Verdiğin çiçeği bağrıma bastım
Sakladım kokladım solana kadar
Ben yalan dünyaya, kadere küstüm
Gönlümün sultanın bulana kadar
Verdiğin çiçeği bağrıma bastım
Sakladım kokladım solana kadar
Ben yalan dünyaya, kadere küstüm
Gönlümün sultanın bulana kadar
Yöre: Aksaray
Yıl 1621, Aksaray’ın Dorikini Köyü'nde bir yiğit doğar. Adını Osman koyarlar. Daha on yaşına girmeden babasını kaybeder ve onu dul anası büyütür. Aksaray’lı güreşi sever, Osman da akranları ile güreş tutar, ok atar, kılıç sallar, mermere yumruk atar, atar ki, çivi gibi genç olup çıkar. Akranları onunla güreşmekten çekinmektedirler artık.
- I -
İbtida Bağdad'a sefer olanda
Atladı hendeği geçti Genç Osman
Vuruldu sancaktar kaptı sancağı
Kal'a bedenine dikti Genç Osman
Hayatı hakkında fazla bilgi yoktur. Doğduğu yer ve tarih bilinmemekte, sadece ölümünün 1658’den sonra olduğu tahmin edilmektedir. Gençliğinde Murat Reis’in (ö. 1610) yanında Cezayir’de Garp ocaklarında bulunduğu için Kayıkçı lakabını aldığı söylenmektedir. Daha sonra İstanbul’a gelip Yeniçeri Ocağı’na girmiş ve birçok savaşa katılmıştır.
Hüseyn Abdulla oğlu Rasizadə Naxçıvan şəhərində 1882-ci il oktyabr ayının 24-də anadan olmuşdur. Hüseyn Rasizadə Azərbaycan ədəbiyyatı tarixində filosof şair, böyük dramaturq Hüseyn Cavid kimi tanınmışdır.
Ne kaçarsın benden ey yüzü mâhım
Seni seven var mı benden ziyâde
Rûz u şeb durmayıp alırsın âhım
Âşıkım ağlatma bundan ziyâde
Edebî değer taşıyan kitapları severim ve baş tacımdır. Meslek Lisesinde ek ders karşılığı İngilizce Öğretmenliği (Görevlendirme) yaparken bulunduğum o lisenin kütüphanesinden farklı, yepyeni, bağış yapılan tertemiz kitapları seçip okumayı çok severdim. Yıllara meydan okuyan eseri, Şems-i Tebrizi’nin “Katre-i Aşk” kitabını da ilgiyle okuyup hoşuma giden kısımları not almıştım. Bir köşede bekleyen notlarınız günü gelince köşe yazınıza konuk oluyor. Okurlarımla da bilgi paylaşımından istifade etmek istedim. Elif Şafak’ın Aşk romanındaki Mevlana’dan yorumlanan özlü sözler Katre-i Aşk’ı çağrıştırır gibi. Tebrizi’nin eserinde de anlamlı sözler kurallar hâlinde listelenmiş, özlü sözler toplamda 40 kuraldan oluşan cümlelerden oluşuyor.
Bir bülbülcük konmuş dağlar başına
Sal Allah'ım sal sılama varayım
Şahin yuva yapar kendi başına
Sal Allah'ım sal sılama varayım
Bahar boldu vü gül meyli kılmadı könglüm Açıldı gonçe ve lîkin açılmadı könglüm Yüzüng hayâli birle vâlih erdi andak kim Bahâr kelgen ü kitkenni bilmedi könglüm Yüzüng nezzâresi de mest ü mahv idi yani Ki gül çağıda zamânî ayılmadı könglüm Zamane gülbünide gonca dektür il könglü Olara şükr ki bârî katılmadı könglüm Nevayi gonçe tilep könglüm ağzıng etti heves Egerçi tapmadı lîkin yangılmadı könglüm
Uzun ince bir yoldayım
Gidiyorum gündüz gece
Bilmiyorum ne haldeyim
Gidiyorum gündüz gece
Dünyaya geldiğim anda
Yürüdüm aynı zamanda
İki kapılı bir handa
Gidiyorum gündüz gece
Ben gezmeden bu dünyayı yoruldum
Derdimiz var ama dermanımız yok
Dağlar dumanlanmış görmüyor gözüm
Gam yükümüz vardır kervanımız yok
-I-
Bugün sabah ile visal-i yardan
Bana bir haber var inceden ince
Ol zülfü zer tar-ı hayal-i yardan
Bir buy-i eser var inceden ince
Sevgili Miyasoğlu hakkında saatlerce konuşmak mümkün. Aynı şekilde uzun uzun yazmak da! Fakat böyle bir vefatın ardından (1 Ağustos 2013), insan neyi söyleyeceği hususunda şaşırıp kalıyor. Geride bıraktığı güzel romanlar, geceler boyu sürüp giden sohbetler ve ileriye dönük onca tasavvur!.. Şimdi bunların çoğu uçup gitmiş gibi bir intiba uyandırıyor insanın şuurunda. Bir nevi Kaybolmuş Günler gibi bir duygu belki de. Kuşkusuz Miyasoğlu ilgili romanını yazarken, bu tür duygular arasında nice tereddütler geçirmiş olmalıdır. Kaybolmuş veya kaybolacak günler üzerine hassasiyetle eğilmek, onları yeni baştan hatırlamak, ya da bir nevi unutulmazlık kazandırmak gibi bir arayış. İşte şimdi biz de bir yanımız sevgili Miyasoğlu’na dönük, öbür yanımız fani zamanlarımızın kaybı karşısında duyduğumuz bir acı ile dopdoluyuz.
Osmanlı ülkelerinde, garptan feyz alarak, kuvvet kazanmak ve terakki arzuları uyanalı, belli başlı üç siyasî yol tasavvur ve takip (eba-ucher) edildi sanıyorum : Birincisi, Osmanlı Hükümetine tâbi muhtelif milletleri temsil ederek ve birleştirerek bir Osmanlı milleti vücuda getirmek. İkincisi, hilâfet hakkının Osmanlı Devleti hükümdarlarında olmasından faydalanarak, bütün İslâmları söz konusu hükümetin idaresinde siyaseten birleştirmek (Frenklerin “Panislâmisme” dedikleri). Üçüncüsü, ırka dayanan siyasî bir Türk milleti teşkil etmek.
Sultan-ı rusül şâh-ı mümeccedsin efendim,
Bî-çârelere devlet-i sermedsin efendim,
Divân-i ilâhide ser-âmedsin efendim,
Menşur-i 'le-amrük'le müeyyedsin efendim.
Sen Ahmed ü Mahmud u Muhammedsin efendim,
Hak'dan bize sultân-ı müeyyedsin efendim.
Niçin Bu Konu?
Şehbal’ın ifadesiyle: “Kadirşinas milletlerden kadri bilinecek adamlar yetişir.” Bu sözden anlaşılan, kıymeti bilinecek büyük adamlar ile onu yetiştiren takdir bilir milletler arasında doğru bir orantı olduğudur. Bir millet ne kadar büyük adam yetiştiriyor, büyüklerine sahip çıkıyor, onlara müteşekkir oluyorsa, gelecek nesillerine o nispette önemli emanetler ve mesajlar tevdi etmekle birlikte milletçe ölümsüzlüğün temellerini güçlendiriyor demektir.
-6 Şubat 2023 tarihinde Kahramanmaraş ve Elbistan’da meydana gelen, on ili kapsayan 7.7 ve 7.6 büyüklüğündeki iki depremde hayatını kaybeden on binlerce insanımızın anısına-
Altı Şubat günü kara geceden
Doğduğuna pişman bir güneş kaldı
Deprem alev alev çıktı bacadan
Binlerce ocakta kor ateş kaldı
Sana bu mektubu bir gece yarısında yazıyorum
Azatlığın zirvesinde sohbete dalmış yıldızlar
Zühre bir şarkı tutturmuş Babil'den kalan
Zavallı dünya habersiz, zavallı dünya sağır
Bir Harut'la Marut bir de ben dinliyorum
Derken kayıp gidiyor yıldızlardan birisi
Bir intikam fişeği gibi saplanıyor
karanlığın karnına