“Yıllar önce şeytana uyup bir keçinizi çaldım. Kendi keçimmiş gibi kestim, kızarttım, arkadaşlarımla yedim. Sonra unuttum. Arada bir hatırladığım oldu, önemsemedim. Kırk yaşımdan sonra hemen her gün aklıma düştü. Bir süre sonra aklımdan çıkmaz oldu. Pişmandım. Huzursuzdum. Tövbeler ettim olmadı. Fakir fukaraya sadaka dağıttım, olmadı. Bir türlü aklımdan atıp rahatlayamadım. Uykularım kaçtı. Gittim, müftüye danıştım. “Dünyada helalleş. Öbür tarafa bırakırsan, kendine yazık edersin. Çık karşısına, açıkça anlat! ‘Ödeyeceğim!’ de. Öde, kurtul!” dedi. Keçinizin karşılığını ödeyip helalleşmeye geldim. Öte yana borçlu gitmek istemiyorum.”
“Güzel! Keçimin karşılığını ödersen helalleşmiş oluruz.”
“Ödeyeceğim, miktarı söyleyin.”
“Önce bir hesap yapmam gerek!”
“Elbette… Bir, iki, üç, beş keçi deyin vermeye hazırım.”
“Keçimi kaç yıl önce çaldınız?”
“Tam yirmi dört yıl oluyor.”
“Dördünü silelim yirmi yıl olsun. Keçimiz, yirmi yılın on yılında on yavru yapmış olsa… bunlardan beşi dişi, beşi erkek olsa… dişiler üçer yaşına girince yavrulamaya başlasa… onların dişi yavruları da üçer yıl sonra yavrulamaya başlasa… erkek olanlar satılıp paralarıyla dişi keçiler alınsa… onlar ve onlardan doğacak yavrular da vakti geldikçe yavrulamaya başlasa… bu böyle devam edip gitse… Kurdun kuşun kaptığını, hırsızın çaldığını, kayadan düşüp öleni, sele kapılıp gideni, sadakayı, zekâtı, fitreyi çıktıktan sonra iki yüz seksen altı kalır. Vicdan ehli olmak gerekir. Bunu da aşağı doğru yuvarlayalım; iki yüz elli diyelim. Evet sevgili kardeşim, iki yüz elli keçiyi ya da bedelini verirseniz borç ödenmiş, biz helalleşmiş oluruz. Bir eksik olursa kabul etmem, hesap ahirete kalır.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder