Bu mektup sürgündeki şiir ve fikir adamı Ziya Gökalp’ındır. Kızları, 16 yaşındaki Seniha, 10 yaşındaki Hürriyet ve 11 aylık Türkan Hanımlara, 10 Kasım 1919’da Malta-Polverista’dan gönderilmiştir.
30 Ekim 1918’de imzalan Mondros ateşkes anlaşmasının,Osmanlı Devletinin kayıtsız şartsız teslim olma belgesiydi.
Ardından 13 Kasım 1918’de İstanbul işgal edildi, 28 Ocak 1919’da ise Ziya Gökalp İstanbul Üniversitesinde, müderrisler odasında arkadaşlarıyla bir meseleyi tartıştıkları sırada tutuklanıp Bekirağa Bölüğüne götürüldü. Türkçü fikirler taşıdığı ve Ermeni tehcirinde rolü olduğu gerekçesiyle Divan-ı Harpte yargılandı. Dört ay kadar süren tutukluluktan sonra, toplam 145 kişiyle birlikte önce Limni adasına, sonra da İngiliz sömürgesi olan Malta’ya sürüldü.
İki yılı aşan bu sürgün hayatı, 16 Mart 1921’de Londra Konferansı’nda varılan anlaşma gereğince, Anadolu’daki İngiliz esirleri ile Malta’daki Türklerin değiştirilmesi sonucunda 19 Mayıs 192I’de sona erdi.
"Kızım Seniha Hanım’a
Sevgili Kızım,
Senden ve annenden 18 ve 25 Eylül tarihli ikişer mektup aldım. Kahverengi elbisemin geldiğini yazmıştım. On iki lira da hâlâ gelmedi. Gelince yazarım. Orada çıkan bâzı havâdisler meserret, bâzıları da keder verdiğini yazıyorsun. Benim âdetim hiçbir havâdise inanmamaktır. İnsan masal dinlerken, yâhut tiyatro seyrederken işittiği, yâhut gördüğü şeylerin doğruluğuna inanır mı? Havâdislerin bunlardan ne farkı var? Şimdi yalan havâdis neşretmek, bir sanat, bir fen mahiyetini almış. Bunun birçok memurları, mütehassısları, kuvvetli teşkilatı var. Hatta bâzı memleketlerde bunun için bir Nezâret de icad etmişler; başına bir Nâzır dikmişlerdir. Yalan havâdis neşretmenin nâzikâne ismi propagandadır. Şimdi insan nasıl yediği yağların hâlis olduğundan emin olmazsa, gazete ve ajans havâdislerinin, yâhut âdî sokak laflarının da doğruluğundan emin olmamalıdır. Bugün bütün insanlar bu propaganda adlı ağın içindedir. Bir taraftan ilim, insanlara hakikati öğretmeğe çalışırken, diğer taraftan da propaganda, insanları yalanlara inanmağa icbâr ediyor. Medeniyet iki yüzlü bir acûzedir. Doğruyu da o söyler, yalanı da o icadeder. Yalan söylemek, ticaret nâmına yapılırsa adı ‘reklâm’dır; siyâset nâmına yapılırsa adı ‘propaganda’dır; din nâmına yapılırsa adı ‘misyonerlik’tir. Ahlâk nâmına yapılırsa adı ‘nezâket’tir. Bence en iyisi bu sonunkisidir; çünkü en az zararı ve en çok faydası olan budur. Havâdisleri masal dinler gibi dinlemeli! En akla sığmaz masallarda bile bir hakikat rûhu olduğu gibi, en yalan bir havâdiste bile bir hakikat şemmesi sezilir. Meselâ birisinin aleyhinde bulunmakta ısrâr ediliyor. Bu, yalnız ona çok kıymet verildiğini gösterir. Ajanslar, gazeteler bir haberde çok mübelağa gösterdiler mi, mutlaka onun aksi doğrudur; çünkü fiilin tesirini azaltmak için sözün kuvvetine müracaat ediliyor. Hasılı, insanların yüzleri sinemadaki çehrelerden farksız oldu gibi, sözleri de romanlardaki sözlerden daha çok doğru değildir. Rahat yaşamak isteyen, ne yüzlere aldanır, ne de sözlere inanır. İnsan öyle bir kumaştır ki, ekseriya tersi yüzüne uymaz. Sözlerin arkasında işleri görebilmek, havâdislerden ziyâde vakıalara dikkat etmek hünerdir! Allaha ısmarladık, sevgili kızım!
Perşenbe, 14 Teşrinievvel 1336 (14 Ekim 1920), Polverista
Baban,
Ziya Gökalp"