Asıl adı Osman Vâsıf olup bostancıbaşılıktan sadrazamlığa yükselen Elbasanlı Arnavut Halil Paşa’nın kardeşinin torunudur. İstanbul’da doğduğu bilinmekle beraber doğum tarihi hakkında kesin bir kayıt yoktur. Öğrenim yılları ve ilk görevlerinden hareketle yaklaşık 1771’de dünyaya geldiği tahmin edilmektedir. Kaynaklarda ailesi ve çocukluk yılları hakkında da yeterli bilgi bulunmamaktadır. Ancak Türk kültür ve edebiyat tarihine birçok şair, hattat, mûsikişinas ve edip kazandırmış olan Enderun’dan yetiştiği bilinmektedir. Eğitim ve öğrenim gördüğü Enderun Saray Mektebi’nde yetiştiği için Enderunlu veya Enderûnî lakabıyla anılan Vâsıf III. Mustafa, I. Abdülhamid, III. Selim, IV. Mustafa ve II. Mahmud dönemlerinde yaşamıştır.
İlk gençlik yıllarında Halil Paşa’nın yardımıyla, acemi oğlanlarının Enderun Mektebi için yetiştirildiği okullardan biri olan Galata Sarayı’na yerleştirildi. Ancak burayı bitirdikten sonra belki yeterli derecede başarılı görülmediği için, belki de hâmisi Halil Paşa’nın düşmanlarının etkisiyle Enderun’a alınmadı. Muhtemelen kendisini çekemeyenlerin iftiraları yüzünden bir süre bazı güçlüklerle karşılaştıysa da daha sonra Silâhdar Süleyman Paşa’nın kaftancısı olunca bu durumdan kurtuldu. Onun saraydaki hizmeti, Topkapı Sarayı’nda Enderûn-ı Hâssa Koğuşu’na kabulü ile başladı ve ardından önemli sayılabilecek başka görevlerle devam etti. III. Selim’e yedi kaside sunduğu ve takdir gördüğü bilinmektedir. IV. Mustafa’nın (1807-1808) cülûsundan sonra padişahın hizmetlerini gören Has Oda erkânı arasına alındı, ardından hünkâr başlalası oldu. 1815’te peşkir ve anahtar ağalığına, nihayet 1817’de kiler kethüdâlığına kadar yükseldi. IV. Mustafa ve II. Mahmud devirleri onun için bir bakıma ikbal yılları olmuştur. Kiler kethüdâlığı ile taltif edildiğinde bizzat II. Mahmud’un huzurunda kendisine hil‘at giydirilmiş, şair de bu padişah için dört kaside ve çeşitli vesilelerle altmış kadar tarih manzumesi yazarak bağlılığını göstermiştir.
Sarayda otuz yıldan fazla hizmet gördükten sonra 1819’da kendi arzusuyla çırağ edildi ve hâcegân pâyesi de verilerek Bolayır’daki Şehzade Süleyman Vakfı’nın mütevelliliğine tayin edildi. Ancak burada uzun süre kalmadı, hayatının son yıllarını yine İstanbul’da geçirdi. Kaynaklarda, Vâsıf’ın İstanbul’da Tophane semtinde bir evi bulunduğu ve bunun 1823 yılında çıkan büyük Tophane yangınında tamamen yandığı belirtilmektedir (İzzet Molla, s. 95). İstanbul’da vefat eden Vâsıf’ın mezarı Üsküdar’da Karacaahmet’te Mimar Kasım’ın kabri yakınındadır. Mezar taşında, yakın dostu İzzet Molla’nın, “Şuarâ mâtem edip yazdı mücevher târîh / Rûh-ı Osmân’a ede Vâsıf’ı terfîk ilâh (1240)” tarih beytiyle sona eren yedi beyitlik kıtası yazılıdır. Vâsıf’ın kardeşi Sâdullah Efendi de (Ağa [?]) mûsikişinas olup Enderûn-ı Hümâyun’da müezzinbaşılığa kadar yükselmiştir (Öztuna, II, 249-250).
Vâsıf’ın iri cüsseli, rindmeşrep, hoşsohbet eğlenceyi seven, yemeye içmeye düşkün ve biraz da umursamaz bir kişiliği olduğu kaydedilmektedir. Ömrünün sonlarına doğru şiirlerini gözden geçirdiği, muhtemelen açık saçık olanlarını ve değersiz bulduklarını yaktığı bildirilmektedir. Bu husus İzzet Molla tarafından nazmedilen mezar kitâbesinde de dile getirilmiştir. Buna rağmen Vâsıf’ın yine de hacimli bir divanının bulunması, onun çok fazla şiir söylemiş bir şair olduğunu ortaya koymaktadır.
Divan edebiyatının hemen bütün nazım şekillerinde örnek veren Vâsıf, aynı zamanda bu edebiyatın şarkı nazım şekliyle en fazla eser veren şairidir. Aruzun pek az kullanılan kalıplarını başarıyla kullanabilmiştir. Onun başta Nedîm olmak üzere Enderunlu Fâzıl gibi XVIII. yüzyılda divan şiirinde mahallîleşme akımını başlatan şairlerin etkisinde kaldığı görülmektedir. Şöhretini daha çok gazelleri ve özellikle şarkılarına borçlu olan Vâsıf’ın bütün şiirlerinde daima Nedîm’e bağlı bir taraf vardır. Ancak eski şiirin kurallarını ve estetik değerlerini fazla umursamaması, güzel şiirler yazamamasına sebep olmuştur. Başta kasideleri olmak üzere gazelleriyle şarkılarında bazı özellikler kendi mizacı ve yetişme tarzına göre gelişmesine rağmen bunlarda Nedîm’in getirdiği birçok yenilik de açıkça görülmektedir. Bunun en önemli sebeplerinden biri Vâsıf’ın da Nedîm gibi zekâsı, neşesi, tecessüsleri ve konuştuğu dile kadar sanatının birçok unsurlarıyla İstanbullu olmasıdır. Bundan dolayı Vâsıf’ın şiirlerinde İstanbul giyim kuşamı, İstanbul ağzı, İstanbul mesireleri ve Boğaziçi önemli bir yer tutar.
Enderunlu Vâsıf, divan şiirinin lugatına ve sanat kaidelerine sadece dıştan hâkim olup kaynaklarına inememiştir. Ustalığı mısra içinde kalır ve kelimeden öteye geçmez. Onda, divan şairlerinin büyük bir kısmında görülen mazmunlara fazla rastlanmaz. Öte yandan divan şiirinde oldukça önemli bir yer tutan tasavvufla ilgisi de azdır. Bu özellikleriyle Vâsıf eski terbiyenin yetiştirdiği orta seviyede bir şairdir. Ancak bir taraftan şiir diline günlük hayatı ve mahallî renkleri sokması, diğer taraftan şiirin üzerinde serbestçe oynaması, onu Türk edebiyatında Türk dili ve folkloru açısından önemli bir şair yapmıştır. Özellikle şarkılarında neşeli bir ruh hali hâkim olan Vâsıf, eski şiir anlayışına göre zaman zaman edep dışı (perde-bîrûnâne) şiirler de yazmıştır.
Harâbât mukaddimesinde Vâsıf’ın şairliğini takdir eden Ziyâ Paşa, ancak onun kültür ve bilgisinin yetersiz olduğunu belirterek doğuştan gelen şairlik gücüyle bazı güzel şiirler yazdığını söyler. Nâmık Kemal ise Tahrîb-i Harâbât’ta Vâsıf’ın şiirlerinin tutuk olduğunu, onun yaşadığı dönemin konuşma diline yöneldiğini, fakat aruz veznini bırakıp heceyle yazmadığı için başarılı olamadığını belirtir.
Şairin tek eseri yazma ve basma nüshaları bulunan mürettep divanıdır. Divanının İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi’nde biri tam, biri de epeyce eksik iki yazma nüshası vardır (TY, nr. 2791, 5590). Özellikle Dîvân-ı Gülşen-i Efkâr-ı Vâsıf-ı Enderûnî başlığını taşıyan nüsha (nr. 2791), Bağdat’ta güzel bir ta‘lik hattıyla Hasan Efendi adlı bir hattat tarafından yazılmış olup 5000 beyti aşan bir hacimdedir. Eser iki münâcât, beş na‘t, Mevlânâ’ya bir na‘t, dördü III. Selim, üçü II. Mahmud ve biri vâlide sultan hakkında methiye, bir kasîde-i ramazâniyye, seksen dokuz tarih, 139 gazel, bir terkibibend, bir kadının kızına öğütleriyle onun cevabını ihtiva eden otuz üç bentten oluşan iki muhammes, 218 şarkı ile bir müseddes, altmış beş kıta ve on bir müfredden meydana gelmektedir.
Vâsıf divanı bir defa Bulak’ta (1257), iki defa da İstanbul’da (1257, 1285) basılmıştır. Kahire baskısı ile İstanbul’daki ikinci baskıda başlık Dîvân-ı Gülşen-i Efkâr-ı Vâsıf-ı Enderûnî’dir. Birbirinin aynı olan bu iki baskıda 5968 beyit tutarında 531 şiir vardır. Bunlar dört münâcât (üçü kıta, biri muhammes), on iki na‘t (on biri kıta, biri muhammes), on bir methiye (kaside), doksan tarih (seksen altısı kıta, ikisi kaside, biri müsebba‘, biri terciibend), 141 gazel, 217 şarkı (188’i murabba, yirmi dördü muhammes, dördü müseddes, biri gazel), iki tahmîs, bir taştîr, üç terkibibend, elli yedi kıta ve on bir müfreddir. 1257 tarihli İstanbul baskısının adı ise Vâsıf Osman Bey Divanı olup bu baskıda toplam 5688 beyit hacminde 516 şiir bulunmaktadır.
Enderunlu Vâsıf bazı kasır, köşk ve saray gibi yapılar için kitâbeler de yazmıştır. Üsküdar’da II. Mahmud dönemine ait Şerefâbâd Kasrı’nın kapısı üstünde bulunan manzum kitâbe bunlardan biridir. Aynı zamanda iyi bir mûsikişinas olan Vâsıf güfteleri en çok bestelenen şairlerden biridir. Şarkılarından bir kısmı başta kardeşi Sâdullah Efendi ve Zekâi Dede Efendi olmak üzere tanınmış mûsiki üstatları tarafından bestelenmiş olup günümüzde de icra edilmektedir (bestelenmiş şarkıları ve bestekârları için bk. Öztuna, II, 581-583).
* Abdülkadir Karahan İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi'nde uzun yıllar öğretim üyesi ve Eski Türk Edebiyatı kürsüsü başkanı olarak görev yaptı.
Şanlıurfa'nın Siverek ilçesinde doğdu. Babası yörenin tanınmış din adamlarından Molla Hacı Zülfikar Karahan, annesi Besime Hanım'dır. Siverek Türközü İlkokulu'nu, İzmir Muallim Mektebi orta bölümünü, İzmir Atatürk Lisesi'ni (1934) ve ardından İstanbul Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü'nü bitirdi. Samsun Lisesi'ne edebiyat öğretmeni olarak atandı. İzmir'de de edebiyat öğretmeni olarak görev yaptı. Bu yıllarda Fikirler dergisi ile Yeni Asır gazetesinde yazıları çıktı. Askere gitti ve orada "Yedek Subay Marşı"nı yazdı. Fuzûli -Muhiti, Hayatı ve Şahsiyeti- adlı teziyle 1945 yılında doktorasını tamamladı. 1947'de İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi'ne Türk edebiyatı ve metin şerhi asistanı olarak girdi. 1949-1950 yılları arasında Paris'te mesleki incelemelerde bulundu ve Avrupa dönüşü İslam-Türk Edebiyatında Kırk Hadis adlı teziyle 1953'te Eski Türk Edebiyatı doçenti oldu. Fransa'da Sorbonne Üniversitesi Hocaları Hazırlama ve Geliştirme Yüksek Okulu ile Fonetik Enstitüsü'nü bitirdi. 1963'te Eski Türk Edebiyatı profesörü oldu. 1963-1964'te Kahire'de Ayn Şems Üniversitesi Şark Dilleri Kürsüsü'nü yönetti. İstanbul Yüksek İslam Enstitüsü ve Yüksek Öğretmen Okulu'nda öğretim üyeliği yaptı. 1971'de Eski Türk Edebiyatı Kürsü başkanlığına getirildi. Yüksek Öğretmen Okulu Eski Türk Edebiyatı ve Edebiyat Metodu profesörlüğünü üzerine aldı. 1983'te emekli oldu. Şanlıurfa'da adına bir kütüphane kuruldu, bütün kitaplarını oraya verdi. 28 Temmuz 2000 tarihinde İstanbul'da vefat etti.
Eski Türk Edebiyatı alanında birçok inceleme eseri bulunan Abdülkadir Karahan'ın bir de şiir kitabı vardır. Karahan'ın gençlik yıllarında yazdığı ilk şiiri olan ve Servet-i Fünun mecmuasında yayımlanan "Dicle'de Akşam Güneşi"nden sonra ilk şiir kitabı Güneşin Doğduğu Yurt 1934 yılında İzmir'de yayımlanır. Karahan hocamızın "Yedeksubay Marşı" adlı şiiri bestelenmiş ve sınıf okullarında yedeksubay adayları tarafından yıllar boyu terennüm edilmiştir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder