Âfâk bütün hande, cihan başka cihandır; Bayram ne kadar hoş, ne şetâretli zamandır! Bayramda güler çehre-i mâ'sûm-i sabâvet, Ümmîd çocuk sûret-i sâfında iyandır Her cebhede bir nûr-i mücerred lemeânda; Her dîdede bir rûh demâdem cevelândır. Âlâm-ı hayâtın iki kat büktüğü ecsâd Feyzindeki te'sîr ile âsûde revandır.
Ferdâ-yı sükûn perveridir sâl-i cidâlin,***
Birinci gün hava bir parça nâ-müsâiddi; İkinci gün açılıp, sonra pek güzel gitti. Dedim ki: 'Fâtih'e çıksam yavaşça, bir yanda Durup o âlemi seyreylesem de meydanda, Ziyâret etsem ehibbâyı sonradan... Hoş olur. Bütün gün evde oturmak ne olsa pek boştur. ' Bu arzû-yi tenezzüh gelince, artık ben Durur muyum? Ne gezer! Fırladım hemen evden.
Gelin de bayramı Fâtih'te seyredin, zirâ Hayâle, hâtıra sığmaz o herc ü merc-i safâ, Kucakta gezdirilen bir karış çocuklardan Tutun da, tâ dedemiz demlerinden arta kalan, Asırlar ölçüsü boy boy asâli nesle kadar, Büyük küçük bütün efrâd-i belde, hepsi de var! Adım başında kurulmuş beşik salıncaklar, İçinde darbuka, teflerle zilli şakşaklar, Biraz gidin; Kocaman bir çadır... Önünde bütün, Çoluk çocuk birer onluk verip de girmek için Nöbetle bekleşiyorlar. Acep içinde ne var? "Caponya'dan gelen insan suratlı bir canavar!" Geçin: sırayla çadırlar. Önünde her birinin. Diyor: "Kuzum, girecek varsa durmasın girsin." Bağırmadan sesi bitmiş ayaklı bir îlân, "Alın gözüm buna derler..." sadâsı her yandan. Alettirikçilerin keyfi pek yolunda hele: Gelen yapışmada bir mutlaka o saplı tele. Terazilerden adam eksik olmuyor; birisi İnince binmede artık onun da hemşerisi: "Hak okka çünkü bu kantar... Frenk îcâdı gıram Değil! Diremleri dörtyüz, hesapta şaşmaz adam." - Muhallebim ne de kaymak! - Şifalıdır macun! - Simit mi istedin ağa? - Yokmuş onluğum, dursun. O başta: Kuskunu kopmuş eğerli düldüller, Bu başta: Paldımı düşmüş semerli bülbüller! Baloncular, hacıyatmazlar, fırıldaklar, Horoz şekerleri, civ civ öten oyuncaklar; Sağında atlıkarınca, solunda tahtırevan Önünde bir sürü çekçek, tepende çifte kolan Öbek öbek yere çökmüş kömür çeken develer... Ferâğ-ı bâl ile birden geviş getirmedeler. Koşan, gezen, oturan, mâniler düzüp çağıran. Davullu zurnalı 'dans' eyliyen, coşup bağıran, Bu kâinât-ı sürûrun içinde gezdikçe, Çocukların tarafındaydı en çok eğlence, Güzelce süslenerek dest-i nâz-ı mâderle; Birer çiçek gibi nevvâr olan bebeklerle Gelirdi safha-i mevvâc-ı ıyde başka hayât... Bütün sürûr-u şetâretti gördüğüm harekât! Onar parayla biraz sallandırdılar... Derken, Dururdu 'Yandı! ' sadâsıyle türküler birden, - Ayol, demin daha yanmıştı a! Herif sen de, - Peki kızım, azıcık fazla sallarım ben de.
"Deniz dalgasız olmaz Gönül sevdasız olmaz Yâri güzel olanın Başı belâsız olmaz! Haydindi mini mini maşallah Kavuşuruz inşallah..."
Fakat bu levha-i handâna karşı, pek yaşlı, Bir ihtiyar kadının koltuğunda gür kaşlı, Uzunca saçlı güzel bir kız ağlayıp duruyor. Gelen geçen 'Bu niçin ağlıyor? ' deyip soruyor. - Yetim ayol... Bana evlâd belâsıdır bu acı Çocuk değil mi? "Salıncak" diyor... - Salıncakçı! Kuzum, biraz da bu binsin... Ne var sevâbına say... Yetim sevindirenin ömrü çok olur... - Hay hay! Hemen o kız da salıncakçının mürüvvetine Katıldı ağlamayan kızların şetâretine.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder