“Türk edebiyatında roman, şiirin önüne geçti mi?”
Geçebilir mi?
Geçemez.
Ancak bu noktada bir eksiğimiz var. Yoksa da bana öyle geliyor. Çünkü biz “Okuduklarımızı, dinlediklerimizi yerli yerine koyabilmek için düşünmek…”[1] işine asla soyunmuyoruz. Dolduruşa gelmek, el kayığına binmek huyumuzu elimizin tersiyle itemiyoruz.
Şiir, sözün altın olanı. En değerlisi… Öyle olmasa, eli kalem tutanların tamamı şiir yazmazdı. Ünlü ünsüz bütün yazanların ilk satırları, “mısra”lar olmuştur.
Sözü uzatıyor muyum, ne? Yukarıdaki sorunun başına geçiyorum. Orada roman ve hikâyenin, şiirden daha çok okunduğu, daha çok ilgi gördüğü ileri sürülüyor, okuyucuyu düşünen yayınevlerinin şiir kitabı basmadıkları söyleniyor.
Sözün burasında 2011’in başında yayınevlerince yayılanmış yeni şiir kitaplarından birkaçını sıralamak istiyorum: Yeni Başlayanlar İçin Metafizik, Cazın Irmakları, Sen Maneviyat (Cahit Koytak), Sesim Boğuluyor Denizlerde (Cihan Barış Budak), Kibrit Çöpleri (Murathan Mungan), İhtiyarın Vefatı (Polat Onat), Akşamlar Yaklaştıkça (Güzide Gülpınar Taranoğlu), Delgeç (Alperen Yeşil)…
Yetmez mi?
“Otobüs… Hay Allah, otobüs ya!
Nereden nereye?
Anayurttan yaban ele!
Emektâr otobüsten servis otobüsüne!
İkisinde de, adamın yüreğini kımıl kımıl oynatan duygular. İlkinde çocukluğa duyulan özlem, ikincisinde gönle dolan sevda ışıkları parlıyor.
Ahmet, ilk defa otobüsten inerken görmüştü onu.”[2]
Otobüs… Buradan ileriye söyleyeceklerimin düğümü.
Yayıncılarının önem verdiği üç roman var. Üçünde ele alınan konuyu yürütüp götüren; “Otobüs.” Yayıncılarının önem verdiği bu üç kitap ile işledikleri konular şunlardır:
Aşk Otobüsü’nde (John Steinbeck): “Birbirlerinden tamamen farklı karakterlere, farklı ideallere ve farklı yaşam tarzlarına sahip bir avuç insan, bir otobüsün içinde, ıssız bir dağ başında kalırsa ne olur? Her türlü medeni imkândan uzak, sadece kendileri ve art niyetleriyle birlikte... Her karakter, diğerinden apayrı bir insan tipini yansıtıyor. Farklı koşullar altında insanların görünen karakterlerinden ne kadar farklı tepkiler verdiklerini, olayların nasıl çığırından çıkabileceğini, Steinbeck'in kendine özgü sanat yeteneğiyle yazdığı bu orijinal romanda, büyük merak ve heyecanla, bazen de gülümseyerek okuyoruz. Ve kaçınılmaz olarak en önemli sorulardan biriyle yüz yüze geliyoruz.“ [3]
Pembe Otobüs (Mehmet Anıl): “Yazmak, teslim olmama adına bir eylem biçimi” diyen yazarın 2008 yılı Yunus Nadi roman ödülünü alan romanıdır. “Pembe Otobüs, Mehmet Anıl'ın, kendisine dert edindiği küreselleşme sürecinde bireyin değerlerinden koparılmasını, yerel motiflerin birer birer tekdüze yaşamın altında ezilmesine tepki romanı. 12 Eylül öncesinden başlayarak günümüze gelen aşamayı başta 'Demir' karakteri olmak üzere, yakın arkadaş çevresi üzerinden veriyor yazar. Zamanın değişen hallerinin yanı sıra 'Demir'in savrulmuşluğuna 'iyi'nin masumiyeti ekleniyor. Bu ve buna benzer pek çok renkli çizgide akan yapıtın içine girdikten sonra soruyorsunuz: 'Siz bu romandaki karakterleri bire bir yaşadınız mı?' Yanıtı kısa ve net. 'Hayır' diyor. Ardından da ekliyor: 'En önemli olan, yazar bunu gerçekten yaşadı mı hissini verebilmektir. ' Pembe Otobüs'e, salt siyasi roman demenin haksızlık olacağını söyleyen Anıl, 'Tamamen siyasi bir roman değil Pembe Otobüs. Evet 12 Eylül günlerini de kullandım ancak sadece bu gözle bakılmamalı yapıta' diyor.”[4] Bu romanda da yazarla aynı otobüste yolculuk yapan arkadaşları var.
Otebes / Otobüs (Yunus Eroğlu): “Otebes (Otobüs) birçok kişinin oluşturduğu bir albümün romanıdır. Her koltuk, kendi iç sesiyle kendinden söz ediyor. Bir otobüsün koltuklarına kurulmuş, eteklerindeki taşları döken sesler.”[5]
Hemen söylemeliyim; rastlantının bu kadarına pes demek lâzım.
Nedenini anlamışsınızdır değil mi?
Üç romanda da ana unsur “otobüs”… Bunda yayıncıların “öyle istemiş olmasının payı” büyük. İş yapma kaygısı, benzeşmeden dolayı ortaya çıkacak olan reklam çağrışımları ve ille de politik amaçlar, bu yolun açıcısı olmuştur desem, ileri gitmiş olmam.
“Otobüs”, Orhan Pamuk’un “Yeni Hayat”ında da anahtar. “… İstanbul'dan ayrılıyor, bitip tükenmeyen otobüs yolculuklarına çıkıyor, taşra şehirlerine doğru savruluyor.”[6] Mustafa Kutlu’nun “Mavi Kuş”unda da var. “Mavi Kuş’ta tren istasyonuna -otobüsle- giden insanların yolda başlarından geçen ilginç olaylar anlatılmaktadır.”[7]
Sadece bu kadar mı? Hayır.
Bir de -isminin dışında- bunlara çok benzeyeni var: Aslı Tohumcu’nun “Taş Uyukusu”.
“Bir belediye otobüsünde bir araya gelmiş 59 insanın bir yolculuk boyunca devam eden öyküsünü anlatan 'Taş Uykusu’nda, Aslı Tohumcu Türkiye'nin kırılgan psikolojisinin bir panoramasını sunuyor.” “100 sayfalık bir kısa roman düşünün: Şoförü ve yolcularıyla 59 öyküye ev sahipliği yapan bir belediye otobüsünde geçiyor. İç içe giren kırılgan psikolojileriyle yolcuların önce kendi sesleriyle konuştuğu ‘solo’ bölümler, ardından tüm seslerin bir araya geldiği ‘koro’ bölümüyle oldukça müzikal bir deney. Bir süredir Ümraniye’de oturan Tohumcu, otobüslerde yaptığı uzun yolculuklardan oldukça etkilenmiş; notlar alarak veya ses kayıtları yaparak değil, bütünüyle kendi gözlemleri ve hayal gücüyle bir yolculuk romanı yazmış. Karakterlerden biri (Kâinat), radyodan, Ömer Madra’nın Açık Gazete programından 4 Mayıs 2009 günü Mardin’in Bilge Köyü’nde 44 kişinin öldüğü katliama dair yorumları dinliyor. Bir başka yerde, Hrant Dink’in cenazesinin haberini okuyan bir kahramana rastlıyoruz.”[8]
“Niçin roman ve hikâye yayıncıların gözbebeği?”
Yayıncıların ve yayınevlerinin işine öyle geliyor demek yeter mi, bilemem?
Ancak açık açık görülen bir şeyler var: Hepsi de birbirine benzer şeyler… Hepsi de bir amacın berkitilmesi için basılmış kitaplar.
Bol reklamlı ve bol tanıtımlı.
Bu benimkisi bir suçlama değil. Onlar farklı pencerelerden benzer olayları böyle görmüşlerdir belki de.
İyi de… Benim arzuladığım, sözün altını olan şiirden yana olmak.
Şiir kitapları satmazmış… Öyle mi?
Roman ve hikâye kitapları sanki “matah” mı satıyor?
Yarışa birlikte çıkarın, sonucu görün derim.
Ama yine de benim sizin de görmenizi istediğim bir arıza var.
Yayıncının bastığı kitaplar, kim için, kimler için?
Gençler mi?
Onları çekirdekten sınavlarla dolu bir hayata kilitledik, üstelik sadece test kitaplarını koyduk önlerine. Sınavlar sınavları kovaladı. Gün geldi ömür de bitti.
Kitap okunmuyor derseniz, bu yüzden falan filan edebi türleri yayınlıyoruz derseniz, yalnız kendinizi kandırmış olursunuz.
İşin özü, okuyucusunu eserleriyle sürükleyip götürecek olan yazarın ve şairin peşine düşmek, yakaladıklarımızın da elinden tutmak olmalıdır.
------------------------------
[1] Oğuzbaşaran Bekir, düşünmek / Berceste Dergisi, s. 2 Yıl: 9 Haziran 2011
[2] Bıldırki Oyhan Hasan, Bir Başka Şafak (Hikâyeler) MEB Yayınları, s. 56, 1992 Üçüncü Baskı.
[3] https://www.dunyakitap.com/kitap/ask-otobusu-p529031.html
[4] https://beyinlabirenti.blogspot.com/2008/05/pembe-otobs-yunus-nadi-roman-dl.html
[5] https://www.idefix.com/kitap/otobes-otobus-yunus-eroglu/tanim.asp?sid=HZ40BA8LAO1O7FVTRUZX
[6] https://www.ilknokta.com/urun/63005/Yeni-Hayat.html
[7] https://www.diyadinnet.com/YararliBilgiler-175&Bilgi=mavi-ku%C5%9F-%C3%B6zeti
[8] https://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder