7 Mayıs 2024 Salı
Cemal Safi - Tek Hece Aşk
6 Mayıs 2024 Pazartesi
4 Mayıs 2024 Cumartesi
Mehmed Akif Ersoy - Meyhane (Safahat'tan - 9)
Hurûşan bâd-ı süfliyyet derûnundan , kenârından;
Girîzan rûh-i ulviyyet harîminden, civârından.
Çıkar bin nâle-i nevmîd hâk-i ra’şe-dârından ,
İner bin zulmet-i makber fezâ-yı şeb-nisârından .
Gelir feryâdlar ebkem duran her seng-i zârından :
Yıkılmış hânümanlar sanki çıkmış da mezârından,
Dehân-ı hasret açmış rahnedâr olmuş cidârından !
Çöker bir dûd-i mâtem titreyen kandîl-i târından :
Sönüp gitmiş ocaklar yükselir gûyâ gubârından !
Giren bir kerre nâdimdir hayât-ı müsteârından ;
Çıkan âvâredir artık cihânın kâr ü bârından.
3 Mayıs 2024 Cuma
Mehmed Âkif Ersoy - Geçinme Belası (Safahat'tan - 8)
Doksan senelik ömre, İlâhî, bu mu gâyet?
Bilmem ki ne âlem bu cedelgâh-ı maîşet !
Korkunç oluyor böyle hakîkatleri, gerçek,
Sa’dî o kadar felsefesiyle, hüneriyle,
Fikrindeki hürriyet-i fevka’l-beşeriyle
Esbâb-ı maîşet denilen kayda girerse,
Yâd etmesin âzâdeliğin nâmını kimse.
İnsan ki çıkar perde-i mektûm-i ademden,
Tâ sahne-i hestîde zuhûr ettiği demden,
İkmâle kadar fâcia-i devr-i hayâtı,
Atlatmaya mahkûm ne mülhik akabâtı !
Zannetme ölüm şahsına bir kerre muhâcim ...
Bin kerre olur günde o düşmenle müzâhim .
Âvâre beşer sâha-i gabrâya düşünce
Etrâfına binlerce devâhî üşüşünce
Meydan mı bulur râhatı esbâbını celbe?
Başlar o cılız kolları dünyâ ile harbe!
Kaynar güneşin âteşi mihrâk-ı serinde;
Karlar buz olur hep beden-i bî-siperinde.
Medhûş nigâhında köpürdükçe denizler;
Beyninde bütün dalgalar öttükçe mükerrer;
Sâhilden uzansam der, eder tayy-ı merâhil ;
Lâkin onu bilmez ki uzaklar daha sâil:
Dağlar o nihâyetsiz olan silsilesiyle,
Ormanlar o dünyâyı tutan velvelesiyle,
Emvâc-ı serâbıyle, vuhûşuyle bevâdî .
Her hatve-i azminde olur ye’sine bâdî .
Fevkinde, semâvâtın o ecrâm-ı mehîbi;
Pîşinde, zemînin o temâsîl-i acîbi;
Bîçâreyi medhûş ederek her nefesinde,
Muztar bırakır, mün’adim olmak hevesinde.
2 Mayıs 2024 Perşembe
Mehmed Âkif Ersoy - Hasır (Safahat'tan - 7)
Geçende, yayla civârında bir ufak cevelân
Bahânesiyle, bizim eski âşinâlardan
Bir attarın azıcık gitmek istedim yanına,
Ki her zaman beni da’vet ederdi dükkânına.
Biraz musâhabeden sonra söktü müşteriler:
– Ver ordan on paralık zencefil, çörek otu, biber.
Geçenki beş para borcumla on beş etmedi mi?
– Silik bu yirmilik almam...
– Uzatma gör işimi!
– Oğul, çabuk... Bana tîrak ... Okunmuş olmalı ha!
Bizim çocuk, adı batsın, yılancık olmuş...
– Ya?
– Sübek kadar yüzü hütdağ kesildi!
– Vah vah vah!
– Hanım, geçer, nefes ettir...
– Geçer mi? İnşallah.
– Bi yirmilik paket amma sabahki tozdu bütün...
– Ayol hep içtiğimiz toz... Bozuldu eski tütün!
– Efendi amca, sakız ver... Biraz da balmumu kes.
– Kızım, parayla olur ha! Peşinci bak herkes.
Beşer onar paralar hepsi yaklaşıp deliğe,
Süzüldüler oradan bir kilitli çekmeceye.
Epeyce fâsıladan sonra geldi başka biri:
– Genişçe bir hasırın var mı? Neyse hem değeri.
Cenâze sarmak içindir, eziyyet etme sakın!
Mahallemizde beş aydır yatan o hasta kadın
Bugün, sabahleyin artık cihandan el çekmiş...
– Ne çâre! Kısmeti bir böyle günde ölmekmiş.
– Yanında kimse de yokmuş... Aman bırak neyse.
Ecel gelince ha olmuş, ha olmamış kimse!
– Dokuz kuruş bu hasır, siz, sekiz verin haydi...
Pazarlık etmeyelim bir kuruş için şimdi!
1 Mayıs 2024 Çarşamba
Mehmed Akif Ersoy - Durmayalım (Safahat'tan - 6)
Sa’dî diyor ki: “Bir gece biz kârbân ile
Âheste-seyr iken yolumuz düştü bir çöle.
Sür’atle tayy için o beyâbân-i vahşeti,
Hep yolcular fedâ ederek istirâhati,
Gitmektelerdi. Bir aralık bende meşye tâb
Hiç kalmamış ki düşmüşüm artık zebûn-i hâb
Âvâre bir piyâdeyi bekler mi kâfile?
Nâçâr şedd-i rahl edecek tâ be-merhale .
Durmuş, diyordu, bir de uyandım ki, sârban :
“Kalk ey zavallı yolcu, uzaklaştı kârban!
Uykum benim de yok değil amma bu deşt-zâr ,
Ârâmgâh olur mu ki bin türlü korku var?
Ser-menzil-i merâma varır durmayıp giden;
Yoktur necât ümîdi bu çöller geçilmeden.
Heyhât, yolda böyle düşen uyku derdine,
Hep yolcular gider de kalır kendi kendine!”
30 Nisan 2024 Salı
Mehmed Akif Ersoy - Küfe (Safahat'tan - 5)
Beş-on gün oldu ki, mu’tada inkıyâd ile ben
Sabahleyin çıkıvermiştim evden erkenden.
Bizim mahalle de İstanbul’un kenârı demek:
Sokaklarında gezilmez ki yüzme bilmeyerek!
Adım başında derin bir buhayre dalgalanır,
Sular karardı mı, artık gelen gelir dayanır!
Bir elde olmalı kandil, bir elde iskandil ,
Selâmetin yolu insan için bu, başka değil!
Elimde bir koca değnek, onunla yoklayarak,
Önüm adaysa basıp, yok, denizse atlayarak,
Ayakta durmaya elbirliğiyle gayret eden,
Lisân-ı hâl ile amma rükûa niyyet eden
O sâlhurde , harab evlerin saçaklarına,
Sığınmış öyle giderken, hemen ayaklarına
Delîlimin koca bir şey takıldı...
24 Nisan 2024 Çarşamba
Mehmed Akif Ersoy - Tevhîd Yâhud Feryâd (Safahat'tan - 4)
Ey nûr-i ulûhiyyetinin zılli avâlim ,
Zıllin bile esrâr-ı zuhûrun gibi muzlim !
Kürsî-i celâlin -ki semâlarla zeminler
Bir nokta kadar sahn-ı muhîtinde tutar yer-
İdrâkin eder gâye-i ümmîdini haybet ...
Yâ Rab, o ne dehşettir, İlâhî, o ne heybet!
Pervâzına yetmez gibi pehnâ-yi avâlim,
Gâhî seni bulsam diye, âvâre hayâlim
Bir şevk ile lâhûta kadar yükseleyim der.
Lâkin nasıl olsun ki bu mi’râca muzaffer?
Nâsût muhîtinde henüz çalkalanırken,
Bir dest-i tecebbür dayanıp göğsüne birden;
Hüsranla iner öyle sefîl, öyle muhakkar :
Hâlâ o sükûtun küreden tozları kalkar!
Yalnız o mu? Bin fikr-i semâvî bu zeminde,
Bîtâb-ı taharri kalarak âh ü eninde!
Eşbâha mı kurbün olacaktır cevelângâh ?
Ervâh bütün mündehiş-i “sümme radednâh!”
Sun’undaki esrâra teâlî bize memnû’
Olmaz mı, ridâ-pûş dururken daha masnû’ ?
Hurşîd-i ezelden nasıl ister ki haberdâr
Olsun daha bir zerreyi derk etmeyen efkâr?
Ey nâmütenâhî sana nisbet ile mahdûd ,
Mahsûr-i muhît-i kaderindir ne ki mevcûd.
Dîbâce-i evsâfını almaz bütün eb’âd,
A’dâd edemez silsile-i feyzini ta’dâd .
Ummân-ı şüûnun ki birer mevcidir a’sâr ,
Her mevcesi bir lücce-i bî-sâhil-i âsâr!
Fermânına mahkûm ezeliyyet, ebediyyet;
Ey pâdişeh-i arş-ı güzîn-i samediyyet .
İbdâ’-i bedîin -ki cihanlarla bedâyi’
Meydana getirmiş- bize ey Hâlik-ı Mübdi’ ,
Mübhem nasıl olmaz ki? Ademden değil isbât,
Bir zerre-i mevcûdu yok etmek bile heyhât ,
Kâbil olamaz çıksa da bin dest-i muharrib .
Yâ Rab, bu nasıl âlem-i lebrîz-i garâib !
Serhadd-i ezel bed’-i hudûd-i melekûtun ,
Pehnâ-yi ebed gâye-i sahn-ı ceberûtun .
Hükmün ki tahakküm edemez seyrine bir şey;
Bir anda bu pâyansız olan cevvi eder tayy .
Bir an, diyerek eylemişim bilmeyerek, bak!
Takyîd zamanla seni ey Fâtır-ı Mutlak!
Bakîyi beşer her ne kadar etse de tenzîh,
Fâniyyeti îcâbı, eder kendine teşbîh!
Itlâka nasıl yol bulabilsin ki tefekkür?
Eşbâhı görür eyler iken rûhu tasavvur!
* * *
20 Nisan 2024 Cumartesi
Osman Çeviksoy - Keçi (Hikaye)
“Yıllar önce şeytana uyup bir keçinizi çaldım. Kendi keçimmiş gibi kestim, kızarttım, arkadaşlarımla yedim. Sonra unuttum. Arada bir hatırladığım oldu, önemsemedim. Kırk yaşımdan sonra hemen her gün aklıma düştü. Bir süre sonra aklımdan çıkmaz oldu. Pişmandım. Huzursuzdum. Tövbeler ettim olmadı. Fakir fukaraya sadaka dağıttım, olmadı. Bir türlü aklımdan atıp rahatlayamadım. Uykularım kaçtı. Gittim, müftüye danıştım. “Dünyada helalleş. Öbür tarafa bırakırsan, kendine yazık edersin. Çık karşısına, açıkça anlat! ‘Ödeyeceğim!’ de. Öde, kurtul!” dedi. Keçinizin karşılığını ödeyip helalleşmeye geldim. Öte yana borçlu gitmek istemiyorum.”
“Güzel! Keçimin karşılığını ödersen helalleşmiş oluruz.”
“Ödeyeceğim, miktarı söyleyin.”
“Önce bir hesap yapmam gerek!”
“Elbette… Bir, iki, üç, beş keçi deyin vermeye hazırım.”
“Keçimi kaç yıl önce çaldınız?”
“Tam yirmi dört yıl oluyor.”
“Dördünü silelim yirmi yıl olsun. Keçimiz, yirmi yılın on yılında on yavru yapmış olsa… bunlardan beşi dişi, beşi erkek olsa… dişiler üçer yaşına girince yavrulamaya başlasa… onların dişi yavruları da üçer yıl sonra yavrulamaya başlasa… erkek olanlar satılıp paralarıyla dişi keçiler alınsa… onlar ve onlardan doğacak yavrular da vakti geldikçe yavrulamaya başlasa… bu böyle devam edip gitse… Kurdun kuşun kaptığını, hırsızın çaldığını, kayadan düşüp öleni, sele kapılıp gideni, sadakayı, zekâtı, fitreyi çıktıktan sonra iki yüz seksen altı kalır. Vicdan ehli olmak gerekir. Bunu da aşağı doğru yuvarlayalım; iki yüz elli diyelim. Evet sevgili kardeşim, iki yüz elli keçiyi ya da bedelini verirseniz borç ödenmiş, biz helalleşmiş oluruz. Bir eksik olursa kabul etmem, hesap ahirete kalır.”