26 Kasım 2024 Salı

Mehmed Akif Ersoy - Merhum İbrahim Bey (Safahat'tan - 14)

 

(İbrâhim Bey merhum ki tabâbet-i baytariye ulemâsındandır, hâk-i pâk-i Şark’ın yetiştirdiği nevâdir-i irfân ü fazîletin biridir. Merhumu yakından tanıyanlar dört sene evvelki fecîa-i irtihâlinin millet için ne elîm zıyâ’ , hükûmet için ne azîm bir hacâlet olduğunu teslimde tereddüt etmezler. Şark’ın, Garb’ın bedâyi’-i ilm ü fennini toplayıp hâfızasına doldurmuş; mahfûzâtını muhâkemâtıyle , meşhûdâtıyle şâyân-ı hayret bir sûrette tevsî’ etmiş; Şark’ın her tarafını defeât ile dolaşmış; Garb’ın en medenî memâlikini görmüş, gezmiş; elsine-i şarkıyeyi edebiyâtıyle bilir; Fransız, Rus lisanlarını hakkıyle öğrenmiş olan bu büyük adam fıtraten mahviyyete âşık, iştihâra düşman olmasaydı, emînim ki, hükûmet-i sâbıkanın o sâbıkalı ricâli yüzünden gurebâ hastahânelerinde ölen, öyle bir hakîm-i zû-fünûnu tanımak için kâriîn-i kirâm benim gibi bir âcizin delâletine müftekır kalmazdı!)

Dönen muhît-i nigâhımda yâl ü bâlindir,
Bütün hayâlim o fevka’l-hayâl hâlindir.
Zalâm-ı hayrete düşmüş, batar çıkarken ümid,
Önünde rehber olan meş’alem hayâlindir
Semâ-güzîn olarak gittin ey ilâhî nûr,
Peyinde şimdi ufuktan geçen zılâlindir.
Bu kâinât senin hâtıranla hep lebrîz:
Zemin, zaman bana yâd-âver-i cemâlindir.
Bütün cihâtta akseyleyen hemâlindir !
Esîr, sanki bir âyine-i celâlindir!
Nücûm-ı lâmia-zâ bârikât-ı irfânın,
Leyâl, ihâta-i eşyâdaki kemâlindir.
Seher o nâsiyeden bir nişân-ı feyzâ-feyz,
Şafakta dalgalanan renk, reng-i âlindir,
Ulüvv-i kâ’bını tasvîr eder nigâhımda
Semâ, olanca vuzûhiyle bir misâlindir.
Cibâl, heykel-i sâhib-vekâr-ı azmindir,
Suhûr , hıffete düşman olan hısâlindir.
Bulut yemîn-i leâlî-nisâr-ı cûdundur,
Güneş müfekkire-i herdem-iştiâlindir .
Tulu’, levha-i rengîn-i ibtisâmındır ,
Gurûb , safha-i gamkîn-i infiâlindir.
Havada mevcelenir sânihât-ı kudsiyyen,
Riyâh, rûhumu pür-cûş eden mekâlindir.
Çemende cilveler eyler bahâr-ı dîdârın,
Sabâ, nüvîd-i ümîd-âver-i visâlindir .
Şitâ , peyinde hurûşân kıyâmet-i kübrâ,
Rebî’ , hâtıra-i şi’r-i lâ-yezâlindir .
Hülâsa, nazra-i im’ânımın önünde cihan
Senin sahîfe-i zâtın, senin meâlindir.

Senin hayâl-i sabîhin -ki bir zaman ey yâr,
Edince leyle-i rûhumda bin emel bîdâr;
Kıyâs ederdim açılmış sabâh-ı istikbâl-
Bugün bulutların altında eylemekte karâr!
Garîb, şâm-ı gariban kadar hazîn oluyor,
Nigâh-ı rikkatimin karşısında fecr-i bahâr.
Birer bürehne kadîd-i mehîbi andırıyor.
Hayât hulle-i sebzinde cilveger eşcâr .
Bütün bu sâha-i hadrâ , bu nev-demîde çemen
Yeşil bir örtünün altında bir amîk mezar!
Sımâh-ı cânıma bin uhrevî sadâ geliyor
Neşîdeler okuyorken gusûn-i terde hezâr .
Temevvüc eyleyerek gözlerimde jâle-i nûr
Şükûfe-zârda gûyâ ki ağlıyor ezhâr .
Senin sahîfe-i zâtın, senin meâlin iken
Bütün cihân-ı bedâyi’de müncelî âsâr,
Samîm-i ruhumu pür-cûş ü bîkarâr ediyor
Bugün o sîne-i hilkatte inleyen eş’âr!
Muhît şimdi şebistân-ı iğtirâbındır :
Bugün uyanmıyor artık o nâzenîn eshâr !
Sen ey semâları işrâk eden ziyâ-yı ezel,
Bu hâkdânı bıraktın peyinde zulmetzâr!
Gerildi bir ebedî perde beynimizde, senin
Açıldı pîş-i celâlinde âlem-i dîdâr.
Cihan cihan dolaşırsın fezâ-yı lâhûtu,
Nasıl ki yâd-ı hazînin gezer diyar diyar !
Hayât varsa senin sermedî hayâtındır,
Azâb, yoksa, bu fânî hayât-ı velveledâr.
Sükûnu nerde bulur âh kalb-i mehcûrum?
Derûn-i sînede bir herc ü merc-i dâim var!

Demek, görünmeyeceksin ileI-ebed bana sen,
Demek, uzaktasın ey yâr-ı mihriban benden!
Hayâta sen beni rabteylemiş iken, şimdi
Aceb nasıl yaşarım, söyle, âh sensiz ben?
“Günün birinde gelirsin de eski âlemler
Devâm eder yine birlikte öyle şâtır , şen...
Bu gîrûdâr-ı maîşetten el çeker, ararız
Seninle sîne-i uzlette gizli bir me’men ...
Karışmayız şu cihanın nebûd ü bûduna hiç
Nasıl ki bunca zamandır karışmadık zâten!
Uzakta aksede dursun o hây ü hûy-i mehîb...
Sükûn içinde biz, ey dost, yek-revân, yek-ten,
Devam eder gideriz her zamanki âhenge,
Döner muhîtimiz üstünde hep senin nağmen...
Beyân-ı ukde-güdâzınla mübhemât-ı şu’ûn
Yavaş yavaş açılıp bir vuzûh olur rûşen
Verâ-yı perde-i kudrette gizlenen râzın
Önünde feyz-i beyânın açar da bin revzen.
İyân olur o zaman karşımızda âlem-i rûh,
Düşüp gider gözümüzden bütün kuyûd-i beden!
Birer terâne-i ilham olan neşâidini
Kemâl-i vecd ile tekrar dinlerim...” derken,
Bugün emellerimin hepsi ser-nigûn oldu...
Meğerse olmayacakmış ne bir gelen, ne giden!
Meğer açılmayacakmış müebbeden artık
O perde perde hakâik , o ukdeler, o dehen !
Yazık ki yükselerek matla’ında etti karâr
O lem’a lem’a sünûhât ... Hem de pek erken!
Niçin gurûb ediverdin sen ey sitâre-i şark
Henüz kemâlini derk etmeden zavallı vatan?

Şu son zamanda ziyâ’ın kadar ziyâ’-ı elîm
İsâbet etmedi âfâk-ı Şark’a, İbrâhîm!
Eğerçi milletin ümmîd-gâh-ı ikbâli
Olan beş on büyük âdem, beş on vücûd-i kerîm
Birer birer heder olmuştu senden evvelce...
Senin peyinde fakat kaldı bin ümîd-i akîm .
Yarım asırda uyanmış çerâğ-ı feyze bakın:
Bir anda oldu sönüp perde-pûş-i hâk-i remîm!
Tasavvur eyleyemezdim ki ansızın dursun
Felâh-ı ümmet için çarpınan o kalb-i rahîm.
Tahayyül eyleyemezdim ki seyrden kalsın
Muhît-i Şark’ta cevlân eden o fîkr-i hakîm .
Ridâ-yı hâke büründün sen ey sirâc-i edeb,
Fakat o lem’a ki yâdımdadır... Zevâli adîm ,
Durup mezârının üstünde ağladıkça sehâb ;
Gelip başında enîn eyledikçe rûh-i nesîm,
İnip melâik-i rahmet cihân-ı bâlâdan ,
Harîm-i kabrine ettikçe her zaman ta’zîm;
Bahâr vakti çiçeklerde yâd-ı enfâsın
Meşâm-ı cana duyurdukça bin latîf şemîm;
Döner hayâlimin en muhterem harîminde
Senin o tayf-ı lâtîfin ey âşinâ-yı kadîm !
Musâb olan yalınız âilen midir? Heyhât,
Bıraktın arkada binlerce hânümânı yetîm!
Olurdu dest-i tesellî-medâr-ı lûtfunla
Sirişk içinde yüzen çehreler bir anda besîm;
Ederdi cûd-i merâhim-nümûd-i feyyâzın
Hazâin olsa bütün ehl-i fâkaya taksîm.
O bir cihân-ı fezâildi , mahvolup gitti...
Nedir? Niçindir İlâhî bu inkılâb-ı azîm?

Ey yâd-ı güzîn-i ihtirâmı ,
Ruhumda hayâtının devâmı;
Ey lem’a-i feyzinin tamâmı,
Subh-i ezelînin ihtişâmı;
Âmâline dar gelince nâsût,
İkbâline sîne açtı lâhût.

Bakmaz da bu dâr-ı ibtilâya,
Rûhun can atardı i’tilâya ;
En sonra o nûr-i arş-pâye
Yükseldi civâr-ı Kibriyâ’ya
Dem şimdi dem-i saâdetindir:
Ervâh, nedîm-i hazretindir.

Tevfîk olarak yolunda hem-râh,
Aştın şu fezâ-yı târı nâgâh;
Tâ fecr-i bekâda oldun âgâh ...
Hâlâ gidiyorsun, Allah Allah!
Pervâzına yok mudur tenâhî ?
Ey tâir-i gülşen-i İlâhî!

Her gül dibi medfen-i hayâlin,
Her gonca kitâbe-i kemâlin;
Her yerde nihân olan cemâlin,
Her yerde iyân olan meâlin;
Bir yerde görünmüyorsun amma:
Her yerde bedâyi’in hüveydâ!

Ey sen ki harîm-i Hakk’a mahrem
Oldun da yabancın oldu âlem;
Yâd eyleyecek misin ki bilmem?
Dünya denilen bu sicn-i mâtem
Hâlâ bana dâr-ı imtihandır...
Kurtulmadım işte an bu andır!

Ey yâr-i azîz-i gam-küsârım ,
Mahvoldu, Hudâ bilir, karârım,
Sarsıldı olanca ıstıbârım ;
Bî-zâr peyinde rûh-i zârım!
Gittin, beni kimsesiz bıraktın,
Yaktın beni hasretinle, yaktın!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Dilaver Cebeci - Sitare