Edebiyat tarihlerinde “Tanzimat Dönemi” olarak adlandırılan ve Batı edebiyatlarının etkisinde geliştiği için klasik Osmanlı edebiyatından çok farklı özellikler gösteren yeni edebiyat anlayışı 19. yüzyılın ikinci yarısıyla başlatılır ancak 19. yüzyılın ikinci yarısından önceki dönemin edebiyatı dikkate alınmadan bu yeni anlayışın değerlendirmesi mümkün değildir. Bu iki dönem arasındaki farklılıkların ortaya çıkışının tarihsel açıdan kesin bir ayrımını yapmak, klasik edebiyat ve Tanzimat edebiyatı arasında kesin bir kronolojik ayrıma gitmek de aynı şekilde mümkün değildir.
"Klasik Osmanlı şiirinin, asırlar boyu değişmeden kaldığını söylemek niçin mümkün değilse, şiirde yeni anlayışların, yenilik gayretlerinin klasik şiir bittikten sonra başladığını söylemek de doğru bir yaklaşım olmaz". Bütün büyük sanat ve edebiyat geleneklerinin kendi içinde ulaştığı klasik anlayışı sonsuza kadar devam ettirmesi düşünülemez. Klasik sanatların gelişim süreçlerinin sonunda ulaşılan evre “barok” evresidir ve bu süreç bütün sanat ve edebiyat gelenekleri için geçerlidir. Klasik doğası gereği doğar, gelişir ve dönüşür. Dönüştüğü yeni biçim, artık klasiğin barok hâlidir. Klasik anlayışın kurallarının yumuşadığı bu yeni evrede şahsilik ve orijinalite duygusu ön plana çıkarken geleneğin çizdiği sınırların dışına çıkan sanatçı, kendi yaratıcı muhayyilesinin peşinden gitmeye başlar. Yeni söyleyiş ve üslup biçimleri ortaya çıkar ve dil ağırlaşıp alışılmadık imaj ve sanat oyunlarıyla gösterişli bir hâle gelir (Özgül, 2006a, s. 19). Bu bağlamda klasik Osmanlı şiirinin diğer sanat türleri olan resim, müzik ve mimariyle beraber 18. yüzyılın başlarından itibaren “barok” dönemine girdiği, özellikle sebk-i hindi akımının klasik Osmanlı şiirinde kendini göstermesinin bu döneme işaret ettiği bilinmelidir. Ahmet Hamdi Tanpınar, bu değişimi Nedim’in şiirinden sonra belirtileri iyiden iyiye görülen fakat başlangıcı daha öncesine dayanan bir zevk bozulması, genellikle ifade ve kelime oyunlarına dayanan buluşlardan öteye geçemeyen bir yoksulluk, mesnevilerde Nâbî’den sonra bir türlü bulunamayan bir yerli icat arzusu, şiirde nesre ait hususiyetlerin artması olarak değerlendirir ve bu özelliklerin 19. yüzyılın ilk yarısındaki Türk edebiyatının genel manzarasını sunduğunu söyler. Tanpınar’ın zevk bozulması, yerli icat arzusu ve nesre ait hususiyetlerin artması olarak gördüğü şey bizzat şiirin barok özellikleridir.
Klasik Osmanlı şiirindeki söz konusu değişim yukarıda vurgulandığı üzere sanat ve şiir tarihi açısından tabii bir süreçtir ancak bu sürecin tarihsel açıdan Osmanlı Devleti’nin siyasi ve askerî gücünü kaybetmeye başladığı bir döneme rastlaması önemlidir. Sanatçının toplum içinde yaşayan sosyal bir varlık olması, toplumsal değişimlerin edebî eserler üzerinde etkide bulunması sonucunu doğurur. Bu yüzden Osmanlı Devleti’nin Batı medeniyeti karşısında değişen konumu ve bu konumun belirlediği ilişkinin biçimi, klasik şiirin değişimini hızlandıran tarihsel koşulları hazırlamıştır. Sembolik bir baş¬langıç olması açısından Karlofça Antlaşması’ndan sonra Osmanlı Devleti’nin Batı karşısında gerileyi- şinin doğurduğu psikolojik ve sosyolojik şartlar ile şiirde barok dönemine girmiş olmanın aynı tarihsel kavşakta buluşması, klasik Osmanlı şiirindeki tabii değişim süreci ile Batılılaşmanın zorunlu kıldığı yenileşme sürecinin iç içe geçmesi sonucunu doğurmuştur. Başka bir deyişle klasik Osmanlı şiiri zaten 18. yüzyılın başlarından itibaren değişmeye başlamıştı ve bu süreç devam ederken Batı mede¬niyetiyle temasa geçilmesi değişim ve yenileşmenin birbirine karışmasına yol açmıştır. Lale Devri ve sonrasında Osmanlı padişahları ve devlet adamlarının Batı dünyası karşında kaybedilmeye başlanan iktidarın tekrar kazanılması için giriştikleri ıslahat hareketleri, Batılılaşma adı verilen toplumsal ve tarihsel dönüşüm sürecini başlatmıştır. Bu süreçte değişim sadece teknik ve askerî alanlar üzerinde etkili olmamış, daha derinlerde kültürel, zihinsel ve toplumsal alanları da değiştirip dönüştürmüştür. Kültür ve zihniyetteki değişimin ise sanatkârı etkilememesi düşünülemez. Estetik düzlemdeki değişim, medeniyet düzlemindeki yenileşmeyle birleşince klasik Osmanlı edebiyatının mutlak ölçütleriyle, kalıplaşmış biçim, içerik ve üslubuyla devam etmesi zaten mümkün olmamıştır.
Klasik Osmanlı edebiyatının barok özellikler kazanmaya başladığı 18. yüzyıldan 19. yüzyılın ilk yarısına gelindiğinde değişimin Batı kaynaklı etkilerle hızlandığı ve genişlediği görülür. Bu hız ve genişlemede etkili olan bazı faktörler vardır. Avrupalı sefirlerin İstanbul’da bulunmaları ve kendi çevrelerinde oluşturdukları kültür ortamı, Batılı hayat tarzlarının ve kültürel unsurların tanınmasına imkan sağlamıştır. Bunun yanında ilk defa Sultan III. Ahmed zamanında Fransa’ya elçi olarak gönderilen Yirmisekiz Mehmed Çelebi’yle başlayan süreçte Avrupa’ya gönderilen Osmanlı elçilerinin hazır-lamış oldukları raporlar ve sefaretnameler sadece askerî alandaki gelişmeleri değil, Batı ülkelerinin kültürel ve sanatsal alandaki durumu hakkında önemli bilgiler sunan kaynaklar olmuştur. Diğer taraftan İstanbul’un tarihsel zenginliğinden gelen kozmopolit yapısı içinde zaten gayrımüslimlerin, levantenler ve diğer azınlıkların oluşturdukları kültürel ortamda, Batı sanatının edebî veya görsel türlerinin canlı bir şekilde yaşadığı bilinmektedir. Bütün bu etkilere Osmanlı padişahlarının özellikle II. Mustafa’dan itibaren Avrupa’daki gelişmeleri yakından takip eden, teknik ve askerî alanlardaki etkilenmelerle beraber kültür ve düşünce açısından Avrupa’ya yakın Osmanlı bürokratlarına üst derecelerde görev vermeleri de katıldığında 19. yüzyılın ilk yarısında zaten Osmanlı kültürünün Batı kültürüyle yoğun bir temas içinde olduğu görülür. Bu temaslar siyasi ve askerî boyutuyla olduğu kadar kültürel, toplumsal ve sanatsal boyutuyla da yeni bir dönemi başlatır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder