28 Mart 2024 Perşembe

Abdülhak Hamit'in Makber'i Kayıp


 

Türk edebiyatının en meşhur şiirlerinden biri olan Makber, Abdülhak Hamit'in eşi Fatma Hanım'ın ölümü üzerine Beyrut'ta yazılmıştı.

Türk edebiyatının en meşhur şiirlerinden biri olan Makber, Abdülhak Hamit'in eşi Fatma Hanım'ın ölümü üzerine Beyrut'ta yazılmıştı. Bugün kabrin başında duran kitabeden eser yok, mezarın değiştirilip değiştirilmedi ise tam bir muamma. Hasan Esen yazdı.  

Türk şiirinin kilometre taşlarından biri olan “Makber”, Abdülhak Hamit Tarhan'ın eşi Fatma Hanım'ın ölümü üzerine kaleme aldığı, acı, öfke ve özlemin kelimelere dökülmüş hali.

1883'te Bombay Başkonsolosluğu’na atanan şair Abdülhak Hamit Tarhan'ın eşi Fatma Hanım, vereme yakalanır. Durumu gittikçe kötüleşince İstanbul’a dönmeye karar verirler. Vapurda hastanın durumu ağırlaşınca Beyrut'ta karaya çıkmak zorunda kalırlar.

Fatma Hanım bir kaç gün içinde hayata gözlerini yumar ve onu Beyrut'ta defnederler. Mezar taşına da, "Ey ziyaretçi, işte şu gördüğün yere Abdülhak Hamit'in nur-i dide zevcesi Fatma Hanım'ı defnettiler. Merhume, Pîrizade hanedanından bir yetim idi. Bahar-ı ömründe veremden gurbet elde öldü. O vücud-ı hüzn-nümûn şimdi senden bir fatiha ister" yazılır.

2352 mısralık bir şiir yazdı

Fatma Hanım'ın ardından yazılan sadece bu kitabe değil.  27 yaşında kaybettiği Fatma Hanım'ın ardından büyük bir sarsıntı geçiren şair kaleme sarılır. Derdini, kâğıda döker. Acısı büyüktür zaten. Abdülhak Hamit Tarhan, Beyrut'ta kaldığı 40 gün boyunca Fatma Hanım'ın mezarını ziyaret ederek, unutulmaz şiiri Makber'i yazar.

2352 mısralık bu şiirinde Hamit; acı, öfke, başkaldırı, şaşkınlık, umutsuzluk, özlem, korku ve yakarışı yansıtır. Bir yandanAllah'a yalvarır, bir yandan da eşine, "Çık Fatıma! Lahidden kıyam et/yanımdaki haline devam et" diye seslenir.

Hamit, şiirinin sonuna "Sen öldün, ölüm güzel demektir" mısrasını eklerken artık gerçeği kabul eder. Şiir biterken, onun için Beyrut'tan ayrılma vakti de gelir. Eşinin mezarını son bir kez ziyaret eder. Fatma Hanım’ı geride bırakıp, acısını taşır yanında. Şair, o acıyla yazdığı Makber'le hüznü de güzelleştirir.

MAKBER

"Eyvah! Ne yer, ne yar kaldı

Gönlüm dolu ah-u zar kaldı

Şimdi buradaydı, gitti elden

Gitti ebede gelip ezelden

Ben gittim, o haksar kaldı

Bir köşede tarumar kaldı

Baki o enis-i dilden

Eyvah, Beyrut'ta bir mezar kaldı..."

Makber şimdi kayıp…

Şair-i azam” olarak kabul edilen Hamit'i büyük şöhrete kavuşturan şiirin yazıldığı yer olan mezarlık, Beyrut'un şehir merkezine oldukça yakın. Fatma Hanım'ın lahdine veya kitabesine dair bir işaret ise yok.

Geçen 129 senede Fatma Hanım'ın kabrinin ya zarar görüp yıkıldığı, ya da üstüne başka birinin defnedildiği zannedilmekte. Mezarın yeri şimdi kaybolsa da Abdülhak Hamit, Makber ile o kabri, Türk edebiyatına mühürledi.

Kaynak: www.dunyabizim.com

Abdulhak Hamid Tarhan - Merkad-ı Fatihi Ziyaret

 

Her Kuşesinde dehrîn nâmı bekaa nisârın
Şayestedir denilse âlem senin mezarın.


Kaldın cihanda bir ân, her ânın oldu bir devr
Müiki ezeldi güya tahtında hemcivârın.


Sensin ol padişeh ki bu ümmeti necibe
Emsâr bahşişindir, ibhâr yadigârın.


Bir dem yüzün gülünce âlem bahar olurdu
Misli küsûf her câ, zahirdi iğbirarın.


Bir yıldırımdı nîzen peyveste ka’rı hâke
Bir bürci Haknümâdır, ermiş göğe minârın.


Her dem sana açıktır ebvâbı arşı Rahmet
Türbendir en azîmi fethettiğin diyarın.


İster idin ki olsun düşmenle yâr yekdil
Devrân idi rakibin, Allah idi nigârın.


Açtı sana cenahın cananı sermediyyet
Etti anı derâğuş cânı cihansipârın.


Metninde şairâna ilhamlar gerektir
Tarifi yerde bitmez arşa çıkan kibarın.

Beşir Ayvazoğlu - Kahvedeki İhtiyarcıklar

 

Gitgide kararan saçlarını akşamın
İnceden inceye tarayan yağmur
Ve camlarda telaşlı gölgeler.

Çekilmiş düşünürler gizli gizli
İhtiyarcıklar biraz daha üşürler.

Dudaklarında eski kahkahalardan
Artakalmış birkaç safalı çizgi
Tutuşan tömbekilerde eski bir sevda.

İhtiyarcıklar üşürler biraz daha
Her geçen saniye daralır zaman
Bakarlar kar yağmış karşı dağa.

Ve çaresiz gülüşürler gülüşürler.

İlhami Bekir Tez - Son Kavga

 

Ölüm bir kez çalar kapıları
Doğumdan öncesi, ölümden sonrası yalan
Yumruğu, göğsü ve altın başıyla
Ne güzeldir ayakta dimdik insan.

Pul pul damar damar
Dünyamızın derisi dökülüyor
Nedendir?
Nar ağlıyor, ayva gülüyor.

Yer depremde,
Sallanıyor gök ağaç
Nedendir?
Birimiz tok, birimiz aç.

Orman orman
Lif lif Asya, Afrika yanmada
Nedendir?
Toprak uyanmada.

Eller sarıldı gırtlaklara
İnsan insanın üstüne yürü, yürü...
Nedendir?
Sömürü...

Bulutların gür elma ormanları tutuşuyor
Güneş yarıldı kırmızı nar gibi
Nedendir?
Son kavga var...gibi!

Ölüm bir kez çalar kapıları
Doğumdan öncesi, ölümden sonrası yalan
Yumruğu, göğsü ve altın başıyla
Ne güzeldir ayakta dimdik insan.

Аbdulla Qahhor - Ming bir jon (hikoya)

 

Martning oxirgi kunlari. Koʼk yuzida suzib yurgan bulut parchalari oftobni bir zumda yuz koʼyga solyapti. Oftob har safar bulut ostiga kirib chiqqanida, bahor kelganidan bexabar hanuz gʼaflatda yotgan oʼt-oʼlanni, qurt-qumursqani uygʼotgan, avvalgidan ham yorugʼroq, avvalgidan ham issiqroq shuʼla sochayotganday tuyuladi.

Аbdulla Qahhor - Аyb kimda? (hikoya)

 

Hamroev kechki ovqatdan keyin birpas choʼzilmoqchi boʼlgan edi, toʼgʼri kelmadi, narigi uy toʼpolon - bolalar birbirini yostiqbilan urib oʼynayotibdi; soat sakkiz yarimda majlisga borish ham kerak. Kecha Hamdam ota-onalar majlisi boʼlishi toʼgʼrisida maktabidan qogʼoz olib kelgan.

Oybek - Fanarchi Ota

 


Tor, qiyshiq ko’chaning o’ksik oqshomini Tursunqul akaning churuk daivozasi tepasiga o’tqizilgan bir fanorning titrak nurlarigina yoritar edi. Uni har kun kechqurun past bo’yli, burushiq yuzli bir chol kelib, yoqib ketar edi. Biz uni «Fanorchi ota», der edik. U juda yuvvosh, indamas kishiydi, kichkina narvonchasini chaqqon qo’yib, allaqanday ustalik bilan chiqar, qo’ltig’idan kir ro’molchasini olib, avaylab fanor oynalarini artardi. Fanorni yoqqach, yerga tushib, obkashdek bukilgan yelkasiga narvonchasini qo’yib birpasda ko’zdan yo’qolar edi.

Ahmet Muhip Dıranas - Fahriye Abla

 

Hava keskin bir kömür kokusuyla dolar,
Kapanırdı daha gün batmadan kapılar.
Bu, afyon ruhu gibi baygın mahalleden,
Hayalimde tek çizgi bir sen kalmışsın, sen!
Hülyasındaki geniş aydınlığa gülen
Gözlerin, dişlerin ve ak pak gerdanınla
Ne güzel komşumuzdun sen, Fahriye abla!


Eviniz kutu gibi bir küçücük evdi,
Sarmaşıklarla balkonu örtük bir evdi;
Güneşin batmasına yakın saatlerde
Yıkanırdı gölgesi kuytu bir derede.
Yaz, kış yeşil bir saksı ıtır pencerede;
Bahçende akasyalar açardı baharla.
Ne şirin komşumuzdun sen, Fahriye abla!

Önce upuzun, sonra kesik saçın vardı;
Tenin buğdaysı, boyun bir başak kadardı.
İçini gıcıklardı bütün erkeklerin
Altın bileziklerle dolu bileklerin.
Açılırdı rüzgârda kısa eteklerin;
Açık saçık şarkılar söylerdin en fazla.
Ne çapkın komşumuzdun sen, Fahriye abla!

Gönül verdin derlerdi o delikanlıya,
En sonunda varmışsın bir Erzincanlıya.
Bilmem şimdi hâlâ bu ilk kocanda mısın,
Hâlâ dağları karlı Erzincan'da mısın?
Bırak, geçmiş günleri gönlüm hatırlasın;
Hâtırada kalan şey değişmez zamanla.
Ne vefalı komşumdun sen, Fahriye abla!


Kakamyrat Rejepow - Ýürek

 

Ýüregiňizi diňläň!
Baryň huzuryna päklenip kemsiz.
Uzyn gijelerde galyň ikiçäk.
Darkaşyndan başly – barat duýgulaň
Ýürek – size sypalgadyr ýeke-täk.

Gurbannazar Ezizow - Halas ediň!

 

Beýgelmek üçin däl — dag boljak boldum

Barha köp synladym dagyn ýüzüni.

Çünki, ol uzakdan ýetirdi maňa

Bir bendäniň: «Halas edin!» sözüni.

Annasoltan Kekilowa - Diri men, diri!

 

Men ýola düşýärin, gidemok ýalňyz,
Meniň bilen asyr barýar ädimläp.
Kükreginde syrlar gizlän topragym,
Gyzykly gür berýär pikirin jemläp.

Annasoltan Kekilowa - Ýadygärlik galsyn


Serediň adamlar, sözleýär asman,
Sözleýär seslenip mawy bulutlar.
Serediň, serediň, baksaňyz her ýan,
Sözleýär seslenip bägüller, otlar.

Orhan Veli Kanık - İstanbul'u Dinliyorum

 


İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı
Önce hafiften bir rüzgar esiyor;
Yavaş yavaş sallanıyor
Yapraklar, ağaçlarda;
Uzaklarda, çok uzaklarda,
Sucuların hiç durmayan çıngırakları
İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı.
                    
İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı;
Kuşlar geçiyor, derken;
Yükseklerden, sürü sürü, çığlık çığlık.
Ağlar çekiliyor dalyanlarda;
Bir kadının suya değiyor ayakları;
İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı.
                    
İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı;
Serin serin Kapalıçarşı
Cıvıl cıvıl Mahmutpaşa
Güvercin dolu avlular
Çekiç sesleri geliyor doklardan
Güzelim bahar rüzgarında ter kokuları;
İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı.
                    
İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı;
Başımda eski alemlerin sarhoşluğu
Loş kayıkhaneleriyle bir yalı;
Dinmiş lodosların uğultusu içinde
İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı.
                    
İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı;
Bir yosma geçiyor kaldırımdan;
Küfürler, şarkılar, türküler, laf atmalar.
Birşey düşüyor elinden yere;
Bir gül olmalı;
İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı.
                    
İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı;
Bir kuş çırpınıyor eteklerinde;
Alnın sıcak mı, değil mi, biliyorum;
Dudakların ıslak mı, değil mi, biliyorum;
Beyaz bir ay doğuyor fıstıkların arkasından
Kalbinin vuruşundan anlıyorum;
İstanbul'u dinliyorum.


Orhan Seyfi Şirin - Benim Ölümüm

 


Sana inat bir gün öleceğim.
Sana inat ve senin güzelliğine...
Lale bayramında güllere,
Yaşanmamış hayallere inat,
Senin en arzulu, en güzel çağına inat!
Kahkahalar atarak öleceğim.

Kefenim olmamak pahasına;
İş olsun diye, spor olsun diye...
Kalleşlik olsun, kurnazlık olsun diye...
Sinsice öleceğim, haince öleceğim.
Nasıl ölünürmüş göstereceğim.

İbret alacaksın, kıskanacaksın.
İlkten tanımayacaksın tabutumu.
Sonra öldüğüm söylenecek inanmayacaksın.
Sonra onu bir iki defa görmüştüm diyeceksin...
Yüzünün kızardığını göremeyecekler,
Şükredeceksin.

Sonra sessizliğim hükmedecek tüm limanlara
Ölü yelkenliler batacak.
Sebepsiz öldüğüme hükmedeceksin.
Kendini avutacaksın kandıracaksın
Ben ölmüş olacağım, susacağım.
Suçu benim üzerime atacaksın.

Sonra gençliğim aklına gelecek,
Sonra, seni ne kadar sevdiğim, sana taptığım.
Sonra çelik gibi vücudum gelecek aklına...
Gücüm kuvvetim, sıhhatim neşem.
Ölümüm ecel olmayacak!
Bunu gecelere haykıracaksın.

Fakat bunu anladığın zaman
Kemiklerim çürümüş olacak.
Aynalarda birazcık katil göreceksin kendini.
Mezarımı deşeceksin tırnaklarınla,
Böcekler beni taşımış olacak.
Bu dünyanın bütün milyonları da,
Unutmayı satın alamayacak.
Sana bu kalleşliği yapacağım.
Firar edeceğim dünyadan,
Yüzünü bir daha görür görmez.

Orhan Seyfi Şirin

 


1 Ocak 1961'de Eskişehir'de doğdu. 1985'te İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü'nden mezun oldu. Şairliğinin yanında;  senaryo yazarlığı, televizyon programcılığı ve senaryo yazarlığı ile de tanınır.

Orhan Seyfi Şirin - Yak Beni

 

Har vurup, harman savur
Didik didik et beni
Karlı ateşlerde yak
Uçurumdan at beni

Alev alev yak beni
Nefes nefes çek beni
Bir mavzer al omzuna
Kurşunlayıp yık beni

Toprak olam, ek beni
Pamuk olam, bük beni
Kervan olam elinde
Diyar diyar çek beni

Çarmıha ger, çek beni
Mengene ol, sık beni
Bir mavzer al eline
Gülle gülle yık beni

Faruk Nafiz Çamlıbel - San'at

 


Yalnız senin gezdiğin bahçede açmaz çiçek, Bizim diyarımız da binbir baharı saklar! Kolumuzdan tutarak sen istersen bizi çek, İncinir düz caddede dağda gezen ayaklar. Sen kubbesinde ince bir mozayik arar da, Gezersin kırk asırlık bir mabedin içini. Bizi sarsar bir sülüs yazı görsek duvarda, Bize heyecan verir bir parça yeşil çini. Sen raksına dalarken için titrer derinden, Çiçekli bir sahnede bir beyaz kelebeğin; Bizim de kalbimizi kımıldatır yerinden, Toprağa diz vuruşu dağ gibi bir zeybeğin. Fırtınayı andıran orkestra sesleri, Bir ürperiş getirir senin sinirlerine; Istırap çekenlerin acıklı nefesleri, Bizde geçer en hazin bir musiki yerine! Sen anlayan bir gözle süzersin uzun uzun, Yabancı bir şehirde bir kadın heykelini; Biz duyarız en büyük zevkini ruhumuzun, Görünce bir köylünün kıvrılmayan belini. Başka sanat bilmeyiz, karşımızda dururken, Söylenmemiş bir masal gibi Anadolumuz. Arkadaş, biz bu yolda türküler tuttururken, Sana uğurlar olsun.. Ayrılıyor yolumuz!

Faruk Nafiz Çamlıbel - Çoban Çeşmesi


Derinden derine ırmaklar ağlar,    
Uzaktan uzağa çoban çeşmesi,    
Ey suyun sesinden anlıyan bağlar,    
Ne söyler şu dağa çoban çeşmesi.    
        
"Göynünü Şirin'in aşkı sarınca    
Yol almış hayatın ufuklarınca,    
O hızla dağları Ferhat yarınca    
Başlamış akmağa çoban çeşmesi..."    
        
O zaman başından aşkındı derdi,    
Mermeri oyardı, taşı delerdi.    
Kaç yanık yolcuya soğuk su verdi.    
Değdi kaç dudağa çoban çeşmesi.    
        
Vefasız Aslı'ya yol gösteren bu,    
Kerem'in sazına cevap veren bu,    
Kuruyan gözlere yaş gönderen bu...    
Sızmadı toprağa çoban çeşmesi.    
        
Leyla gelin oldu, Mecnun mezarda,    
Bir susuz yolcu yok şimdi dağlarda,        
Ateşten kızaran bir gül arar da,
Gezer bağdan bağa çoban çeşmesi,    
        
Ne şair yaş döker, ne aşık ağlar,    
Tarihe karıştı eski sevdalar.    
Beyhude seslenir, beyhude çağlar,    
Bir sola, bir sağa çoban çeşmesi...    

27 Mart 2024 Çarşamba

Enis Behiç Koryürek - Hatıra

 

Geçsin günler, haftalar,
	Aylar, mevsimler, yıllar...
	Zaman sanki bir rüzgâr
	Ve bir su gibi aksın...
Sen gözlerimde bir renk
	Kulaklarımda bir ses
	Ve içimde bir nefes
	Olarak kalacaksın...

Enis Behiç Koryürek - Gemiciler


Biz dalgalar, fırtınalar kahramanı yiğitleriz.
Ufuklardan ufuklara haber sorar, gezeriz.
Güneşlerde uyuklayan yamaçları,
Kalbi durgun tarlaları bıraktık.
Gölge veren ağaçları
Sevmiyoruz biz artık.
Sevgilimiz,
Ey deniz!

İşte biz;
Nihayetsiz
Mavilikler yolcusu!
Ruhumuzun kardeşidir
Güneşlerde parlayan bu yeşil su.
Bayrağımız yeşil sular ateşidir.
Biz bayrağın fedaisi sayısız Türk genciyiz.
Biz hilale şan arayan korku bilmez gemiciyiz.
Ey vatandan müjdelerle bize kadar gelen rüzgâr!
O sarışın sahillerde kara gözlü genç kızlar,
Yaz gecesi mehtap ile konuşurken,
Doğru söyle, sordular mı bizleri?..
Nasıl cevap verdiği gökten
Gemimizin rehberi,
O vefakâr 
Yıldızlar?..

Poyraz var;
Yelken dolar.
Gemi sanki kanatlı!
Enginlerde pembe güneş
Gülümserken bu yolculuk ne tatlı!
Çal sazını kalenderce yiğit kardeş!
Nağmelerin yorulmayan dalgalardan bahtiyar.
Gönderelim bu ahengi o sevgili yurda kadar...

Cho'lpon - Xalq