Taşkent Özbekistan Cumhuriyetinin başşehri ve Taşkent vilayetinin merkezidir. Orta Asya'nın en büyük şehirlerinden biridir. Şehrin bir merkez ilçesi (Mirza Uluğbek) ve on bir ilçesi vardır.
El yazması kitaplarda nakledilenlere göre Taşkent'in eski adı Çaç imiş. Taşkent'i Araplar işgal ettiğinde Arap alfabesinde “ç” olmadığı için “Şaş” diye söylenmeye başlamış. Birunî’nin, “Hindistan” adlı eserinde belirttiğine göre (Taşkent'in adında geçen) “taş” sözü Türkçedeki taş sözüdür. Zamanla “şaş” şeklini almıştır. “Taşkent, taşlı köy demektir” diye açıklamaktadır. Ayrıca "taş" sözünün eski Türkçede ve bugünkü Özbek dilinde "dış" manasında kullanıldığını biliyoruz. Türkçedeki taşra, Özbekçedeki taşkarı, taşki sözlerinde bu husus açıkça görülür. Maveraünnehir bölgesinin kuzeye çıkan bir kapısı niteliğinde olan, Buhara veya Semerkant merkezli bir medeniyet için Taşkent'in dışarıda sayılması da muhtemeldir.
On üçüncü asırda ve on dördüncü asrın ilk yarısında Taşkent Çiğatay (Cengiz Han sülalesinden olup Türkleşmiş Moğol kabilesi, Türkçede Çağatay olarak söylenir) idaresinde kalmıştır. On dördüncü asrın ikinci yarısından on beşinci asrın son yıllarına kadar Timurîler tarafından idare edildi. 1404 yılında Mirza Uluğbek'e verildi. Bu devirde Taşkent şehri vaha ile çöl arasında müstahkem bir kale haline getirildi. Sınırları genişledi. Üretim, ticaret ve kültürel faaliyetler arttı. Şayhantahur (Şeyh Havendi Tâhir) külliyesindeki türbeler, Cuma Mescidi ve diğer mimari eserler kuruldu. Bu külliye işgal devirlerinde yerle bir olmuşsa da bağımsızlık döneminde Özbekistan'ın ilk cumhurbaşkanı İslam Kerimov tarafından yeniden inşa ettirilerek Taşkent'in en büyük camii (Hast İmam Mescidi), Özbekistan Müslümanlar İdaresi (bizdeki Diyanet İşleri Başkanlığı) ve medrese olarak hizmete açılmıştır.
On altıncı asırda Taşkent bayındır bir şehir haline gelmişti. Şehrin etrafı yeni bir duvarla çevrilmişti. Yeni mimari eserler boy göstermişti: Şayhantahur türbesi, Kökeldaş Medresesi, Barakhan medresesi o zamandan bugüne kalan eserlerdir.
Taşkent'in halen Özbekistan'ın başşehri olması sebebiyle Cumhurbaşkanlığı sarayı, Yüksek Meclis, Bakanlıklar, siyasi parti genel merkezleri, siyasi ve sosyal kurumlarla hayır kurumlarının merkezleri, diğer ülkelerin diplomatik temsilcileri bu şehirdedir.
1991 Yılından sonra şehrin merkezi meydanına “Müstakillik Meydanı” adı verilmiştir. Şehir merkezindeki büyük parklardan birine Emir Timur adı verilmiş, büyük devlet adamının heykeli bu meydana konulmuştur. Aynı parkta Timuriler Tarihi Devlet Müzesi kurulmuştur. Şehrin, âlimlerin yaşadığı semtlerinden birine de Mirza Uluğbek'in heykeli konulmuştur.
Taşkent, Özbekistan'ın kültür merkezidir. Burada çok sayıda üniversite, enstitü, lise, spor lisesi, meslek lisesi, temel eğitim okulu, anaokulu, kreş ve halk eğitim merkezi bulunmaktadır. Özbekistan'ın en fazla sirk, sinema ve tiyatro salonu, park ve bahçeleri bu şehirdedir.
Taşkent Orta Asya'nın en büyük ticaret merkezidir. Taşkent havaalanı milletlerarası öneme sahiptir. Şehirde iki hava alanı, tren garı, otobüs terminalleri mevcuttur.
