Dil; bireyin kendini ifade etmesini sağlayan, çevresi ve milletiyle iletişim kurmasına olanak veren, toplumları
millet yapan en temel kültür değeridir. Bunun da ötesinde dil, milletin kültürünün aynası, kültürün ifade
aracı, geniş kitlelere taşınmasında, gelecek nesillere aktarılmasında en sağlam köprüdür. Dilin birey, toplum
ve millet yaşamındaki rolü ve önemine ilişkin olarak pek çok şey söylenmiştir. Mustafa Kemal Atatürk, Ömer
Seyfettin, Ali Canip Yöntem, Yahya Kemal Beyatlı ve Mehmet Kaplan’ın dilin millet hayatındaki önemini
vurguladığı cümleler dikkate değer.
Sözlükte “yayma, saçma, dağıtma” anlamına gelen Arapça kökenli “nesir” in kavram anlamı; “manzum
olmayan söz veya yazı”dır. Nesrin en belirgin yönü ve temel şartı, ait olduğu dilin doğal hâli ve bu hâlin
kuralları çerçevesinde hayat bulmuş olmasıdır. Nesir , “nazım”da vazgeçilemez olan kafiye ve vezni reddeder;
yani manzum değildir. Ayrıca mısralar hâlinde değil, düz cümleler hâlindedir. Öte yandan nesir dili, nazım
diline göre çok daha açık ve açıklayıcıdır. Onun varlık sebebi, taşıdığı anlamı, en açık ve anlaşılır biçimde ifade
edebilmektir. Bir başka ifadeyle, nazımda ahenk-ri- tim endişesi daha ön planda yer alırken nesirde,
düşüncelerin dilin doğal yapısı içindeki ifadesi önem kazanır. Düzenli noktalama işaretleri, nesrin okuyucu
tarafından daha rahat anlaşılmasını sağlar. Edebî nesir ise çok daha titizlikle kaleme alınmış, sıradanlıktan
uzak, belli bir bilgi, düşünce, duygu, yorum derinliğine sahip, okuyucuya estetik duygular kazandıran, edebilik
özelliğine sahip nesirdir.
Cumhuriyet Öncesi Türk Nesri
Türklerin İslam kültür ve medeniyeti (X-XL yüzyıl) ile Batı kültür ve medeniyetine (XIX. yüzyıl) girişleri, dil ve
nesirlerindeki ana dönemleri belirler. Dolayısıyla Türk nesrinin tarihini, sahip olduğu özellikler bakımından
üç ana başlık altında inceleyip değerlendirmek gerekir. Tanzimat öncesi edebiyatta asıl olan şiirdir. İkinci
planda kalan ve çoğu zaman edebî bir değer olarak kabul edilmeyen nesir, şiirin etkisinde kalmıştır. Tanzimat
öncesi Türk nesri, İslamiyet öncesi ve sonrası olmak üzere iki ana döneme ayrılır. İslamiyet öncesi Türk nesrinin başlangıç tarihi hakkında kesin bir bilgiye ulaşmak oldukça zordur. Sözlü edebiyat devri ürünü durumundaki savları, bu dönemin ilk nesir örnekleri olarak kabul etmek mümkündür. Yenisey (V. ve VI. yy.) ve
özellikle Orhun Yazıtları (VIII. yy.), yazılı edebiyat dönemi Türk nesrinin ilk ve en önemli örnekleridir. Sade,
açık ve işlek bir dile sahip olan Orhun Yazıtları, Bilge Tonyukuk ve Yolluğ Tigin tarafından yazılmıştır.
İslamiyet sonrası Türk nesri , XV. yüzyıldan itibaren divan edebiyatının oluşumu ile birlikte -özellikle
Anadolu’da iki kola ayrılır. “Tanzimat’tan önceki Türk edebiyatında nasıl biri halk, ötekisi yüksek ve kültürlü
tabakaya has, dil ve üslup bakımından birbirinden tamamiyle farklı iki şiir geleneği var idiyse, tıpkı bunun
gibi, biri halk kitaplarında kullanılan kısa, açık ve sade, ötekisi resmî kitabet, muhaberat, tarihî, İlmî eserlerde
kullanılan, genellikle uzun, dolaşık, kapalı ve süslü iki nesir vardı” (Kaplan, 1976, 424).
Divan edebiyatında nesir denilince, Tanzimat yıllarına kadar sadece inşa denilen süslü nesir akla gelmiş;
bunun dışındaki nesirler edebiyattan sayılmadığı için dikkate alınmamıştır. Genellikle tarih, destan, hikâye,
seyahatname, biyografi, mektup ve didaktik eserler gibi türler etrafında hayat bulan divan nesri, topluca değerlendirildiğinde, birbirinden bazı noktalarda farklılıklar gösteren üç gruba ayrıldığı görülür. Bunlar: Yer
yer diğer iki nesir türünde de yer alan birtakım dil ve üslup özellikleri görülmesine rağmen sade nesrin temel
niteliği, halk dili veya konuşma diline yakın özelliklere sahip olmasıdır. Buna karşın Medrese eğitimi almış,
üst zümrelerin içinde veya onlarla çeşitli seviyelerde ilişkisi olan yazarların çoğu orta nesri tercih etmiştir
burda temel amaç, sanat yapmaktan çok düşüncenin okuyucuya iletilmesidir. Fatih Sultan Mehmet devrinden
itibaren (XV. yüzyıl) görülmeye başlayıp gittikçe gelişen süslü nesir (inşa) , sanat endişesi ekseninde var olan
ve divan şiiri etkisi altında kalan nesir türüdür. Yüzyıllarca tek edebî nesir olarak kabul edilen süslü nesirler,
yoğun Arapça ve Farsça kelime ve tamlamaları, bol secileri, uzun cümleleri ve yapay yapısı ile diğer iki nesir
türünden ve halk dilinden tamamen uzak ve farklıdır. Bu tür nesir yazarına münşi denir.
Tanzimat Sonrası Türk Nesri
1. Türk toplumunun Batı’ya yönelmesi, hayatın pek çok alanında olduğu gibi, kültür, edebiyat ve dilinde
de önemli değişiklikleri beraberinde getirmiştir. Bu değişikliklerin ilki, önceki dönemde esas olan şiir
hâkimiyetinin nesre geçmiş olmasıdır. İkincisi ise dilin, zaman içinde eski pürüzlerinden temizlenerek
sadeleşmesidir. Çünkü Tanzimat sonrasında Türk toplumunun bütün yönleriyle yaşamaya başladığı
yeni hayat ve bu hayatı yaşayan yeni insanın, kendisini eski dil veya nesirle anlatması mümkün
olamazdı. Yeni bir dil veya yeni bir nesir işte böyle bir ortamda ve ihtiyaçta doğmuştur. Bu yüzden
Tanzimat nesrinin ilk örnekleri resmî yazışmalardır ardından gazete ve dergiler, Tanzimat sonrası
nesrinin gelişmesi ve yaygınlaşmasında temel faktör durumundadır. Yeni Lisan Hareketi’nin dilde
yapmak istediği şey, Türkçeyi yabancı dil kurallarından ve halkın dilinde kullanmadığı yabancı
kelimelerden temizlemek, konuşma dili ile yazı dili arasındaki ikilik ve uçurumu ortadan kaldırmak
ve konuşma dilini yazı dili hâline getirmektir. Ömer Seyfettin, Ziya Gökalp, Ahmet Hikmet, Refik Halit,
Reşat Nuri, Halide Edip gibi çeşitli yazarların eserlerinde (hikâye, roman, makale, hatıra vb.) somut
örneklerine kavuşur. Artık bu dönem nesrinde duygu ve düşüncelerin açık bir biçimde ifadesi esas
alınır. Cümle, anlam bakımından açık ve yalın; yapı itibarıyla da basit ve kısadır.
Cumhuriyet Dönemi Türk Eserleri
Genelde edebiyatın, özelde ise nesrin gelişmesinde etkili olan durumların bilinmesi yararlı olacaktır. Harf
devrimi, Türk Dil Kurumunun kurulması, basın-yayın olanaklarının gelişmesi, okuma-yazma ve okullaşma
oranının artması, dilde özleştirme çalışmaları, Cumhuriyet Devri’nde dilin ve nesrin gelişimini etkilemiştir.
Gerek 1928’de gerçekleştirilen Harf Devrimi gerek Türk Dil Kurumu, 12 Temmuz 1932’de bizzat Atatürk’ün
yönlendirmesiyle kurulmasıyla, ayrıca Türk Dil Kurumu , Türkiyat Enstitüsü, Millî Eğitim Bakanlığı, Kültür ve
Turizm Bakanlığı ve çeşitli üniversitelerde Türk dili üzerine pek çok derleme, tarama, gramer ve sözlük
çalışmaları, dil çalışmaları bakımından fevkalade öneme sahiptir. Bununla birlikte Dilde Özleştirme Çalışmaları
Cumhuriyet Devri’nde dil ve nesri etkileyen asıl önemli gelişme, Türk Dil Kurumu merkezindeki dilde
özleştirme çalışmalarıdır. Atatürk’ün vefatından sonra tek parti döneminde yoğunlaşan ve 1960-1980 yılları
arasında da devam eden "Öz Türkçecilik” anlayışı, bir taraftan kutuplaşmayı beraberinde getirmiş, bir taraftan
da “tasfiyecilik”e dönüşüp Türkçeyi sarsmıştır. Öz Türkçecilik anlayışı; dile yüzyıllar önce girmiş, halk veya
konuşma diline yerleşmiş Arapça ve Farsça kelimelerin atılması, yerlerine de Türkçelerinin türetilmesi
düşüncesine dayanır, sonuç olarak Türkçeden pek çok kelime atılırken kelime hâzinesi daraltılmış, yeni
nesillerin Hüseyin Rahmi, Halide
Edib, Yakup Kadri, Refik Halit, Mehmet Âkif, Yahya Kemal gibi yazar ve şairlerin eserlerini bile anlamalarım
zorlaştırmıştır. 1980 sonrasında önemli ölçüde zayi ayan bu anlayış ve çalışmalar, dilin giderek kendi doğal
seyri içinde gelişme ve değişmesinin kapılarını aralamıştır. Son olarak Yabancı Dillerin Türkçeye Etkisi
Cumhuriyet Devri’nde dil ve nesri etkileyen bir başka önemli gelişme olup, özellikle 1960 sonrası dönemde
giderek belirginleşen -başta İngilizce ve Fransızca olmak üzere yabancı kelimelerin Türkçeye girişindeki
artıştır.
90 yıllık Cumhuriyet Dönemi Türk nesri, binlerce yazar ile birçok farklı tür (hikâye, roman, tiyatro, deneme
vb.) veya isim altındaki milyonlarca metni kapsayan geniş bir alandır. Bunun için burada, sadece birtakım
örnekler eşliğinde 90 yıllık Cumhuriyet nesri, ana hatları ve temel özellikleri ile tanıtmaya çalışılacaktır.
Cumhuriyet Dönemi Türk nesri, zamana bağlı kendi iç değişmeleri dikkate alındığında iki döneme ayrılabilir.
Bu iki dönem; 1923-1940 dönemi Türk nesri ve 1940-2010 dönemi Türk nesridir.
Cumhuriyet sonrası Türk nesri için bilinmesi ve belirtilmesi gereken şey, yukarıda kısaca özetlenen
Tanzimat sonrası, özellikle Yeni Lisan ve Millî Edebiyat hareketi sonucu oluşan nesrin devamı olmasıdır. 1923
öncesinden devralman dil ve bu dil ekseninde var olan nesir, Cumhuriyet nesrinin temelini oluşturur. Bu
gerçeğin en önemli nedeni, Cumhuriyet öncesi yazarlarının çoğunun hayatta olmaları ve yazma çalışmalarını
sürdürmeleri ve Cumhuriyet öncesi dil anlayışının önemli bir değişme göstermeden devam etmesidir. Başta
aydınlar ve sanatçılar olmak üzere, bütün toplum millî bir dil bilincine ulaştırılmaya çalışılır.
İkinci dönemde ise Türk dili ve nesri, 1940’tan günümüze uzanan süreçte doğal bir devamlılık içinde
varlığını sürdürür. Her geçen gün toplumun veya sanatçıların elinde yeni olanaklarla gelişip zenginleşir. Bu
doğal sürecin dışında tek parti döneminde güçlenen Öz Türkçecilik çalışmaları, İkinci Dünya Savaşı sonrası
belirginleşen çeşitli ideolojik hareketler, 1950 sonrası dönemde çok daha hızla gelişen basım-yayım ve
iletişim olanakları, küreselleşme olgusu gibi etkenler, 1940 sonrası Türk nesrinde birtakım gelişme ve
değişmelere neden olur. Bu değişmelerin başında, Arapça ve Farsça kökenli kelimelerin atılıp yerine türetilen
yeni kelimelerin nesir dilinde yer alması gelir. İkincisi ise nesir dilinde çok fazla yabancı kelimelerin yer
almaya başlamasıdır.
Cumhuriyet Dönemi’nde Nesir Türlerini edebî nesir, bilimsel ve öğretici nesir ve günlük nesir olarak
sınıflandırmak mümkündür. Cumhuriyet nesrinin en geniş, en zengin kısmını edebî nesirler oluşturur. Belli
bir sanat endişesi ve yeteneğine sahip yazarların kaleminden çıkan edebî nesirler, diğer amaçlarının yanında,
okuyucuya estetik haz vermek amacıyla kaleme alınırlar. Onlarda dil, olabildiğince kusursuz ve hatasız bir
biçimde kullanılır. Kelimelere temel anlamlarının yanında bilinen veya bilinmeyen yan anlamlar yüklenir.
Benzetme, istiare, tezat, mecaz, kinaye gibi çeşitli edebiyat sanatlarına sahip olan dil, günlük dilin çok üstünde
bir zenginlik ve derinlik kazanır. Cumhuriyet Dönemi nesrinin ikinci ana kolunu, bilimsel ve öğretici/eğitici
özelliğe sahip metinler oluşturur. Felsefe, tarih, coğrafya, sosyoloji, psikoloji, ilahiyat, iktisat, fizik, kimya,
biyoloji, tıp gibi bugün her biri bağımsız bir bilim dalı olan pek çok alanla ilgili bilgileri içeren kitap, makale ve
bildiriler bilimsel nesir metinlerini oluştururlar. Çünkü insanlar çeşitli bilim alanlarındaki bilgi, buluş, fikir ve
yorumlarını dille ifade ederler. Dilin en yaygın olarak kullanıldığı alan, hiç şüphesiz günlük hayattır. Evde,
sokakta, çarşıda, pazarda, kahvede, okulda insanlar birbirleriyle dil aracılığıyla iletişimde bulunurlar.
Dolayısıyla Cumhuriyet nesrinin üçüncü yaygın türünü, günlük hayat içindeki Günlük nesir oluşturur.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder