23 Temmuz 2024 Salı

Oyhan Hasan Bıldırki - Başarı

 


"Dağ ne kadar yüce olsa da yol onun üstünden aşar.”
   

      Başarı, diken üstüne gül kondurmaktır.
      Başarı, elde etmek istediklerimize ulaşmak, kavuşmayı dilediklerimizle buluşmaktır.
      Başarı, mutluluktur.
      Ancak başarıya giden yol, türlü tuzaklar, dönemeçler, çakıllar ve dikenlerle kuşatılmıştır. Bu kuşatmayı yarabilmek için çeşitli çabaların, katlanacağımız sayısız özverilerin kapımızın önünde beklediğini unutmayalım. Kim ne derse desin, nasıl söylerse söylesin “unutmak”, vazgeçmek, geri çekilmek demektir. Vazgeçişler ve geri çekilişler, kayıp çizelgelerimize tek tek eklenecek olan “hayatımızın olumsuz resimleri”dir. Bu resimler çoğaldıkça, adına yaşamak da denilen periyle bizim aramızdaki bağların gevşediğini, ya da pamuk ipliğiyle birbirine bağlandıklarını görürüz. Şüphesiz böyle bir durum, insanı tükenişe götürür.
      Tükeniş, bizi sıradanlaştırır. Herkes gibi olan, içinde bulunduğu halkadakilerle arasında başkalıklar bulunmayan insan, ömrünün hiçbir döneminde “doyum noktası”na ulaşamaz. Elbette küçük becerilerle, tesadüfî ilişkilerle, aniden önümüze düşen fırsatlarla da başarıyı yakalamak, doyum noktasına erişmek mümkün. Ummadığınız bir anda kapınızı çalan, yolunuza çıkan bir arkadaşınızın yardımıyla “çözümsüz güçlüklerin kördüğümleri”ni sökebilir, “oh”lar çeker, ikincil başarılarla gurur duyarsınız. Ancak başarı sahnesinde başrole çıkamazsınız.
      Kurda sormuşlar; “Ensen niye kalın?” diye. O da cevaplamış: “Kendi işimi kendim görürüm de.” Öyle görülüyor ki bu kurt, hayatının başrolünü oynuyor. Çok karmaşık bir dünyada yaşadığımızı biliyoruz. Böyle bir dünyada yaşamak, başkalarının artıları ve eksileriyle karşılaşmak demektir. Şüphesiz bu artılar ve eksiler de, şöyle veya böyle bir biçimde, başarıya uzanan yolda kılavuzumuz olacaktır. Belki de bizi, “kendimiz olmak”tan çıkaracak, “kendi işimizi kendimiz görebilme isteği”nden de caydıracaktır. Hâlbuki tarih, düştükleri yola yalnız çıkanların hikâyeleriyle doludur.
      Başarı, “ateş yumağı.” Bu yumağı açmak bize düşüyor. Ancak ateşe dokunmak da güç. İlk anda bu güçlük, insanı yıldırıyor. İşte bu noktada, bedeli ne olursa olsun, yılgınlığa yakamızı kaptırmamak gerekiyor. Bunu başardığımız, daha doğrusu ilk adımı cesaretle attığımız an, sonrası kendiliğinden gelecek, “yumağın çilesi” çözülecektir. Çözülüş sırasında yumağı, kördüğüm haline getirmemek için, hedefimizi ortaya koymalı, “Nerede, neden, niçin, nasıl?” adımlarında neler yapacağımızı baştan plânlamalıyız. Öncesini ve sonrasını düşünmeden atacağımız adımlar, eninde sonunda bizi, başarısızlığın dikenli yollarına sürükleyecektir. O zaman da başarı denilen şey, ateş yumağı olarak karşımıza çıkacaktır. Hedefsizliğin verdiği yılgınlık, hangi işe başlarsak başlayalım, her seferinde de bize “yaka silktirecek”, hayatımızı toz duman edecektir.
      Yanılmalar, yanlışa düşmeler ve doğru sonuçlara ulaşmalarla başarının tadını alırız. Bu tat alışın temelinde, “öğrenme” var. Var ya, hemen burada bir incelik karşımıza dikiliyor: Bazılarının sandığı gibi; “Öğrenme eşittir başarı”, değil. Yani öğrenen başarıya ulaşır anlayışı yanlış. Hepimiz çarpım tablosunu ezbere biliriz. O tabloda yer alan bütün sayıları, tek tek veya katlayarak, hiç teklemeden sayabiliriz. Ama bu sayıların altında yatan gerçekleri, gündelik hayatımızda, işimizde gerektiği biçimde kullanamıyorsak, sonuç kötü olmaz mı?
      Böyle bir sonuç elde var birimiz olunca da söz konusu sayıları “sadece öğrenmiş” olarak kalırız, değil mi? Çevrenize şöyle bir bakın, öğrendikleri yabancı dilleri unutan, o dili bilenlerle konuşamayan sayısız insanla karşılaşırsınız. Hemen herkese fen bilimlerini de öğrettik fakat öğrendiklerini uygulamada hiç kimse yok değil mi? Sıraladığımız olumsuz örneklerin bize öğrettiği bir şey daha var. Demek ki öğrenme, başarıyı yakalamakta, daha doğrusu başarabilmekte ilk akla gelmesi gereken  “itici güç” olmuyor.
      O halde başarı dediğimiz “büyü” nedir?
      Başarı karşılaştığımız problemlerin çözümünü yapabilme, doğru sonucu bulabilme yeteneğidir. Bu yeteneklerini tez ayağa kaldırabilenler, hangi dalda, hangi alanda olursa olsun, daima başarı ipini göğüsleyebilirler. Onların dilinde yılmak, vazgeçmek, unutmak, kördüğüm olmuş tuzaklara düşmek gibi kavramlar yoktur. Onlar çıktıkları her yolda, hedefe kilitlenirler, elde ettikleri bütün başarılarıyla mutluluk içinde yaşarlar. Adına yaşamak denilen savaşın gözü pek, korkusuz savaşçıları, yaptıkları sonsuz yürüyüşün farkındadırlar. “Tay tay durma”ların sonunda, yürümek için atılan “ilk adım”lar, sevimli küçük yaramazları nasıl ayağa kaldırıp yerde sürünmekten kurtarıyorsa, başarı da hepimizi ayaklandırıyor, bize tükenmez mutluluklar yaşatıyor.
      Sözün özü başarı, yediveren gülü gibidir, bir açıldı mı, önüne geçemezsiniz. İster kişisel, ister kitlesel olsun başarı, hayatı bütünüyle kucaklayabilmek, onu doya doya yaşayabilmektir.
      Başarı sensin. İlk adımınla birlikte, korkusuz yürümelisin!