Halkın önem vererek ziyaret ettiği Şeyh Zeynüddin türbesi, Çopanata türbesi, Keffal Şaşi türbesi, Hoca Alemberdar türbeleri bu şehirdedir. Hazret-i İmam Keffal Şaşi, Hazret-i İmam diye anılırken halk arasında kısaca "Hast İmam" şeklinde söylenir olmuştur. Taşkent'in en büyük camilerinden biri onun adını taşımakta olup Özbekistan Cumhurbaşkanı İslam Kerimov tarafından restore ettirilmiştir. Restorasyonda Türkiye'den çok sayıda mühendis ve ustalar da görev almış; bunlardan bazıları Özbekistan'a yerleşmiştir. Zengi Ata türbesi de Taşkentlilerin mukaddes bilip ziyaret ettiği türbelerdendir.
Taşkent'te çok sayıda hastane, spor salonu, spor alanı ve stadyum vardır. Taşkent'in televizyon yayınları dağıtım merkezi olan televizyon kulesi “teleminare” Yunusabad ilçesindedir.
Taşkent metrosu üç ayrı güzergahta yolcu taşımaktadır. Metro inşaatı 1973 yılında başlamış, dokuz istasyonu olan ilk güzergâhta 1977 yılında seferler başlamış, metro ilave inşaatlarla 2001 yılında tamamlanmıştır. İlk güzergahta Sabir Rahimov, Çilanzar, Mirza Uluğbek, Hamza, Milli Park, Halklar Dostluğu, Pahtakor, Müstakillik Meydanı: Emir Timur, Hamid Alimcan, Puşkin, Büyük İpek Yolu istasyonları yer almaktadır. İkinci güzergâhta Ali Şir Nevai, Özbekistan, Kozmonotlar, Aybek, Taşkent, Maşinasazlar, Çikalov, Gafur Gulam, Çarsu, Tinçlik ve Biruni istasyonları vardır. Üçüncü güzergâhta ise Minörik, Yunus Recebi, Abdullah Kadiri, Minar, Bademzar, Habib Abdullayev istasyonları vardır. Taşkent metrosu 9 şiddetinde depreme dayanıklı olarak projelendirilmiş olup metronun geliştirilmesi ve yaygınlaştırılması için yol ve istasyon yapımları devam etmektedir.
Taşkent'te neşredilen çok sayıda gazete ve dergi mevcuttur. Özbekistan'ın en önemli yayınevleri Taşkent'tedir.
Eski çağlarda bütün önemli şehirler gibi Taşkent'in etrafı da yüksek duvarlarla çevrilmişti. Duvarların yüksekliği 8 metre, uzunluğu 10 kilometre civarındaydı. Halk arasında yaygın olan “şehir kapısız değil” deyimi o devirlerden kalmış olmalıdır. Yüksek kale duvarlarının her tarafında şehre giriş çıkış için on iki kapı kurulmuş. Kapıları hangi kabile koruyorsa onun adı kapıya verilmiş. İşte o kapılar:
1. Kıyat kapısı: Adını Kıyat kabilesinden almış. Parkent kapısı veya Kokan kapısı da denir.
2. Türkler kapısı
3. Özbek kapısı
4. Tahtapul kapısı
5. Karasaray kapısı
6. Çiğatay kapısı: Cengiz Han soyundan Çiğatay (Çağatay) adını taşıyor.
7. Su’baniyan (Sağban) kapısı: Sağban adının pazar yeri bekçilerini ifade ettiği çeşitli kaynaklarda yer almaktadır.
8. Kökçe kapısı
9. Kemanderan (Kamalon) kapısı
10. Kanklı kapısı
11. Beşağaç kapısı
12. Katağan kapısı: Bu kapının eski adının Koymazkineges’miş.
Katağan, baskı, yasak demek. Katağan dediğinizde Özbek halkının 1930'lu yıllarda Stalin yönetiminde Türk aydınlarına uygulanan yok etme politikası akla geliyor. 1991 Yılında bağımsızlığını ilan eden Türk cumhuriyetlerinde bu yönden yaşanan bir çelişkiye şahit olursunuz. Bir tarafta Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği döneminde katledilen aydınların hatırası, diğer taraftan da İkinci Dünya Savaşı'nda Sovyet Sosyalis Cumhuriyetlerini korumak için Almanlara, İtalyanlara ve Japınlara karşı savaşan evlatlarının anıları. Tarih bazen insana bu çelişkiyi yaşatıyor. Özbekistan cumhurbaşkanı İslam Kerimov da Müstakillik Meydanı'nda Nazilere karşı savaşan vatandaşlarının hatırasına abideler dikerken diğer yandan da taşkent'in Yunusabad ilçesinde "Qatagʻon qurbonlari xotirasi muzeyi" (Baskı kurbanları müzesi) yaptırmış. Bir tarafta Sovyetler Birliği ordusunda savaşan askerlerin hatırası, diğer tarafta da Sovyetler Birliği adı verilen Rus İmparatorluğunun katlettiği vatansever aydınların hatırası...
Eskiden şehrin on mahalleden ibaret olan semtine “dehe" adı verilirmiş. Daha sonra şehir büyüdükçe semt anlamındaki “dehe” kelimesi ilçe (bugünkü Özbekçede Tümen deniyor) manasını almış.
Suyun altın değerinde olduğu Orta Asya'da Taşkent'in sularından bahsetmemek olmaz. Çimgan adı verilen dağın eteklerinden gelen sular Taşkent'in içinde dere ve kanallardan akıp gitmekte, yazları oldukça sıcak geçen Taşkent'i serinletmektedir.
Her şeyiyle bizden bir şehir olan Taşkent'te Özbekler, Kazaklar, Türkmenler, Stalin'in Kafkasya'dan sürgün ettiği Ahıska Türkleri ve bunların yanında Ruslar, UkraynalIlar, Koreliler ve Yahudiler bir arada yaşamaktadır. Nüfusun çoğunluğu nu oluşturan Özbekler, işgal yılları ve komünist dönemde asimile olmamak için olağanüstü bir direnç göstermişlerdir. Özbek halkını tanımak için Kökçe taraflarında, tek katlı, bahçeli, bahçesi duvarlarla çevrili bir aileye misafir olmak gerekir. Orada kırk yıl önceki Anadolu köylerinde kalan misafirperverlik hala yaşamakta hatta daha fazlasıyla yaşatılmaktadır.
1966 yılında yaşanan şiddetli deprem Taşkent'in birçok semtini yerle bir etmiş. Deprem sonrası inşa edilen dört katlı binalar bugün hala en güvenli binalar gibi görünüyor. Küçük bir depremde sokağa dökülen şehirlerimizi gördükten sonra dört şiddetindeki depremde pencereye bile çıkmayan Taşkentliler bu güveni yaşıyorlar.
Özbekistan'ın Fergana ağzıyla konuşan insanları Türkiye Türkleri kolayca anlayabilir. Taşkent ağzı ise bizim için anlaşılması zor bir konuşma dili. Asırlar boyu Farsçanın tesirinde kalan bu şive Rus işgali ve Sovyetler Birliği devrinde Rusçadan çok sayıda kelime almış. Bağımsızlık öncesi ve sonrası da başşehir olması sebebiyle bu konuşma dili Özbekistan'da yazı diline de hâkim olmaya başlamış. Bu sebepledir ki Eski Türkçenin en tatlı şivelerinden biri olan Özbekçe, Ali Şir Nevai'nin emeklerini heba ediyor. Rusların dayattığı Kiril alfabesinde ve ona uygun olarak kabul edilen yeni Latin alfabesi ı-i, o-ö, u-ü seslerinin birer harfle gösterilmesi hatta "ö" harfinin dillerinde olmadığını iddia etmeleri Özbekçeyi diğer Türk lehçe ve şivelerinden ünlü uyumu yönüyle uzaklaştırıyor. Günlük konuşmalarda "köter-" (kaldır-), "çöz-" (çekip uzat-) gibi yüzlerce örneğini işittiğimiz "ö" sesinin Özbek dilinde olmadığını savunan dilciler de oldukça fazla...
Geniş yolları, düzgün caddeleri, yemyeşil parkları ve eğlence mekanlarıyla bugünü yaşamak isteyenlere hitap ediyor. Bizim gibilere ise ya Çimgan'da dağ gezintisi veya Semerkant'ta, Buhara'da, Hive'de tarihin derinliklerinde kaybolmak en güzeli.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder