17 Kasım 2024 Pazar

19'uncu Yüzyılın İlk Yarısında Türk Nesri

 

19. yüzyılın ilk yarısında nesir alanında klasik nesir anlayışının hem türler hem de dil açısından devam ettiği görülmektedir. Şair tezkirelerinden başlamak üzere tarihler, biyografik eserler, sözlük ve belagat türünde yazılan eserlerde dil açısından klasik nesrin sanatkârane üslubunun da devam ettiği görülmektedir. Nesir dilindeki sadeleşme ve değişmenin bu yüzyılın ikinci yarısından itibaren çeşitli zorunluluklar ve değişen zihniyetin yarattığı yeni kültürel ve düşünsel ortamın etkisiyle ortaya çıktığını söylemek gerekir. 19. yüzyılın ilk yarısında kaleme alınan nesir türleri ve bu türlerde ön plana çıkan yazar ve eserler şu şekildedir:

Tezkireler

1.Tezkîre-i Şu’arâ-yı Şefkat-i Bağdâdî: Şefkat-ı Bağdâdî tarafından kaleme alınan eser antolojik mahiyettedir. 1730’dan 1814 yılına kadar geçen dönemde yaşayan 125 şair alfabetik sırayla kısaca tanıtılmıştır.

2.Bağçe-i safâ-endûz: Esad Mehmed Efendi’nin Esad Efendi Tezkiresi olarak da bilinen eser, 17221835 yılları arasında yaşayan 209 şairin biyografilerini vermektedir.

3.Arif Hikmet Tezkîresi: Ârif Hikmet Bey’in kendi adıyla anılan bu eserde 1592-1837 yılları arasında yetişen 203 şairin hayatı anlatılmış ve şiirlerinden örnekler verilmiştir.

4.Hâtimetü’l-eş’âr: Fatîn Efendi tarafından hazırlanan tezkirenin 1853 yılında tamamlandığı bilinmektedir. Eserde Sâlim Tezkiresinin bıraktığı 1721 yılından 1853 yılına kadar yetişen 672 şair hakkında bilgiler verilmiştir. Şinasi Fatîn Tezkîresini 1863 yılında bazı değişiklikler yaparak özellikle dil açısından süslü ve ağır bölümlerini sadeleştirerek yayımlamıştır.

5.Mecmuâtüt-terâcim: Mehmed Tevfik tarafından hazırlanan eser, 1595 yılından 1859 yılına kadar yetişen 542 şairin hayatı hakkında bilgiler vermektedir.

6. Kâfile-i şu’arâ: Çaylak Tevfik olarak da bilinen Mehmed Tevfik tarafından kaleme alınan tezkire, Osmanlı Devleti’nin kuruluşundan 1873 yılına kadar yetişen şairleri bir araya getirmek amacıyla hazırlanmış ancak yarım kalmış bir eserdir.

Tarihler

19. yüzyılın ilk yarısında vak’anüvis tarihçiliği geleneği devam etmiş, bu türde tarih kitapları yazılmıştır. Bu kitapların dili genellikle klasik nesir anlayışının takipçisidir. Bu yüzyılın başında hayatta olan 18. yüzyıl vak’anüvislerinden Mehmed Pertev Efendi 1807’deki vefatına kadar bu görevini sürdürmüştür. Mehmed Pertev Efendi’den sonra Ömer Âmir Bey bu görevi devralmış; ancak bu iki tarihçiden fihrist şeklinde ve birkaç defter hacminde notlar kalmıştır. Daha sonra ise Mütercim Âsım vak’anüvüslik görevine getirilmiştir. 1820 yılında ölünceye kadar bu görevini sürdüren Mütercim Âsım’ın eseri Tarih-i Âsım veya Vaka-i Selimiye isimleriyle tanınmıştır. 1791-1808 tarihleri arasındaki III. Selim devrinin olaylarını anlatan ve aydınlatan Tarih-i Âsım, zamanının basmakalıp, kuru ve ağır bir üslubuyla ve tenkidî bir biçimde yazılmıştır.

Mütercim Âsım’dan sonra vak’anüvislik görevine getirilen Şânizâde Mehmed Ataullah Efendi, dil ve üslup açısından edebî bir tarz kullanmıştır. Şânizâde dönemi itibarıyla yeniçeri zorbalıklarını, Rum isyanlarını, toplumsal yapıda ve devlet kademelerindeki ahlaki yozlaşmaları eserinde yoğun olarak işlemiştir. Klasik İslam tarih yazım geleneğinin önemli bir hususiyeti olan şiirler üzerinden eleştiride bulunma usulünü de eserinde tercih etmiştir. Böylece ağır tenkitlerin, yeri geldiğinde üstü kapalı bir şekilde ifade edilebilmesi mümkün olmuştur. Tanpınar, Şânizâde’nin üslubunun Mütercim Âsım’ın üslubundan biraz sade olmakla birlikte önemli bir yenilik getirmediği görüşündedir. 1826 yılında Şânizâde’nin yerine vak’anüvislik görevine getirilen Sahhaflar Şeyhizâde Mehmed Es’ad Efendi, bu görevini 1848 yılında ölümüne kadar sürdürmüştür. Sahhaflar Şeyhizâde Mehmed Es’ad Efendi’nin ölümünden sonra 1848 yılında vak’anüvislik görevine Mehmed Şâkir Recaî Efendi getirilmiştir. Ancak içkiye olan düşkünlüğünden dolayı görevinden azledildiği  için kendisini içkiye verdiği rivayet edilir. Recaî Efendi’den sonra bu göreve, “Adem Kasidesi” şairi Âkif Paşa’nın oğlu Nâil Bey getirilir. Ancak onun görevi de uzun sürmez, bir gün sonra görevinden ayrılır.

Osmanlı tarih yazıcılığının en önemli isimlerinden biri olan ve Tanpınar tarafından “yeniliğin üç büyük muharriri”nden biri sayılan (diğerleri Münif Paşa ve Şinasi’dir) Ahmet Cevdet Paşa, 1855 yılından 1865 yılına kadar vak’anüvislik görevini sürdürmüştür. Tarihçiliğinin yanı sıra hukuk, dil ve gramer alanlarında çalışmaları vardır.

Ahmed Cevdet Paşa, pek çok vasfının yanında özellikle tarihe dair eserleriyle klasik Osmanlı tarihçiliğine yeni bir bakış açısı getirmiş; tarih felsefesi ve metodolojisi bakımından da eski vak’anüvis tarihlerinden farklı bir anlayışın yolunu açmıştır. Osmanlı tarihçiliğinin klasik geleneğine şeklen bağlı görünmek ve İslam tarihçiliğinin “ilmî tarihçilik” ekolünü takip etmekle birlikte bunun belagata önem veren İran tarzı edebî tarihçilikle ahenkli bir terkibini gerçekleştirmiştir. Böylece bir bakıma Kâtib Çelebi ve Müneccimbaşı gibi aynı terkibi yapmış olan tarihçi neslin son temsilcisi olmuş, eski ile yeni tarihçilik anlayışı arasında bir köprü vazifesi görmüştür. Cevdet Paşa tarih felsefesi ve metodolojisinde geniş ölçüde, bir kısmının tercümesini yaptığı İbn Haldûn’un Mukaddimesinin tesirinde kalmıştır. Avusturyalı tarihçi Hammer’in Osmanlı tarihiyle ilgili eserine zeyl olarak kaleme aldığı Târih-i Cevdet adlı on iki ciltlik eserini otuz yılda tamamlayan Ahmed Cevdet Paşa, çalışmasında Küçük Kaynarca Antlaşması’ndan başlayarak 1826’da yeniçeriliğin kaldırılmasına kadar geçen süreci anlatmıştır. Üslubundaki akıcılık ve açıklık, olayları anlatırken bir romancı tavrı benimsemesi onu diğer Osmanlı tarihçilerinden farklı kılmıştır. Ahmed Cevdet Paşa’nın bu önemli eserinden başka vak’anüvisliği sırasında bizzat kendisinin de içinde bulunduğu ve şahit olduğu olaylarla ilgili tuttuğu notlardan oluşan hatıra niteliğindeki Tezâkir ve 1839-1876 yılları arasındaki siyasi ve tarihî olayları özet hâlinde yazmasını isteyen II. Abdülhâmid’in emriyle kaleme aldığı Marûzât adlı eserleri de önemlidir. Ahmed Cevdet Paşa’dan sonra 1865 tarihinde vak’anüvislik görevine getirilen ve bu görevi 41 yıl sürdüren Ahmed Lûtfî Efendi kendi adıyla bilinen tarih kitabında 1825’ten 1879’a kadar geçen süreyi oldukça sade bir üslupla anlatmıştır.

Sözü geçen değerlendirilen resmî Osmanlı tarihlerinin dışında 19. yüzyılda resmî olmayan özel Osmanlı tarihleri de kaleme alınmıştır. Ahmed Vefik Paşa’nın Osmanlı Devleti’nin kuruluşundan Sultan Abdülaziz’e kadar olan dönemin askerî, siyasi ve kültürel boyutlarını altı bölüm hâlinde an-lattığı Târih-i Osmânî adlı eseri, Abdülhak Hâmid Tarhan’ın babası Hayrullah Efendi’nin Osmanlı Devleti’nin kuruluşundan sultan I. Ahmed devrine kadar geçen dönemi Batılı kaynaklara da başvurarak anlattığı Devlet-i Aliyye-i Osmâniyye Târîhi isimli eseri, Maraşlı Mehmed Fevzî’nin beş ciltlik Osmanlı Tarihi, Mehmed Şâkir Paşa’nın ilk iki cildinde Osmanlı Devleti’nin kuruluşundan İstanbul’un fethine kadar geçen dönemi anlattığı Yeni Osmanlı Târihi adlı eseri, Ali Cevad’ın Mü-kemmel Osmanlı Târihi ve Mehmed Tevfik Paşa’nın Telhîs-i Târih-i Osmânî adlı eseri bu özel tarih kitapları arasında sayılabilir.

Biyografiler

19'uncu yüzyılın ilk yarısında yazılan biyografi türündeki eserler, geleneğin devamı niteliğinde ve daha önce yazılan eserlere zeyl niteliği gösterirler. Genellikle klasik nesrin üslubunu sürdüren eserler devlet adamları, şeyhülislam ve diğer din büyüklerinin hayatları hakkında bilgiler veren önemli kaynaklar niteliğindedir. Bu dönemin biyografi yazarlarının başında Ahmed Rıf’at gelir ve Müstakimzâde Süleyman Efendi’nin Osmanlı şeyhülislamlarını konu edinen Devhâtü’l-meşâyih’ ine yazdığı zeylle ön plana çıkar. Yine Ahmed Rıf’at’ın hazırladığı Verdü’l-hadâ’ik Osman-zâde Tâ’ib’in Hadîkatü’l-vüzerâ adlı eserinin dördüncü zeylidir. Eserde 1809’dan 1863’e kadar geçen devrede görev yapan yirmi dört sadrazamın biyografisi verilmiştir. Ravzatü’l-azîziye ise Hz. Peygamber’in şeceresinden başlamak suretiyle dört halife ve on iki imam, İslam hükümdarları ve Osmanlı padişahlarının, sadrazamların, şeyhülislamların, kaptan paşaların ve Mısır hidivlerinin kısa biyografisini içerir. Eser, Yeniçeri Ocağının kaldırılışından 1866 yılına kadar devlet teşkilatının  geçirdiği değişimi ve üst düzey görevlere atanan kişilerin bir cetvelini de ihtiva etmektedir.

Ahmed Rıf’at diğer önemli biyografik eseri Devhatü’n-nukabâ’da 1495’ten başlayarak 1861 yılına kadar görev yapan nakîbü’l-eşrâfların hayat hikâyelerine yer verir. Vezir ve sadrazamların biyografilerinin anlatıldığı eserlerin devamı niteliğinde olan Sefînetü’l-vüzerâ Mehmed Hafîd tarafından hazırlanmıştır. Eserde İstanbul’un fethinden 1792 yılına kadar görev yapan vezirlerin biyografisi sunulmuştur. Süleyman Fâik, Resmî Ahmed Efendi’nin Halîfetü’r-rüesâ isimli eserine yazdığı iki zeylde reisülküttaplık görevinde bulunan toplam 47 kişinin biyografisine yer vermiştir. 

İranlı Habib tarafından yazılan Hat ve Hattâtân isimli eser ise 1787’den sonra yetişen İranlı ve Türk hat sanatçılarının hayatlarını içerir. 

Mektûbî-zâde Abdüzlaziz, Taşköprîzâde’nin Şakayiku’n Numaniyye adlı ünlü eserini ona yazılan bütün zeylleriyle beraber Tabakât-ı Terâcim adıyla özetlemiştir. 

Fındıklı İsmet’in hazırladığı Tekmiletü’ş-Şakâik fî Hakkı Ehli’l-Hakâik adını taşıyan eser de bir zeyl olarak 1730-1896 yılları arasında yaşamış âlim ve din adamlarının biyografilerini anlatan sekiz ciltlik bir eserdir. Ancak ilk iki cildin dışındakiler bir yangında yok olduğu için yazar daha sonra hatırladığı biyografileri dört ciltte toplamıştır. 

Mehmed Süreyya, Sicill-i Osmanî yahut Tezkîre-i Meşâhîr-i Osmâniyye adlı eserinde Osmanlı Devleti’nin ku-ruluşundan 1899’a kadarki dönem içinde yaşamış ve devletin çeşitli kademelerinde çalışmış, farklı mesleklerden tanınmış kişilerin biyografilerini alfabetik sırayla toplamıştır. 

Karslızâde Mehmed Cemâleddin Efendi, Sultan Abdülmecid’in emriyle kaleme aldığı Âyîne-i Zurefâ isimli eserde resmî ve özel Osmanlı tarihçileri ve eserleri hakkında bilgiler verir. Enderûn tarihiyle ilgili önemi bir eser olan Letâif-i Enderûnu hazırlayan Hafız Hızır İlyas eserinin dördüncü ve beşinci ciltlerinde sultanlar, şehzadeler ve Enderun’da yetişen şairler hakkında biyografik bilgiler vermiştir.

Sefaretnâmeler ve Seyahatnâmeler

19'uncu yüzyılın ilk sefaretname müellifi Abdurrahim Muhib Efendi’dir. Fransa elçiliği sırasındaki izlenimlerini Küçük Sefaretnâme ve Büyük Sefaretnâme olarak adlandırdığı iki ayrı kitapta anlatmıştır. Mehmed Emin Vahit Paşa, Sefaretnâme-i Fransa adlı eserinde Napolyon’la buluşmak üzere gönderildiği Lehistan’a yaptığı seyahati, buradan Paris’e geçişini ve Paris’te Napolyon tarafından ikinci kez kabul edilişini anlatır. Seyyit Mehmet Ref’î Efendi, 1807’de bir layiha (rapor) hâlinde hazırladığı İran Sefaretnâmesinde, bu ülkede yaptığı görüşmelerin özetini verir. 1811 yılında İran’a gönderilen elçilik heyetinde tercüman olarak görev alan Bozoklu Osman Şakir Efendi tarafından kaleme alınan Musavver İran Sefaretnâmesi isimli eser resimli bir sefaretnâmedir. Mehmed Namık Paşa’nın Londra Sefaretnâmesinde ise kentle ilgili suluboya resimler bulunur. Mehmed Sadık Rıfat Paşa’nın İtalya Sefaretnâmesi, Abdürrezzak Bâhir Efendi’nin Risâle-i Sagire’si de önemli sefaretnâmeler olarak dikkat çeker. Bu sefaretnâmeler arasında Ahmet Hamdi Tanpınar’ın özellikle dikkat çektiği eser, Mustafa Sâmi Efendi tarafından kaleme alınan Avrupa Risâlesi’dir. Eser, eski sefaretnâme geleneğine dâhil olmakla beraber, yazarın Paris’te gördüklerini anlatırken Avrupa’daki gelişmelerin nedenlerini anlatmaya çalışması; eğitim, matbaa ve bilimin bu gelişmedeki rolüne dikkat çekmesi açısından önemlidir. Tanpınar, yazarın bu eserinde Şinasi’den önce “hubb-i vatan ve millet” (vatan ve millet sevgisi) kavramlarını kullandığını, hatta Şinasi’de görülecek yeni cümle yapısının Sâmi Efendi’nin bu eserinde görülmeye başlandığını belirtir 

II. Mahmud’un 1830-1839 yılları arasındaki beş seyahatinden ikisi vak’anüvis Sahhaflar Şeyhizade Esad Efendi tarafından Sefernâme-i Hayr ve Ayâtü’l-Hayr adlı eserlerde anlatılmıştır. Sefer-nâme’de II. Mahmut’un 1831 yılında Çanakkale Boğazı ve Edirne’ye yaptığı yolculuk, Ayâtü’l-Hayr'da ise padişahın 1837 yılında Tuna’ya yaptığı kırk günlük gezi anlatılmıştır. Ömer Faiz ise Sultan Abdülaziz’in Avrupa’ya yaptığı seyahatini “ruzname” tarzında kaleme almıştır. Mehmed Hurşit, Seyahatnâme-i Hudûd adlı eserinde Derviş Paşa’nın başkanlığında oluşturulan bir heyetin Doğu Anadolu ve Irak’ta yaptığı incelemelerde heyetin kâtibi sıfatıyla bulunduğu gözlemlerini anlatmıştır.

Sözlükler ve Gramer Kitapları

19'uncu yüzyılın ilk yarısında sözlük alanında ön plana çıkan isim Mütercim Âsım’dır. Yazarın bu türde hazırladığı eserler şunlardır:

1.Tuhfe-i Âsim: Gençlere Arapça öğretmek maksadıyla Arapça - Türkçe olarak kaleme alınan bu eser 1215 beyitten oluşmaktadır.
2.Tibyân-ı nâfî’ der-tercüme-i Burhan-ı Kâtı: 17. yüzyıl Iranlı sözlükçülerinden Burhan mahlaslı Mehmed Hüseyin Ibni Halefi Tebrizî’nin Burhan-ı Kâtı adlı Farsça sözlüğünün tercümesidir.
3.El-Okyanusü’l-Basît fi Tercümetü’l-Kâmûsu’l- Muhit: Şirazlı Mecdüddin-i Firûzâbâdî’nin Kâmûsu’l-muhit adlı Arapça sözlüğünün Türkçeye tercümesidir.

Mütercim Âsım’ın çalışmaları dışında Yenişehirli Avnî’nin bazı bilimlere ait terimlerin ve özel kelimelerin anlamlarını açıkladığı Istılâhât Lügati, Hayrullah Efendi’nin Lügat-ı Tıbbiye ile Şem- seddin Sami’nin Kâmûs-ı Türkî isimli çalışmaları önemlidir. Ali Suavi’nin Kâmûsul-ulûm ve’l-ma’ârif adlı eseri ile Ahmed Rıfat’ın Lûgât-ı Târîhiyye ve Coğrâfiyye adlı eserleri tarih ve coğrafya terimleriyle ilgili sözlükler olarak dikkat çeker.

Sözlük çalışmalarının yanında dil bilgisi çalışmaları dile olan ilginin arttığını gösterir. Özellikle okullarda okutulması amacıyla hazırlanan dil bilgisi kitapları önemlidir. Bunlardan biri Abdurrahman Fevzi Efendi tarafından hazırlanan Mikyâsu’l-Lisân Kıstâsu’l-beyân adlı eserdir. Yazarın bu çalışmasında ortaya koyduğu fikirler dönemi için çok yeni fikirlerdir ve Türkçe dil bilgisi ve ses bilgisinin meselelerine bakışta çağdaşlarından ve kendinden önceki yazarlardan ayrılır. Eserde, Türkçenin ses değerleriyle Arap alfabesini mukayese ederek yeni bir alfabe geliştirilmesi fikri savunulmuştur. Her sese bir harf, her harfe bir ses prensibini esas alan yeni Latin alfabesinin ilk müjdecisi olan Abdurrahman Fevzi Efendi yeni tekliflerini dilin kolay okunup anlaşılması, eğitim ve öğretimin hız kazanması için sunmuştur. En önemli görüşü, gramer başlığı altında imla, sarf (yapı bilgisij, nahv (söz dizimi) ve iştikak (türetme bilgisi)’ın birleştirilmesi gerektiği ve ünlülerin kullanılmasının kaçınılmaz olduğu yönündedir. Türkçenin ünlü sistemini göstermek için Avrupa’da vovel (ünlü) denilen işaretlere benzer harflerin kullanılması veya her harfin ince ve kalın sıralı şekillerinin geliştirilmesi üzerinde duran Abdurrahman Fevzi, bu görüşleriyle Tanzimat’tan sonra çokça tartışılacak dil ve imla konuları üzerinde düşünen önemli bir isim olmuştur. 

Ahmed Cevdet Paşa’nın gramer konusundaki çalışmalarıyla dil öğretiminde yeni bir bakış açısı geliştirdiği görülür. Onun Kavâid-i Osmâniyye adlı eseri, Türkçede yayımlanan ilk gramer kitabı olarak önem taşıdığı gibi hayatının sonuna kadar ilgileneceği dil konusundaki çalışmalarının da ilk adımını teşkil eder. Kitabın ilk tertibi Cevdet Paşa ile Keçecizade Fuad Paşa’ya aittir. Ancak daha sonra Ahmed Cevdet Paşa eseri Tertîb-i Cedîd Kavâid-i Osmâniyye adıyla yenilemiş ve kendi ismiyle bastırmıştır. Ahmet Cevdet Paşa, Kavâid-i Osmâniyye’de ele aldığı Osmanlı Türkçesini üç ayrı dilin birleşmesinden meydana geldiğini düşündüğünden Türkî, Arabî ve Fârisî olmak üzere üç alt bölüme ayırarak işlemiş, böylece ayrı ayrı üç dilin kurallarını vermeye çalışmıştır. 19'uncu yüzyılın ilk yarısında hazırlanan belagat kitapları ise geleneksel anlayışın doğrultusunda kaleme alınmış eserlerdir. Recaîzâde Mahmud Ekrem’in Ta’lîm-i Edebiyat adlı eserine kadar bu yüzyılın ilk yarısında yazılan belagat kitaplarında klasik belagat eğitiminin ilkeleri gözetilmiştir. Bu anlamda Tahir Selam’ın Arapçadan çevirdiği Mizânü’l Edeb bu yüzyılın ilk yarısında basılan ilk belagat kitabıdır.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder