Go‘zal Turkiston, senga ne bo‘ldi?
Sahar vaqtida gullaring so‘ldi.
Chamanlar barbod, qushlar ham faryod,
Hammasi mahzun. Bo‘lmasmi dil shod?
Bilmam ne uchun qushlar uchmas bog‘chalaringda?
Go‘zal Turkiston, senga ne bo‘ldi?
Sahar vaqtida gullaring so‘ldi.
Chamanlar barbod, qushlar ham faryod,
Hammasi mahzun. Bo‘lmasmi dil shod?
Bilmam ne uchun qushlar uchmas bog‘chalaringda?
Bu vatan toprağın kara bağrında
Sıradağlar gibi duranlarındır,
Bir tarih boyunca onun uğrunda
Kendini tarihe verenlerindir.
ESERİN ADI : CANBAZ
ESERİN YAZARI : EMİNE IŞINSU
YAYINEVİ : Bilge Kültür Sanat, İstanbul, 2013.
ESERİN KONUSU : 1970’lerin Türkiyesini; çalkantılı, huzursuz
ve karmaşık görünümünü konu alan bir roman.
ESER HAKKINDA ŞAHSİ GÖRÜŞLERİMİZ :
Her sayfasında memleketimizin insanlarının 1970’li yıllarda çektiği zorlukları görebileceğimiz bu eser, o dönem hakkında bilgi sahibi olunması bakımından herkes tarafından okunmalıdır.
Nerden çıktın karşıma böyle Sitare
Efsaneler dökülüyor gülüşlerinde
Kirpiklerin yüreğime batıyor
Telaşlı bir kalabalığın ortasında
Ayaküstü konuşuyoruz
Nedimin nigehban nergisleri gibi
Üstümüzde bütün nazarlar
Çok utanıyorum Sitare
Dün oturup hesap ettim
Sen doğduğun zaman
Ben bir askeri mektepte talebeymişim
Sen bilmezsin Sitare
Burada gündüzler çekip durduğumuz bir mercan tespih
Geceler içinde uyuduğumuz birer siyah buluttu
Her akşam dokuzda yat borusu çalardı
Yat borusu baştan aşağı hüzün çalardı
Bir derin uykuya atardım kendimi
Siyah benli bir kız düşlerime kaçardı
Bende onu alır anamın düşlerine kaçardım.
Bu azgın kalabalıkta seni tam duyamıyorum
Gözlerin mi daha sıcak gülüyor
Yoksa dudakların mı anlayamıyorum.
Bir kez kalp krizini yenen yazarın gönlünü hoş tutmaya çalışıyorlardı ama o Nisan ayının tam ortasında kanserden öldü.
O sırada, hastanede onun yanında hemşireden başka kimse yoktu. Hemşire nasıl olduysa yazarı tanıyordu. Hikayelerini okumuştu. Başka hastalardan daha fazla onun yanında bulunuyordu. Ağzından bir söz çıkar da bir isteği olur mu diye kendini parçalıyordu.
Ona sorduğu son soru şu oldu:
— Karınız
geldi, içeri girsin mi?
Yazar başını salladı ancak gözlerini kapıdan ayırmadı.
Soyca bir Uygur kabilesinden gelen Ali Şîr Nevâî 17 Ramazan 844 (9 Şubat 1441) tarihinde Herat’ta doğdu. Babası Kiçkine Bahadır (Kiçkine Bahşı) Timur’un torunlarının hizmetinde bulunmuş, en sonra Bâbür Şah’ın (Hindistan'da devlet kuran Zahirüddin Muhammed Babür değil; 1422-1457 yılları arasında yaşayan Ebu'l Kâsım Bâbür) sarayında da önemli bir mevki sahibi olmuştu. Annesinin dedesi Bû Said Çiçek ise Sultan Hüseyin Mirza’nın dedesi Baykara Mirza’nın uluğ beyi (beylerbeyi) idi. Şâhruh’un ölümüyle çıkan karışıklıklar üzerine Kiçkine Bahadır o sırada altı yaşlarında olan Ali Şîr’i yanına alarak Yezd üzerinden Irak’a gitti. Bu yolculuk sırasında Ẓafernâme müellifi Şerefeddin Ali Yezdî ile karşılaşan Ali Şîr, aralarında geçen konuşmayı daha sonra Mecâlisü’n-nefâis adlı eserinde anlatmıştır.
ESERİN ADI: Beyaz Kale
YAZARI: Orhan Pamuk
YAYINCI: İletişim Yayınları, 1999.
ESERİN KONUSU:
17.yy`da Türkler tarafından esir edilen astronomi,matematik ve tıptan anlayan bir Venedikli bilim adamının başından geçenler.
Sa’dî, o bizim Şark’ımızın rûh-i kemâli,
Bir ders-i hakîkat veriyor, işte meâli:
“Vaktiyle beş on kâfile sahraya dizildik;
Gündüz yürüdük hep, gece bir menzile geldik.
Çok geçmedi, baktım, bir adam hâsir ü hâib
Koşmakta... Meğer eylemiş evlâdını gâib .
Bîçâre gidip haymelerin hepsine sormuş;
Bir taş bile görmüşse, hemen oğluna yormuş.
Âvâre peder, nerde bulursun onu! derken...
Gördüm ki ciğer-pâresinin tutmuş elinden,
Lebrîz-i meserret geliyor bizlere doğru,
Taşmış da gözünden akıyor şimdi sürûru!
Yaklaştı şütürbâna nihayet, dedi yekten:
“Evlâdımı buldum... Nasıl amma? Onu bilsen...
Karşımda ne görsem, “O!” dedim geçmedim aslâ.
Aldatsa da tahmînimi binlerce heyûlâ,
Azmimde fütûr eylemedim, ye’si bıraktım...
Mâdâm ki dünyâdadır elbet bulacaktım...
Kumlarda yüzüp, zulmetin a’mâkına daldım;
Hep rûh kesildim... Ne boğuldum, ne bunaldım.
Tevfîk-i İlâhî edip en sonra inâyet,
Gördüm gözümün nûrunu karşımda nihâyet.”
Bu sevda aklımı baştan alalı
Bir hırçın denizim deli dalgalı
Bir Yunus ol göğsü pul pul kınalı
Gözlerime birer birer dal bu gün
Gece birde
Bir saat zırıltısı.
Uykunun en tatlı yerinde
Tam gecenin dik yarısı.
Gözler isteksiz açılır,
Çekilmez kırılası eller,
Geçirmeyen bilmez
Doyumuna varmadan gençlik gider.
Katrana, tere kokar tütüncü,
Gecesinde gündüzünde.
Katrandır günleri, tökezler durur
Yokuşunda düzünde.
Doymamış mide, doymamış özlemler,
Çökmüş avurtlar daha gencecik,
Gecenin bir saatinde
Tarlaya gider bir hayal incecik.
Bin dokuz yüz otuz dokuz:
Karanlıkların içinde
Ölülerle yaşıyoruz.
Puslu havayı sever kurt;
Kaplamakta gökyüzünü
Kurşundan ağır bir bulut.
Her şey uyuduğu zaman
Kıracak zincirlerini
Gecede uyanık duran.
Haydi Abbas, vakit tamam;
Akşam diyordun işte oldu akşam.
Kur bakalım çilingir soframızı;
Dinsin artık bu kalb ağrısı.
Şu ağacın gölgesinde olsun;
Tam kenarında havuzun.
Aya haber sal çıksın bu gece;
Görünsün şöyle gönlümce.
Bas kırbacı sihirli seccadeye,
Göster hükmettiğini mesafeye
Ve zamana.
Katıp tozu dumana,
Var git,
Böyle ferman etti Cahit,
Al getir ilk sevgiliyi Beşiktaş'tan;
Yaşamak istiyorum gençliğimi yeni baştan.
Ölü bir camdan ağlayan korku
İniyor serseri ve boş geceye;
Kaldırımlar bütün sükut, uyku...
Her duvar, her kovukta şimdi niye
Bir büyük göz niyaz eder, ağlar
"Bitsin artık bu gizli şüphe!" diye?
Korkarım... Saklanır heyulalar...
Bana der: "İşte bir sahife oku,
Sarı gölgemde hasta kalbin var!.."
Ölü bir camdan ağlayan korku...
Ölümsüzüm diyen gâfil, anan nerde, atan nerde?
Şânı ile şöhretiyle âlemleri tutan nerde?
Konuşma öyle âfâkî, nerde Nâbî, nerde Bâkî?
Devre uyup kadeh kadeh nerde mey dağıtan sâkî?
Geçecektir gençlik çağı, çözülecek dizin bağı,
Elde değil çare bulmak eriyecek yürek yağı.
Sabredene dünya cennet, soğan ekmek büyük nimet,
Bütün dünya senin olsa sabırsızsan büyük külfet.
Yiğitlere bilek lazım, mangal gibi yürek lazım,
Hak’tan yardım dileyene geçerli bir dilek lazım.
Seferî’ye devran gerek, dizlerine derman gerek
Ulaşmak için menzile yola çıkmış kervan gerek.
(İstanbul, 15.10.2024)
Cânân gülüyor eski yerinde
Cânân ki gündüzleri gelmez
Akşam görünür havuz üzerinde,
Mehtâb, kemer tâze belinde
Üstünde sema, gizli bir örtü
Yıldızlar, onun gülüdür elinde...
ESERİN ADI: Aşk-ı Memnu.
ESERİN YAZARI: Halit Ziya Uşaklıgil.
ESERİN KONUSU: Bihter ve Behlûl arasındaki yasak aşkı anlatan bir romandır.
YAYINCI: İnkılap Kitabevi
BASILDIĞI YER ve YILI: İnkılap Kitabevi, İstanbul, 2017.
ESERİN KONUSU: Bihter ve Behlûl arasındaki yasak aşkı anlatan bir romandır.
ESERİN ÖZETİ: Roman Peyker ve Nihat Beyin evlenmesiyle başlar. Peyker ve Bihter'in annesi Firdevs Hanım duldur ve Adnan Beye gizliden ilgi duymaktadır. Ancak Adnan Bey Bihter'den çok hoşlanmaktadır. Onunla evlenir. Adnan Bey varlıklı , asil bir aileden gelmiştir. Annesi bu evliliği hiç kaldıramaz.
Bir
gün toplanıp pikniğe giderler, bütün aile oradadır. Adnan Beyin yeğeni
Behlûl Peyker'e dayanamaz ve onu ensesinden ateşli bir şekilde öper.
Peyker buna çok kızar çünkü kocasına çok bağlı birisidir. Behlûl
Bihter'e göz koyar. Ondan çok hoşlanır, onun fiziki görünüşü Behlûl'u
çıldırtma seviyesine getirir. Bihter'in kendisinden hoşlanmasını sağlar
ve o günden sonra her gece beraber olurlar.
Behlûl ve Bihter'in mektupları Nihal tarafından görülür. Nihal bu olaya inanamaz çünkü Behlûlle evlenmeyi düşünmektedir. Nihal'in tam mutluluğu düşündüğü bir sırada bu olayı öğrenmesi hayatını yıkmıştır. Adnan Beyin bu olayı öğrenmesiyle her şey değişir.
Adnan Bey ve Nihal eskisi gibi beraber yaşamaya karar verirler. Artık hayatlarında ne Behlûl ne de Bihter olacaktır.