Hilmi Şahballı - Yürüyorum

Karlı dağların ardında
Yare doğru yürüyorum
Yunus'un feyiz aldığı
Yere doğru yürüyorum

Kah atlıyım kah yayayım
Hangi derdimi sayayım
Ben bu alemde rüyayım
Sırra doğru yürüyorum

Şahballı konmaz göçecek
Dünya fani ölüm gerçek
Kula şefaat edecek
"Er"e doğru yürüyorum.



Çolpan - Kar Koynunda Lale

 


Bir, iki, üç, dört... Beş;  beş... Altı! Yedi, sekiz, dokuz, on...

Küçücük, kırmızı iplerle süslü bezden top yolunu şaşırıp kaçtı, gidip aşağıdaki ağılın duvarına yaslanıp büyüyen şekerpare kayısı fidanına çarptı ve zıplayıp “şap” diye havuza düştü…

Kızlar hep birden:

— Vay! Canın çıkmasın. Havuza düştü işte, diye bağırıştılar. Topu tutmak için peşinden koşan Şerafet de havuzun yanında taş kesilip kalıverdi.

Aşık Osman Feymani - İyi İnsan Olalım

 


Madem gelmişiz cihana,
İyi insan olalım, gel.
Akıl fikir vermiş sana,
İyi insan olalım, gel.

İnsan diye isim vermiş,
Düşünen doğruyu görmüş,
Arif olan Hak'ka ermiş,
İyi insan olalım, gel.

Mektep, medresede tahsil,
Yapanlar ilime dahil,
Okumayan kalır cahil,
İyi insan olalım, gel.

Öğrenelim, öğretelim,
Fen denen sırra erelim,
Bilirsen kutsal evvelim,
İyi insan olalım, gel.

Çalışanlar yükselirmiş,
Bunu bana törem demiş,
İlk emir de “oku” imiş,
İyi insan olalım, gel.

Feymânî dünya bir handır,
Kimi canan kimi candır,
İnsan aleme sultandır,
İyi insan olalım, gel.

Aşık Osman Feymani - Nevruz Bizim Bayramımız



Altaylar’dan, Viyana’ya
Nevruz, Türk’ün bayramıdır.
İlan ediyom cihana,
Nevruz, Türk’ün bayramıdır.
Nevruz Bizim Bayramımız

Türk, cefaya katlanacak,
Muhabbetle tatlanacak,
İlelebet kutlanacak,
Nevruz, Türk’ün bayramıdır.
Nevruz Bizim Bayramımız .

Vurmasınlar yanlış aşı,
Nerde Türk var, Türk gardaşı,
Türk takviminin yılbaşı,
Nevruz, Türk’ün bayramıdır.
Nevruz Bizim Bayramımız

Tarihinden al haberi,
Türk isen gel, kaçma geri,
Ta Satık Buğra’dan beri,
Nevruz, Türk’ün bayramıdır.
Nevruz Bizim Bayramımız

Türk olan alsın nasibi,
O, bu yurdun öz sahibi,
Sinsin gibi, Cirit gibi,
Nevruz, Türk’ün bayramıdır.
Nevruz Bizim Bayramımız

Kem fikirler duysun hele,
Bunu böyle herkes bile,
Töreleşti kanun ile,
Nevruz, Türk’ün bayramıdır.
Nevruz Bizim Bayramımız

Körükle ateş yakalı,
Demirden dağı yıkalı,
Ergenekon’dan çıkalı,
Nevruz, Türkün bayramıdır.
Nevruz Bizim Bayramımız

Almaatı, Bişkek, Taşkent,
Bakü, Yesi ve Semerkant,
Oba oba, kasaba, kent,
Nevruz, Türkün bayramıdır.
Nevruz Bizim Bayramımız

Kırcaali, Gümülcine,
Tibet, Moğolistan, Çin’e,
Varna, Kırım, Urumçi’ne,
Nevruz, Türkün bayramıdır.
Nevruz Bizim Bayramımız

Bosna Hersek, usul usul,
Şam, Şiraz, Kerkük ve Musul,
Feymânî der ki; velhasıl,
Nevruz, Türkün bayramıdır.
Nevruz Bizim Bayramımız

Halit Fahri Ozansoy - Denizde Ay

 


İndi solgun ve ılık
Ay ışığı denize
Bal rengi bir tatlılık
Çöktü gözlerinize.

Baktınız uzun uzun
Bu sulara baktınız,
Sulara ruhunuzun
Tadını bıraktınız!

Bu tatla aydınlanan enginlere aktınız!

Ahmet Haşim - Şafakta

 


Dönsek mi bu aşkın şafağından
Gitsek mi ekâlîm-i leyâle?
Bizden daha evvel erişenler
Ağlar bugün evvelki hayâle.

Dönmek mi? Ne mümkün geri dönmek
Düştüyse gönüller bu melâle?
Bir eldir ufuklardan uzanmış
Zulmet bizi çekmekte visale...

ekâlîm: İklimler

Avni (Fatih Sultan Mehmed) - Gazel (İmtisâl-ü cahid-ü fillah olubdur niyyetüm)

 

İmtisâl-ü cahid-ü fillah olubdur niyyetüm
Din-i İslâm'ın mücerred gayretidir gayretüm

Fazl-ı hakk u himmet-i cünd -i ricâlullah ile 
Ehl-i küfrü serteser kahreylemekdür niyyetüm

Enbiyâ vü evliyâya istimâdum var benüm
Lûtf-i hakdandur heman ümmid-i feth ü nusretüm

Nefs ü mal ile n'ola kılsam cihanda ictihad 
Hamdülillah var  gazâya sad hezâran rağbetüm

Ey Muhammed! Mucizât-ı Ahmed-i Muhtar ile 
Umaram gâlib ola a'dâ-yı dine devletüm
  

22 Temmuz 2024 Pazartesi

Avnî (Fatih Sultan Mehmed) - Gazel (Elden gider)


Sâkiyâ mey sun ki bir gün lâlezâr elden gider 
Erişir fasl-ı hazân bâğ u bahâr elden gider. 

Her nice zühd ü salâha mail olur hâtırım 
Gördüğümce ol nigârı ihtiyâr elden gider. 

Şöyle hâk oldum ki âh etmeye havf eyler gönül 
Lâcerem ba'd-ı sabâ ile gubâr elden gider. 

Gırre olma dilberâ hüsn-i cemâle kıl vefâ
Bâki kalmaz kimseye nakş ü nigâr elden gider. 

Yâr içün ağyar ile merdane ceng etsem gerek 
İt gibi murdar rakîb ölmezse yâr elden gider.

21 Temmuz 2024 Pazar

Servet-i Fünun Edebiyatı (1896 – 1901)

 


  • 1877 Osmanlı-Rus savaşı sırasında II. Abdülhamit, Meclis-i Mebusanı kapatır, idareci ve aydınların bir kısmını sürgüne, bir kısmını da değişik memuriyetlere gönderir. Böylece “İstibdat (Baskı) Dönemi” diye adlandırılan dönem başlamıştır. 
  • Servet-i Fünun dergisi, Ahmet İhsan Tokgöz tarafından çıkarılan, başta Batıdaki bilimsel ve teknolojik gelişmeleri işleyen bir dergidir.
  • Recaizade Mahmut Ekrem, derginin yazı işleri müdürlüğüne öğrencisi Tevfik Fikret‘i getirtir.
  • Recaizade, dönemin yetenekli sanatçıları olan Halit Ziya, Cenap Şehabettin, Mehmet Rauf, Hüseyin Cahit, Hüseyin Siret, Hüseyin Suat, Ali Ekrem, Süleyman Nazif, Ahmet Hikmet ve Ahmet Şuayb gibi sanatçıların dergide yazmalarını teşvik etmiştir. Servet-i Fünun dergisi bu geçişlerden sonra güçlü bir edebiyat dergisi hüviyetini almıştır.

Fuzuli - Gazel (Dökdükçe kanımı okun ol âsitân içer)

Dökdükçe kanımı okun ol âsitân içer
Bir yerdeyim esîr ki toprağı kan içer
Ehl-i zamâne kanına çok teşnedir zemîn
Kanın kimin dökerse felek ol zamân içer
Mey içmeden açılmaz imiş bâb-i mağfiret
Sevgendler bu bâbda pir-i muğan içer
Ukbâda kevser istemesin rind-i mey-kede
Dünyâda bes değil mi mey-i ergavan içer
Gamzen görünmeyib göze kanlar içer müdâm
Zâhid kimi ki bâdeni elden nihân içer
Meyden eğerçi tevbe verir el Fuzûlî’ye
Ey serv sen kadeh sunar olsan revân içer

Ömer Seyfeddin - Ant

 


Ben Gönen'de doğdum. Yirmi yıldan beri görme­diğim bu kasaba hayalimde artık seraplaştı. Birçok yerleri unutulan eski, uzak bir rüya gibi oldu. O zaman genç bir yüzbaşı olan babamla her vakit önün­den geçtiğimiz Çarşı Camii'ni, karşısındaki küçük, harap şadırvanı, içinde binlerce kereste tomruğu yüzen nehirciği, bazen yıkanmaya gittiğimiz sıcak sulu hamamın derin havuzunu şimdi hatırlamaya çalışırım. Fakat beyaz bir unutkanlık dumanı önü­me yığılır. Renkleri siler, şekilleri kaybeder... Pek uzun gurbetlerden sonra vatanına dönen bir adam doğduğu yerin ufkunu koyu bir sis altında bulup da sevdiği şeyleri uzaktan bir an evvel göremediği için nasıl mahzun olursa, ben de tıpkı böyle meraka, sabırsızlığa benzer bir elem duyarım. O, her akşam sürülerle mandaların, ineklerin geçtiği tozlu, taşsız yollar; yosunlu siyah kiremitli çatılar; yıkılacakmış gibi duran büyük duvarlar; küçük, ahşap köprüler; nihayetsiz tarlalar; alçak çitler hep bu duman içinde erir...

Yalnız, evimizle mektebi gözümün önüne geti­rebilirim.

20 Temmuz 2024 Cumartesi

Osman Çeviksoy - Erkekler de Ağlar


Üç gün kendini bilmeden yatmış, helâlleşmek için başına gelenleri bile tanımamıştı. Dördüncü gün biraz toparlanmış, gelip gidenlerden bazılarını tanımış, bazılarını tanıyamamış, bir ara "Bana ne oldu?" diye sormuştu. Beşinci gün süt, çorba içmiş, yedinci gün babamın yardımıyla tuvalete çıkmış, on ikinci gün namazını oturduğu yerden kılmaya başlamış, on sekizinci gün evin yönetimini tekrar ele almıştı.

Nedim - Şarkı

 

Bir safa bahşedelim gel şu dil-i nâ-şâda

Gidelim serv-i revânım yürü Sa'd-âbâd'a

İşte üç çifte kayık iskelede âmâde

Gidelim serv-i revânım yürü Sa'd-âbâd'a


Gülelim oynayalım kâm alalım dünyâdan

Mâ'-i Tesnîm içelim Çeşme-i Nev-peydâdan

Görelim âb-ı hayât akdığın ejderhâdan

Gidelim serv-i revânım yürü Sa'd-âbâd'a


Geh varub havz kenarında hırâmân olalım

Geh gelüb Kasr-ı Cinân seyrine hayran olalım

Gâh şarki okuyub gah gazel-hân olalım

Gidelim serv-i revânım yürü Sa'd-âbâd'a


İzn alub Cum'a namazına deyû mâderden

Bir gün uğrulayalım çerh-i sitem-perverden

Dolaşub iskeleye doğru nihân yollardan

Gidelim serv-i revânım yürü Sa'd-âbâd'a


Bir sen ü bir ben ü bir mutrib-i pâkîze-edâ

İznin olursa eğer bir de Nedîm-i şeydâ

Gayrı yârânı bugünlük edib ey şuh feda

Gidelim serv-i revânım yürü Sa'd-âbâd'a

19 Temmuz 2024 Cuma

Friedrich Nietzsche - Ecce Homo

 


Evet, bilirim nereden geldiğimi
Alev gibi doymamış, aç
Yanar, tüketirim kendimi.
Işık olur, ne tutarsam,
Küldür arkamda kalan.
Ben ateşim besbelli.
(Çeviri: Önay SÖZER)

Fuzuli - Gazel (Ey gül ne aceb silsile-i müşg-i terin var)

 


Ey gül ne aceb silsile-i müşg-i terin var
V’ey serv ne hoş cân alıcı işvelerin var

Tog‘ay Murod - Ot kishnagan oqshom (qissa)


1

Birodarlar, ko‘rgilik, ko‘rgilik!
Bir erta uyg‘onib, kallamga qo‘l yugurtirdim. Sochlarim orasida yara-chaqalar uch berdi. Par-voyim falak bo‘ldi, yura berdim. Onamga-da aytmadim.
Chaqalar kun sayin bolaladi. Katta-katta bo‘ldi. Qo‘tir bo‘lib qichidi.
Shunda, qishlog‘imiz do‘xtiriga bordim. Do‘xtir fu, deya aftini burishtirdi. Yurchidagi kalxonaga olib jo‘nadi.

18 Temmuz 2024 Perşembe

Şeyh Galib - Muhammes (Dil hânesi câ-yi işretindir)

 


Yek nazrada kıldın ey yüzü gül
Ayînemi âftâbe-i mül
Geçti bana neş'e-i tegafül
Hem eyle hem eyleme tenezzül
Dil hânesi câ-yi işretindir

Bir şu'lesi var ki şem'-i cânın
Fânûsuna sığmaz âsmânın
Bu sîne-i berk-âşiyânın
Sînâ dahi görmemiş nişânın
Efrûhte-i inâyetindir

Şehbâl-i dil oldu evc-pervâz
Kim sayd-i hümâya eyleyüp nâz
Zülfünde de olmaz âşiyan sâz
Affeyle ki ey şeh-i felek-tâz
Perverde-i dest-i himmetindir.

Bir âleme olmuşum ki vâsıl
Şebnemleri mihr ile mukâbil
Yok, pertev-i mihre anda hâil
Nezdîk ü baîdi özge menzil
Kim firkatin ayn-i vuslatındır

Açıldı der-i harîm-i ma'nâ
Bir sûret olur hezâr da'vâ
Esrâr-i hafâ hep oldu peydâ
Bildim ki bu cümle şûr ü gavgâ
Gavgâyı sever bir âfetindir

Ey arş-kemâl ü meh-sitâre
Olmak nola düşmen-i nezâre
Galib sana oldu pâre pâre
Bir hâne-harâb imiş ne çâre
Dâm-i reh-i mihr-i tal'atindir

(Mefûlü Mefâilün Fâûilün)

Şeyh Galib - Müseddes-i Mütekebbir (Tedbirini terkeyle takdir Hüda'nındır)

 


Tedbirini terkeyle takdir Hüda'nındır
Sen yoksun o benlikler hep vehm ü gümanındır
Birden bire bul aşkı bu tuhfe bulanındır
Devran olalı devran erbab-ı safanındır

Aşıkta keder neyler gam halkı cihanındır
Koyma kadehi elden söz pir-i muganındır

Meyhaneyi seyrettim uşşaka mataf olmuş
Teklif ü tekellüften sükkanı maaf olmuş
Bir neşe gelüp meclis bi havf u hilaf olmuş
Gam sohbeti yad olmaz meşrebleri saf olmuş

Aşıkta keder neyler gam halkı cihanındır
Koyma kadehi elden söz pir-i muganındır

Ey dil sen o dildara layık mı değilsin ya
Da'va-yı mahabete sadık mı değilsin ya
Özrü nedir Azra'nın Vamık mı değilsin ya
Bu gam ne gezer sende aşık mı değilsin ya

Aşıkta keder neyler gam halkı cihanındır
Koyma kadehi elden söz pir-i muganındır

Mahzun idi bir gün dil meyhane-i ma'nade
İnkara döşenmiştim efkarı düşüp yade
Bir pir gelüp nagah pend etti alelade
Al destine bir bade derd ü gamı ver ba'de

Aşıkta keder neyler gam halkı cihanındır
Koyma kadehi elden söz pir-i muganındır

Bir bade çek efzun kap mecliste zeberdest ol
Atma ayağın taşra meyhanede pabest ol
Alçağa akar sular pây-i huma düş mest ol
Pür cuş olayım dersen Galib gibi düş mest ol

Aşıkta keder neyler gam halkı cihanındır
Koyma kadehi elden söz pir-i muganındır




Mustafa Çıpan - Nezr-i Mevlâna (Mevlevilik’te On Sekiz Rakamı)

 


Hayırların feth, şerlerin def' ve himmetlerin üzerimize olması niyâzıyla…

Cenâb-ı Hakk'ın tecellî eseri velî kullarının kalbine yerleştirdiği irfânî bir nurla ilâhî gerçekleri bizzat tadarak ve yaşayarak öğrenen Hz. Mevlânâ, akl-ı selîmden kalb-i selîme, kalb-i selîmden de zevk-i selîme yol bulan Mevlevîliğin dayandığı temel kaynaktır.

Hz. Mevlânâ, hayrü'l-halefi Şeyh Gâlib'in:

Merd ana denür ki aça nev-râh

Mikayıl Müşfiq - Həyat sevgisi