12 Nisan 2024 Cuma

Mehmed Akif Ersoy - Şehidler Âbidesi için

Gök kubbenin altında yatar, al kan içinde,
Ey yolcu, şu topraklar için can veren erler.
Hakk’ın bu velî kulları taş türbeye girmez;
Gufrâna bürünmüş, yalınız Fâtiha bekler.

Hilvan, 27 Aralık 1924

10 Nisan 2024 Çarşamba

Mehmed Akif Ersoy - Fatih Camii (Safahat'tan - 2)

 

Yatarken yerde ilhâdıyla haşr olmuş sefîl efkâr ,
Yarıp edvârı yükselmiş bu müdhiş heykel-i ikrâr .
Siyeh reng-i dalâlet bir bulut şeklinde mâzîler ,
Civârından kaçar, bulmaksızın bir lâhza istikrâr;
Ziyâ-rîz-i hakîkat bir seher tavrında müstakbel ,
Gelir fevkinden eyler sermedî binlerce nûr îsâr .
Derâgûş etmek ister nâzenîn-i bezm-i lâhûtu :
Kol açmış her menârı sanki bir ümmîd-i cür’etkâr!
O revzenler , nazarlardan nihân dîdâra müstağrak
Birer gözdür ki sıyrılmış önünden perde-i esrâr .
Bu kudsî ma’bedin üstünde tâbân fevc fevc ervâh ,
Bu ulvî kubbenin altında cûşân mevc mevc envâr .
Tecessüd eylemiş gûyâ ki subhun rûh-i mahmûru ;
Semâdan yâhud inmiş hâke , Sinâ-reng olup dîdâr!
Tabîat perde-pûş-i zulmet olmuş, hâbe dalmışken,
O, gûyâ kalb-i nûrânîsidir leylin , durur bîdâr .
Evet bir kalbdir, bir kalb-i cûşâcûş-ı âşıktır,
Ki cevfinden demâdem yükselir bin nâle-i ezkâr .

7 Nisan 2024 Pazar

Həcər Atakişiyeva - Hüseyn Cavidin “Afət” faciəsində realizmlə romantizmin heyrətamiz vəhdəti

  Hüseyn Abdulla oğlu Rasizadə Naxçıvan şəhərində 1882-ci il oktyabr ayının 24-də anadan olmuşdur. Ədib XX əsr Azərbaycan ədəbiyyatının görkəmli nümayəndəsidir. Hüseyn Rasizadə Azərbaycan ədəbiyyatı tarixində filosof şair, böyük dramaturq Hüseyn Cavid kimi tanınmışdır. Hüseyn Cavid Azərbaycan ədəbiyyatı tarixində romantizm ədəbi cərəyanıən qüdrətli sənətkarlarından biridir. Ədib 1909-cu ildən “Cavid” ədəbi təxəllüsü ilə yazmağa başlamışdır. Hüseyn Cavidin dramaturji yaradıcılığı olduqca zəngindir. Hüseyn Cavidin “Afət” faciəsinin tədqiqinə həsr olunmuş çox sayda tədqiqat işləri vardır. Azərbaycan ədəbiyyatşünasları “Afət” faciəsində qoyulan bir sıra bəşəri problemləri, müəllifin insan konsepsiyasınıŞərq və Qərb filosoflarının görüşləri ilə müqayisəli şəkildə şərh etmişdirlər. Əsərdə dramaturqun insan konsepsiyasına dair görüşləri öəksini tapmışdır. Hüseyn Cavid 4 pərdəli “Afət” faciəsini 1922-ci ildə faciə janrında, nəsrlə qələmə almışdır. Əsərdə qadın mövzusuna, qadının mənəviyyat və şəxsiyyət azadlığı məsələsinə toxunulmuşdur.  

Zahirüddin Muhammed Babür

  


Babür’ün hayatını anlatmaya adının manası ile başlamak isteriz: “Babür”, Hindistan taraflarında yaşayan bir çeşit kaplan demektir. Gerçekten de Babür Mirza, vücut yapısı, bileği ve yüreği ile bir kaplan hatta bir arslandır. Lakin çoğu zaman açık sözlü, duygulu, merhamet ve vicdan sahibi bir insandır.

