-1891)’tur. Kazan medreselerinde okurken hattının güzelliği sayesinde 19 yaşındayken Kazan Üniversitesi’nde hat hocası olarak göreve başladı ve Tatarca okuttu. Rusça öğrenmenin onlara sağlayacağı yararları anlatarak Tatarları, Rusça öğrenmeleri için ikna etmeye çalış­tı. 1876’ta Kazan Tatar Öğretmen Okulu’nun kuruluşunda görev aldı ve bu okulun ilk mü­fettişi oldu. 1850-1855 yılları arasında hem metodik hem de pedagojik bakımdan başarı­lı bulunan “Pratik Tatar Dili Kılavuzu” (Rusça adı: Pratiçeskoe rukovodctvo k izuçenıyo ta- tarskogo yazıka) adlı ders kitabını yazdı, eser 1856’da basıldı. 1864’te Marzubanname’yi Türkçeden Tatarcaya çevirip “Kitab-ı Destur-i Şahî ve fi Hikayet-i Padişahî” adıyla yayım­ladı. Bu çeviride oldukça sade bir Tatarca kullanması dikkati çekti. 1858-1889 tarihleri arasında Rusça-Tatarca Sözlük hazırladıysa da bu eserini bastıramadı. Rusçadan çevirdiği topluma yararlı bilgileri içeren çeşitli eserleri de vardır.

Tatarlar arasında dil, tarih ve etnografya alanında Batılı bilim metotlarıyla araştırma­lar yapan bilim adamlarının öncülerinden olan Hüseyin Feyizfcanov (1828-1866), bi­limsel araştırmaların Tatarlar arasında yerleşmesinde önemli rol oynadı. İlköğrenimini doğduğu Sabaçay ve Bereske’deki medreselerde aldıktan sonra Kazan’a giderek tahsiline devam etti. İyi derecede Arapça, Farsça ve Osmanlı Türkçesi öğrendi, beş yıl kadar da Mercanî’nin öğrencisi oldu. Dinî bilimlerden daha çok tarihe ilgi duydu. Rusça öğrendi, Kazanda başta Mirza Kâzım Bey ve İ. N. Berezin olmak üzere bilim adamlarıyla yakın iliş­kiler kurdu, onların derslerini takip etti. Bu bilim adamlarının tavsiyesiyle 1854’te Peters- burg Üniversitesi’nin Doğu Dilleri Fakültesi’nde öğretmenliğe kabul edildi. 1858’de Rusya Dışişleri Bakanlığı’nın arşivindeki Kırım hanlarının yarlıklarını tasnif ederek hazırladığı “Kırım Yurtına ve Ol Taraflara Dair Yarlık ve Hatlar” (Rusçası: Materialı po istorii Krıms- kogo xanstva, izvleçennıe po pasporyajeniyu İmperatorskoy Akademi nauk iz Glavnogo ar- xiva Ministerstva inostrannıx del.) adlı eseri V. V. Vel’yaminov-Zernov’un ön sözüyle basıl­dı. 1864, 961 s.). Daha sonra Petersburg ve Kazandaki Arapça, Farsça ve Türkçe elyazma- larının ilmî katalogunu hazırladı. 1860’ta ilmî araştırmalar için gönderildiği Kasım şeh­rinde Arapça ve Tatarca 40 kadar eski mezar taşı kitabesinin önemini fark ederek bunların 29’unu kopya etti, ilmî araştırmasında kullanması için Vel’yaminov-Zernov’a verdi. 1862 yılındaki araştırma seyahatinde de Tetiş şehri yakınlığında bulduğu üç mezar taşı kitabesi hakkında yazdığı “Üç Bulgar Kabir Taşındagı Yazuv” adı Rusça makalesiyle (İmparatorluk Arkeoloji Cemiyeti’nin Haberleri, 1863, 4. c., s. 403-404) Bulgar dilinin Tatar diliyle ak­raba olduğunu ortaya koydu. O diğer araştırmalarında da Tatarların İdil-Kama boyu Bul- garlarıyla aynı soydan geldiğini, bu bölgede Türklerle Finlilerin karışmasıyla Tatar soyu­nun ortaya çıktığını ileri sürdü. Onun bu görüşleri, zamanla Rus bilim çevrelerine hâkim olan yanlış kanaatlerin temelden değişmesini sağladı. 1862’de “Tatar Tilinin Kıskaça Ukuv Grammatikası” (Rusça adı: Kratkaya uçebnaya grammatika tatarskogo yazıka) adlı eseri basıldı. Türk dillerinin sözlüğünü ve hrestomatiyasını hazırladı. Yazı dilinin Arapça, Fars­ça kelimelerden uzaklaşıp konuşma diline yakınlaşması gerektiği kanaatindeydi. Bu gö­rüşü ileride Tatar yazı dilinin gelişmesinde kendi ölçüsünde etkili oldu. Hüseyin Feyizha- nov, bir yandan da araştırmaları için gerekli gördüğü İstanbul kütüphanelerindeki önem­li tarih kitaplarını, hattatlara istinsah ettirmiştir. 38 yaşında veremden vefat etmesi onun olgun eserler vermesini engelledi. Mercanî ile birlikte “Islah-ı Medaris” adlı medrese re­formunu tasarlayan (bir manada İslam Üniversitesi) bir proje hazırladıkları bilinmektedir.

