3 Aralık 2024 Salı

Stalin Sonrası Kazak Edebiyatı

   Yeni hükümet, Stalin’in 1953’teki ölümünden üç yıl sonra, onun döneminde yapılan hata­ları ve zulümleri sorgulayarak, demokratik kuralları koyma ve uygulama kararı alır. Bu ka­rarın edebiyat sahasına da tesiri olur. Yazarlar, “Edebiyatın gelişmesi yönündeki her türlü yalan teoriler”i (Kirabayev, 1998: 113) sorgulamaya başlarlar. “Sosyalist realizm” denilen mükemmel toplum düzeninin bir hayal ürünü ve yalandan ibaret olduğu Kazak yazarları tarafından vurgulanır. Yazarların hayat ile alakalarını artırma meselesi görüşülür. Daha önce “Halk düşmanı” olarak ilan edilen yazarlara olan güvensizlik ortadan kalkar. Diğer Sovyet Cumhuriyetlerindeki aydınlar gibi 1937-38 yıllarında suçsuz yere karalananlar ak­lanır ve hakları iade edilir. Kazakistan’da S. Seyfulin, B. Maylin, İ. Cansügirov, S. Şeripov, M. Davletbayev gibi yazarların isimleri ve eserleri edebiyat tarihinde yeniden yerlerini alırlar. Yazarlar nispeten daha serbest yazmaya başlarlar.

Bu devirdeki edebi hareketlenmenin ilk belirtisi eserlerdeki artıştır. Yurt tarihindeki önemli hadiseler, eserlerin konuları arasında yer almaya başlar. Bununla birlikte yazarlar Kazak halkının ve hayvan yetiştiricilerinin o günkü sıkıntılarını gerçekçi tasvirlerle ortaya koyarlar. Bunun en güzel örneği Tahavi Ahtanov ve onun romanlarıdır.

Ahtanov şiir yazarak edebiyat sahasına girer. İlk şiirleri cephede yayınlanan gaze­telerde çıkar. Heybetli Günler (1956), Boran (1966) ve Çırağın Sönmesin (Ateşin Sön- mesin)(1973) adlı romanlarından ayrı olarak hikâyeler de yazar. Cephe ve cephe ge­risindeki hadiseler hikâyelerinde yer alır. “Savle (Şule)”, “Beklenmedik karşılaşma”, “Kaybolan dost” ve “Küy efsanesi,” unutulan geçmişe bir “veda” niteliğindedir. “Kaybo­lan dost”ta unutulan eski bir dost ile karşılaşma söz konusu iken “Küy efsanesi” (küy: ezgi) Doscanov’un “Kımız”ında olduğu gibi Kazak kültürünün ayrıntılarına inerek onu canlı tutmaya çalışmaktadır.

“Kaybolan dost” hikâyesi, cephede tanışan iki kişinin yıllar sonra karşılaşmasını an­latır. Cephede savaşanlar ya ölürler ya sağ kalırlar. Geride kalanların ise acı çekmekten başka seçeneği yoktur. Kazak kadını da cephe gerisinde çok acı çekmiştir. Hikâyenin kah­ramanı Gayni abla, küçük kızı Galyaş ile birlikte yaşamaktadır. Babalarının bir gün cephe­den döneceğine inanmaktadırlar. Bu yüzden onun hayali, ölüm haberinden daha güçlü- dür. Kadını, cephede vuruşan kocasının ölüm haberi değil, savaştan sağ salim kurtulduğu halde eve geri dönmemesi yıkar. Subay Mırzahmet, Gayni kadının Mırzaş’ı, yaralı olarak savaştan döndükten sonra yeni bir aile kurar. Bunu öğrenen arkadaşı Mangas’ın içinden kutsal bir şeyi çalınmış gibi olur. Küçük Galya’ya bunu söylemez. Onun inandığı, cephede ölmüş kahraman bir babası vardır. Cephe, cephe gerisi, dostluk, fedakârlık, sevgi ve ihanet hikâyede içiçe örülmüş kavramlardır. “Küy efsanesi”nde ise Kazak kültüründe ve yaşantı­sında önemli yer tutan “dombıra” ve “küy-küyşi” geleneği işlenmiştir. Yaşlı küyşi Estemes uzun zamandır yeni bir “küy” çalmaya çalışmaktadır. Fakat uzun ömrü boyunca aradığı sevgi ve sevgiliyi bulamamıştır. Nihayet âhir ömründe yanındaki öğrencisi Orazımbet ile Kazak köylerini dolaşırken bir ihtiyarla on altı-on yedi yaşındaki kızı Canıl’ın evine yolları düşer. Bu evin devesi, yavrusu öldüğü için sütten kesilmiştir. Misafirlere ikram edecek sütleri yoktur. Bu durum, bir Kazak için “utanç” vericidir. Küyşi Estemey’in gönlü Canıl’a düşer. Yıllardır aradığı sevgili odur. Canıl karşılığında deveye dombıra ile süt verdireceği­ni söyler. İhtiyar kabul eder. Canıl ise küyşilerin birlikte çalmasını ister. Estemey, Canıl’dan aldığı ilhamla “deve ağlatan” küyünü çalmaya başlar. Kurumuş memelere süt dolduğunda kız sağmadan hareketsiz durur. Bunu farkeden Estemes, genç Orazımbet’e devam etmesi­ni söyler. Kızın parmaklarının hareketi ile kovaya süt dolmaya başlar.

Hikâye Kazak halkı arasında önemli bir yere sahip küy ve küyşinin nasıl yetiştiğini, ne­lere kâdir olduğunu okuyucuya anlatır. Yazar, romanları ve hikâyeleri sayesinde “Halklar dostluğu” ve “Saygı nişanı” gibi madalyalar kazanır.

Bu dönemde yazılmış bazı eserler Kazak halkının başından geçen tarihî gerçekleri an­latır. Mesela asrın başında, 1916 yılında Kazak halkının bağımsızlık için verdiği mücadele eserlerde yer aldı. Aral balıkçılarının daha önceki hayatı ile eşitlik yolundaki o günkü mücadelesi E. Nurpeyisov’un Kan men Ter (Kan ve Ter) romanında anlatılır. Yine bu de­virde tarihî şahsiyetlerin hayatından alınıp yazılan eserler de ortaya çıkar. D. Ebilov, Akın Armanı ve Arman Yolunda adlı romanlarında 20. yüzyılın başındaki Kazak aydını Sultan- mahmut Toraygırov’un hayatını ve eserlerini anlatır.

Bu devirde gelişmekte olan Kazak romanının yanında, hikâye türü de gelişir. Sa- fuan Şaymerdenov’un “Mezgil”, S. Omarov’un “Künşırak”, N. Gabdullin’in “Ömür, kımmatsın manan (Ömür benim için kıymetlisin),” E. Tarazi’nin “Kuyrıktı culdız”, A(biş) Kekilbayev’in “Bir şökim bult”, Ş. Murtaza’nın “Tabılgan teniz (Bulunmuş deniz),” “Bel­gisiz soldattın balası (İsimsiz askerin çocuğu),” B(erdibek) Sokpakbayev’in “Menim atım Koca (Benim adım Koca),” R. Toktarov’un “Bakıt (Baht),” C. Moldagaliyev’in “Can erke,” K. Iskakov’un “Konır küz edi” hikâyelerinin önemli bir yeri vardır. Bu eserlerde Sovyetler Birliği döneminde çok bahsedilmeyen insanın kendi sırları, ruh âlemi, ahlakî problemleri bütün yönleri ile edebî şekilde tasvir edilir.

B. Sokpakbayev, hayal dünyası geniş, akıllı çocuk Koca’yı tasvir eder. Yazar, onun ruhanî gelişmesini, duygularını kaleme alır, zengin psikolojik tasvirlerle süsler. Kahrama­nının iç konuşmasından yararlanır. Bu da genç yazarların hikâye türünde yeni arayışlar içinde olduğunu göstermektedir. 

Sokpakbayev hikâye ve romanlarındaki olayları kendi hayatından seçer. “Ben nasıl ev­lendim?” hikâyesindeki kahramanı Bekadil isimli gazeteci, nasıl evlendiğini anlatmakta­dır. “Anne yüreği” hikâyesinin kahramanı Balkiya annedir. Savaşa giden oğlunu düşünür, geceleri rahat uyuyamaz. Her zaman rüyasında düşmanların oğlunu öldürdüğünü görür. Yine böyle rahatsız edici bir uykudan uyanıp dışarı çıkar. Kapı önündeki tahta merdivenin yanında uyumuş bir Rus çocuğunu görünce çok şaşırır. Çocuğu kaldırıp bu duruma nasıl düştüğünü sorar. Çocuğun babası savaşa gitmiştir. Annesi ise hastalanıp hastaneye kaldı­rılmıştır. Bir gün önce annesinin yanına gelmiştir. Dışarı çıkınca hava kararmış, eve giden otobüsü de kaçırmıştır. Buraya gelip uyur. Çocuğun bu hâlini görünce anne çok üzülür. Eve alır, karnını doyurur. Elbiselerini yıkar, saçını tıraş eder. Çocuk süslenmeye başlar. Sonra Belkiya anne hastaneye gelip de eve dönemediği günler gelebileceğini söyler. Ondan sonra Seryoja adlı bu çocuk her zaman gelip öz evladıymış gibi Belkiya’yı ziyaret eder, su taşır, evi temizler. Bir sabah Belkiya annenin kapısı çalınır. Kapıyı açınca Seryoja’yı görür ve sevinir. Çocuk, anne ve babasını getirmiştir. Babası eşini ziyaret etmek için cepheden izin alarak gelmiştir. Belkiya anneye misafir olurlar. Bir akşam Seryoja asker kıyafetleri ile Belkiya annenin evine geldiğinde kadın onu tanıyamaz. Tanıyınca sevinir. Seryoja artık askeri mektepte okuduğunu ve annesinin vefat ettiğini söyler. Aradan yıllar geçer. Belkiya annenin evinde Seryoja’nın düğünü yapılır.

Bu hikâyelerde Sokpakbayev, Kazaklar ile Ruslar arasındaki dostluğun pekişmesine özen gösterir. İnsanî duygular ön plana çıkarılarak dostlukların geliştirilebileceği mesa­jını verir.

Safuan Şaymerdanov ise insanlarda görülen mal-mülk düşkünlüğünü gözler önüne seren eserler yazar. Bazı eserlerde, insanların maddî şeylerin kulu olmaları neticesinde, manevî fakirliğe düşmeleri anlatılır. Kazak araştırmacı ve edebiyat tenkitçisine göre “dün­ya malını çok seven ferd, insanlık vazifesini, insanlık borcunu ikinci dereceye iter.” (Berdi- bayev, 1980: 59) İnsanların bu zaafı da yazarların gözünden kaçmaz.

Şaymerdanov, “Hayat nuru” hikâyesiyle “Selin çabukluğu” adlı hikâyesinde dünya malını çok seven insanları anlatarak onları tenkid eder. “Hayat nuru”nda evine mobilya satın alan Şamşigül’ün aklı fikri o eşyanın eve misafir geldiğinde bile bozulmamasındadır ve hep aynı düşünce etrafında kalır. “Selin çabukluğu”ndaki kahraman Şarban, deprem sırasında bile çoluk çocuğundan önce evindeki yemek ve bardak takımlarını korumayı düşünmektedir. Yazar, diğer eserlerinde de insanlığın haysiyetinden, şerefinden söz eder, bu özelliklerin yayılması, benimsenmesi için çaba gösterir. (Elevkenov, 1980: 131)

Bir başka Kazak yazar Şerhan Murtaza, H. Anderson’un masallarını, C. Aytmatov’un “Botagöz” hikâyesi, Elveda Gülsarı romanı ve Mustay Kerim’in “Bizim evin sevinci” hikâyesini tercüme eder. Murtaza’nın hikâyelerinde özlem, sevinç, ümit gibi okuyucunun yüreğini zıplatacak heyecanlar ile acı, keder gibi insanın yüreğini sızlatacak duygular işle­nir. (Kazak SSR Ansiklopedisi, 1989: 428) Moskova’da gazetecilik eğitimi alan ve 1950’li yıl­larda edebiyat sahasına giren Ş. Murtaza’nın İnşaatçı Dakuv adlı kitabı 1958’de neşredilir. 1963-77 yılları arasında ise “Bulunmuş deniz,” “Bulutsuz günün şimşeği,” “İsimsiz askerin çocuğu,” “Silahsız savaş” gibi hikâyeleri yayınlanır. Kırkbir Yılının Gelini adlı hikâyeler kita­bı ise daha sonra çıkar. Yazar kitaba adını veren hikâyesi ile Kazak halkının savaş yılların­da yaşadığı sıkıntıları gerçekçi bir tarzda tasvir eder. “Bulunmuş deniz” hikâyesinde savaş sonrası dönemde insanların dostluğunu, birlikte tarlalarda çalışmalarını ve zor günlerde birbirlerine yardım etmelerini anlatır. Hikâyelerindeki ana tema, “iyilik, yardımseverlik, vatanseverlik, büyüklere ve ölenlere saygı”dır. Yazar, iyi insanların örnek alınmasını ister.

Genç yazarlar bu şekilde yenileşme devrindeki edebî hikâyenin gelişimine katkıda bu­lunurlar. Hikâyenin meşhur kalemi G. Müsirepov yeni hikâyeler yazar. “Söz yok, onun iz­leri” adlı hikâyesinde insanlara barış, namus ve vicdan gibi kavramları hatırlatır. 1956’da yazdığı “Etnografik hikâye” adlı eserinde gençlik yıllarını ve faal olarak katıldığı “yerle­şik hayata” geçme sürecini anlatır. 1950’li ve 60’lı yılların başında, Ekim İhtilali ile birlik­te kaybedilen millî ve tarihî değerlere doğru bir dönüş vardır. Bu dönemin yazarları, şehir ve köy hayatı, geçmişi ile bugünü arasına sıkışıp kalmış, bölünmüş Kazak aydınının ıstıra­bını hikâyelerinde işlerler. Buna en güzel örnek, savaş yıllarında doğan ve 1960’dan sonra yazmaya başlayan Dulat İsabekov’dur.

İlk hikâyeleri 1960-75 yılları arasında yayınlanan ve Kazak edebiyatında daha çok hikâyeleri ile meşhur olan D. İsabekov, kahramanlarını yetişkin insanlardan seçer. Onla­rın davranışlarını irdeler. Buna rağmen genellikle küçük çocuklara hitap eder. “Yaşlı ka­dınlar” hikâyesinde, bütün varlığı iki koyun, bir keçi, ala bir kedi ve bir enik olan yaşlı nine ile henüz okula bile gitmeyen torununun dostluğu vardır. Nine, diğer insanlar gibi toru­nun da büyük insan olmasını ve mutlu olmasını arzu etmektedir. İkisi kendi hallerinde sa­kin bir hayat yaşayıp giderler.

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder