13 Aralık 2024 Cuma

Nadirebegim İbrahimova – Yazarın Ölümü (Hikâye)

Bir kez kalp krizini yenen yazarın gönlünü hoş tutmaya çalışıyorlardı ama o Nisan ayının tam ortasında kanserden öldü.

O sırada, hastanede onun yanında hemşireden başka kimse yoktu. Hemşire nasıl olduysa yazarı tanıyordu. Hikayelerini okumuştu. Başka hastalardan daha fazla onun yanında bulunuyordu. Ağzından bir söz çıkar da bir isteği olur mu diye kendini parçalıyordu.

Ona sorduğu son soru şu oldu:

— Karınız geldi, içeri girsin mi?

Yazar başını salladı ancak gözlerini kapıdan ayırmadı.

Çocukları geldiğinde çoktan ebedi âleme göçmüştü. Aile mensupları çok ağlayıp sızladılar. Babaları yalnız yazar olduğu için değil; babaları olarak da heykeli dikilmeye layık büyük adamdı. Tabutu omuzlara alınarak mezarlığa doğru yol aldı. Yazarın mermer kaide üzerine konulan büstü ılık toprağın üstünde, bütün dertlerden kurtulduğu için mutlu bir ifadeyle gülümsüyordu. Karşısında toplananların tamamı göz yaşı  dökerek mezarına çiçek demetleri koyuyorlardı. Her gün sevenleri mezarını ziyarete geliyordu. Yazdığı eserleri ezberleyip kendi aralarında tartışırlardı. Dertli yazılar yazardı. Kendisi de dertler alıp götürdü.

Bir gün mezarının yanında çok sayıda mektup bulundu.  Onları getiren kimse iç çekerek oraya bıraktı:

— Size yazdığım ancak göndermediğim mektuplarım, dedi.

Ölenle ölünmüyor. Günler geçtikçe insanlar bu kara haberi unuttular. Aylar geçti, sevenleri başka kitaplar okumaya başladılar. Yıl geçti, ailesi de her zamanki arzuları ve meşgaleleri ile zaman geçirir oldular. Yalnız o kimse onun mezarını her günü ziyaret etmeye, yazar için dua etmeye devam etti. Elinden onun kitapları düşmezdi. Yazdığı bütün eserleri ezberlemişti. Yazarın ruhu da bunun farkına varmıştı ki düşlerinde onu sık sık ziyaret ederdi.

Yazarın doğumunun altmışıncı yılı sanat sarayının muhteşem salonunda kutlandı. Yazar buraya çok gelmişti: Önce hevesli bir okuyucu olarak gelmiş, sonra sıkı bir kitap okuyucusu olarak gelmiş,  daha sonra ise kalemi güçlü bir yazar olmuştu. Aradan yıllar geçtikten sonra kürsüye çıkıp sanat hakkında kendi fikirlerini ortaya koymuştu.  İlk kitabının tanıtım toplantısı da burada olmuştu.  Lakin o zaman geçtikçe şöhrete, alkışlara, insanların mevkiine gösterdiği  saygıya önem vermez olmuştu. Edebiyat çevrelerinden uzakta, huzurlu bir köşede, sakin bir ortamda eser vermeye başladı. Yalnızlıkta yazdığı eserler i insanlar çok sevdi. Ona uzaktan, yakından mektuplar gelirdi. Mektuplar içinde onu yazmaya davet edenler çoğunluktaydı ancak onlar arasında biri hepsinden değerliydi.

Bugün hayranlarının böyle mektuplarını alıp getiren karısı söz sırasının kendisine verilmesini heyecanla bekliyordu. Kocaman salon şairler, kocasının hayranları, kendi kararlarıyla kendilerine onu “üstad” kabul eden takipçileriyle dolmuştu. Çocukları da ön sırada babalarını anan sanat erbabının anma merasimine gösterdiği itibardan memnun olarak gururla oturuyorlardı.

— Rahmeti eşim edebiyat için hayatını bağışlamıştı, dedi kendisine söz sırası gelen yazarın karısı ve dergilerin röportajlarında söylenen o ezberlenmiş cümleleri tekrar etmeye başladı.

— Ailesini de ihmal etmezdi. Geceleri sabahlara kadar yazdığı romanları bugün halk severek okuyor. Evet, böyle zamanlarda hep yanındaydım. Kitapları önce kendim alıp okurdum. Başarılı ve eksik taraflarını ona açıkça söylerdim. Şimdi ise kütüphanesine elimi sürdüğüm yok. El yazısıyla yazdıkları çalışma masasında duruyor. Sanki bir gün kapıyı açıp gelecekmiş, yarım kalan hikayesini tamamlayacakmış gibi bir his var içimde…

Bundan sonra kadın yazarın hayranlarının mektuplarından satırlar okudu. Alkışlar yankılanırken gözleri yaşarıp yerine döndü. Nerde, bu itibar, bu saygı sağlığında gösterilseydi diye hayal kurdu. O zaman daha iyi yaşamaları mümkün olur muydu?

Bir ara kapının yanındaki koltukta oturan hüzünlü bir kadını  gördü. Kadın da ona bakıyordu lakin gözlerini ondan saklıyor gibiydi. Başörtüsü ile sanki yüzünün kendisinden tarafını gizlemişti. Yazarın karısı kızardı. Yüreğinin bir köşesini sıkıntı basmış, huzursuz olmuştu. Biraz derin derin nefes alıp tekrar anma programını takip etmeye devam etti. Programı takip ederken hayatının bir kısmı sinema sahneleri gibi gözlerinin önünden geçmeye başladı.

***

— Bu yazdıklarının bir kuruşluk bile faydası yok! -Kadın öfkeyle dünkü yazdığı müsveddelerin üstüne pat diye vurdu.- Sen de başkaları gibi çocuklar için bir ev yaptırsam, araba alsam, karımı başka ülkelerde gezdirsem demiyorsun! Tek bildiğin kitap, tek yaptığın kitap yazmak!

Kadın düzgünce yerleştirilmiş kütüphaneye dönüp elini öfkeyle kaldırdı:

— Bunlar yemek, ekmek olur mu? Yazarlar Birliği’ne üye değilsin. Senden genç olanlar çoktan üye oldu. Hatta senin yetiştirdiğin adamlar bugün toplantılarda şiirlerini okuyup en başta oturuyorlar.

— Onu ben yetiştirmedim, diye aldırış etmeden cevap verdi yazar.

— Evimize gelmemiş miydi? Kitabına takdim yazısı yazdırmamış mıydı?  Orada ilk kitabı mı çıkacaktı ne? Bak şimdi Yazarlar Birliği’ne üye olup seni arkasında, tozunda bıraktı.

— Allah şans versin.

— Sen de belgelerini ver be adam! Neden Dorman’dan yazarlara tahsis edilen yazlıklardan birini almıyorsun? Yazarlara verilen imkanlardan faydalanmıyorsun? El alem yalnız bir tane şiir yazıp pahalı arabalar alıyor. Bugüne kadar kaç tane kitap yazdın? Yedi kitap!

Kocasının cevabını beklemeden yine söylenmeye devam etti:

— Kaç tanesi basıldı? Sadece iki tanesi. Onların telif hakkını, mükafatını aldın mı? Yok. Neymiş efendim, para için yazmıyormuş. O zaman bunları yazmanın ne gereği var? Üzerinde çalıştığın roman için keşki düzgün aylık ödeseler.

Yazar, bu sözleri dinlemek yerine başını üzerinde çalıştığı kağıtlara eğip yazdığı cümleleri sildi, yeniden yazmaya başladı.

 — Biraz sesini kes. Elimdeki işi bitireyim.

— Önce sorduklarıma cevap ver!

Yazar, çaresiz başını kağıttan kaldırdı.

— Ben ev almak, araba almak için yazmıyorum. Sen beni hiç anlamıyorsun. Eğer o maksatla yazmış olsaydım… Hayır, bunu düşünmek bile istemiyorum. Kocaman bir ev, araba mutlaka ihtiyaç dersen yarından tezi yok Rusya’ya giderim. Üç-dört yıl amelelik yapıp o parayı kazanırım. Lakin asla, bir daha söylüyorum, asla satırlarından yağ akan türden eserler yazmam, beni anladın mı?

Kocasının arada sırada yaşanan sinirlendiği anlardan birinin ateşinin alevlenmeye başladığını fark eden kadın sesini çıkarmadı. Bu seferki kalp krizi onu korkutmuştu. Nihayet, çocukları daha küçücüktü. Kocası daha orta yaşlardaydı. Vakti geldiğinde o kocaman ev de olurdu. Elindeki havluyu sallayıp mutfağa gitti.

Yazar o gece uyuyamadı. Yazamadı da. Elektronik postasından haber bekliyordu. O haberler ona ilham verdiği için bugün onlara çok ihtiyacı vardı. Arada sırada gelen bu mesajlara cevap yazmazdı. Öyle bile olsa mesajların ardı arkası kesilmezdi.  Böyle gerekli olduğu anlarda, ihtiyaç duyduğu anlarda elektronik posta kutusundaki yeni mesaj her zamanki haliyle bir umut ışığı gibi parlardı.

Değerli Yazarım,

Sizin “Canlı İnsan” adlı hikayenizi yakında edebi dergilerden birinde okudum. O benim yüreğime merhem oldu. Bendeki iki kitabınızda o hikaye yoktu. Elimdeki kitaplarınız bir yana o hikaye bir yana. Romana denk bir hikaye olmuş. Baş kahramanında sanki kendimi gördüm.

Biliyor musunuz, ben de etrafıma bakarak acaba canlı insanlar var mı diye gözetliyorum. Çoğu zaman göremiyorum. Etraftakilerin hepsinin kalpleri sönmüş gibi.

Sizin canlı insan olduğunuzdan şüphem yok. Sizinle hiç sohbet etmemiş olsam da siz benim en yakın dostumsunuz. Lütfen, yine böyle canlı hikayeler yazmaya devam edin. Size bu yolda dayanma gücü ve şans diliyorum.

Saygılarımla.

Â.”

Yazar, “Canlı İnsan” hikayesini düşündü. Çok defa reddedilmiş, sonunda yeni basılmıştı. Onu yazıncaya kadar bir hafta işe gidemediğini, odasından çıkmadığını, karşılığında uyarı aldığını, karısının da çocukları peşine takıp evi terk ettiğini hatırladı. Onların da suçu yoktu. Ne yapsınlar, dergiye her hafta makaleler, çoluk çocuğa ise ilgi gerek. Nihayetinde onlar da canlı insanlar…

Sonunda o mektuba cevap yazmaya karar verdi:

Değerli Â.

Mektuplarınızı her zaman okuyorum… Onlar bana sanat için kanat veriyor. bazen yazmayı bırakayım diyorum ve sizden ‘yeni hikayeler bekliyorum’ diye haber geliyor. Yine yazmak istiyorum…”

Yazar, çok uzun yazdı. Bütün kaygılarını, ızdıraplarını da ekleyerek yazdı. Nasıl rahatladığını, gönlündeki gamın nasıl silinip gittiğini hissederek yazdı. Mesajı gönderdiğinde tan ağarmıştı. Gözlerini yumup bir nefes aldığında elektronik postasında yeni bir haber gördü. Mektup, mektuplara eklendi.

Bir gün yazarın karısı çalışma masasının tozunu silerken açık kalan bilgisayarında “ting” edip gelen yeni mesajı gördü. Bir sürü mesajın çoğu bir kişiden, “Â.” dan gelmişti.

Değerli Yazarım,

Yeni romanınızda olayların kısaca akış planını göndermişsiniz. Biliyor musunuz, romanın baş kahramanı olan kadının geçmişi hakkında bir itirazım oldu. Öncelikle kocası ölünce kendini kitaplara veren olan bu kadını çok güzel tasvir etmişsiniz.

Bana göre, kendini düşünen kocasından ayrılan kadın sönmüş demektir. Özellikle gün boyu kitaplarla dertleşiyorsa… Çok da mutlu yaşamıyordur. Onu beğenen erkek, önce dış görünüşüne değil iç dünyasına aşık olmalı.

Bir görüşte sevmek inanılacak şey değil. Bu konuda biraz düşünün.

Eğer isterseniz kadının ruhi çizgilerini çizmede size yardım edebilirim.

Daha önce de söylediğim gibi, ben sizin devam ettiğiniz kütüphanede çalışıyorum. Sizi orada çok gördüm. Belki siz beni tanımazsınız. Bu sefer kendimi tanıtıp yeni eseriniz için yardımcı olmak isterim.

Fikirlerimi dikkate aldığınız için teşekkür ederim.

Saygılarımla.

Â.”

Kadın, yeni gelen bu mesajı sildi. Sonra rahatlamış vaziyette mutfağa geçip hayallere dalmış halde yemek yiyen kocasına baktı. Önceki günlerde olduğu gibi düşkün halde değildi, gözleri parlıyordu. Demek ki… Sebebi belli.

— Ben biraz ablamgile gidip geleceğim.

— Hayır mı? diye sordu kocası.

— Evet, pek keyfi yokmuş.

Kadın sokağa çıktı. Kocasının her zaman gittiği kütüphane şu taraftaydı. Tatil günlerinde binaya gelen giden olmazdı ama bekçiden adı  “Â.” ile başlayan çalışanları sordu. Orada bu tarife uygun sadece “Âmine” adında bir kadın çalışıyordu. Bekçinin de yalnız kalmaktan canı sıkılıyor olmalı ki kadının bütün sorularına üşenmeden cevap verdi. Âmine’nin kocasının öldüğünü, uzun yıllardan beri burada çalıştığını, çocuğu olmadığını, çok kitap okuduğunu hatta öğle yemeklerinde her zaman ne yediğini de…

Ertesi sabah kütüphanenin kapısı açılır açılmaz kadın salondaydı. Kitap okuyanlara hizmet veren Âmine, karşısında ona nefretle bakan kadını görünce korktu:

— Ya bugün buradaki işinden ayrılıp kocama mesaj yazmayı bırakırsın, yahut bağırıp çağırır seni herkesin içinde rezil ederim.

“Â.” adlı kadın titreyerek etrafa baktı. Kütüphanenin salonu Kitap okuyanlarla doluydu, ilerde kütüphane müdürü çalışanlara bir şeyler söylüyordu, meslektaşı kadınlar hiç durmadan yeni gelen kitapları yerleştiriyorlardı. Küçücük cüssesi iyice küçüldü. Zoraki:

— Olur, diye fısıldadı.

— Yarın burada gölgeni görmeyeceğim, kocama da göz dikip bakma!

Kadın hırıldayarak ona doğru eğildi. Sonra mağrur bir edayla salondan ayrıldı.

Âmine, gerçekten de kütüphanedeki işinden ayrıldı. Yazar ise yine önceki düşkün ve ezik haline döndü. Kadın, kocasının yalnız kendisine kalmasından gurur duydu. Bir süre sonra yazarın yeni romanı basıldı. Kitabın ilk sayfasında “Değerli dostum Â.’ye ithaf ediyorum.” yazılı satırları gören kadının keyfi kaçtı. Kocası ise ona bu hususta hiçbir bilgi vermedi; bir şeyler sorar gibi bakan karısına dönüp iç çekti sadece.

Tuhaf. Âmine bu kitabı alıp okumuş mudur  acaba?

***

Geçmişten kalan hatıraların anlatılması bittiğinde anma gecesi de sona erdi. Yazarın karısı ve çocuklarını saygı ile uğurladılar. Yazarın büyük boy bir portresinin asıldığı duvara hemen başka bir sanatçının portresi asıldı. Gümbürdeyen alkışlar, tantanalı sözler, elden ele gezen kitaplar arasında yalnız bir kişi –programı pencere önünden takip eden küçük cüsseli kadın– kendini iyice bitkin hissediyordu. O binayı terk ederken bir kez geriye dönüp baktı:

“Değerli Yazarım… Bence burada canlı insan yok. Yine kim bilir…” diye fısıldadı.

Elindeki okunmaktan yaprakları buruşmuş kitabını bağrına basıp metroya bindi.

2020

Özbekçe


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Ozan Arif - Vebalin Var