Görüldüğü gibi Tatarlar arasında XIX. yüzyılın ortalarında dil, tarih, etnog­rafya, folklor vd. alanında görülen ilerleme ve gelişmeler (kısmen Ş. Mercanî hariç), doğ­rudan doğruya Kazan’daki Rus okulları ve üniversitenin etkisiyle açıklanabilir. Modern edebiyatla ilgili gelişmeler ise başlangıçta İ. Gaspıralı’nın çalışmalarıyla Türkiye’nin ve doğrudan doğruya Avrupa kültür hayatının etkisiyle açıklanabilir. Rus edebiyatının etkisi daha sonra kendisini göstermiştir.

Diğer yandan XVIII. yüzyıl ortalarından itibaren Rus yönetiminin kendi çıkarları için Müslüman Türklere karşı tavır değiştirdiği görülür. Rus sanayicilerinin istekleri, Pugaçov ayaklanmasının ortaya çıkardığı tehlikeler sebebiyle II. Katerina döneminde Müslüman- lara yönelik siyasette bir yumuşama olur. “Dinî Hoşgörü Kararnamesi” çıkartılır, Tatarla­ra Rusya içleriyle ticaret yapma imkânı sağlanır, onların yeniden cami ve medrese açma­larına verilir, 1789’da Ufa’da Rusya Müslümanları Müftülüğü (diğer adı Orenburg İdare-i Ruhaniyesi) kurulur. Böylece daha önce İdil-Ural bölgesinde medreselerin yıkılması, din adamlarının ortadan kaldırılması gibi sebeplerle başlayan, dinî tahsil için Dağıstan, Kırım veya Türkistan medreselerine gitme alışkanlığı, XVIII. yüzyıl sonlarına doğru iyice yay­gınlaşır. Artık bir sınıf hâline gelmiş bulunan Tatar burjuvazisi, bu konuda din adamla­rını destekler. Böylece yeni medreseler açılır. Başlangıçta skolastik çerçevede de olsa dinî bilgiler yenilenir. Zamanla medreselerin çoğalması, eski-yeni dinî eserlerin Türkiye veya Kazanda basılması, Türkistan’da veya diğer yerlerde okuyan medrese öğrencilerinin eski mantık, kelam, fıkıh, eserlerini ve İslam tarihinin kaynaklarını tanımasına, onların etki­sinde kalmasına sebep olur. Böylece din anlayışı da değişmeye başlar. Bazı din adamları, cahil halkın dinden ayıramadığı hurafelere, bazı kötü âdet ve alışkanlıklara karşı çıkma­ya başlar.


İdil-Ural medreselerinde Türkiye ve Türkistan etkisiyle ortaya çıkan bu değişim, aslın­da bir “öze dönme” hareketi olarak düşünülebilir. Bu hareket başlangıçta dinî ilimler, ta­rih ve coğrafya gibi alanlarla sınırlı idi. Medrese ıslahatlarından “Usul-i Cedid” hareketi­ne geçmek için en erken 1870-1880’li yılları beklemek gerekecektir. Aslında bu hareke­tin ortaya çıkmasına zemin hazırlayan, Kursevî ile kendini gösteren tenkit fikridir. Nite­kim bu eleştirel bakış, daha sonra Şıhabüddin Mercanî ile önemli bir gelişme kaydederek “Usul-i Cedid”i doğurmuştur. Bu hareket, İsmail Gaspıralı’nın 1880’li yılların başlarında­ki çok yönlü faaliyetlerinden sonra, genişleyerek yeni bir maarif hareketi, yeni bir öğretim metodu olarak yüzünü Batı Avrupa medeniyetine dönmeğe başlar.


Tatarlar arasında din anlayışını yenileyen ilk şahsiyetlerden biri olan Abdunnasır Kursevî (1776-1812), öğrenimine memleketinde başladıktan sonra Buhara’ya gitmiş Mir Arap Medresesi’nde iyi derecede Arapça, Farsça öğrenmiş Buhara ve Semerkant’ta oku­ma, inceleme imkânı bulduğu eski dinî, felsefî yazma eserlerden edindiği bilgiler sebebiy­le medresedeki skolastik zihniyete karşı çıkmıştır. Böylece bilimsel araştırmalar için kaçı­nılmaz bir şart olan tenkit fikrini yeniden gündeme getirmiş olur. Kitabul-İrşad li’l-İbad (Kazan 1903) adlı Arapça eserinde, İslam dünyasında eski dönemlerdeki “âlimlere” ve ya­zılan her kitaba körü körüne itaat edilip değer verdiğinden, bilginin ağızdan ağıza hikâye edilmesinden şikâyet ederek, fikirlerin, kitapların akılcı bir gözle değerlendirilmesi gerek­tiğini ileri sürer. Tasavvufun yanlış anlaşıldığını, yeni içtihatların yapılabileceğini belirtir. Bunun üzerine Buhara’da tekfir edilerek ölüme mahkûm edildi (1808) ise de, tövbe ederek ölümden kurtuldu. Ayrıca Heftyek Tefsiri adında Kuran’ın bazı surelerini Tatar Türkçesine çevirdi. Bu eser İdil-Ural bölgesinde yayımlanan ilk Kuran meallerinden biri olması bakı­mından önemlidir; çünkü o dönem medreselerde Arapça gramer bile Farsça anlatılıyor­du. Hacca giderken İstanbul’da vefat etti.

Bu sahada daha geniş kitlelere ulaşma becerisi gösteren Şihabeddin Mercanî (1818­1889), Kazanda doğdu ve 19 yaşına kadar da burada medresede okudu. Belli derecede Arapça, Farsça öğrendikten sonra 20 yaşında tahsilini tamamlamak için Türkistan’a gitti. Beş yıl Buhara’da, iki yıl Semerkant’ta sonra tekrar Buhara’da öğrenim gördü, bu şehirler­deki eski İslâm kaynaklarıyla temas neticesinde dinî düşünce ve tarih anlayışında önem­li gelişmeler oldu. Özellikle kelam, mantık, matematik, astronomi, İslam tarihi üzerinde yoğunlaştı. 1849’da Kazan’a dönünce “I. Mescid”e imam oldu ve bu caminin karşısındaki medresede ömrünün sonuna kadar müderris olarak çalıştı (1850).

1876’da Kazanda açılan Rus-Tatar Öğretmen Okulu’nda 1876-1884 yılları arasında dil, din ve İslam tarihi gibi dersleri okuttu. Ayrıca şehirdeki Rus Gimnazyumu ve Kazan Üniversitesi hocalarıyla başta Radloff, Mirza Kâzım Bey, J. Gottwalt olmak üzere yakın ilişkiler kurdu. Bu onun Batı bilim anlayışı ve araştırma metotları hakkında bilgi edin­mesini ve kendini daha da geliştirmesini sağladı. 1878’de Kazan Üniversitesi’de kuru­lan Arkeoloji, Tarih ve Etnografya Cemiyeti’ne üye kabul edildi. 1880’de Hacca giderken İstanbul’a uğradı Şeyhülislam Ahmet Esad Efendi ve ünlü tarihçi Ahmet Cevdet Paşa ile de görüştü.


Galaletuz-Zamân fi Tarih-i Bulgar ve Kazan adlı eseri Radloff tarafından Rusçaya çev­rildi, 1877’de Kazandaki Dördüncü Rus Arkeoloji Kongresi’ne sunuldu ve kongrenin bil­diriler kitabında tam metni basıldı. Otuza yakın dinî, tarihî eserini Arapça yazdı. Sade­ce Müstefadul-Ahbar fi Ahval-i Kazan ve Bulgar (Kazan, 1. c. 1885; 2. c. 1900) adlı eserini büyük ölçüde Çağatay Türkçesinin etkisinde bir Tatarca ile yazdı. Eski Arap kaynaklarına İbn Faldan gibi İdil-Ural bölgesinde bulunmuş seyyahların eserlerine dayanarak Bulgar­larla Türklerin, Tatarların ilişkileri olduğunu ispat etti. Bu konuda farklı düşünen Avrupa ve Rus âlimleri arasındaki bazı yanlış kanaatleri değiştirmeyi başardı.


Kursevî’nin açtığı yoldan giderek dinî ve ilmî araştırmalarda tenkit fikrini iyice yerleş­tirdi. İslam dinini akılcı bir görüşle ele aldı, Kuran ve hadislere birinci derecede önem ver­di, yeni içtihatların yapılabileceğini ileri sürdü ve kendisi de yeni içtihatlarda bulunmada tereddüt etmedi. İslam dinini “Asr-ı Saadet”teki saf hâliyle anlamak gerektiğini ileri sür­dü. Böylece Rusya Müslümanları arasında din anlayışının hurafe ve bazı kötü gelenekler­den temizlenmesinde büyük rol oynadı. Aynı zamanda modern tarih araştırmalarının yo­lunu açtı; Tatarlar arasında millî tarih anlayışının güçlenmesini sağladı; mutaassıp med­reseli direnişini büyük ölçüde kırarak Rusya’da usul-i ceditçilerle usul-i kadimciler arasın­daki mücadelede “Usul-i Cedid” eğitim-öğretim hareketinin önünü açtı ve en büyük des­tekçilerinden biri oldu.


Kayyum Nasiri: İdil-Ural bölgesinde modern kültür ve bilim hayatının gelişme­sinde, modern edebiyata zemin hazırlayan çalışmalarda şüphesiz ki en büyük pay, çok yönlü bir şahsiyet olan Kayyum Nasiri (1824/25-1902)’ye aittir. Kazan’ın batısındaki Züye kazasının Yukarı Şirdan köyünde doğdu. Babası ve dedeleri de üç-beş nesilden beri din adamı idiler. İlk tahsiline babasının yanında başladı. Ondan Arapça, Farsça ve belki de bir miktar Rusça öğrendi. Çünkü babası ve kardeşi ticaretle de uğraştıkla­rı için Rusça biliyorlardı. Ayrıca doğduğu kasaba, Müslüman Tatarların, Rusların, Çu­vaş ve Marilerin karışık yaşadığı bir yerdi. Daha sonra Kazan’da “Beşinci Mahallenin Medresesi”nde Ahmet Hazret’nin yanında 1855 yılına kadar okudu. Bir yandan da “giz­lice” Rusça öğreniyordu (Kurat 1966: 106).


1850’den itibaren misyonerlerin yönettiği ilk ve orta papaz mekteplerinde “Tatar dili öğretmeni” olarak çalışmaya başladı. Sonra aynı işi Kazan İlahiyat Okulu’nda sürdürdü. Ayrıca Kazan Üniversitesi’ne dinleyici olarak devam etti (1860). Başta Radloff, Katanov, J. Gottwalt, Lebedev vs. olmakla Rus ve Alman şarkiyatçılarla, bilim adamlarıyla ilişkiler ge­liştirdi. Böylece Rusları ve Rus eğitim ve bilim hayatını yakından gözlemleme imkânı bul­du. Kazan Üniversitesinin “Arkeoloji, Tarih ve Etnografya Dergisi”nde Kazan Tatarlarının İslamdan önceki dinî inançları ve merasimleri gibi konularda makaleler yazdı. Rus bilim adamlarıyla yakın ilişkileri, birlikte çalışması, yazdığı Rusça makaleler sebebiyle 1885’te Kazan Üniversitesi “Arkeoloji, Tarih ve Etnografya Cemiyeti”ne üye kabul edilen ilk Müs­lüman oldu (Kurat 1966: 107).


Bütün bu ilişkileri sebebiyle ansiklopedik bilgi sahibi olmuş, modern araştırmaların usulleri, metotları hakkında bilgiler de edinmiş ve bunları 1859’dan itibaren yazıp yayın­lamaya başladığı kendi eserlerinde uygulamaya başlamıştır. Bir yandan da Ruslara Tatar­ca ve Tatarlara da Rusça özel dersler vermiştir. Dille bu kadar ilgilenmesinin doğal sonu­cu olarak Tatarca-Rusça, Rusça-Tatarca dilbilgisi kitapları ve sözlükler yazmıştır. Basılan ilk eseri “Kratkaya Tatarkskaya Grammatika” (Kısaca Tatarca Nahv kitabı)’dır (1860). Eser Rusça öğrenmek isteyen Tatarlar ve Tatarca öğrenmek isteyen diğer milletler için yazıl­mıştır. Cümle kuruluşu, Tatarca ve Rusça karşılaştırmalı olarak işlenmiştir.


Kayyum Nasiri büyük bir ihtimalle Ahmet Vefik Paşa’nın Lehçe-i Osmanî’sini örnek alarak Lehçe-i Tatarî (Kazan, 2 c., 1895, 1896) adlı sözlüğünü hazırladı. Bu eserine “Kazan Türk lehçesi sözlüğü olmaktan ziyade, tasarlanmış bir Kazan kitap dili lûgatı denilebilir” (Taymas 1966: 126). Enmüzec (1895) adlı eseri Tatarca cümle kuruluşunu ve kelime kök­lerini ele alır. 1879’da Fevakifü’-l-Cülesa fi’l-Edebiyat adlı eserini yazar. Nasiri bunun kısa varyantı olan Kırık Bakça’yı 1880’de, eserin tamamını ise 1884’te bastırır. 609 sayfalık bu hacimli eserinde, Kuran ve hadislerde din, ilim, ticaret ve sanatkârlık hakkındaki emirleri, tavsiyeleri derlemiş; Tatar sözlü edebiyatından topladığı metinlere geniş yer vermiştir. Ki­tapta 28 tabışmak (bilmece), 118 cır (mani, türkü), “Selamname”, “Çay beyti”, “Onmagan kilin” [Onmayan gelin] başlıklı üç manzume, 315 makal (atasözü) vardır (Taymas 1966: 127 ve Lemercier-Quelquejay 1984: 17).


Bu eseri ve diğer araştırmalarıyla Kayyum Nasirî, İdil-Ural Tatarları arasında sözlü edebiyat metinlerini derleyen, halkın inançlarını araştıran folklorcu ve etnograf olarak da karşımıza çıkar.

1871’den 1897 senesine kadar (1886, 1887, 1895 yılları hariç) yayımladığı “Kalendar’\ar (masa takvimleri) birçok bakımdan önemlidir. Bu takvimlerde çeşitli konular; hastalıklar, bitki ve hayvanlar, ülkeler, edebiyat ve tarih konuları, biyografiler vs. yer alıyordu. Tatarla­rın çağdaş dünyadan haberdar olmalarında bu takvimlerin büyük rol oynadığı kuşkusuz­dur. Bunlara bir çeşit yıllık da denebilir.


Rus yönetimi XIX. asrın ortalarından itibaren İdil-Ural’da veya Kafkasya’da gaze­te çıkarmak için müracaat eden birçok Türk aydınının talebini geri çevirmişti; çünkü, gazetenin Müslüman-Türk halkın gözünü açmasından, onları dünyada olup bitenler­den haberdar etmesinden, onlar arasında milliyet bilinci ve demokrasi gibi çağdaş dü­şüncelerin yayılmasından korkuyordu. Kayyum Nasiri de bu ihtiyacı hissetmiş 1871’de “Tan Yoldızı” adlı bir gazete çıkarmak için müracaat etmişse de izin alamamıştır (TET 1985: 263).


Kayyum Nasiri’nin Osmanlı Türkçesinden Kazan Tatarcasına uyarladığı, aktardığı bir­çok eser de vardır. Bunlar arasında Şeyhzade Ahmet Mısri’nin adaleti, doğruluk, yiğitlik gibi erdemleri öne çıkardığı Kırk Vezir adlı hikâye kitabını (1868); Giritli Ali Aziz Efendi’nin Muhayyelatname adlı eserinden aldığı Efsane-i Gülruh ve Kâmuranı (1896), Ebu Ali İbn Sina Hikâyesi’ni (1872), Muhtasar Tevarih-i Enbiya’yı (1884) sayabiliriz. Ayrıca Farsça’dan Kabusname adlı ünlü eseri de tercüme etmiştir (1882). Bunların dışında Istılahat-ı Coğraf­ya (1890), Hesaplık (1873), İlm-i Hendese (1895), Havass-ı Nebatat (1893), Usul-i Coğrafya­yı Kebir (1894) gibi çeşitli bilim dallarındaki eserlerini de söylemek gerekir.


Rusça eserleri arasında da şunlar dikkati çeker: “Kazan Tatarlarının Halk Edebiyatın­dan Örnekler” (N. F. Katanov’la birlikte, 1896); “Sünnî Müslümanlığın Etkisinde Olmayan Kazan Tatarlarının Halk İnanışları ve Merasimleri” (V. Grigoryev’in önsözüyle, Moskova, 1880), “Kazan Tatarlarının Masalları ve Bunların Diğer Milletlerin Masallarıyla Karşılaştı­rılması” (P. A. Poliakov’la birlikte, Kazan, 1900), “Eski Kazandan Tatar Masalları”, “Tarihî Tatar Şarkıları” (Rusçaya çeviren Katanov, Kazan, 1898).


Ruslar arasındaki “Panslavizm”, Rus milliyetçiliği gibi siyasî-sosyal cereyanları yakın­dan takip etmesi Nasiri’de milliyetçilik duygularını uyandırmış olmalı ki milletinin Türk- Tatar, dilinin de “Tatarca” olduğunu idrak etmiş, eserlerini yerel dille yazmaya çalışmıştır. Bu sebeple Kayyum Nasiri, özellikle Sovyet döneminde modern Tatar yazı dilinin kurucu olarak öne sürülmüştür. Buna rağmen, Tatarcanın gelişebilmesi için Arapça ve Farsçadan yararlanılması gerektiğini bildirmişti. Kendisinin eserlerinde Osmanlı Türkçesi ve Çağa- taycanın etkisinden tamamıyla kurtulamadığı görülmektedir. Bu duruma rağmen Kay- yum Nasiri Tatarcanın düzenli, kurallı bir dil olduğunu söyler, fiil çekimimin zenginliğiy­le de diğer dillerden üstün olduğunu iddia eder (Taymas: 1966: 123-124).


Aynı dönemde Şihabeddin Mercanî’nin Arapçayı mükemmel bir dili olarak görüp eserlerinin hemen tamamını Arapça yazması, Kayyum Nasiri’nin bu fikirlerinin zamanı için ne kadar önemli olduğunu gösterir.

Ruslarla yakın temasta bulunan Tatarlar arasında zihniyet ve dünya görüşü açısından önemli değişikliklerin ortaya çıkması beklenilen bir sonuç olarak görülebilir; fakat, yukarıda sözü edilen bazı bilimsel araştırmalar dışında, doğrudan doğru­ya fikir ve edebiyat anlayışında ortaya çıkan bir değişiklikten henüz söz edilemez. İdil-Ural ve Kırım bölgelerinde fikir ve edebiyat alanındaki modernleşmenin doğrudan doğruya İs­mail Gaspıralı’nın 1880’li yılların başlarındaki faaliyetleriyle başladığını söyleyebiliriz.


Rusya Türklerinin modernleşme hareketleri, İ. Gaspıralı’ya gelinceye kadar Kafkasya ve İdil-Ural bölgesinde küçümsenemeyecek bir gelişme göstermiş, bu yenileşmeyi temsil eden din, tarih, dil alanlarında önemli eserler yayımlanmıştı. Buna rağmen modernleş­menin kaçınılmaz bir zorunluluk olduğu (Azerbaycan’da M. F. Ahundzade hariç) tam ola­rak anlaşılmamış ve bu konuda ileriye yönelik, çok yönlü bir proje ortaya konulmamıştı. Rusya’daki “Panslavizm”, Avrupa’daki uluslaşma hareketlerinden etkilenen İsmail Gaspır- lı, bütün Rusya “Müslümanlarının” (Türklerinin) içinde bulunduğu kötü durumdan nasıl kurtulacağı konusunda düşünmüş taşınmış yekpare bir projeyi uygulamaya koymuştur: O, 1883’te Bahçesaray’da yayımladığı Tercüman gazetesiyle, 1884’te fonetik metot (Usul-i Savtî)’la başlattığı “Usul-i Cedid” eğitim-öğretim hareketiyle ve 1887’de Tercüman gazete­sinde Molla Abbas Fransevî imzasıyla yazmaya başladığı roman ve hikâyeleriyle bu genel projesini, Rusya Türklerinin dikkatine sunmuş bulunuyordu.


İsmail Bey, aynı zamanda Tercüman gazetesindeki yazılarında modern edebiyatın ge­rekli olduğundan, Avrupa’daki hikâye, roman, tiyatro, seyahatname ve diğer “edebiyat” eserlerinin toplumun gelişmesindeki rolünden, öneminden ısrarla söz etmiş Türkiye’de yayımlanan bazı “edebiyat” eserlerini gazetesinde tanıtmış ve tenkit etmişti. Böylece mo­dern edebiyatın önünü açacak teorik görüşleri de oldukça yalın bir şekilde okuyucularıy­la paylaşmıştı. 

İsmail Gaspıralı, bu işe öncülük etmek amacıyla Molla Abbas Fransevî imzasıyla Tercümanda tefrika edilen Frengistan Mektupları (1887, kitap hâlinde; 1891), Darürra­hat Müslümanları (1891, kitap; 1906), Sudan Mektupları (1889), Kadınlar Ülkesi (1890), Arslan Kız (1893), Gün Doğdu (Kart Ağay imzasıyla 1905-1906) gibi eserlerini yazdı. Bu eserler, İsmail Gaspıralı’yı sadece Kırım Türlerinin değil aynı zamanda bütün Rusya Türklerinin ilk yazarlardan biri (hem sayı itibarıyla en çok eser yazanlardan biri) olarak karşımıza çıkarmaktadır. Üstelik o, sadece yeni nesrin kurucusu olarak kalmamış aynı zamanda edebiyatın teorik problemleriyle ilgilenen ve bu konuda görüşlerini açıklayan ilk şahsiyetlerinden biri olarak da öne çıkmıştır.


Dolayısıyla etkileri ve o dönemin şartları sebebiyle İsmail Gaspıralı’yı bütün Rusya Türklerinin, tabii bu arada İdil-Ural Türklerinin de ilk hikâye, roman yazarları arasında kabul etmek gerekir. Çünkü XIX. yüzyılın ikinci yarısında, bugünkü anlamda Kırım, Ta- taristan, Başkurdistan veya Kazakistan’dan söz etmek mümkün değildir; elbet de bir etnik yapı vardır; ancak bu yapının hâkim olduğu coğrafya bu günkünden çok farklıdır. Bu du­rumu Ahmet Temir şöyle açıklar:


“19. yüzyılda bütün Türk dünyasında görülen batılılaşma ve yenileşme hareketleri, bir taraf­tan Osmanlı-Türk, diğer taraftan Avrupa-Rusyolu ile İdil-Ural bölgesinde de büyük bir kültür kalkınmasına sebebiyet verecek şekilde tesirini göstermiştir. Bu devirde Kuzey kültür bölgesini coğrafî bakımdan kat’i olarak sınırlandırmak pek mümkün değildir: Kazan-Tatar yazı dilinin Kazandan başka Astırhana, İdilden Kazak bozkırlarına ve batı Sibirya içlerine kadar hâkim olduğunu, diğer cihetten Türkiye, Azerbaycan, Kırım, Dağıstan, batı ve doğu Türkistan ile sıkı münasebetin devam ettiğini görüyoruz” (Temir 1976: 514).


Ayrıca bütün bu coğrafyada yaşayan insanlar kendilerini “Müslüman” olarak tek bir “kimlik”le algılıyorlardı ve aralarındaki kültürel ilişkiler de çok sıkı idi. Dolayısıyla Tercü­man gazetesi hepsine ulaşıyor ve onlar da bu gazeteyi kendilerinin yayın organı olarak ka­bul ediyorlardı. Tatar edebiyat tarihini incelerken, bu durumum 1920’li yıllara kadar de­vam ettiğine dikkat etmek gerekir.


Tercüman ın okuyucuları arasında bütün Rusya Türkleri vardı ve yine o dönemde oku­yucuların ekserisi medrese öğrenimi görmüş aydınlar veya tüccarlardan ibaretti. Dolayı­sıyla onlar sadeleştirilmiş bir İstanbul Türkçesiyle yayımlanan Tercüman’ı ve sözü edi­len roman ve hikâyeleri okuyup anlayabiliyor ve ondan etkileniyorlardı. Bir başka deyiş­le Rusya Türkleri arasında modern edebiyatın ortaya çıkışı, aynı zamanda ortak bir edebî cereyan olarak görülmelidir (Akpınar 2010: 11-33). Nitekim Rus askeri okulunda öğren­ci olmasına rağmen Tercüman okuyucuları arasında bulunan ve İsmail Bey’in yolundan giderek Tatarların ilk “romanı” Hüsameddin [Hisametdin] Molla’yı (Kazan 1886) yazan Musa Akyiğit, bunun en güzel örneklerindendir. Aynı şekilde, Sadrî Maksudî, Rızaettin Fahrettin ve Fatih Kerimî’yi de bu çerçevede değerlendirmek gerekir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder