31 Mart 2024 Pazar

Azim Suyun - O‘zlik



Milliy o‘zligini bilmagan millatlar boshqa millatlarga yemish bo‘lgay.

(Mustafo Kamol Otaturkning maqbarasi devoridagi yozuvlardan.)

Ming eshitgandan bir ko‘rgan a’lo, deb bekorga aytmaslar ekan. Turkiyaga bir haftalik safarim va unda ko‘rganlarim bisyor kitoblardan o‘qiganlarimdan, so‘nggi paytlarda borgan, kelgan do‘stlarimdan eshitganlarimdan albatta, ma’qulroq kechdi desam xato qilmagan bo‘laman.

Moskvaning Sheremetevo qo‘nalg‘a (aeroport)sidan ko‘tarilgan uchoq (samolyot)imiz uch yarim soat deganda Istanbulga qo‘ndi. Uchoqda asosan markazliklar edi. Ular katta-katta safar to‘rvalarini sudrashib (keyin bilsam, chayqovchilikning uyini kuydiradiganlar shunday uchoqlarni to‘ldirishib qatnar ekanlar) apil-tapil tushib ketishdi. Uchoqda o‘nga yaqin odam, bir qozoq bovurdosh akademik va men qoldim. Biz Anqaraga havo yo‘lini davom ettirishimiz kerak edi. «Turkiy uluslar she’riyatida turk tili» mavzusida bo‘ladigan xalqaro to‘plandi (simpozium)ga shoshilardik.

Behçet Necatigil - Solgun Bir Gül Oluyor Dokununca

 


Çoklarından düşüyor da bunca
Görmüyor gelip geçenler
Eğilip alıyorum
Solgun bir gül oluyor dokununca.

Ya büyük şehirlerin birinde
Geziniyor kalabalık duraklarda
Ya yurdun uzak bir yerinde
Kahve, otel köşesinde
Nereye gitse bu akşam vakti
Ellerini ceplerine sokuyor
Sigaralar, kâğıtlar
Arasından kayıyor usulca
Eğilip alıyorum, kimse olmuyor
Solgun bir gül oluyor dokununca.

Ya da yalnız bir kızın
Sildiği dudak boyasında
Eşiğinde yine yorgun gecenin
Başını yastıklara koyunca.

Kimi de gün ortası yanıma sokuluyor
En çok güz ayları ve yağmur yağınca
Alçalır ya bir bulut, o hüzün bulutunda.
Uzanıp alıyorum kimse olmuyor
Solgun bir gül oluyor dokununca.

Ellerde, dudaklarda, ıssız yazılarda
Akşamlara gerili ağlara takılıyor
Yaralı hayvanlar gibi soluyor
Bunalıyor, kaçıp gitmek istiyor
Yollar, ya da anılar boyunca.

Alıp alıp geliyorum, uyumuyor bütün gece
Kımıldıyor karanlıkta ne zaman dokunsam
Solgun bir gül oluyor dokununca.

Ataol Behramoğlu - Yaşadıklarımdan Öğrendiğim Bir Şey Var


   Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var:
   Yaşadın mı, yoğunluğuna yaşayacaksın bir şeyi
   Sevgilin bitkin kalmalı öpülmekten
   Sen bitkin düşmelisin koklamaktan bir çiçeği

   İnsan saatlerce bakabilir gökyüzüne
   Denize saatlerce bakabilir, bir kuşa, bir çocuğa
   Yaşamak yeryüzünde, onunla karışmaktır
   Kopmaz kökler salmaktır oraya

   Kucakladın mı sımsıkı kucaklayacaksın arkadaşını
   Kavgaya tüm kaslarınla, gövdenle, tutkunla gireceksin
   Ve uzandın mı bir kez sımsıcak kumlara
   Bir kum tanesi gibi, bir yaprak gibi, bir taş gibi dinleneceksin

   İnsan bütün güzel müzikleri dinlemeli alabildiğine
   Hem de tüm benliği seslerle, ezgilerle dolarcasına

   İnsan balıklama dalmalı içine hayatın
   Bir kayadan zümrüt bir denize dalarcasına

   Uzak ülkeler çekmeli seni, tanımadığın insanlar
   Bütün kitapları okumak, bütün hayatları tanımak arzusuyla yanmalısın
   Değişmemelisin hiç bir şeyle bir bardak su içmenin mutluluğunu
   Fakat ne kadar sevinç varsa yaşamak özlemiyle dolmalısın

   Ve kederi de yaşamalısın, namusluca, bütün benliğinle
   Çünkü acılar da, sevinçler gibi olgunlaştırır insanı
   Kanın karışmalı hayatın büyük dolaşımına
   Dolaşmalı damarlarında hayatın sonsuz taze kanı

   Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var:
   Yaşadın mı büyük yaşayacaksın, ırmaklara, göğe, bütün evrene karışırcasına    
   Çünkü ömür dediğimiz şey, hayata sunulmuş bir armağandır
   Ve hayat, sunulmuş bir armağandır insana.

Fuzuli - Gazel (Pây-bend oldum ser-i zülf-i perişânın görüp)


Pây-bend oldum ser-i zülf-i perişânın görüp
Nutktan düştüm leb-i lâ’l-i dür-efşânın görüp
Oda yaktım şem’ veş cânım bakıp ruhsârına
Çerhe çektim dûd-i dil serv-i hırâmânım görüp
Gezdirir her yan gözüm eşk üzre bağrım pâresin
Hil’at-i gül-gûn ile rahş üzre cevlânın görüp
Bir zaman geçmez ki dil tîğinden olmaz çâk çak
Açılır her dem tutulmuş gönlüm ihsânım görüp
Gönlümü tenhâlık eylerdi perîşân sînede
Olmasaydı cem’ her yanında peykânın görüp
Bend ü zindân-ı gam ü mihnetten olmuştum halâs
Âh kim düştüm yine zülf ü zenahdânın görüp
Ey Fuzûlî bunca kim tuttun nihan hâl-i dilin
Âkibet fehm etti el çâk-i giribânın görüp
(Fâ i lâ tün fâ i lâ tün fâ i lâ tün fâ i lün)


30 Mart 2024 Cumartesi

Muhtarlık




Emmimoğlu aradı, telaşlı bir ses ile
Muhtar adayıyım ben, herkese ilet dedi.
Kalmasın yurt dışında tek bir akraba bile
Herkesi bekliyorum bendendir bilet dedi.

Senin o Belçika’lı gelini de kandır gel
İş yerinden İtalyan şefini de bindir gel
Bu kutsal bir dava de, herkesi inandır gel
Sana güveniyorum bu işi hallet dedi. 

Siz bu kutsal davanın kutsal neferisiniz 
Sizler haçlıya karşı haçlı seferisiniz 
Siz köyün geleceği azmin zaferisiniz
Sizdeki dik duruşu görsün bu millet dedi.

Rakipler görsünler bi, nasıl bizim aile 
Eğer ki kaybedersek yıkılır bu son kale
Ya bir de kazanırsak değme keyfime hele
Çatlasın karşımdaki şu dünkü velet dedi.

Kabakçı der, emmoğlu, abartıyorsun sanki
Alt tarafı muhtarlık, sen uçmuşsun inan ki
Tamam maaşı güzel, gerisi her zamanki
Şu iddiası yok mu, en büyük illet dedi.

Hakiki Kabakçı

2024 Türk Dünyası Kültür Başkenti İçin “Kadim Anev Medeniyeti” Konferansı ve Forumu

 


Anev 2024 Türk Dünyası Kültür Başkenti açılışının ardından 27 Mart 2024 tarihinde Türkmenistan Kültür Bakanlığı, TÜRKSOY, Uluslararası Türk Akademisi ve Türk Kültür ve Miras Vakfı katkılarıyla “Kadim Anev Medeniyeti” uluslararası konferansı düzenlendi.

Mustafa Nejat Sefercioğlu (Seferî) - Gazel (Kalmaz)

 


Dert etme letâfet gül-i gülzâra da kalmaz
Güller sökülür gül bahçesi hâra da kalmaz
Vuslat gözeten bülbül-i şeydâ keder etme
Gül soldumu gör vuslatı ısrâra da kalmaz
Bülbül bilemez goncaların var mı vefâsı
Ol gonca dehen bülbül-i zâra da kalmaz
Hiç gam yeme âşık boş yere hüsrâna kapılma
Bir gün bu güzellik solacak yâra da kalmaz
Gül çehreyi sarmış o siyah saçları yârin
Aldırma gülün goncası mâra da kalmaz
Hep yok yere dil dökmede cânâna o iblis
Kavlinde sebat etmez o ağyâra da kalmaz
Davran Seferî aşkını deryâlara anlat
Bir gün bu rivâyet biter eş’âra da kalmaz.
(İstanbul, 24.09.2023)

29 Mart 2024 Cuma

Mahir Ünlü - Buhârâ-yı Şerîf (Şerefli Buhara)

 


Buhara’ya Taşkent’ten karayoluyla gitmek meşakkatli fakat keyif vericidir. Meşakkatlidir çünkü Özbekistan’da yaz ayları sıcak geçer. Güneş insanı kavurur. Keyif vericidir, sebepleri saymakla bitmez: Yolda karşılaşacağınız dost insanlar, Semerkand’dan geçecek olmanız, mübarek topraklara ve yüce makamlara çilesiz erişilemeyeceğine olan inancınız… İsterseniz uçakla da gelebilirsiniz ama karayolunun zevki başka. Ne de olsa insan ayağının yere bastığını hissediyor.

Mahir Ünlü - Kitap Tanıtım Yazıları Nasıl Yazılmalı

 

Kitap tanıtım yazısı yazarken ilk aklımıza gelen kitapta karar kılmamız sağlıklı olmaz. Birçok kitabı gözden geçirerek yayın tarihlerini, daha önce tanıtılıp tanıtılmadıklarını öğrenmeli, ilgi alanımıza girip girmediğini, o kitap türünün bize uygun olup olmadığını, kitabı tanıtabilecek donanıma sahip olup olmadığımızı tartmalıyız. Adı her yerde geçen popüler kitapları seçmemiz de doğru olmaz. Çünkü onları tanıtan zaten çoktur. Mühim olan çarşıdaki Yusufları toplamak değil, kuyudan Yusuf’u çıkarmaktır.

Yazımızı yazmadan önce yazımızın ana fikrini belirlemeli, kitabı hangi yönleriyle tanıtacağımızı belirlemeli, yazımızın ayrıntılı bir planını hazırlamalıyız.

Yazı, tanıtım yazısını yazan kişiye ait özgün bir açıyı sistemli ve tutarlı olarak dile getirmelidir. Bu açı, tanıtım yazısı yazanın kitabın bütünü karşısındaki konumunu yansıtmalıdır.

Tanıtım yazısının odağında yazar değil, eser olmalıdır. Ancak, yazarla ilgili bazı biyografik bilgilere ve edebi çevresi ile ilgili kısa hikâyelere de yer vermeliyiz. Yazarın hayatı ve eserlerinden söz ederken güvenilir kaynaklara başvurulmalı, gerekli bilgiler tam ve doğru olarak aktarılmalıdır. Eserin ve yazarın adı metinde ara sıra tekrarlanmalıdır.

Kitap değerlendirme yazısının başlığı önemlidir. Bu durumda editörlere büyük iş düşmektedir. Yazıyı en iyi ifade edecek bir kelime veya kelime grubu başlık olarak seçilmelidir. Başlığın ilgi çekici olması okuyucunun dikkatini daha fazla çeker. Kitabın çeviri olması durumunda orijinal adı da mutlaka verilmeli, çeviriyi kimin yaptığı belirtilmelidir. Hatta kitabın künyesi detaylı bir şekilde verilmelidir.

Kitabın ana fikri veya teması birkaç cümle ile verilmelidir. Bölümlere, bölümlerde neler anlatıldığına değinilmelidir. Kitabın teknik yönü ile ilgili bilgilere kısaca değinilmelidir. Okuyucuda merak uyandıracak kısımlar üzerinde durularak belirtilmelidir. Tabii tanıtmaya çalışırken kitaptaki her şeyi verip okuyucuda "kitabı okumasam da olur" intibaı da uyandırmamak gerekir…

Tanıtım yazısı, kitap özeti değildir; ancak, bazı özet bilgilerine de yer verilmelidir. Yazıda kitabın bütününü temsil etme yolunda bir gayret olmalıdır. Eserin hangi bölüm ya da alt başlıklardan oluştuğu belirtilebilir, ama hepsini saymak gerekmez. Yazının temel yaklaşımına göre bazı bölümler ve mısra veya paragraflar öne çıkarılmalıdır. Bunların bütünü ne ölçüde temsil ettiği dikkate alınmalıdır. Kitabın tek bir bölümü ya da paragrafı üzerine yoğunlaşmak hakkaniyetli olmaz. Kitabın baskı kalitesi ve kapak tasarımı ile ilgili görüşler özellikle verilmelidir. Kitap yazma, mizanpaj, kapak tasarımı ve hatta ciltleme birer sanat işidir. Sanat ise her türlü detayı önemsemeyi gerektirir. Kitap ile ilgili olan iş çirkin olmamalı. Kitap tanıtım yazılarını sonuçta yazarlar ve yayınevlerinin sahipleri de okuyordur. Neşrettikleri kitap ile ilgili eleştirileri görmeleri daha sonra neşredecekleri kitaplar için daha dikkatli olmalarına vesile olabilir.

Kitap tavsiye ediliyorsa tanıtımı yapılan kitabın neden okunması gerektiği kısmına özellikle vurgu yapılmalıdır: Bir kitabın neden okunması gerektiği bilinirse o kitabın tanıtım yazısı da kitabın kendisi de o kadar çok okuyucu bulur. Neden okunmalı kısmı bir paragraf ile anlatılabileceği gibi finalde bir cümle ile de verilebilir.

Okuyucunun, kitabın özgün dili ve üslubu konusunda fikir sahibi olabilmesi açısından tanıtılan eserden çeşitli alıntılar yapmak zorunda kalabiliriz. Ancak alıntılarda seçici olmalı, peş peşe uzun alıntılardan kaçınmalıyız. Kitaptan bir veya iki parça altını çizdiğimiz cümlelerin alınması yazıya zenginlik katabilir. Fakat bu hususta telif haklarına ve özellikle yazarın hakkına riayet etmek lazımdır. İyi veya kötü bir cümle bile olsa alıntı yaptığımız kısmı sayfa numarasıyla belirtmek zorundayız.

Kitap tanıtım yazısı yazarken kitabın türünden ve alanından söz etmeyi ihmal etmemek gerekir. Öte yandan, metinde bahsedilebilecekler konusunda bir sınırlama yoktur. Kapağından dizgisine, baskısından üslubuna kadar eserin her yönünden söz edilebilir.

Tanıtmaya çalıştığımız kitabı şahsi, fikri veya siyasi sebeplerle araç olarak kullanılmamalı; görüşlerimizi okuyucuya aktarmak için bir vesile kabul edilmemeli; kitabın sınırlarının ve tanıtım amacının dışına çıkılmamalıdır.

Değer ve duyguların anlatımında aşırılıklardan sakınılmalıdır. Abartılı övme ve yermeler, yazının ve hatta tanıtım yazısını yazan yazarın güvenilirliğini sarsar. Aşırı beğenme ve özdeşleşme sebebiyle anlatımımızı yazarınkine benzetmekten de kaçınmalıyız.

Tanıtım yazısı yazarken her paragrafta kendimizi önce eserin yazar veya şairinin yerine koymalıyız: “Böyle bir tanıtım yazısı bizim hakkımızda, eserlerimiz hakkında yazılsa kendimizi nasıl hissederdik?” sorusunun cevabını verdikten sonra sıra okuyucunun yerine geçmek olmalıdır: “Bu yazıyı okuduktan sonra eser hakkında ne kadar bilgi sahibi oluruz?”, “Okuyucu bu yazımızı ve eseri okuduktan sonra eser hakkında bizimle aynı düşüncelere mi sahip olurdu?” sorularının da cevabını kendimize vermeliyiz.

"Her şeyin sonunu düşünen kahraman olamaz" demişler. Benim gibi her şeyin detaylarını düşünürseniz korkarım ki bir yazınız bile olmayacak. Siz siz olun yine de bu kurallara azami ölçüde uyun. Varsın çok değil az yazınız oluversin. Böylece yazılarıyla geçinen bir yazar olup aç kalma tehlikesinden de kurtulursunuz.

Buraya kadar her şey tamamsa tanıtım yazımız hazır demektir.

Mahir Ünlü - Edebi Eser ve Tenkit

 

Edebiyatı anlamak için önce “edeb” nedir bilmek gerek. Sonra “âdâb” öğrenmeli.  Bunları bilmeden edebi eser meydana getirmek elbette mümkündür ama edep erkân bilmek bambaşkadır.

Bir dilde en güzel üslupta meydana getirilmiş sözlü ve yazılı eserlerin tümüne edebi eser denir. Bunların kendi türlerinde en etkin olup da kendi çağlarını en iyi temsil eden ve zamanla unutulmayan örneklerine şaheser adı verilir.

Yunus Emre’nin ve Fuzuli’nin şiirleri ile Dede Korkut Kitabı edebiyatımızın şaheserleri arasındadır. Homeros’un İlyada’sı, Mevlana’nın Mesnevisi, Shakespeare’in Hamlet’i dünya çapında şaheserlerden birkaçıdır.

Bilindiği gibi san’at yoluyla insanlar medenileşir, düşünce ve duygular arasında yakınlıklar kurulur. Edebiyat ise güzel sanatlar arasında ifade ve tesir sahası en geniş olanıdır.

Milletler için eski ve yeni bütün edebi eserlerinin tanınıp sevilmesi önemlidir. Bir milletin eserlerinin başka milletlerce tanınmasından önce kendi fertlerinin tanıması gerekir. Kendi değerlerinden habersiz insanların meydana getirdiği topluluklara millet demek mümkün ise de o topluluklar bunu hak etmezler. Sözün kısası; edebi eserlerimiz ve bilhassa bunlar arasındaki şaheserler milletin aklı başında, imkânı olan her ferdi tarafından okunmalıdır.

Edebi eser, edebiyat tarihi ve tenkit metodu ile incelenir. Edebiyat tarihi ve tenkit birbirinin ayrılmaz parçalarıdır. Tenkit süzgecinden geçmemiş bir edebiyat tarihi, tezkirecilikten öte gidemez. Tenkit hem bugünkü eserleri inceler, eksiklerini ortaya koyar; hem de geçmişin ve bugünün edebi eserlerinin edebiyat tarihinde nasıl anılacağını, nasıl anlatılacağını belirler.

Edebiyatımızın ve edebiyat tarihimizin daha iyi anlaşılabilmesi için güçlü münekkitlere ihtiyacımız var.

Mahir Ünlü - Eski Yazı

Dil bir milletin kültürünün meydana gelmesinde, yaşatılmasında ve gelecek nesillere miras olarak bırakılmasında en önemli bir araçtır. Bir dile müdahale etmek, onu anlaşılmaz kılmak, eski ve yeni nesilleri yahut aynı dili konuşan ve farklı yerlerde yaşayan akraba toplumları anlaşamaz hale getirmek -hangi niyetle olursa olsun- o millete yapılacak bir kötülüktür.


20. Asrın başlarında Türk dünyası İngiliz, Rus, Çin, İran ve Balkan ülkelerinin hâkimiyetine girmiş; Anadolu ve Doğu Trakya’dan ibaret bir Türkiye Cumhuriyeti dışında bağımsız Türk yurdu kalmamıştı. Bu kötüye gidişin ilk adımı on sekizinci asrın sonuna doğru Kırım’ın kaybedilmesiydi.

Genç Türkiye Cumhuriyeti ihtiyatla dışa kapanmışken Rus hâkimiyetindeki bazı Türk toplulukları Latin alfabesini kabul etmişlerdi. Türkiye Cumhuriyeti de Karahanlılardan itibaren Arap alfabesine bazı ilave harflerle kullanılan alfabeyi terk ederek Latin alfabesini kabul etti. Biz Latin alfabesini kabul edince tarihin gördüğü en büyük zalimlerden Stalin, kardeş toplulukların her birine farklı Kiril alfabeleri dayatmış ve alfabe ile başlayacak olan kültürel bağlarımızı kesmişti. Dilimize her gün yeni kelimeler uydurarak biz de Stalin’in açtığı yaranın üstüne tuz serpmiş, kardeş topluluklarla dil bağımızı koparma yoluna girmiştik.

Bu alfabenin kabul sebeplerinin başında Avrupa medeniyeti ile uyum sağlamak geliyordu. Ancak Türk topluluklarının bu alfabeyi kabul etmesi de sebepler arasındaydı. Yalnız bu alfabenin Türkçede var olan seslerin hepsini karşılamadığı gerçeği üzerinde yeterince durulmamış, üç farklı “h” sesi bir işaretle ifade edilmeye çalışılmıştı. İki “k” sesine de bir işaret düşmüş, “ng” sesi ise tamamen yok edilmişti. Bu seslerin ve diğerlerinin eksik oluşu yüzünden bağımsızlığını kazanan kardeş ülkelerle ortak bir alfabede buluşmamız mümkün olmadı ve olmayacak gibi görünmektedir. Zira, değişim için kabul edilen mevcut alfabeye yeni harfler eklenmesine bile ideolojik bakışla karşı çıkacak yüzlerce yarı aydınımız mevcuttur.

Bir yandan alfabe değişikliği, bir yandan da “öztürkçecilik” adı altında dilde sadeleşmenin yerini alan uydurmacılık akımı bir yandan nesiller arasında kopmaya yol açmış, kütüphanelerdeki eserler ve arşiv belgeleri okunamaz olmuştu. Yalnız yeni nesil eskileri anlamaz olmakla kalmamış; çeşitli ülkelerdeki Türk topluluklarıyla Türkiye arasındaki dil bağı da kopma noktasına gelmişti.

Türkiye Cumhuriyeti alfabe ve dil değişikliği ile eskiden tamamen kopma politikası takip ederken eski başkentindeki birçok mimari eseri yok etmiş, arşivlerini bile hurda kâğıt olarak satmaya girişmişti. İşte bu sebepledir ki şair:

Heykelleri dağlar kesilip ufku yaranlar,

Ecdadı kabirsiz uyuyan bir yeri görsün.

Efsanesi kaybolsa kıyamet koparanlar,

Tarihi okkayla satan elleri görsün.

Bir şeyin tanınması için öncelikle tanımının çok iyi yapılması gerekir. Onun için Osmanlıcanın ne demek olduğunu anlamak için tanımının iyi yapılması gerekiyor. Ayrıca Osmanlıca mı, Osmanlı Türkçesi mi yoksa babalarımızın dediği gibi "eski Türkçe" veya “eski yazı” mı diyeceğiz? Hangisi daha doğru?

Arap harfleriyle Türkçe yazan yalnız Osmanlı devleti vatandaşları değildi. Karahanlılar, Gazneliler, Selçuklular, Anadolu Selçukluları, Anadolu beylikleri, Timuriler, Baburiler, Şeybaniler, Kırım Hanlığı, Herat Hanlığı, Hive Hanlığı, Hokand Hanlığı, Buhara Emirliği, Safevi devleti, Gümülcine Türk Cumhuriyeti, ilk Azerbaycan Cumhuriyeti bu alfabeyle yazıyorlardı. Bugün hala Çin hâkimiyetindeki Uygurlar, Afganistan’daki Türk toplulukları, İran sınırları içindeki Türk toplulukları bu alfabe ile Türkçe yazmaktadırlar. Uygurların ve İran hâkimiyetindeki Güney Azerbaycan’ın, Afganistan sınırları içinde yaşayan Özbeklerin veya Kırgızların diline veya alfabesine “Osmanlıca” demek ne kadar doğrudur?

Peki, nedir Osmanlıca? Osmanlıca Türkçeden ayrı bir dil midir? Edebi Türkçe midir? Bazılarının dediği gibi Türkçenin İslâmileştirilmiş hali midir? İslâm harfleri ile yazılan bir Türkçe midir? Günümüz Türkçesini İslâm harfleri ile yazdığımız zaman Osmanlıca mı olur? Bizim öğretmeye çalıştığımız "Osmanlı Türkçesi veya "Eski Türkiye Türkçesi"dir.

Öncelikle şuna karar vermeliyiz: Osmanlıca bir dil midir yoksa bir alfabe meselesi midir? Elbette bir alfabe, geçen asırlardaki dil bilgisi kurallarımız ve kelime hazinesidir.
Bin yılı aşkın bir süre içinde Türk - İslâm tarihinin, kültürünün, medeniyetinin, biliminin, felsefesinin oluşturduğu, Arap harflerini alfabe olarak kabul etmiş bir milletin geçmişi yalnız Osmanlı olamaz. “Eski Türkçe” ifadesi dil bilimi veya Türkiyat ile uğraşanlar için çok eski devirleri (Hun, Köktürk, Uygur vb.) ifade etse de halk ağzında Arap harfleriyle yazılan Türkçenin adıdır.

Şimdi bir yol ayrımına geldik. Daha önce Edebiyat fakültelerinde okutulan bu eski alfabenin liselerde mecburi ders olarak okutulup okutulmayacağını tartışıyoruz.

Önce meseleye derinden girip geriye doğru gelelim: Latin alfabesinden vazgeçip eski harflere dönülür mü? Latin alfabesini kabul edince nasıl çocuklarımız “ecdadının mezar taşlarını okuyamaz” hale gelmişse, bu varsayımın gerçekleşmesi de aynı neticeyi doğuracaktır. Alfabe değişimiyle nasıl kütüphanelerimiz ve arşivlerimiz okunamaz hale gelmişse aynı kısır döngü bir kez daha tekrarlanacaktır. Kısacası bu imkânsızdır. Eski yazı arşivler, kitaplar ve kitabeler uzmanlar tarafından okunmaya devam edecektir.

Eski yazımızın liselerde mecburi ders olarak okunması nasıl olur? Bu konuya ideolojik değil, pedagojik olarak yaklaşmalıyız. Elbette her genç ana dilinin ve en az bir Türk lehçe veya şivesinin yanında bir veya birkaç yabancı dil; Latin menşeli Türk alfabesinin yanında da eski yazımızı ve hatta Kiril alfabesini de öğrenmelidir.

Mevcut İmam Hatip liselerinde Arap alfabesi ve Arapça öğrenen gençlerin, hiç olmazsa matbaanın ülkemize girişinden sonra basılan eserleri okuması elbette uygun olacaktır. Birçok dini ve tasavvufi eseri okumak onların ufkunu açacaktır.

Sosyal Bilimler liselerimiz de geleceğin edebiyatçılarını, tarihçilerini, mülki idare görevlilerini yetiştireceklerse onların da matbaanın ülkemize girişinden sonra basılan eserleri, kitabeleri hatta arşiv belgelerini okuyabilmeleri faydalı olacaktır.

Akademik liselerde (Anadolu liseleri ve Fen liselerinde) Fizik, Matematik, Kimya ve Biyoloji ağırlıklı dersler okuyan gençlerin “Eski Yazı” dersini seçmeli olarak almaları mümkün olabilir. Mecburi olması gençleri müspet ilimlerdeki hedeflerinden geri bırakabileceği için uygun değildir. Mesleki ve teknik liselerimizde ise atölye ve meslek derslerinin yükü yeterince ağırdır. “Eski Yazı” dersini bu okullarda seçmeli ders olarak bile okutmayı düşünmemek lazımdır. Bu okullardan da istekli gençler çıkarsa Halk Eğitimi Merkezlerinde “Eski Yazı” kurslarına devam edebilirler.

Gezi Yazısı (Seyahatname)

  


Yazarın gezip gördüğü yerlerdeki toplumları, kentleri, yerleri, yaşayışları, âdet, gelenek ve görenekleri, doğal ve tarihî güzellikleri; ilgi çeken değişik yönleriyle, edebî bir üslup içinde kaleme alarak anlattığı yazılara gezi yazısı (seyahatname) denir.

Çocuk Gözünden Çankırı Masal Yarışması



 Çankırı Atatürk Ortaokulu Çocuk Gözünden Çankırı Masal Yarışması düzenliyor.

Katılım şartları:

  • Başvurular öğrencinin halen öğrenim gördüğü okul müdürlüğünce Atatürk Ortaokulu Müdürlüğüne yazılı olarak veya cankiriataturkoo@gmail.com adresine e posta gönderilerek yapılacaktır.
  • Yarışmaya katılan öğrencilerden Ek 1 ve Ek 2 alınıp, eser başvuruları ile birlikte gönderilecektir.
  • Son başvuru tarihinden sonra gönderilecek eserler değerlendirmeye alınmayacaktır.
  • Yarışmaya katılım için e posta yöntemi kullanılacak olması durumunda katılımcı okula ait resmi e-posta hesabı ya da okul idarecilerinden birine ait e-posta adresi üzerinden gönderi yapılacaktır.
  • Aynı okuldan mükerrer e posta gelmesi durumunda en son gönderilen e-posta dikkate alınacaktır.
  • Yarışma ile ilgili ilan, duyuru ve açıklamalar İl Milli Eğitim Müdürlüğü ve Atatürk Ortaokulu tarafından resmi web siteleri ve kurumlara ait sosyal medya hesapları üzerinden yapılacaktır.
  • Başvuru yapılan eserin, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası, Milli Eğitim Temel Kanunu ile Türk Milli Eğitiminin Genel Amaçlarına uygun olarak ilgili yasal düzenlemelerde belirtilen ilke, esas ve amaçlara aykırılık teşkil etmeyecek şekilde hazırlanması gerekmektedir. Bu şekilde hazırlanmayan eserler değerlendirmeye alınmayacaktır.
  • Eserlerin konusu öğrencilerin hayal gücü ile sınırlıdır.
  • Eserler gerçek bir olaydan esinlenerek yazılabileceği gibi hayal ürünü de olabilir.
  • Eserlerde Çankırı’yı simgeleyen, ilimize özgü en az 3 kelime bulunmalıdır.
  • Eserlerde kullanılan anahtar kelimeler masal başlığından önce “ Masalda kullanılan anahtar kelimeler” başlığı ile belirtilmelidir.
  • Eserler bilgisayar ortamında A4 dosya kâğıdı boyutunda Word formatında 12 punto Times New Roman yazı karakteri kullanılarak 1,5 satır aralığı ile yazılacaktır.
  • İlkokul kategorisi eserleri en az 1 en fazla 4 sayfa, ortaokul kategorisi eserleri en az 2 en fazla 5 sayfa olmalıdır.
  • Yarışmaya katılacak eserlerin daha önce başka bir yerde yayımlanmamış; başka bir yarışmaya veya herhangi bir yayın grubuna gönderilmemiş olması gerekmektedir.
  • Her yazar ancak bir ( 1 ) eserle yarışmaya katılabilir.
  • Birden fazla kişi tarafından ortaklaşa yazılmış eserler yarışmaya kabul edilmez.
  • Yarışmaya gönderilecek eserlerin üzerine öğrenci veya okuluyla ilgili kişisel bilgiler yazılmaz.
  • Yarışmaya katılacak öğrencinin ve okulun iletişim bilgilerini içeren bilgiler ekte yer alan “EK-1 Yarışma Başvuru Formuna” yazılacaktır.
  • Ekte yer alan “EK-2 Veli İzin ve Taahhütname Belgesi,” yarışmaya katılacak öğrencinin velisi tarafından imzalanacaktır.
  • Yarışmaya katılan öğrenciler masallarını ve eklerini (EK-1, EK-2) okul müdürlüklerine teslim edeceklerdir.
  • Başvurular 30 Nisan 2024 tarihine kadar alınacak olup ödül töreni Mayıs ayı içerisinde düzenlenecektir.
  • Yarışma sonucunda eşit puana sahip eserin dereceye girmesi durumunda kelime sayısı daha fazla olan eser başarılı sayılacaktır.
  • Alıntı veya kopya olduğu, başka bir yarışmaya veya herhangi bir yayın grubuna gönderilmiş olduğu tespit edilen eserler iptal edilecek ve eser sahibi hiçbir hak iddia edemeyecektir.
  • Eserlerin öğrencilerin kendileri tarafından yazılması esastır. Jüri üyelerinin en az üçte ikisi tarafından eserin öğrencinin kendisi tarafından yazılmadığına dair kanıya varılması durumunda eser iptal edilecek ve eser sahibi hiçbir hak iddia edemeyecektir.
  • Yarışmayla ilgili oluşabilecek herhangi bir durumda son karar mercii Çankırı İl Millî Eğitim Müdürlüğüdür.
  • İl Milli Eğitim Müdürlüğü bilgisi ve onayı dâhilinde Atatürk Ortaokulu Müdürlüğü yarışma şartnamesiyle ilgili değişiklik yapma hakkına sahiptir.
  • Yukarıda belirtilen şartları taşımayan eserler ile ekleri gönderilmemiş, eksik gönderilmiş veya imzalanmamış olan eserler değerlendirilmeye alınmaz.
  • Yarışmaya katılanlar, yukarıda yer alan şartların tamamını kabul etmiş sayılırlar.

Çocuk Gözünden Çankırı Masal Yarışması Ödülleri

İlkokul Kategorisi:

  • Birinci: 2.000 TL
  • İkinci: 1.500 TL
  • Üçüncü: 1.250 TL

Ortaokul Kategorisi:

  • Birinci: 2.000 TL
  • İkinci: 1.500 TL
  • Üçüncü: 1.250 TL

  • Her iki kategoride ilk üç dereceden sonraki ilk 7 öğrenciye ise sürpriz hediyeler verilecektir.
  • Katılımcıların hepsine katılım belgesi verilecektir.

Dahi Şairin Doğumunun 530'uncu Yıldönümüne Önemli Katkı: "Fuzuli ve Eseri" Kitabı Almanya'da Yayımlanıyor


Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev, büyük Azerbaycan şairi ve düşünürü Mehemmed Fuzuli'nin doğumunun 530. yıldönümünü kutlamak amacıyla 2024 yılında imzaladığı kararnamede şöyle diyor:

"Kapsamlı bilgiye sahip bir düşünür olarak onun (..) yüksek ideallerle yaşamaya çağıran çok yönlü sanatı-felsefi mirası, Azerbaycan halkının insanlık kültür hazinesine vermiş olduğu eşsiz manevi hazinelerden biridir."

Ünlü yazar ve edebiyat eleştirmeni Mir Celal Paşayev, Fuzuli'nin eserleriyle ilgili ilk bilimsel çalışmaları 1920'lerin sonlarında, Fuzuli'nin yaşayıp eser verdiği tarihten yaklaşık ddört yüz yıl sonra başlattı. Mir Celal, araştırmasında Fuzuli'nin sanatkarlığını ayrı ayrı konu ve motiflerle incelemenin yanı sıra, edebiyat çalışmaları alanında ilk kez genel edebiyat panoramasını bilimsel olarak ortaya koymayı başarmıştır.

Mir Celal, bilimsel sonuçlarını 1940 yılında "Fuzûlî'nin Şiirsel Özellikleri" ve "Fuzuli Eseri" adlı kitaplarda yayımladı.

Eşq sevdasinə sərf eylər Füzuli ömrünü,
Bilməzəm, bu xabi-qəflətdən qaçan bidar olur?

28 Mart 2024 Perşembe

Fərhad ile Şirin (Dastan)

 

USTADNAMƏ

 Danəndə yanında, məclis içində, 

Şirin sözün cana yayılsın gərək! 

Sazın cingildəyib, səsin gələndə, 

Qəflətdə yatanlar ayılsın gərək!

Qurbani (Dastan)

 

USTADNAMƏ


Dəli könül, nə divanə gəzirsən? 

Bivəfa dilbərdən sənə yar olmaz. 

Düz çıxmaz ilqarı, əhdi-peymanı, 

Hərcayıda namus, qeyrət, ar olmaz.

Abdülhak Hamit Tarhan - Bir Şairin Hezeyanı

 

Merhaba ey harap makbereler,
Sâfiline küşâde pencereler!
Nezdinizde karârı pek severim.
Bence hep şi’rdir bu meşcereler,
Şu bayırlar, harabeler, dereler.
Bu esen rüzgârı pek severim.
Bahrdan levhime gelir safvet,
Safvet-i lehv o en güzel sanat.
Ebrden kalbime iner rikkat,
Rikkat-i kalb, o en büyük hikmet.
Bu hazan u baharı pek severim.
Fikrimi âsmân eder terfi’,
Şi’rimi ahterân eder tarsi;
Her kim eylerse eylesin teşni’,
Bana lâzım değil beyan u bedi!
Köydeki çeşmesârı pek severim.
Dilemem şeyh u şâbdan irşâd,
Encümenden hiç istemem imdâd,
Bana üstâd-ı Sun’dur üstad,
Bunu cehlimden eyle istişhâd.
Cehl ile iftiharı pek severim.
Servden istikamet öğrendim,
Senge baktım metânet öğrendim,
Sâyelerden himâyet öğrendim.
Âkıbet bir muhabbet öğrendim.
Ben bu nakş u nigârı pek severim.
Müteharrik çemen belâgatten,
Dem urur tâirân fasâhattan,
Gonca bir ders açar letâfetten,
Beni âgâh eder selâsetten.
Reviş-i cûybârı pek severim.
Yetişir âsmân önümde kitab,
Bana mekteb gelir şu penbe sehâb.
Encümen cânişinidir girdâb,
Ne hoş urmuş bu merkade mehtâb.
Şu gelen ihtiyarı pek severim.
Eder ilka hayalime ziynet,
Hande ettikçe her seher Kudret,
Görürüm her tarafta bin ibret,
Tek ü tenha önünde ey Vahdet,
Ettiğim âh ü zârı pek severim.
Olmadım sarf u nahve ben âgâh,
Gramerden de anlamam billah,
Ulemâ benden etsin istikrâh,
Hiç vazifemde olamaz, ey hemrâh,
Çünkü Perverdigâr’ ı pek severim.
Batmasın pâyına sakın bu çiçek,
Bir melek geldi söyledi gülerek,
Burdan sevdiğim güzâr edecek,
Ben onun da esiriyim gerçek,
Ben o merdüm-şikârı pek severim.
Vechi mir’at-ı hüsn-i sirettir,
Zülfü meşşate-i tabiattır,
Çeşmi hemreng-i sermediyyettir,
O da bir derstir, fazilettir.
Severim, yâdgârı pek severim.

(Hep yahut Hiç, s. 89-91)

Abdülhak Hamit'in Makber'i Kayıp


 

Türk edebiyatının en meşhur şiirlerinden biri olan Makber, Abdülhak Hamit'in eşi Fatma Hanım'ın ölümü üzerine Beyrut'ta yazılmıştı.

Türk edebiyatının en meşhur şiirlerinden biri olan Makber, Abdülhak Hamit'in eşi Fatma Hanım'ın ölümü üzerine Beyrut'ta yazılmıştı. Bugün kabrin başında duran kitabeden eser yok, mezarın değiştirilip değiştirilmedi ise tam bir muamma. Hasan Esen yazdı.  

Türk şiirinin kilometre taşlarından biri olan “Makber”, Abdülhak Hamit Tarhan'ın eşi Fatma Hanım'ın ölümü üzerine kaleme aldığı, acı, öfke ve özlemin kelimelere dökülmüş hali.

1883'te Bombay Başkonsolosluğu’na atanan şair Abdülhak Hamit Tarhan'ın eşi Fatma Hanım, vereme yakalanır. Durumu gittikçe kötüleşince İstanbul’a dönmeye karar verirler. Vapurda hastanın durumu ağırlaşınca Beyrut'ta karaya çıkmak zorunda kalırlar.

Fatma Hanım bir kaç gün içinde hayata gözlerini yumar ve onu Beyrut'ta defnederler. Mezar taşına da, "Ey ziyaretçi, işte şu gördüğün yere Abdülhak Hamit'in nur-i dide zevcesi Fatma Hanım'ı defnettiler. Merhume, Pîrizade hanedanından bir yetim idi. Bahar-ı ömründe veremden gurbet elde öldü. O vücud-ı hüzn-nümûn şimdi senden bir fatiha ister" yazılır.

2352 mısralık bir şiir yazdı

Fatma Hanım'ın ardından yazılan sadece bu kitabe değil.  27 yaşında kaybettiği Fatma Hanım'ın ardından büyük bir sarsıntı geçiren şair kaleme sarılır. Derdini, kâğıda döker. Acısı büyüktür zaten. Abdülhak Hamit Tarhan, Beyrut'ta kaldığı 40 gün boyunca Fatma Hanım'ın mezarını ziyaret ederek, unutulmaz şiiri Makber'i yazar.

2352 mısralık bu şiirinde Hamit; acı, öfke, başkaldırı, şaşkınlık, umutsuzluk, özlem, korku ve yakarışı yansıtır. Bir yandanAllah'a yalvarır, bir yandan da eşine, "Çık Fatıma! Lahidden kıyam et/yanımdaki haline devam et" diye seslenir.

Hamit, şiirinin sonuna "Sen öldün, ölüm güzel demektir" mısrasını eklerken artık gerçeği kabul eder. Şiir biterken, onun için Beyrut'tan ayrılma vakti de gelir. Eşinin mezarını son bir kez ziyaret eder. Fatma Hanım’ı geride bırakıp, acısını taşır yanında. Şair, o acıyla yazdığı Makber'le hüznü de güzelleştirir.

MAKBER

"Eyvah! Ne yer, ne yar kaldı

Gönlüm dolu ah-u zar kaldı

Şimdi buradaydı, gitti elden

Gitti ebede gelip ezelden

Ben gittim, o haksar kaldı

Bir köşede tarumar kaldı

Baki o enis-i dilden

Eyvah, Beyrut'ta bir mezar kaldı..."

Makber şimdi kayıp…

Şair-i azam” olarak kabul edilen Hamit'i büyük şöhrete kavuşturan şiirin yazıldığı yer olan mezarlık, Beyrut'un şehir merkezine oldukça yakın. Fatma Hanım'ın lahdine veya kitabesine dair bir işaret ise yok.

Geçen 129 senede Fatma Hanım'ın kabrinin ya zarar görüp yıkıldığı, ya da üstüne başka birinin defnedildiği zannedilmekte. Mezarın yeri şimdi kaybolsa da Abdülhak Hamit, Makber ile o kabri, Türk edebiyatına mühürledi.

Kaynak: www.dunyabizim.com

Abdulhak Hamid Tarhan - Makber

 


Eyvah!. Ne yer, ne yar kaldı, Gönlüm dolu âh-u zâr kaldı. Şimdi buradaydı gitti elden, Gitti ebede gelip ezelden. Ben gittim, o hâksar kaldı, Bir gûşede târmâr kaldı; Bâki o enis-i dilden, eyvâh!. Beyrut'ta bir mezar kaldı. Nerde arayım o dilrübâyı?.. Kimden sorayım o bi-nevâyı?.. Bildir bana nerde, nerde Yarab?... Kim attı beni bu derde Yarab?.. Derler ki: "Unut o âşinâyı, Gitti tutarak rehli bekayı... " Sığsın mı hayale bu hakikat? .. Görsün mü gözüm bu mâcerâyı? .. Süratle nasıl değişti hâlim?. Almaz bunu, havsalam, hayalim. Bir şey görürüm, mezâra benzer, Baktıkça alır, o yâra benzer. Şeklerle güzâr eder leyâlim, Artar yine mâtemim, melâlim, Bir sadme-i inkılâbdır bu, Bilmem ki, yakın mıdır zevâlim? Çık Fâtıma lahddan kıyâm et, Yâdımdaki hâline devam et, Ketmetme bu râzı, söyle bir söz, Ben isterim âh, öyle bir söz... Güller gibi meyl-i ibtisâm et, Dağ-ı dile çare bul, merâm et: Bir tatlı bakışla, bir gülüşle, Eyyâm-ı hayatımı tamam et. Makber mi, nedir şu gördüğüm yer?. Ya böyle revâ mı câ-yı dilber?.. Bir tecrübedir bu, hiledir bu.. Yok, mahvıma bir vesiledir bu.. Bak bak, ne değişmiş ol semenber!.. Gül çehresi, bak, ne yolda mugber... Nefrin, bu siyah bahta nefrin, Feryâd bu hale tâ-be-mahşer.. Yarab, bana bir melek ıyân et, Bir de beni öyle imtihan et: Doğsun göreyim o mâh yerden, Nûrun çıka ey İlâh yerden. Maksûd-ı hayatı dermiyân et, Ferdâ-yı beşer nedir, beyân et!. Ya fikrimi rûhuna kıl isâl Ya rûhumu hâkine revân et. Derdoldu mukim, çâre gitti, Guyâ vatanım kenâre gitti; Ben gurbet-i dâimide kaldım, Bir türbe-i bi-ümide kaldım. Ufkumdan o mâhpâre gitti, Bir matla'-ı şeb-nisâre gitti... Gördüm yüzünü misâl-i zulmet, Matla' ona bir sitâre gitti... Gördüm yüzünü türâb içinde, Geldim, aradım kitab içinde. Bir hâb gelir o, dideden dûr, Gitti diyemem mezara ol nûr. Bu sıfr nedir hisâb içinde?. Erkam ona inkılâb içinde. Bir hiç-i zi-vücûd, yahut, Bir kabrdir ıztırâb içinde.



Abdulhak Hamid Tarhan - Merkad-ı Fatihi Ziyaret

 

Her Kuşesinde dehrîn nâmı bekaa nisârın
Şayestedir denilse âlem senin mezarın.


Kaldın cihanda bir ân, her ânın oldu bir devr
Müiki ezeldi güya tahtında hemcivârın.


Sensin ol padişeh ki bu ümmeti necibe
Emsâr bahşişindir, ibhâr yadigârın.


Bir dem yüzün gülünce âlem bahar olurdu
Misli küsûf her câ, zahirdi iğbirarın.


Bir yıldırımdı nîzen peyveste ka’rı hâke
Bir bürci Haknümâdır, ermiş göğe minârın.


Her dem sana açıktır ebvâbı arşı Rahmet
Türbendir en azîmi fethettiğin diyarın.


İster idin ki olsun düşmenle yâr yekdil
Devrân idi rakibin, Allah idi nigârın.


Açtı sana cenahın cananı sermediyyet
Etti anı derâğuş cânı cihansipârın.


Metninde şairâna ilhamlar gerektir
Tarifi yerde bitmez arşa çıkan kibarın.

Beşir Ayvazoğlu - Kahvedeki İhtiyarcıklar

 

Gitgide kararan saçlarını akşamın
İnceden inceye tarayan yağmur
Ve camlarda telaşlı gölgeler.

Çekilmiş düşünürler gizli gizli
İhtiyarcıklar biraz daha üşürler.

Dudaklarında eski kahkahalardan
Artakalmış birkaç safalı çizgi
Tutuşan tömbekilerde eski bir sevda.

İhtiyarcıklar üşürler biraz daha
Her geçen saniye daralır zaman
Bakarlar kar yağmış karşı dağa.

Ve çaresiz gülüşürler gülüşürler.

İlhami Bekir Tez - Son Kavga

 

Ölüm bir kez çalar kapıları
Doğumdan öncesi, ölümden sonrası yalan
Yumruğu, göğsü ve altın başıyla
Ne güzeldir ayakta dimdik insan.

Pul pul damar damar
Dünyamızın derisi dökülüyor
Nedendir?
Nar ağlıyor, ayva gülüyor.

Yer depremde,
Sallanıyor gök ağaç
Nedendir?
Birimiz tok, birimiz aç.

Orman orman
Lif lif Asya, Afrika yanmada
Nedendir?
Toprak uyanmada.

Eller sarıldı gırtlaklara
İnsan insanın üstüne yürü, yürü...
Nedendir?
Sömürü...

Bulutların gür elma ormanları tutuşuyor
Güneş yarıldı kırmızı nar gibi
Nedendir?
Son kavga var...gibi!

Ölüm bir kez çalar kapıları
Doğumdan öncesi, ölümden sonrası yalan
Yumruğu, göğsü ve altın başıyla
Ne güzeldir ayakta dimdik insan.

Аbdulla Qahhor - Ming bir jon (hikoya)

 

Martning oxirgi kunlari. Koʼk yuzida suzib yurgan bulut parchalari oftobni bir zumda yuz koʼyga solyapti. Oftob har safar bulut ostiga kirib chiqqanida, bahor kelganidan bexabar hanuz gʼaflatda yotgan oʼt-oʼlanni, qurt-qumursqani uygʼotgan, avvalgidan ham yorugʼroq, avvalgidan ham issiqroq shuʼla sochayotganday tuyuladi.

Аbdulla Qahhor - Аyb kimda? (hikoya)

 

Hamroev kechki ovqatdan keyin birpas choʼzilmoqchi boʼlgan edi, toʼgʼri kelmadi, narigi uy toʼpolon - bolalar birbirini yostiqbilan urib oʼynayotibdi; soat sakkiz yarimda majlisga borish ham kerak. Kecha Hamdam ota-onalar majlisi boʼlishi toʼgʼrisida maktabidan qogʼoz olib kelgan.

Oybek - Fanarchi Ota

 


Tor, qiyshiq ko’chaning o’ksik oqshomini Tursunqul akaning churuk daivozasi tepasiga o’tqizilgan bir fanorning titrak nurlarigina yoritar edi. Uni har kun kechqurun past bo’yli, burushiq yuzli bir chol kelib, yoqib ketar edi. Biz uni «Fanorchi ota», der edik. U juda yuvvosh, indamas kishiydi, kichkina narvonchasini chaqqon qo’yib, allaqanday ustalik bilan chiqar, qo’ltig’idan kir ro’molchasini olib, avaylab fanor oynalarini artardi. Fanorni yoqqach, yerga tushib, obkashdek bukilgan yelkasiga narvonchasini qo’yib birpasda ko’zdan yo’qolar edi.

Ahmet Muhip Dranas - Fahriye Abla

 

Hava keskin bir kömür kokusuyla dolar,
Kapanırdı daha gün batmadan kapılar.
Bu, afyon ruhu gibi baygın mahalleden,
Hayalimde tek çizgi bir sen kalmışsın, sen!
Hülyasındaki geniş aydınlığa gülen
Gözlerin, dişlerin ve ak pak gerdanınla
Ne güzel komşumuzdun sen, Fahriye abla!


Eviniz kutu gibi bir küçücük evdi,
Sarmaşıklarla balkonu örtük bir evdi;
Güneşin batmasına yakın saatlerde
Yıkanırdı gölgesi kuytu bir derede.
Yaz, kış yeşil bir saksı ıtır pencerede;
Bahçende akasyalar açardı baharla.
Ne şirin komşumuzdun sen, Fahriye abla!

Önce upuzun, sonra kesik saçın vardı;
Tenin buğdaysı, boyun bir başak kadardı.
İçini gıcıklardı bütün erkeklerin
Altın bileziklerle dolu bileklerin.
Açılırdı rüzgârda kısa eteklerin;
Açık saçık şarkılar söylerdin en fazla.
Ne çapkın komşumuzdun sen, Fahriye abla!

Gönül verdin derlerdi o delikanlıya,
En sonunda varmışsın bir Erzincanlıya.
Bilmem şimdi hâlâ bu ilk kocanda mısın,
Hâlâ dağları karlı Erzincan'da mısın?
Bırak, geçmiş günleri gönlüm hatırlasın;
Hâtırada kalan şey değişmez zamanla.
Ne vefalı komşumdun sen, Fahriye abla!


Rakım Çalapala - Yaşasın Cumhuriyet