6 Muharrem 888’de (14 Şubat 1483) Fergana vadisinde bulunan Ahsi’de doğdu. Babası Emir Temür’ün torunlarından Fergana hâkimi Ömer Şeyh, annesi Cengiz Han’ın torunlarından Yûnus Han'ın kızı Kutluğ Nigâr Hanım'dır. Babür’ün çocukluğu hakkında fazla bilgi yoktur. Babasının bir kaza sonucu uçuruma düşerek ölmesi üzerine 5 Ramazan 899'da (9 Haziran 1494) henüz on iki yaşında iken Fergana hükümdarı oldu. On iki yaşında devlet yöneten birinin çocukluğunu yaşadığı da söylenemez.

Montaigne - Mutluluk Üzerine

 

İnsanın son gününü beklemeli her zaman. Mutlu dememeli ona ölmeden, cenazesi kaldırılmadan. Bu konuda Krezus'u hikâyesini çocuklar da bilir. Pers kralı onu esir edip ölüme mahkûm edince, sehpaya giderayak:

Ah Solon, ah Solon! diye bağırmış. Krala götürmüşler bu sözü. O da ne demek istediğini sordurunca, Solon'un kendisine verdiği bir öğüdün ne doğru çıktığını anlatmış. Solon bir gün demiş ki ona:

"Talih ne kadar güler yüz gösterirse göstersin, ömürlerinin son günü geçmeden insanlar mutlu saymamalı kendilerini. Çünkü insan hayatı kararsız, değişkendir. Ufacık bir iş yüzünden, bir durumdan bambaşka bir duruma hemen geçiverir."

Agesilaus da, Pers kralının o kadar genç yaşta öyle büyük bir devlete konduğu için mutlu sayılabileceğini söyleyen birine:

İyi ama, demiş, Priamos da o yaşta mutsuz değildi. O büyük İskender'den sonraki Make­donya krallarının Roma'da dülgerlik, budamacılık yaptıkları, Sicilya zorbalarının Koryntos'da çocuk bakıcısı oldukları görüldü. Dünyanın yarısını fethetmiş, bunca orduları yönetmiş bir İmparator bir Mısır kralının aşağılık adamlarına yalvarma zavallılığına düşüyor. Altı yedi ay daha az yaşamış olsa bu hâle düşmeyecekti koca Pompeius. Bizim babalarımız zamanında da, bütün İtalya'yı o kadar uzun süre sarsmış olan Milano Dukası Sforza, zindanda öldü. Daha kötüsü, on yıl yaşadı o öldüğü zindanda.

Hıristiyanlık dünyasının en büyük kralının dulu, kraliçelerin en güzeli, Maria Stuart, cellât eliyle ölmedi mi geçenlerde? Binlerce örneği var bunun. O kadar ki, fırtınalar, kasırgalar nasıl mağrur ve yüksek yapılarımıza daha çok yüklenirlerse, bu dünyanın büyüklerini yukarılarda kıskanan güçler var diyeceği geliyor insanın. Ve talih sanki ömrümüzün son gününü bekliyor, uzun yıllar boyunca yaptığını bir anda yıkma gücü olduğunu göstermek için. Laberius gibi bağırttırmak için bizi: Gereğinden bir gün fazla yaşamışım! diye.

Solon'un doğru sözü böyle yorumlanabilir. Ama o bir filozof olduğuna ve filozoflar mutluluğu, mutsuzluğu talihin cilvelerine bağlamadıklarına, büyüklüklere zaten önem verme­diklerine göre, daha derin düşünmüş ve demek istemiş olabilir. Bence, ömrümüzün mutluluğu, soylu bir ruhun rahatlığına, doygunluğuna, düzenli bir kafanın kararlı ve güvenli oluşuna bağlı olduğu için, hiçbir insana, tâli‘inin en son ve şüphesiz en zor perdesini oynamazdan önce mutlu denemez. O perdeden önce maske takınmış, felsefenin güzel öğütlerine gösteriş olsun diye uymuş, ya da sarsıcı olaylarla sınanmadığımız için, hep sağlam yürekli kalmayı başarmış olabiliriz. Ama ölüm karşısında son rolümüzde, gösterişe yer kalmaz artık, o zaman ana dilimizle konuşmak, dağarcığımızda iyi kötü ne varsa olduğu gibi ortaya dökmek zorundayız.

İşte o zaman içten sözler dökülür yürekten. Maske düşer, yüz kalır ortada. İşte onun için hayatımızın bütün fiilleri, bu son mihenk taşında denenmelidir. Başlıca gündür o; bütün öteki günleri yargılayan gündür. Bütün geçmiş yılların hesabı o gün verilmeli, der eskilerden biri. Ben de çalışmalarımın meyvesini denemeyi ölüme bırakıyorum. O zaman görürüz düşüncelerimin ağzımdan mı, yüreğimden mi çıktığını...

Osman Çeviksoy - İki Patron, Bir İşçi


Üniversitenin aynı bölümünü okurken arkadaş oldular. 

Okul bitti, küçük bir şirket kurup iş ortağı oldular.

Bir süre kazandıklarıyla ancak giderlerini karşıladılar.  

Krizler çıktı, kapatmadılar.

Bir ara rahatladılar.

Bir işçi aldılar, patron oldular.

Yeni krizler çıktıkça işçilerini kolladılar. 

İşten çıkarmadılar. 

Ödemelerini aksatmadılar.  

Kendileri kazanamasa da devlete kazandırdılar. 

Zamanı geldi, emekli oldular.  

BAĞ-KUR’lu iki patronun emekli maaşı; yanlarında emeklilik hakkı kazanan işçinin maaşı kadar tutmadı.

6 Nisan 2024 Cumartesi

Ahmet Hikmet Müftüoğlu - Alparslan Masalı

Alparslan

Eteklerinde Sarısu'yun aktığı Altın dağlar silsilesinden ulu Karadağ'ın çorak yamaçlarında bir gölge ilerliyordu. Sabahtı. Güneş, ilk tatlı ışıklarını tepeden dökerek henüz serin ve taze akan nehrin dalgacıkları üstüne yayıyordu. Ağır yürüyüşünden, etrafına ürkek bir keklik gibi ürke ürke bakışından bu karaltının bir kadın olduğu anlaşılıyordu.

Elif Yavaş - Küçük Evin Öyküsü

 

     Çocuk edebiyatı ile yaşamı kaleme alsak. Küçücük bir evin işçinde oynanan oyunlarla minik yüreklere uzansak… Kendisiyle oynamıyorlar diye üzülen çocuklar, ah bir büyüseniz ne oyunlar oynar insanoğlu size. Küçük evin öyküsünü yazmalı çocukların dilinden. Nohut oda bakla sofa misali bir ahşap ev olsun ya da. Yaylaları olan, bol yeşillik yudumlayan Karadeniz coğrafyasında belki de. Küçüklerle iletişimi değerli kılıp onların gözünün içine bakarak konuşmak nasıl da öz güven aşılar yavrularımıza. Küçük evin hikâyesi öncelikle sevgi ve insanlık dersiyle başlamalı elbet.

     Küçüklerimizin dil gelişimini kamuoyunda sevdirmeli. Kalbinizin iç resmi, editörü olur öykülerinizin. Yazarlık atölyesinde yolda kalırız lâkin insanlıkta sınıfta kalmamaktır mühim olan. Hayat da önümüze açılan bir öykü penceresidir. Bazen fırsatlar insanın ayağına gelir yahut sevdiğimiz yanı başımızdadır da değeri geç fark edilir. Gözlerinden öpmeli çocukluğun.

    Yazarlarla karşılıklı oturup edebiyatı, kitapları, eserleri ve hayatı konuşmalı. Eğitimci, yazar, şair, okutman, akademisyen, editör, sanatçı, araştırmacı insanların özü ve yüreği güzeldir. Mütevazı duruşu harikuladedir ve sohbeti ballıdır. Hanımefendi, beyefendi kadim dostları olmalı inansın bir iki tane dahi olsa. Bir incelik yaratmalı ince düşüncelerle. İlk Öğretmen Okulu, Yüksek Öğretmen Okulu, Kız Öğretmen Lisesi, Anadolu Öğretmen Lisesi, Köy Enstitülerinde yetişen eğitimcilerle güzelleşir öğretmen evlerinin gülleri. Çocuklarımızı emanet ettiğimiz kucaktır her bir eğitimci adayı. Cumhuriyet kadınları ve Anadolu kadını manevî güç ve moral verir evin direği beylere. Öğretmenliği yanında yazarlık vasfını da kullanır akıllı kadınlar ve beyler. Zeki beyefendiler bir yayınevi sahidir mesela, ek iş olarak kitap yazarlar.     

    Damladan deryaya, mısradan şiire, notadan müziğe, heceden kitaplara uzanır hayat. Plâket ve Onur Belgesi ile taçlanır sanatseverin arşivleri. “Haftanın Öykü Kitabı, Yılın Adamı, Yılın Annesi, Yılın En İyi Öğretmeni, Günün Yazısı” gibi özel yazılar kişinin öz güvenini kıdemli kılar. Aile yapısı önemlidir bir öğretmende. Hayata bakış açısı mühimdir. Hayata, insanlara sevgiyle bakmak müspet fikirleri çoğaltır. Başkalarıyla yarışmak yerine kendiyle yarışmalı, önce kendini aşmalı insanoğlu eksiklerine odaklanarak. Olumsuz durum ve davranışlardan ders çıkarmalı. İyilikler karşılık beklemeden yapılırsa çoğalır. Matematikçi bir insanın ikilemde kalıp şirke uğraması, meşakkatli olsa da zıt kutup alanları yine de kendisini mutlu edebilir.

      Öğretmenlik ve yazarlık birbirini tamamlayıcı, bütünleyicidir aslında. Çelişkiler kaybolup araya uğraş girer diyalog ve iletişim becerisinde. Çocuk edebiyatı da öğretmen bir yazarın kaleminde renklenir satır satır. Edebiyatın büyülü dünyası zengin Türk kültürümüzle halk kültürünü doğurur. Bir başka deyişle kültürü yaratan halktır aslında. Kendiyle baş başa kalıp önce ne yazacağını düşünmeli, bilgi dağarcığını ayıklayıp sonra kalemi ele alarak klavye tuşlarında gezinmeli parmaklar. Yaşamdan konu ve içerikler tatlı tema yaratır içimizdeki kahramanlarla. Araştırmacı yönü ağır basmalı kişinin. Halk kültürü maneviyatla bezenmiştir şair kalemimizde. Küçük evin öyküsünü yazdırır şairane tabirle.

     Toplumun sosyoekonomik yapısı, toplum kesitinin değerleri, yaşam tarzı, tahsil, yaşanmışlıklar insan üzerinde olumlu iz bırakmalı. Âşık atışmacaları ve çeşme başı manileri ne hoştur. Toplumsal içerikli yazılar halkımızın içinde doğar. Objektif altında analiz olur kelimeler. Sentezlenir vurgu, tonlama ve beden dili. Halk dili ve kültüründen esinlenir kalem. Tespit ve teşhisler topluma mesaj olur. Kadının mücadelesi ve toplumdaki yeri kurgulanıp el ele verir çocuk hikâyesinde. Korumasız ve silâhsız gençler, kadın, yaşlı, çocuk, hasta ve yaralılar cephe dışı kalır bir ülkede savaş çıkınca. İçinde hayal konusuna yer verilmeyen bir öykü de çocuksuz kalır. Köy Enstitüleri, üretime dönük bir eğitimdir. Samanlıklar bile sınıf olur damsız yapılara. Köy çocuklarının sesi çınlatır damdan yapılma sınıfları. Damladan deryaya, pınardan çocukluğa yağmur olur sanat. Çer çöp toplamalı umutlar ama bilgiyle toplanmalı. Derlemeli ilmimizi orijinal ruhuyla. Gelmiş geçmiş yaşanmışlıklar omuzlarda yük olup sırta biner.

     Halk kültürüyle yeşerip halkın içindeki sesi anlatır küçük evin çocukları. Bir türkü tüter cam kırığı hayallerimde ve hıçkırığı kesilir hüznün. Kadir kıymet bilenlerle sırtınız sıvazlanır. Halk sevgisiyle taltif edilir motivasyon. Düşünceler olgun yüreklere sorumluluk yükler. Marifet iltifata tabi olup sade kalmalı. Yazmak gönül işidir, yayımlamak madden bir yük. Yoğunlaşmalı çocuk edebiyatına, küçük bir evde biriken hatıraları çoğaltmalı. Antolojide yer almak da iyidir. İnsan fıtratı, sevmek ve sevilmek üzerinden yorumlar kitapları. Ufukta yeni çalışmalar oluşmalı. Bir müjde vermeli yeni eserlerle. Bir fırsat vermeli yazarlarımıza. Aile terbiyesinden alınan nezaket ile büyümeli bir çocuk. Küçük evin öyküsünü anlatmalı çocuklarımız.

 19 Temmuz 2018 Perşembe


İsmail Gerçeksöz - Bir Şehidin Ardından



Duydum ki en güzel şarkılarda ölmüşsün,
Kanın vatan vatan sızmış toprağa,
Gece yarılarında yağan kar gibi..
Ulu Peygamber’in savaşlarında,
Teke tek dövüşen pehlivanlar gibi.


Bir yükselmiş bir yükselmişsin ki,
Gökyüzüne çevirdik gözlerimizi,
En büyük, en parlak yıldızı arar gibi,
Duydum ki en güzel düşlerde ölmüşsün.

Bu dünyada sevgilere kapanırken gözlerin,
Öbüründe bekleyenin var gibi,
Mavi ve muhteşem boşluğunda gecelerin,
Işıklı bir yıldız kayar gibi..

Duydum ki en büyük inançlarda ölmüşsün,
Bir bayrağa sarmışlar fâni gövdeni,
Bayrağı bir daha renge boyar gibi,
Tekbir sedâlarını duyar gibi...

(4 Nisan 1978'de şehid edilen İsmail Gerçeksöz şehidler için için “Bir Şehidin Ardından” adlı şiiri kaleme almıştı. Gerçeksöz sanki bu şiiri kendine de ithaf etmişti.)

İsmail Gerçeksöz - Sona Doğru

 

Hani bir şarkı takılır ya insanın dudaklarına
Eski, yarı unutulmuş, kırık dökük
Birkaç mısra dil ucunda döner durur da!
Nice baharlar alıp gitmiştir en güzel düşlerini
Sonra yapraklar sararır, çiçekler kurur da!..
Sille yemiştir kişi felekten,
Eşe dosta gülümseme zorluğu bir yana
Yürek olmadık acılarla yoğrulur da!
Upuzun gölgelerde bir akşam güneşi,
Camlardan odalara vurur da!..
Çoktan bitmiş kadehinde son yudum,
Meyhane boş, masa tarumar,
İlk yudumlardaki mutluluk kaybolur da!.
Bir köşede meyhaneci uyukluyordur,
Son müşteri hala oturur da!.
Ya da istasyon boşalmış,
Son tren çoktan gitmiştir.
Yolcu koskoca dünyada kaybolur da!
Karanlığa uzanan saat kulelerinden,
Oniki’ler hep birden vurur da!.
Budur işte feleğin bize oyun oynamışlığı,
Unun elenip eleğin duvara asılmışlığı,
Nefes daralır, dizler iki adım da yorulur da!
Uzanıp kalıvermek de var günün birinde ansızın, olur da!