29 Mart 2024 Cuma

Gezi Yazısı (Seyahatname)

  


Yazarın gezip gördüğü yerlerdeki toplumları, kentleri, yerleri, yaşayışları, âdet, gelenek ve görenekleri, doğal ve tarihî güzellikleri; ilgi çeken değişik yönleriyle, edebî bir üslup içinde kaleme alarak anlattığı yazılara gezi yazısı (seyahatname) denir.

Gezi yazıları toplumun yaşantısını, özelliklerini ve coğrafi güzelliklerini anlatması açısından birçok bilim dalına kaynaklık eder. Gezi yazılarını yurt içi ve yurt dışı gezileri olmak üzere iki başlıkta inceleyen kaynaklar vardır.

Yazar yurt içinde ve yurt dışında gezerken görülmeye değer yerleri, okuyucunun ilgisini çekecek bir şekilde sıkıcı olmadan ve sade bir dille anlatır. İyi bir anlatıma sahip ve dikkat çekebilen gezi yazılarında okuyucu anlatılan yerleri geziyormuş hissine kapılır.

Gezi yazılarında anlatıcı kronolojik bir zaman izler.

Bu yazılarda sadece tabiat güzellikleri değil, oralarda yaşayan insanların kültürleri, yaşamları, inançları vs. gibi konularda da bilgi verilir.

Gezi yazısında anlatılanlar tarih, coğrafya, sosyoloji ve çeşitli bilimlere kaynaklık edebilecek bir niteliğe sahiptir.

Gezip gören ve bunları anlatan kişiye “seyyah”, bu kişilerin yazdıkları metinlere de “seyahatname” denir.

Gezi yazıları okuyucunun ilgisini çekebilecek tarzda olmalı ve gezilen yerlerle ilgili ilginç bilgiler aktarılmalıdır.

Dönemin zihniyetini yansıtması açısından birer belge niteliği taşır.

Gezi yazıları iyi bir gözlem becerisi gerektirir.

Gezi yazıları insanların bilmedikleri yerleri görme isteğinden doğmuştur.

Anlatılanlar hayal ürünü değil, gerçeklerdir.

Gezi yazıları ilgi çekici bir şekilde oluşturulmalıdır. Gezilen yerler hakkında ilginç bilgiler verilmelidir.

Gezi yazılarında anlaşılır bir dil kullanılmalıdır.

Türk Edebiyatında en meşhur gezi yazısı (seyahatname) yazarı Evliya Çelebi'dir.

Tanzimat Dönemi’nde yurt dışına çıkan aydınların gittikleri yerlerle ilgili notlar tutmaları sıklıkla görülen bir durumdu. Namık Kemal, Ali Suavi, Ziya Paşa yurt dışında gördükleri yerler hakkında gezi yazısına benzer notlar tutmuşlardır. Tanzimat Edebiyatı’nda Ahmet Mithat Efendi’nin Avrupa’da Bir Cevelan adlı eseri gezi yazısı örneği olarak gösterilir.

Servet-i Fünun Dönemi’nde gezi yazısı olarak Cenap Şahabettin’in Hac Yolunda, Avrupa Mektupları gibi eserler dikkat çeker.

Cumhuriyet Dönemi’nde Falih Rıfkı Atay gezi yazılarıyla ön plana çıkmıştır. Falih Rıfkı Atay’ın gezi türünde yazılmış eserleri şunlardır: Denizaşırı, Taymıs Kıyıları, Bizim Akdeniz, Tuna Kıyıları, Hind, Yolcu Defteri, Gezerek Gördüklerim…

EVLİYA ÇELEBİ

Ünlü seyyah Evliya Çelebi’nin (1611 – 1685) seyahat hâtıralarını topladığı (asıl nüshaları Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi’nde bulunan) 10 ciltlik Seyahatname’si, Türk ve dünya kültür mirasının şaheserlerinden biridir.

Evliya Çelebi, 70 yaşına kadar 50 yılı aşkın bir süre boyunca hemen hemen bütün Osmanlı topraklarını gezdiği, 3 farklı kıtayı dolaştığı seyahatlerinin kökeninin Hz. Peygamber’i gördüğü rüyasındaki dil sürçmesine dayandığını belirtir.

Seyahatnamesinde, hicri 1040 yılının 10 Muharrem’inde, yani 19 Ağustos 1630 günü aşure gecesinde (uykuyla uyanıklık arasında (beyne’n-nevm ve’l-yakaza) gördüğü) rüyasında Ahî Çelebi Camii’nde kalabalık bir cemaatle birlikte gördüğü Hz. Muhammed’in elini öperken heyecana kapılıp “şefaat ya Resulallah” diyecek yerde “Seyahat yâ Resûlallah” dediğini, Hz. Peygamber’in de kendisine tebessüm ederek şefaati, seyahati ve ziyareti müjdelediğini söylemiştir.

Evliya Çelebi seyahate âşıktı. İstanbul ve çevresindeki dolaşmalarına 1630'da, yani 19 yaşlarında iken başlamıştı. Sesi güzeldi ve aldığı dersler arasında en çok musikide ileri gitmişti. 1635'te (yani 24 yaşlarında iken) Ayasofya'da IV. Murad'ın huzuruna çıkarıldı ve kendisine Has Kiler'de vazife verildi. Bir gün sarayda IV. Murad'ın huzuruna kabul olunarak besteler okudu ve nükteli konuşmasıyla Padişahın çok hoşuna gitti. Bu tesir kuvvetli olmuş olacak ki Padişahın kederli zamanlarında huzura çıkarılarak tatlı sözleriyle onun kederini azaltmaya başladı. Sarayda 4 yıl kadar kaldıktan sonra Padişahın Bağdat seferinden (Nisan 1638) biraz önce çırağ edilerek 40 akça maaşla Sipahiler zümresine girdi. Bundan sonra meşhur seyahatlerine başladı. Önce 1640'ta kısa bir Bursa ve İzmit seyahati yaptı. Sonra, babasının oğulluğu olup Trabzon valiliğine tayin edilen Ketenci Ömer Paşa ile birlikte Trabzon'a gitti. 1641 Nisan'ında Azak kalesinin Rus Kazakları'ndan geri alınması için Hüseyin Paşa kumandasında yapılan sefere katıldı. Kış bastırıp da Azak alınamayınca Kırım Hanı Bahadır Kirey Han ile Kırım'a döndü. Onun maiyetinde olarak 1641-1642 kışını Bahçesaray'da geçirdi. 1642 yazında Azağ'ın geri alınışı harekâtına katıldı. Han'dan izin alarak İstanbul'a dönerken Karadeniz'de korkunç bir fırtınaya yakalandı. Gemileri battı. Kendi ifadesine göre üç gün, önce geminin bir sandalı, sonra da büyük bir tahta parçası üstünde ölümle pençeleştikten sonra, bugünkü Bulgaristan kıyılarına çıkıp canını kurtardı. Bir Türk köyünde epeyce hasta yattıktan sonra, İstanbul'a gelerek 4 yıl kadar kaldı ve bundan sonra Karadeniz'de gemiyle yolculuğa tövbe etti. 1645 baharında Girit seferine çıkan Yusuf Paşa kumandasındaki ordu ile Hanya'nın fethinde bulundu. Sonra İstanbul'a döndü. 1646'da Erzurum Beğlerbeği Defterdaroğlu Mehmed Paşa'ya müezzin ve Erzurum gümrük kâtipliğine tayin edilmiş olarak onunla ve kalabalık maiyeti ile 12 Eylül’de İstanbul'dan hareketle Anadolu'nun birçok şehir, kasaba ve köylerinde konaklamak suretiyle Erzurum'a gitti. Tebriz Hanı'nın elçisine yoldaşlık ederek Azerbaycan ve Gürcistan'ın bazı yerlerini gördü. Bir takım vazifeler dolayısıyla Revan, Gümüşhane ve Tortum'a giden, sınır paşalarının Gürcistan seferinde bulunan Evliya Çelebi 1647-1648 kışını Erzurum'da geçirdi. Erzurum Beğlerbeyi Defterdaroğlu Mehmed Paşa, Kars'a tayin edilip bu vazifeyi kabul etmeyerek İstanbul'a hareket edince Evliya Çelebi de ona katıldı. Defterdaroğlu Mehmed Paşa o sırada hükûmete karşı isyan etmiş bulunan Varvar Ali Paşa'yı tenkile memur edilenler arasındaydı. Fakat hükûmete güvenemediği için bu emri dinlemediği gibi, diğer Anadolu paşalarıyla anlaşmaya çalışıyor, bu sebeple Evliya Çelebi'yi kurye olarak kullanıyordu. Evliya Çelebi bu gidiş gelişlerin birinde yolunu şaşırıp ünlü Celâlîler'den Kara Haydaroğlu ile Katırcıoğlu'nun arasına bile düştü. 1648 yazında İstanbul'a geldi. Babası çok yaşlı olarak bu sırada ölmüştü. Miras işlerini hallettikten sonra Şam Beğlerbeğisi Murtaza Paşa'ya kapılanarak 1648 Ağustos'unda, Şam'a gitmek üzere onunla yola çıktı. Ekimde Şam'a vardılar. Murtaza Paşa tarafından vazifeyle gönderilmek suretiyle Suriye ve Filistin'in birçok yerlerini gördü. Murtaza Paşa, Sivas'a tayin edilince onunla birlikte Sivas'a gitti. Vergi toplamak için Orta ve Doğu Anadolu'nun birçok yerlerini gezdi. Murtaza Paşa, Sivas'tan azledilince onunla 14 Temmuz 1650'de İstanbul'a döndü. Bu sırada Melek Ahmed Paşa sadırazam oldu (5 Ağustos 1650). Hısım oldukları için paşa, Evliya Çelebi'yi kendisine müsahip ve mahrem edindi. 21 Ağustos 1651'de Melek Ahmed Paşa büyük vezirlikten azlolunup Özi Beğlerbeğiliğine tayin olununca Evliya Çelebi de onunla beraber gitti. Rumeli'nin birçok yerlerini gezdiği bu yolculuğa 1651 yılının Eylül ayı ortalarında başladı. Melek Ahmed Paşa, Rumeli Beğlerbeğiliğine tayin olununca yine onunla birlikte Sofya'da bulundu. Paşa azlolununca 1653 Temmuz'unda İstanbul'a döndü. Bir süre İstanbul'un gezinti yerlerinde eğlendi. 1655 başına kadar İstanbul'da kaldı. Melek Ahmed Paşa, Van Beğlerbeğiliğine tayin olununca onunla birlikte giderek Doğu Anadolu'nun büyük bir bölümünü görmüş oldu. İranlılar tarafından götürülen koyun sürülerinin geriye verilmesini sağlamak ve Bağdat Valisi Murtaza Paşa'nın İranlılar'a esir düşmüş olan kardeşini kurtarıp Bağdad'a getirmek vazifeleriyle İran'a ve oradan da Bağdad'a gitti. Buradan Van'a döndü. Melek Ahmed Paşa yine Özi Eyaleti'ne vali tayin olununca 26 Temmuz 1655'te İstanbul'dan kalkarak onunla birlikte eyalet merkezi Silistire'ye gitti. 26 Mayıs 1657'de Macar Rakoczi üzerine yapılan sefere katıldı. Bu sırada Kırım Hanı IV. Mehemmed Giray Han'ın hizmetine girdi. Güney Rusya'ya yapılan akınlara ve Özi'ye saldıran Rus Kazakları'nın bozgunu ile biten savaşlara katıldı. Bu zafer haberini İstanbul'a ulaştırıp yine vazifesi başına döndü. Eyalette birçok yerleri dolaştı.

10 Aralık 1657'de İstanbul'a döndü. Melek Ahmed Paşa'nın zevcesi Kaya Sultan'ın bahçesinde hoş vakitler geçirerek dinlendi. Melek Ahmed Paşa, Bosna Beğlerbeği olunca onunla birlikte yola çıktıysa da Büyük Çekmece'de Sadırazam Köprülü Mehmed Paşa'nın adamları tarafından yaralanarak tedavi için İstanbul'da bir ay kadar kaldı. 1658'de Bursa, Çanakkale ve Gelibolu yörelerine gidip geldi. 9 Kasım 1659’da Buğdan'ın yeni Voyvodası Stefanitza'yı memleketine götürenlerle birlikte Edirne'den kalkarak Romanya'ya doğru gitti. Yaş Ovası'nda Eflak Voyvodası Minnea ile yapılan savaşta bulundu. Sonra Kırım atlılarıyla birlikte akınlara katılıp Edirne'ye döndü. 26 Nisan 1660’ta Köse Ali Paşa'nın maiyetinde olarak Varad seferine katıldı. Bu kalenin fetihnamesini Bosna Beğlerbeğisi Melek Ahmed Paşa'ya götürdü. Evliya Çelebi bu sırada Bosna eyaletini dolaşmış ve akınlarda bulunmuş, hatta Venedik topraklarına kadar uzanmıştır. Melek Ahmed Paşa yeniden Rumeli Beğlerbeğisi olunca Sofya'ya gitti. Yine vergi toplamak için birçok yerler dolaştı. 29 Temmuz 1661'de, Tımışvar Ovası'nda, Erdel seferine giden Köse Ali Paşa ordusuna raslayıp ona katıldı. Kırım atlılarıyla birlikte düşmanla çarpışıp Erdel'i bir hayli dolaştı. Belgrad'da kışladı. Baharda Arnavutluk'ta vergi topladıktan sonra 4 Nisan 1662'de İstanbul'a döndü. 10 Mart 1663'te Fazıl Ahmed Paşa ordusuyla birlikte Alman (Nemse) seferine çıktı. Bu seferin birçok kısımlarına katıldı. Seferin devamı sırasında Belgrad'dan Hersek'teki Sührab Mehmed Paşa'ya mektup götürdü. Venedik sınırındaki hareketlere katıldı. Macaristan'a döndükten sonra Zrinvar ve Raab savaşlarında bulundu. Budin'den Eğri'ye giderek oraları gezdi. Peşte'de Kara Mehmed Paşa ile buluştu. Vasvar barışından sonra Viyana'ya elçi gönderilen Paşa'nın maiyetinde Viyana'ya gitti. 9 Haziran 1665’te Viyana'ya girdi. Almanya İmparatoru I. Leopold'dan aldığı pasaportla çevreyi gezindi. Viyana'da bulunduğu sırada, vaktiyle, 1647’de Erzurum'da katıldığı bir cirit oyununda Seydi Ahmed Paşa'nın attığı ciritle kırılmış olan dört dişinden üçünü usta bir dişçiye tedavi ettirdi. 29 Haziran 1665'te Viyana'dan çıkarak çevreyi de gezmek suretiyle Macaristan'a döndü. Eyalet ve sancaklardaki kaleleri yoklamaya memur edildi. Oradan Erdel, Eflak ve Buğdan yoluyla Kırım'a gitti. 1665 yılı içinde ve herhalde güz başlarında, Kırım Hanı IV. Mehmed Kirey ile Rus Kazakları arasındaki bir savaşa katıldı.

Kırım'dan kara yolu ile Kafkasya'ya geçti. Dağıstan'ı, Hazar kıyılarını ve İdil ırmağı ağzını dolaştı. Bu sırada Terek kalesinde iken Azağ'a gitmekte olan bir Rus elçisinin kafilesine katıldı. Azağ'a gelince Osmanlı Ordusu'nun Girid seferine çıktığını duydu. Kefe üzerinden Bahçesaray'a gitti. Adil Kirey'in bazı akınlarına katıldıktan sonra kara yolu ile (Karadeniz'den geçmeye tövbeliydi) 11 Mayıs 1668'de İstanbul'a geldi. 26 Aralık 1668’de İstanbul'dan çıkarak Edirne, Gümülcine, Selânik, Tesalya ve Mora'yı dolaştı. Anaboli'den gemiyle Girid'e gitti. Kandiye'nin fethi için yapılan savaşlara katıldı ve fethi gördü. 1670 Nisan'ında Girit'ten ayrılarak bazı Osmanlı kuvvetleriyle birlikte Yunanistan'da, Mayna'daki isyanın bastırılmasında bulundu. Oradan Arnavutluğ'a geçerek bu ülkenin birçok yerlerini dolaştı. 28 Aralık 1670'te İstanbul'a döndü. Nihayet Hacca gitmeye karar vererek dostlarından Sâilî Çelebi ile 21 Mayıs 1671 (12 Muharrem 1082) de yola çıktı. Henüz görmediği Sakız, Sisam, İstanköy, Rodos adalarını; Adana, Maraş, Ayıntap, Kilis taraflarını gezdi. Şam'a uğrayıp Şam Beğlerbeğisi Hüseyin Paşa'nın da katıldığı hacı kafilesiyle Hacca gitti. Hacdan sonra Hüseyin Paşa'dan ayrılarak Mısır hacılarına katıldı. Onlarla birlikte Mısır'a gitti. Mısır'da 8-9 yıl kaldı. Mısır, Sudan ve Kuzey Habeşistan'ı bu sıralarda gezdi. Evliya Çelebi'nin ne zaman öldüğü, nerede gömülü olduğu belli değildir. Prof. Cavid Baysun bir takım karinelerle 1682'de ölmüş olacağını kabul ediyor. Evliya Çelebi evlenmemiştir. İnce yapılı olmasına rağmen sağlam ve çevik olduğu, Kırım atlılarıyla yaptığı akınlardan ve cirit oyunlarına katılmasından anlaşılıyor. Sık sık Kırım hanlarının yanına gitmesi ve soy kütüğünü sayarken çok yukarlarda bir "Allahverdi Akay"dan bahsetmesi Kırım'la bir kan bağı ihtimalini de akla getiriyor. Çünkü "Akay" kelimesi tam Kırım ağzıyla bir kelimedir ve bizim "ağa" (aka) nın karşılığıdır. Evliya Çelebi mevki ihtirası göstermemiş, fakat seyahat ihtirası büyük olmuştur. Ufak tefek vazifelerden aldığı para ile paşaların ve Kırım Hanı'nın verdiği hediyeler ve savaşlardan elde ettiği ganimetler, bir de mütevellisi olduğu ata mülklerinden gelen para kendisine ve kölelerine yetmiştir. Zamanına göre yüksek tahsil yapamamışsa da gördükleriyle kültürünü tamamlamıştır. Tahsil eksikliği bilhassa tarih olaylarını anlatırken çok açık ve acı şekilde gözükmektedir (Fatih'le Mısır Sultanı Kalavun'u çağdaş göstermesi gibi). Bir de muhayyelesi geniş olduğundan evliyalar, şeyhler hakkında verdiği bilgiler uydurmalarla doludur. Hattat, nakkaş, müzikçi, şair ve biraz da kuyumcudur. Şairliği kaliteli değildir. Nesri, kendi çağının ağdalı nesri olmayıp çoğu zaman sade, tekellüfsüz bir nesirdir. Hatta bazan o kadar güzel ve orijinaldir ki Evliya Çelebi'ye 17. Yüzyılın Dede Korkud'u denebilir. Bütün bunlardan başka bir yönü daha vardır. Askerdir. Birçok savaşlara girmiştir. Evliya Çelebi seyahat gayesini başarabilmek için herkesle iyi geçinmeye mecburdu. Zaten yaratılıştan huysuz bir adam değildi. Nâzik, güler yüzlü idi ve herkesin hoşuna giden bir şahsiyeti vardı. Fakat dalkavuk değildi. Zevk ehli idi. Mesirelerde kalmış, meyhaneleri dolaşmıştır. Ağzına içki koymadığını söylemesi her halde esmayı üstüne sıçratmamak için olmalıdır. Ahmed Yesevî soyundan geldiğini iddia edip din ve tasavvuf davası gütmesi dolayısıyla dinin ve devletin yasakladığı içkiyi içmemiş görünmek lüzumunu duymuştur. Büyük seyahatname esas bakımından coğrafya bilgisi vermekle beraber tarih, etnografya, folklor, binalar, yollar, kültür ve dil bakımından da çok mühimdir. Evliya Çelebi zamanında mevcut olup da bugün bulunmayan köyler, kasabalar, camiler, mezarlar hakkındaki satırları birinci derecede kaynak değerini taşır. Orijinal gözükme gayretiyle bazı zorlama ve uydurmaları olduğu muhakkaktır. Bazan da, eskiden yazılmış kitapları okuyarak seyahatnamesine aldığı bilgileri kendi görgüsü mahsulü diye göstermesi bu kabildendir. Meselâ Viyana'da bulunduğu sırada İmparatordan izin alarak kuzeyde Brandenburg, Danimarka, Hollanda ve batıda İspanya'ya kadar gittiği hakkındaki satırlarının hiç bir değeri yoktur. Fakat bazan mübalâğa veya uydurma sanılan satırlarının doğru olduğu da muhakkaktır. Şimdiye kadar Evliya Çelebi hakkında yapılan incelemelerin en iyisi olan ve İslâm Ansiklopedisinin 1947 yılındaki 33. fasikülünde yayınlanan merhum Prof. Cavid Baysun'un Evliya Çelebi maddesinde onun bazı hızlı yolculuklarına inanılmamıştır. Cavid Baysun, Evliya Çelebi'nin Van'dan İstanbul'a 13 günde, Silistire'den İstanbul'a 3 günde gelmesini imkânsız görerek kabul etmemektedir. Halbuki o zamanki Türk askerliği ve biniciliği düşünülürse bunların doğru olduğu kabul edilebilir. Posta tatarlarının at değiştirerek nasıl hızlı gittikleri malûmdur. İyi bir binici olan ve Kırım atlılarının yıldırım hızına sürçmeden ayak uyduran Evliya Çelebi, at değiştirmek suretiyle Silistire'den 3 günde, Van'dan 13 günde İstanbul'a gelebilir. Nitekim Barbaros Hayreddin Paşa da Mudanya'dan Haleb'e atla 10 günde gitmişti. Seyahatname mübalâğalı ve hayalî taraflarına rağmen birçok bakımlardan mühim, ciddî incelemelere lâyık bir eserdir ve hakikaten kültürümüzün temel kaynaklarındandır. Bu temel kaynaktan ilmî sonuçlar çıkarmak için uzun ve etraflı çalışmalara ihtiyaç vardır ki bu da yıllara bağlıdır. Fakat bu çalışmalara başlamak için önce Seyahatname'nin mukayeseli ve çok doğru bir basımının yapılması şarttır. Bugün hızla gelişmekte ve değişmekte olan Anadolu şehirlerinde, birkaç yıl sonra, Evliya Çelebi'nin bahsettiği bazı anıtlardan eser kalmayacaktır. Bunları kaybolmadan önce yakalayıp incelemek, bir heyetin, bir derneğin başarabileceği iştir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder