Şiir, insanlığın en eski ve en güçlü ifade biçimlerinden biridir. Tarih boyunca farklı kültürler, yaşadıkları duyguları, hayallerini, inançlarını ve toplumsal olayları dizelerle dile getirmiştir. Kimi zaman bir aşkın coşkusunu, kimi zaman savaşların kahramanlıklarını, kimi zaman da doğanın huzurunu mısralara taşımıştır. Şairler, hislerini ve düşüncelerini aktarırken hem kendi çağlarının ruhunu hem de evrensel insan duygularını yansıtır.
Edebiyat tarihinde şiirler, konu, biçim ve amaç bakımından çeşitli türlere ayrılır. Lirik, epik, pastoral, didaktik, satirik, dramatik, akrostiş, halk şiiri türleri, divan şiiri türleri ve modern şiir türleri bunların başlıca örnekleridir. Her tür, kendine özgü bir dil, üslup ve etki alanına sahiptir.
Lirik Şiir
Lirik şiir, adını antik Yunan’da “lyra” adı verilen telli çalgı eşliğinde söylenen duygulu şiirlerden alır. Bu tür, en çok aşk, özlem, sevinç, hüzün, tabiat sevgisi gibi insana özgü yoğun duyguları işler. Okuyucuda veya dinleyicide güçlü bir duygusal etki bırakması amaçlanır.
Lirik şiirlerde genellikle bireysel duygular ön plandadır. Şair, kendi hislerini, özlemlerini ya da kırgınlıklarını yoğun bir dille dile getirir. Bu yönüyle, edebiyatın en samimi ve içten türlerinden biri olarak kabul edilir.
Özellikleri:
Konu bakımından duygular ve hayaller ön plandadır.
Dil genellikle süslü, ahenkli ve sanatlıdır.
Müzikaliteye (ahenge) önem verilir; ölçü, kafiye ve redifler sıkça kullanılır.
Tabiat, aşk, ayrılık, ölüm, özlem gibi temalar sıkça işlenir.
Şair, kendi iç dünyasını anlatır; ancak bu anlatım çoğu zaman evrensel bir boyuta taşınır.
Tarihi Gelişim:
Antik Yunan: Lirik şiirin ilk örnekleri, lir eşliğinde söylenen şiirlerdir.
Türk Edebiyatı: Divan edebiyatında gazel, murabba gibi nazım şekilleriyle; Halk edebiyatında koşma, mani gibi türlerle lirik şiir örnekleri verilmiştir.
Batı Edebiyatı: Rönesans ve Romantizm dönemlerinde lirik şiir zirveye ulaşmıştır.
BÜLBÜL
Bütün dünyâya küskündüm, dün akşam pek bunalmıştım;
Nihayet, bir zaman kırlarda gezmiş, köyde kalmıştım.
Şehirden kaçmak isterken sular zaten kararmıştı,
Pek ıssız bir karanlık sonradan vâdiyi sarmıştı.
Işık yok, yolcu yok, ses yok, bütün hılkat kesilmiş lâl...
Bu istiğrâkı tek bir nefha olsun etmiyor ihlâl
Muhîtin hâli "insâniyyet"in timsâlidir, sandım;
Dönüp mâzîye tırmandım, ne hicranlar, neden andım!
Taşarken haşrolup beynimden artık bin müselsel yâd,
Zalâmın sinesinden fışkıran memdûd bir feryâd,
0 müstağrak, o durgun vecdi nâgâh öyle coşturdu
Ki vâdiden bütün, yer yer, enînler çağlayıp durdu.
Ne muhrik nağmeler, yâ Rab, ne mevcâmevc demlerdi;
Ağaçlar, taşlar ürpermişti, gûya Sûr-i Mahşerdi!
-Eşin var, âşiyanın var, baharın var, ki beklerdin;
Kıyâmetler koparmak neydi, ey bülbül, nedir derdin ?
0 zümrüd tahta kondun, bir semâvî saltanat kurdun;
Cihânın yurdu hep çiğnense, çiğnenmez senin yurdun,
Bugün bir yemyeşil vâdi, yarın bir kıpkızıl gülşen,
Gezersin, hânmânın şen, için şen, kâinatın şen.
Hazansız bir zemin isterse, şâyed rûh-i ser-bâzın,
Ufuklar, bu'd-i mutlaklar bütün mahkûm-i pervâzın.
Değil bir kayda, sığmazsın - kanadlandım mı - eb'âda;
Hayâtın en muhayyel gayedir ahrâra dünyâda,
Neden öyleyse mâtemlerle eyyâmın perîşandır?
Niçin bir damlacık göğsünde bir umman hurûşandır?
Hayır, mâtem senin hakkın değil... Mâtem benim hakkım:
Asırlar var ki, aydınlık nedir, hiç bilmez âfâkım!
Tesellîden nasîbim yok, hazân ağlar bahârımda;
Bugün bir hânmansız serseriyim öz diyârımda!
Ne husrandır ki: Şark'ın ben vefâsız, kansız evlâdı,
Serâpâ Garba çiğnettim de çıktım hâk-i ecdâdı!
Hayâlimden geçerken şimdi, fikrim herc ü merc oldu,
SALÂHADDÎN-İ EYYÛBÎ'lerin, FATİH'lerin yurdu.
Ne zillettir ki: nâkûs inlesin beyninde OSMAN'ın;
Ezan sussun, fezâlardan silinsin yâdı Mevlâ'nın!
Ne hicrandır ki: en şevketli bir mâzi serâp olsun;
O kudretler, o satvetler harâb olsun, türâb olsun!
Çökük bir kubbe kalsın ma'bedinden YILDIRIM Hân'ın;
Şenâatlerle çiğnensin muazzam Kabri ORHAN'ın!
Ne heybettir ki: vahdet-gâhı dînin devrilip, taş taş,
Sürünsün şimdi milyonlarca me'vâsız kalan dindaş!
Yıkılmış hânmânlar yerde işkenceyle kıvransın;
Serilmiş gövdeler, binlerce, yüz binlerce doğransın!
Dolaşsın, sonra, İslâm'ın harem-gâhında nâ-mahrem...
Benim hakkım, sus ey bülbül, senin hakkın değil mâtem!
M. Akif Ersoy
Epik (Destansı) Şiir
Epik şiir, kahramanlık, savaş, yiğitlik, fedakârlık ve millet sevgisi gibi konuları ele alan, coşkulu bir üsluba sahip şiir türüdür. Okuyucuda veya dinleyicide heyecan, gurur ve milli bilinç uyandırmayı amaçlar.
Bu tür şiirlerde olaylar ve kişiler gerçek ya da hayali olabilir; ancak her durumda, anlatımın amacı kahramanlık duygusunu ön plana çıkarmaktır. Epik şiirler, tarihî olayları veya efsaneleri sanatkârane bir biçimde aktardıkları için hem edebiyat hem de tarih açısından önemli bir kaynak niteliği taşır.
Özellikleri:
Konu olarak savaşlar, kahramanlıklar, önemli tarihi olaylar işlenir.
Coşkulu, yüksek tempolu ve etkileyici bir anlatım kullanılır.
Anlatımda abartı unsurlarına sıkça yer verilir.
Genellikle toplumsal duyguları harekete geçirir.
Hem nazım hem de nazım-nesir karışık olarak yazılabilir.
Türleri:
Tabii (Anonim) Epik: Halk arasında doğmuş, sözlü kültürle nesilden nesile aktarılmış destanlardır.
Örnekler: İlyada ve Odysseia (Homeros), Manas Destanı, Oğuz Kağan Destanı
Yapay (Sanatçı Ürünü) Epik: Bilinen bir şair tarafından yazılan ve tarihi ya da hayali kahramanlık olaylarını konu alan epik şiirlerdir.
KOŞMA
Kalktı göç eyledi Avşar elleri
Ağır ağır giden eller bizimdir
Arap atlar yakın eder ırağı
Yüce dağdan aşan yollar bizimdir
Belimizde kılıcımız Kirmani
Taşı deler mızrağımın temreni
Hakkımızda devlet etmiş fermanı
Ferman padişahın, dağlar bizimdir
Dadaloğlu'm birgün kavga kurulur
Öter tüfek davlumbazlar vurulur
Nice koçyiğitler yere serilir
Ölen ölür, kalan sağlar bizimdir
Dadaloğlu
Pastoral Şiir
Pastoral şiir, doğa güzelliklerini, kır yaşamını, çoban hayatını ve tabiatla iç içe huzurlu bir yaşamı konu alan şiir türüdür. Bu türde amaç, okuyucuyu şehrin gürültüsünden uzaklaştırarak, doğanın sakin ve saf atmosferine taşımaktır.
Pastoral şiir, antik çağlardan beri edebiyatın önemli bir parçasıdır. Özellikle sanayi devrimi sonrası şehirleşmenin artmasıyla, insanlar doğaya özlem duymaya başlamış ve bu duygular pastoral şiirlerde kendine yer bulmuştur.
Özellikleri:
Tabiat, köy hayatı, tarım, hayvancılık, çobanlık gibi konular işlenir.
Sade, samimi ve huzur verici bir dil kullanılır.
Tabiat tasvirleri ön plandadır.
Doğaya sevgi ve hayranlık hisleri işlenir.
Konular genellikle gerçek hayat gözlemlerine dayanır.
Türleri:
İdil (Idyl): Doğa manzaraları ve kır yaşamını betimleyen kısa şiirlerdir.
Eglog (Eclogue): Çobanların karşılıklı konuşmaları şeklinde yazılan pastoral şiirlerdir.
Elegik Pastoral: Bir çobanın veya doğa insanının ölümü üzerine yazılan hüzünlü pastoral şiirlerdir.
Türk Edebiyatında Pastoral Şiir:
Türk edebiyatında pastoral şiir örneklerine hem Halk şiirinde hem de Cumhuriyet Dönemi şairlerinde rastlanır. Karacaoğlan’ın tabiat sevgisini işleyen koşmaları, Ahmet Hamdi Tanpınar ve Cahit Sıtkı Tarancı’nın bazı şiirleri pastoral öğeler taşır.
BİNGÖL ÇOBANLARI
Daha deniz görmemiş bir çoban çocuğuyum.
Bu dağların en eski âşinasıdır soyum,
Bekçileri gibiyiz ebenced buraların.
Bu tenha derelerin, bu vahşi kayaların
Görmediği gün yoktur sürü peşinde bizi,
Her gün aynı pınardan doldurur destimizi
Kırlara açılırız çıngıraklarımızla...
Okuma yok, yazma yok, bilmeyiz eski, yeni;
Kuzular bize söyler yılların geçtiğini.
Arzu, başlarımızdan yıldızlar gibi yüksek;
Önümüzde bir sürü, yanımızda bir köpek,
Dolaştırıp dururuz aynı daüssılayı;
Her adım uyandırır ayrı bir hatırayı:
Anam bir yaz gecesi doğurmuş beni burda,
Bu çamlıkta söylemiş son sözlerini babam;
Şu karşıki bayırda verdim kuzuyu kurda,
"Suna"mın başka köye gelin gittiği akşam.
Gün biter, sürü yatar ve sararan bir ayla,
Çoban hicranlarını basar bağrına yayla.
-Kuru bir yaprak gibi kalbini eline al,
Diye hıçkırır kaval:
Bir çoban parçasısın olmasan bile koyun,
Daima eğeceksin, başkalarına boyun;
Hülyana karışmasın ne şehir, ne de çarşı,
Yamaçlarda her akşam batan güneşe karşı
Uçan kuşları düşün, geçen kervanları an!
Mademki kara bahtın adını koydu: Çoban!
Nasıl yaşadığından, ne içip yediğinden,
Çıngırak seslerinin dağlara dediğinden
Anlattı uzun uzun.
Şehrin uğultusundan usanmış ruhumuzun
Nadir duyabildiği taze bir heyecanla...
Karıştım o gün bugün bu zavallı çobanla
Bingöl yaylarının mavi dumanlarına,
Gönlümü yayla yaptım Bingöl çobanlarına!
Kemalettin Kamu
Didaktik Şiir
Didaktik şiir, okuyucuya bilgi vermek, öğretmek, yol göstermek veya ahlaki mesaj iletmek amacıyla yazılan şiir türüdür. Bu türde duygudan ziyade bilgi ve öğreti ön plandadır. Şair, sanat kaygısından çok, iletmek istediği mesajın anlaşılmasına önem verir.
Didaktik şiirler, ilkçağlardan bu yana eğitim ve öğretim aracı olarak kullanılmıştır. Dini öğretiler, ahlaki değerler, felsefi düşünceler ve toplumsal konular bu şiirlerde sıkça işlenir.
Özellikleri:
Öğreticilik ve bilgi verme amacı taşır.
Duygusal yoğunluk genellikle azdır; bilgi aktarımı ön plandadır.
Açık, net ve anlaşılır bir dil kullanılır.
Konular; ahlak, din, felsefe, bilim ve sanat gibi alanlardan seçilebilir.
Çoğu zaman öğüt verici bir üslup kullanılır.
Türleri:
Ahlaki Didaktik Şiir: Toplumsal değerleri, erdemleri ve iyi davranışları öğütler.
Felsefi Didaktik Şiir: Hayatın anlamı, insanın evrendeki yeri gibi felsefi soruları işler.
Bilimsel Didaktik Şiir: Bilimsel bilgileri veya keşifleri şiir formunda aktarır.
Türk Edebiyatında Didaktik Şiir:
Divan Edebiyatı: Nabi’nin “Hayriyye” ve “Hayrâbâd” adlı eserleri, ahlaki öğütler içerir.
Halk Edebiyatı: Yunus Emre’nin tasavvufi öğreti şiirleri, hem dini hem ahlaki öğretiler taşır.
Cumhuriyet Dönemi: Behçet Necatigil, Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın bazı eserleri öğüt ve bilgi verme amacına yöneliktir.
Nabi’nin “Hayriyye” adlı eseri, oğlu Ebu’l-Hayr’a nasihatler vermek amacıyla yazılmıştır. Şair burada bilgi, ahlak, doğru yol, erdem gibi konularda öğütler verir.
Duygudan çok öğretme amacı ön plandadır; bu yönüyle eser, didaktik şiirin en belirgin örneklerinden biridir.
KOŞMA
Dinle sana bir nasihat edeyim
Hatırdan, gönülden geçici olma
Yiğidin başına bir iş gelince
Anı yad ellere açıcı olma
Mecliste ârif ol kelâmı dinle
El iki söylerse, sen birin söyle
Elinden geldikçe sen eylik eyle
Hatıra dokunup yıkıcı olma
Dokunur hatıra kendisin bilmez
Asilzadelerden hiç kemlik gelmez
Sen eyilik et de o zayi olmaz
Darılıp da başa kakıcı olma
El âriftir, yokla kendi kendini
Dağıdırlar duzağını, fendini
Alçaklarda otur, gözet kendini
Katı yükseklerden uçucu olma
Muradım nasihat bunda söylemek
Size lâyık olan onu dinlemek
Sev seni seveni, zay etme emek
Sevenin sözünden geçici olma
Karac'oğlan söyler sözün, başarır
Aşkın deryasını boydan aşırır
Seni bir mecliste hacil düşürür
Kötülerle konup göçücü olma
Karacaoğlan
Satirik (Yergi) Şiir
Satirik şiir, toplumsal aksaklıkları, insanların kusurlarını, yanlış davranışlarını veya dönemin siyasal ve sosyal bozukluklarını alay, iğneleme ve eleştiri yoluyla dile getiren şiir türüdür. Amacı, hem güldürmek hem de düşündürmektir.
Bu tür şiirlerde şair, kimi zaman hiciv, kimi zaman mizah kullanarak eleştireceği durumu açıkça gözler önüne serer. Yergi, sadece bireyleri değil, kurumları, gelenekleri ve toplumsal düzeni de hedef alabilir.
Özellikleri:
Eleştirel ve alaycı bir dil kullanılır.
Kimi zaman sert, kimi zaman ince mizahla örülüdür.
Konu, çoğunlukla toplumsal düzen, ahlaki çöküş, bireysel kusurlar olur.
Duygu yoğunluğu yerine düşünce ve eleştiri ön plandadır.
Etkiyi artırmak için abartı, kinaye ve ironi gibi söz sanatlarından yararlanılır.
Türleri:
Hiciv: Sert ve açık eleştirinin yapıldığı satirik şiirlerdir.
Mizahi Yergi: Daha yumuşak, gülümseten bir dille yapılan eleştiridir.
Taşlama: Halk edebiyatında bireyleri veya toplumu eleştiren manzum eserlerdir.
Türk Edebiyatında Satirik Şiir
Halk Edebiyatı: Taşlama türünde usta şairler arasında Seyrani, Âşık Mahzuni Şerif öne çıkar.
Divan Edebiyatı: Nef’î, hicivleriyle tanınmıştır.
Cumhuriyet Dönemi: Neyzen Tevfik, Aziz Nesin (manzum eserleri) eleştirel şiirleriyle bilinir.
Nef’î, hiciv sanatında ustalaşmış bir Divan şairidir. Sihâm-ı Kazâ (“Kaza Okları”) adlı eserinde, dönemin yöneticilerini, riyakâr insanları ve toplumdaki aksaklıkları sert bir dille eleştirmiştir. Bu dizelerdeki alay, sert eleştiri ve iğneleme, satirik şiirin en belirgin özelliklerini yansıtır.
SORMA HOCAM
Bana sual sorma, cevap müşkildir
Her sırrı ben sana açamam hocam.
Hakkın hazinesi darı değildir
Cami avlusunda saçamam hocam.
Kayd-ı âhiretle düşmem mihnete,
Ben burda memurum şimdi hizmete,
Hayvan otlatırken, gidip cennete
Sana hülle donu biçemem hocam.
Mi’racı anlatma. Eşek değilim
Bildiğin kadar da melek değilim.
Günahkar insanım, ördek değilim
Bu ağır gövdeyle uçamam hocam.
Halka korku verme velvele salıp
Dünya ve ahiret bu köhne kalıp
Ben softa değilim cübbemi alıp
İmaret imaret göçemem hocam.
Ölümden ürker mi tez ölen kimse?
Çoktan mazhar oldum ben hak nefese
Bu demi sürerken ecel gelirse
İşimi bırakıp kaçamam hocam.
Şarabı menetme, o değil hüner
Âşıkım, bâdesiz pek başım döner.
Gönlümde muhabbet ateşi söner
Özrüm var, sade su içemem hocam.
Nâr-ı cehennemi önüme serme
Günahımı döküp kaygular verme
Kitapta yerini bana gösterme
Ben pek o yazıyı seçemem hocam.
Feylesof Rızayım dinsiz anlama,
Dini ben öğrettim kendi babama
Her ipte oynadım, cambazım amma
Sırat köprüsünü geçemem hocam.
Rıza Tevfik (Serab-ı Ömrüm, İstanbul 1949, s. 286-287)
FİLOZOF RIZA TEVFİK’E CEVAP
Her sırrı açarsan ne çıkar sanki?
Hey Rızam! Gocunma yaran yok ise.
Er olan, dünyada cömerd olmalı,
Dilden sehî ol tek, paran yok ise.
Rıza gibi olan adam elbette
Kayd-ı âhiretle düşer mihnete.
Girersen don bulmak kolay Cennete
Sen düşün, Allah’la aran yok ise.
Mi’râc’a inanmak, büyük bir iştir
Bu öyle bir yol ki Hakk’a gidiştir.
İmkân ufukları gâyet geniştir
Uçarsın kuş gibi, daran yok ise.
Elli-yüz yıl kadar yanar fenersin,
Pek kofalma Rızam! Bir gün sönersin
Âkıbet geldiğin yere dönersin
Yaşarsın yüzünde karan yok ise.
Ölümden korkmayan sen değil, biziz
Ölümü, halka-i vuslat biliriz.
Gideriz âhrete mü’min, tertemiz
Beklersin göçeni saran yok ise.
Oynadın her ipte görmedim sanma!
Bilirim, mâhirsin çok şeyde ammâ
Geçebilirsen geç Sırat’tan, yanma!
Yoluna gerilip duran yok ise.
Rıza’nın yemekle sınmaz * orucu
Abdest, namaz onun silinmiş borcu
Âsım der, girse de nâra bir ucu
İnanmaz, dilinde Kur’an yok ise.
M. Âsım Köksal
Dramatik Şiir
Dramatik şiir, kökeni Antik Yunan tiyatrosuna dayanan, olayların ve karakterlerin sahnede canlandırılması amacıyla yazılan şiir türüdür. Aslında tiyatro eserleri ilk dönemlerde manzum (şiir biçiminde) yazıldığı için, bu eserler dramatik şiir kapsamında değerlendirilir.
Bu türde amaç, okuyucuya veya izleyiciye güçlü bir duygusal ve düşünsel etki bırakmaktır. Konular genellikle trajik, ciddi veya duygusal yoğunluğu yüksek olaylardır.
Özellikleri:
Olay örgüsü ve karakterler ön plandadır.
Seyirci/okuyucu üzerinde derin etki bırakacak diyaloglar içerir.
Trajedi, komedi ve dram gibi tiyatro türlerinin şiirle yazılmış biçimlerini kapsar.
Genellikle üç birliğe (olay, zaman, mekân) uyulur.
Sahneye konmak üzere yazılır; ancak okunmak için yazılan dramatik şiir örnekleri de vardır.
Tarihi Gelişim:
Antik Yunan: Aiskhylos, Sophokles, Euripides gibi yazarlar tragedya örneklerini manzum olarak vermiştir.
Rönesans: Shakespeare, eserlerinde çoğunlukla manzum diyaloglar kullanmıştır.
Türk Edebiyatı: Tanzimat Dönemi’nde tiyatro yazımı gelişmiş, Namık Kemal “Vatan Yahut Silistre” gibi eserleriyle dikkat çekmiştir.
Türk Edebiyatında Dramatik Şiir:
Tam anlamıyla dramatik şiir geleneği Batı’daki kadar güçlü olmasa da, özellikle Tanzimat ve Servet-i Fünun dönemlerinde manzum tiyatrolar yazılmıştır. Cumhuriyet döneminde ise manzum dram örnekleri azalmış, daha çok düzyazı tiyatrolar öne çıkmıştır.
Namık Kemal’in “Vatan Yahut Silistre” adlı tiyatro eseri, manzum (şiir biçiminde) bölümler içerir ve sahnelenmek amacıyla yazılmıştır. Konusu, 1853-1856 Kırım Savaşı sırasında Silistre Kalesi’nin savunulmasıdır. Eserde hem kahramanlık hem de aşk temaları iç içe geçmiştir. Olayların sahnelenmek için yazılmış olması, karakterlerin diyaloglarının şiir biçiminde verilmesi, eseri dramatik şiir kategorisine taşır.
Akrostiş Şiir
Akrostiş şiir, dizelerin ilk harflerinin yukarıdan aşağıya doğru okunduğunda bir isim, kelime veya cümle oluşturduğu şiir türüdür. Bu kelime genellikle sevgilinin adı, özel bir kişi, yer ismi ya da şairin iletmek istediği gizli bir mesaj olur. Akrostiş, hem edebi hem de oyunlu bir anlatım biçimi olduğu için şairler tarafından farklı dönemlerde sıklıkla tercih edilmiştir.
Özellikleri:
Mısraların ilk harfleri yukarıdan aşağıya okunduğunda anlamlı bir kelime ya da isim çıkar.
Şair, gizli mesajını veya ismini bu yolla iletebilir.
Hem duygu hem de oyunlu bir anlatım barındırabilir.
Nazım birimi ve ölçüsü serbest olabilir; hece, aruz veya serbest ölçüyle yazılabilir.
Daha çok lirik, aşk ve özel anlamlar taşıyan şiirlerde tercih edilir.
Türkdebiyatında Kullanımı:
Divan edebiyatında mülemma ve muvaşşah türlerinde akrostiş unsurlarına rastlanır.
Cumhuriyet döneminde, özellikle bireysel duyguların işlendiği şiirlerde kişisel isimlerle akrostiş sıkça görülür.
Günümüzde hem edebiyat hem de eğlence amaçlı şiirlerde popülerdir.
Türk edebiyatında en güzel akrostiş şiiri olarak Sezai Karakoç'un "Mona Roza" başlıklı şiirini görüyoruz.
MONA ROSA
Mona Roza, siyah güller, ak güller
Geyvenin gülleri ve beyaz yatak
Kanadi kirik kus merhamet ister
Ah, senin yüzünden kana batacak
Mona Roza siyah güller, ak güller
Ulur aya karsi kirli çakallar
Ürkek ürkek bakar tavsanlar daga
Mona Roza, bugün bende bir hal var
Yagmur igri igri düser topraga
Ulur aya karsi kirli çakallar
Açma pencereni perdeleri çek
Mona Roza seni görmemeliyim
Bir bakisin ölmem için yetecek
Anla Mona Roza, ben bir deliyim
Acma pencereni perdeleri çek..
Zeytin agaçlari sögüt gölgesi
Bende çikar günes aydinliga
Bir nisan yüzügü, bir kapi sesi
Seni hatirlatiyor her zaman bana
Zeytin agaclari, sögüt gölgesi
Zambaklar en issiz yerlerde açar
Ve vardir her vahsi çiçekte gurur
Bir mumun ardinda bekleyen rüzgar
Isiksiz ruhumu sallar da durur
Zambaklar en issiz yerlerde acar
Ellerin ellerin ve parmaklarin
Bir nar çiçegini eziyor gibi
Ellerinden belli oluyor bir kadin
Denizin dibinde geziyor gibi
Ellerin ellerin ve parmaklarin
Zaman ne de cabuk geciyor Mona
Saat onikidir söndü lambalar
Uyu da turnalar girsin rüyana
Bakma tuhaf tuhaf göge bu kadar
Zaman ne de çabuk geciyor Mona
Aksamlari gelir incir kuslari
Konar bahcenin incirlerine
Kiminin rengi ak, kimisi sari
Ahhh! beni vursalar bir kus yerine
Aksamlari gelir incir kuslari
Ki ben Mona Roza bulurum seni
Incir kuslarinin bakislarinda
Hayatla doldurur bu bos yelkeni
O masum bakislar su kenarinda
Ki ben Mona Roza bulurum seni
Kirgin kirgin bakma yüzüme Roza
Henuz dinlemedin benden türküler
Benim askim sigmaz öyle her saza
En güzel sarkiyi bir kursun söyler
Kirgin kirgin bakma yüzüme Roza
Artik inan bana muhacir kizi
Dinle ve kabul et itirafimi
Bir soguk, bir garip, bir mavi sizi
Alev alev sardi her tarafimi
Artik inan bana muhacir kizi
Yagmurlardan sonra büyürmüs basak
Meyvalar sabirla olgunlasirmis
Birgün gözlerimin ta içine bak
Anlarsin ölüler niçin yasarmis
Yagmulardan sonra büyürmüs basak
Altin bilezikler o kokulu ten
Cevap versin bu kanli kus tüyüne
Bir tüy ki can verir bir gülümsesen
Bir tüy ki kapali gece güne
Altin bilezikler o kokulu ten
Mona Roza siyah güller, ak güller
Geyve'nin gülleri ve beyaz yatak
Kanadi kirik kus merhamet ister
Aaahhh! senin yüzünden kana batacak!
Mona Roza siyah güller, ak güller
