Söyleyeni belli olmayan, halkın ortak malı sayılan ürünlerin oluşturduğu, sözlü geleneğe dayalı edebiyattır. Sözlü olduğu için, ürünler; halk arasında dilden dile geçtikçe zaman, kişi, yer unsurlarına bağlı olarak değişikliğe uğramıştır.
- Anlatım, sözlü edebiyat geleneklerine uygundur. Süsten uzak, açık, net, anlaşılır bir dil kullanılmıştır.
- Daha çok; aşk, hasret, yiğitlik, ölüm gibi tüm insanlığı ilgilendiren konular işlenmiştir.
- Atasözleri
- Deyimler
- Tekerlemeler
- Bilmeceler
- Fıkralar (Mizahi hikayecikler)
- Halk Hikâyeleri
- Efsaneler
- Masallar
- Ortaoyunu
- Meddah
- Gölge Oyunu (Karagöz ile Hacivat)
- Dualar ve Beddualar
- Bu sözler törelere, geleneklere, tecrübelere, akla ve gerçeğe dayanır.
- Halkın ortak düşüncesini, inancını, duyusunu, ahlak anlayışını, kültürünü, felsefesini yansıtırlar. Kültürün aynasıdırlar.
- Eğitici ve öğreticidirler.
- Genellikle mecazi bir anlam taşırlar.
- Anonimdirler. Halk arasında dilden dile dolaşarak gelecek kuşaklara aktarılmışlardır.
- Söz sanatlarıyla (seci, tezat, cinas, akis, mübalağa) örülmüşlerdir.
- Kalıplaşmış, (tabii, kısa ve özlü sözlerdir.
• Teshil Risalesi: Bizde atasözlerine ait ilk yazma eserdir. Mevlana Şemsettin’e aittir. 1480 de yazılan bu eserde 695 atasözü vardır.
• Durub-ı Emsal-i Osmaniye: Milli kütüphanemizin bazı demirbaş yazmalarıyla, halk şairlerinin (Atasözü destanları) ve divan şairlerinin (Manzume-i Durub-ı Emsaliye) gibi denemeleri bir yana bırakılırsa, gerçek anlamıyla, ilk atasözü kitabıdır. İlk baskısı 1863’de, İkinci baskısı 1870’de, üçüncü baskısı da -Ebüzziya Tevfik’in katıp karıştırdıklarıyla – 1884’de basılmıştır. Bu eserde 1800 atasözü vardır.
• Türk Atalar Sözü: Yeni Türk harfleriyle bu alanda ilk basılan eserdir. Muzaffer Lütfü Bey’e aittir. 1928’de basılmıştır.
• Türk Ata Sözleri, Mustafa Nihad Özön, 1952.
• Türk Atalar Sözü ve Deyimleri, Feridun Fazıl Tülbentçi, 1963.
• Atasözleri Sözlüğü, Ömer Asım Aksoy, 1965.
DEYİMLER
Deyim: Çoğunlukla gerçek anlamından ayrı bir anlam taşıyan, en az iki kelimeden oluşan kalıplaşmış söz ya da kelime grupları.
– Genellikle gerçek anlamından sıyrılarak başka bir anlama bürünürler: “Dilinde tüy bitmek”, “El ağzı ile kuş tutmak” gibi…
– Kimi deyimlerde, asıl anlamlarından tamamıyla sıyrılmazlar. Yerine göre asıl anlamından da alınabilir, daha başka bir anlama da gelebilir. Bunu cümle içindeki kullanılış şeklinden anlarız.
Örneğin,
“Baltayı taşa vurmak” deyimiyle ilgili olarak: Gerçekten de bir balta taşa vurulabilir; bu söz asıl anlamından ayrı olarak “ağzından dokunaklı, incitici bir laf kaçırmak” gibi mecazlı bir anlama da gelebilir. Bunu cümle içinde sözlerin gelişinden anlarız.
• “Kırk yıllık oduncu, baltasını taşa vurmasın mı?” • “Kendini bilmezin biri baltayı öyle bir taşa vurdu ki.”
“Baltayı taşa vurmak” deyimi, birinci cümlede gerçek; ikinci cümlede ise mecazi anlamında kullanılmıştır.
– Kimi deyimler de, sadece kendi sözlük anlamlarında (gerçek, asıl anlamında) kullanılır, başka bir anlam taşımazlar.
-Deyimler, söz dizimi bakımından üç grupta ele alınabilir:
1) Sonları bir mastarla (-mak/-mek) biten deyimler:
- İğne ile kuyu kazmak.
- Çam devirmek.
2) Cümle şekline deyimler:
- Ağzını bıçak açmıyor.
- Kaleminden kan damlıyor.
- Dostlar alışverişte görsün.
3) Yukarıdaki iki türe de girmeyen, daha çok birleşik sözcüklere benzeyen deyimler:
- İlk gözağrısı.
- Bağrı yanık.
- Kaşla göz arasında.
- Bir içim su.
– Deyimler kalıplaşmış sözlerdir. Şekli, söz dizimi, sözcükleri değiştirilemez. Örneğin, “Yok devenin başı” deyimi “Devenin başı yok” biçimine sokulamaz. Yine “Kırdığı ceviz kırkı geçti” yerine, bir sözcüğü değiştirilerek “kırdığı fındık kırkı geçti” denilemez.
– Deyimler kalıplaşmış olmakla beraber, bazı deyimlerin kalıpları büsbütün donmuş sayılmaz. Sonları bir mastarla bağlananlarla, cümle biçiminde olan bazı deyimler, birleşik fiiller gibi çekilebilir. Çekimi göre de zamirleri değişir, sözcükleri değişmez. Örneğin, “gözden düşmek” deyimi: “Gözden düştüm, gözden düştün, gözden düştü; gözden düştük, gözden düştünüz, gözden düştüler” şeklinde çekilir.
Kalıpları büsbütün donmuş sayılan ya da tarihi bir anekdota bağlı bulunan deyimler kesinlikle çekime gelmez; “eski çamlar bardak oldu” gibi.
– Çoğunlukla fiil olarak (msl.vakit almak) görülen deyimler, zaman zaman sıfat (msl. Kabak kafalı), zarf (msl.öğle üzeri) biçimlerinde; bazen de soru cümlesi (msl. ne dese beğenirsin?) ve ünlem cümlesi (msl. Vay anam vay) biçimlerinde görünürler.
-Deyimler, çok kez, başka türlü halk verimlerine ve daha başka anlatım araçlarına karıştırılır; atasözlerine, birleşik sözcüklere, Türkçe terimlere ve argo denilen sözlere…
Bir karşılaştırma yapacak olursak: Atasözleri, az sözcükle çok şey anlatan özlü sözlerdir. Anlattıkları denenmiş, doğruluğuna inanılmış düstur (genel kural, kaide) niteliğindedirler.
Deyimler ise, kalıplaşmış anlatım araçlarıdır. Cümle şeklinde olanlar bile bir anlam bütünlüğü taşımaz. Asıl anlamlarını içinde bulundukları cümleden alırlar; aldıkları anlam da değişmez bir kural niteliğinde değildir.
Deyimler, terimlere benzer. Terimler, anlamları daraltılmış bilimsel sözlerdir… Deyimler ise, anlamları genişletilmiş mecazlı sözlerdir ve en az iki sözcükten meydana gelirler.
Deyimler argoya da benzemez. Argo, halkın geneli tarafından kullanılmayan, yalnızca belli çevrelerin kullandıkları, genel dilden ayrı, bir çeşit külhanbeyi ağzıdır. Deyimler ise, toplumun geneline mal olmuş, halk yapısı söz gruplarıdır. Bu bakımdan: Diktörgen terimdir; cızlamı çekmek argodur; deyim değildir.
BİLMECELER
- Çoğunlukla cevabı içinde saklı bulunan ve düşünceyi geliştirmek amacıyla türetilen soru biçimlerine denir.
- Güzel vakit geçirmek amacıyla çıkarıldıkları düşünülmektedir.
- Manzum ve mensur (düz yazı) şekilleri vardır.
Destanların zaman içinde değişime uğramış biçimleri sayabileceğimiz halk hikâyeleri gerçeğe daha yakın olmaları bakımından destandan ayrılırlar. Anonimdirler.
Halk hikâyelerinde şiirle düzyazı iç içedir. Halk hikâyeleri konuları yönünden iki grupta incelenebilir.
Tek olay çevresinde gelişen halk hikayeleri olduğu gibi, kişi ve olay sayısı çok halk hikayeleri de vardır. Bu hikayeler âşıklar ve yaşlılar tarafından anlatılır.
Halk hikayeleri konularına göre dört çeşittir:
- Aşk Hikayeleri: Leyla ile Mecnun, Kerem ile Aslı, Ferhat ile Şirin, Yusuf ile Züleyha, Ercişli Emrah ve Selvi, Tahir ile Zühre, Âşık Garip Hikayesi, Aşık Kerem Hikayesi, Elif ile Mahmut…
- Dini-Tarihi Halk Hikayeleri: Hayber Kalesi, Kan Kalesi, Battal Gazi, Danişmend Gazi, Hz. Ali ile ilgili diğer hikayeler…
- Kahramanlık Hikayeleri: Köroğlu Hikayesi
- Destanî Halk Hikâyeleri: Dede Korkut Hikayeleri.
Eskiden beri söylenegelen, olağanüstü kişi ve olaylardan söz eden, konuşma diliyle oluşturulan, üslup kaygısından uzak, hayali öykülerdir.
Efsaneler kimi yönlerden destan ve masalı andırır. Masallar iyi bir sonla bitmesine rağmen, efsanede böyle bir durum söz konusu değildir. Efsaneler bir inanış konusudur. Narlıgöl Efsanesi, Ağlayan Kaya Efsanesi…
MASAL
Olağanüstü olay ve kişilere yer veren, çoğu kez bir eğitim amacı güden hayali öykülere masal denir. Masallarda yer ve zaman kavramı yoktur. Bunlar toplumun beğenisini, düşünüş biçimini, geleneklerini kuşaktan kuşağa aktarırlar. Toplumun beğenisini, düşünüş tarzını, geleneklerini, dünya görüşünü kuşaktan kuşağa sözlü olarak aktaran ürünlerdir. Çoğunluğu olağanüstü olaylarla doludur. Kafdağı gibi olağanüstü coğrafi unsurlar; dev, yedi başlı canavar, ev büyüklüğünde kuş gibi olağanüstü yaratıklar vardır. Masallarda yer ve zaman kavramı belli değildir. Masalların anlatımında genellikle -miş’li geçmiş zaman kipi kullanılır. Söyleyeni bilinmeyen bu ürünler, kulaktan kulağa günümüze kadar gelmiştir. Masallarda iyilik, doğruluk, yardımlaşma öğütlenir. Bu nedenle masalla, didaktik eserlerdir. Masalların özellikle başında, bazen de ortasında ve sonunda tekerleme denilen kafiyeli sözle kullanılır. Türk masallarının sonunda, genellikle iyiler ödüllendirilir. Kırk gün, kırk gece düğün yapılır. Kötüler ise ya kırk katır ya da kırk satır cezasına çarptırılır.
Sözlü gelenekte gelişen masallar, sonradan kitap haline getirilmiştir. Türk Edebiyatı’nda masal derleme konusunda en ciddi çalışmayı yapan Eflatun Cem Güney‘dir. Masallardan etkilenerek günümüzde çocuk hikâyeleri doğmuştur.
ORTAOYUNU
Halkın ortasında apaçık duran bir meydanda; metinsiz, suflörsüz, ezbersiz oynanan bir tiyatrodur.
Başka bir ifadeyle seyircilerle çevrilmiş bir alanda, yazılı bir metne bağlı kalmadan ve doğaçlama (tuluat) yoluyla oynanan bir oyundur. Pişekar ve Kavuklu oyunun temel kişileridir.
Pişekâr cinasçılık, Kavuklu ise tekerlemecilik yapar. Çelebi, Zenne, Denyo, Arnavut, Acem, Arap, Yahudi gibi tipler kendilerini simgeleyen bir müzikle sahneye çıkar.
Orta oyunu halkın ortak malıdır. Oyunların güldürme unsurları; karşılıklı konuşmalardaki söz oyunları, hazır cevaplılık, yanlış anlamalar ve yöresel konuşmaların taklitleridir.
Oyunda Karagöz ile Kavuklu’nun; Pişekâr ile Hacivat’ın bütün özellikleri aynıdır. Karagöz ile Ortaoyunun farkı ise, Karagöz’ün perdede, Orta Oyun’un meydanda oynanmasıdır. Yani Orta Oyunu canlı kişilerle oynanırken Karagöz’de tasvirlerin gölgesi oynatılır.
MEDDAH
Bir sözlü tiyatro ürünüolan meddahlık, kısaca, “tek adamlı tiyatro”dur.
- Meddah, tiyatronun bütün karakterlerini kendi kişiliğinde birleştiren bir aktördür.
- Bir hikâyeyi başından sonuna kadar, yüksekçe bir yerde, karakterleri şivelerine göre konuşturarak anlatır.
- Perdesi, sahnesi, dekoru, kostümü bulunmayan bu tiyatroda her şey, meddah denen kişinin zekâsına, bilgisine, söz söylemedeki hünerine bağlıdır.
- Taklide ve karşılıklı konuşmaya dayanan, iki boyutlu tasvirlerle bir perdede oynatılan gölge oyunudur,
- Başkarakterler Karagöz ve Hacivat’tır.
- Karagöz, okumamış bir insandır. Hacivat’ın kullandığı yabancı sözcükleri anlamaz ya da anlamaz görünüp onlara yanlış anlamlar yükleyerek ortaya çeşitli nükteler çıkarırken bir taraftan da Türkçe dil kuralları ile yabancı sözcükler kullanan Hacivat ile alay eder.
- Hacivat, kişisel çıkarlarını her zaman ön planda tutar. Az buçuk okumuşluğundan dolayı yabancı sözcüklerle konuşmayı sever. Perdeye gelen hemen herkesi tanır, onların işlerine aracılık eder.
- Zenne, Çelebi, Tuzsuz Deli Bekir, Beberuhi, Tiryakı, Acem. Laz. Matiz, Zeybek gibi diğer tipler oyuna ayrı bir renk katar.
Daima bir ezgiyle söylenen, düzenleyicisi bilinmeyen ya da unutulmuş olan, değişik konulardan söz eden, genelde hecenin 11’li kalıbıyla oluşturulan şiirlerdir. Türküler besteli şiirlerdir.
Daima bir ezgi ile söylenen “ninni” ve “ağıt” türleri de türkü kapsamındadır. Yani ninniler ve ağıtlar bağımsız bir nazım biçimi değil, türkü biçiminin türleridir. Bunlar da anonim ürünlerdir. Ancak koşma biçimindeki kimi ağıtların söyleyenleri bellidir; onlar da bestelendiklerinde türküleşirler.
- Belli bir ezgiyle söylenir.
- 7,8,11,14 ‘li ölçülerle söylenir.
- Hemen her konuda söylenir.
- Bölgesel özellik ve ad değişikliğine uğrayabilir.
Türkçe söylenmiş şiir anlamına gelen “Türkü“nün “Türkî” sözünden geldiği görüşü ittifakla kabul edilmiş bir görüştür. Yani, “Türk” kelimesine Arapça “î” ilgi ekinin getirilmesiyle vücut bulmuştur. “Türk’e has” anlamına gelen bu söz halk ağzında “Türkü” şekline dönüşmüştür.
Türkü sözü muhtelif Türk boylarında farklı kelimelerle isimlendirilirler. Türküyü Azeri Türkleri mahnı, Başkurtlar halk yırı, Kazaklar türki, türik halık äni, Kırgızlar eldik ır, türkü, Kumuklar yır, Özbekler türki, koşık, Tatarlar halık cırı, Türkmenler halk aydımı, Uygur Türkleri de nahşa, koça nahşisi derler.
Türkü terimi ilk defa XV. yüzyılda Doğu Türkistan’da aruz vezniyle yazılmış ve özel bir ezgi ile söylenmiş ürünler için kullanılmıştır. Burada değerlendirmeye çalıştığımız hece vezni ile söylenmiş türkülerin Anadolu’daki ilk örneğini ise, XVI. yüzyılda buluruz. Türkü şekline uygun ve türkü adını taşıyan ilk örnek XVI. yüzyıl halk şairlerinden Öksüz Dede‘ye aittir.
MANİ
Anonimdir. Sevgi, tabiat, övgü, yergi, evlât sevgisi, ayrılık, hasret ve aşk konularını işler. Konu sınırlaması yoktur. aaxa şeklinde kafiyelenir. Genellikle tek bir dörtlükten oluşur.
Mani çeşitleri:
Düz mani: Yedişer heceli dört dizeden oluşur. Kafiyeleri çokluk cinassızdır.
Kesik mani: Birinci dizesi 7 heceden az, anlamlı ya da anlamsız bir sözcük grubu olan maniler. Bu kesik dize sadece kafiyeyi hazırlar.
Cinaslı mani: Kesik manilerde eğer kafiye cinaslı ise bunlara cinaslı mani denir.
Yedekli (artık) mani: Düz maninin sonuna aynı kafiyede iki dize daha eklenerek söylenen maniler. Cinaslı kafiye kullanılmaz, birinci dizeleri anlamlıdır.
Deyiş: İki kişinin karşılıklı söylediği manilerdir. Soru yanıt şeklinde düzenlenir. Bir başka kişinin ağzındanmış gibi aktarıldığı şekilleri de vardır.
- “aaxa” şeklinde kafiyelenir.
- 4+3 şeklinde ölçüsü vardır.
- İlk iki dizesi ayrık yani hazırlık özelliği taşımaktadır. Asıl mesaj üçüncü dizede verilir.
- Her konuda söylenebilir.
- Düz, cinaslı ve artık mani gibi çeşitleri vardır.
- Annelerin bebeklerini uyutmak amacıyla belli bir ezgi ile söylediği parçalardır.
- Çocukların psikolojisi üzerinde etkilidir.
- Manzum eserlerdir.
Sevilen bir kişinin ölümünden duyulan acıyı dile getiren ve her zaman bir ezgiyle söylenen şiirlerdir. Ağıtlar aslında bir türkü çeşididir. Dörtlüklerden oluşur. 11’li hece ölçüsüyle söylenir. Genellikle uzun hava ve kırık hava denilen ezgilerle terennüm edilir.
- Koşmanın bir çeşidi olan ağıtla karıştırılmamalıdır. Âşık Edebiyatı’ndaki ağıtın söyleyeni bellidir.
- İslamiyet öncesi Türk edebiyatındaki karşılığı “sagu”, Divan edebiyatındaki karşılığı ise “mersiye‘dir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder