Kardeşim Fatîn Hoca’yaKöprüden çok geçerim; hem ne kadar geçtimse,
Beni sevk etmedi bir kerrecik olsun ye’se,
Ne Halîc’in o yosun çehreli miskin suları;
Ne onun hilkate küsmüş gibi durgun kenarı!
Herkesin hissi bir olmaz. Meselâ karşıdaki,
Sâhilin, başbaşa vermiş, düşünen, pis, eski.
Ağlamış yüzlü, sakîl evleri durdukça, sizin,
İçinizden acı şeyler geçecek hep... Lâkin,
Bak benim öyle değil... Siz de biraz şâir olun:
Meselâ, geçtiğiniz yalpa yapan tahta yolun,
Cedd-i merhûmu aceb sal mı demekten ne çıkar? (*1)
Geliniz farz edelim biz bunu: Sâbih bulvar!
Köprüler asma imiş Avrupa âfâkında...
Varsın olsun, o da bir şey mi? Bizim Şark’ın da,
Böyle daldırma olur... Hem açınız âsârı,
Köprünün nerde görülmüş, hani, tahte’l-bahrı ?
Anladım: Ben ne kadar şi’re özensem de, demek,
Seni ey sevgili kâri’, bu telâkkî , pek pek,
Azıcık güldürecek... Yoksa öbür yanda, hazin,
Bin hakîkat sırıtırken kıyısından denizin,
Diyeceksin ki: “Hayâlin yeri yoktur... Boşuna!”
Ya şu timsâl-i İlâhî de mi gitmez hoşuna?
Öyle ta’zîb-i nigâh eyleme bedbîn olarak,
Bırak etrâfı da, karşında duran ma’bede (*2) bak:
Başka bir sâhile gehvâre-i emvâcından,
Böyle şeh-dâne çıkarmış mı yakınlarda zaman!..
Ne seher-pâre-i san’at ki ezelden mahmûr...
Leb-i deryâdan uçan bir ebedî hande-i nûr!
Sanki ummân-ı bekânın ezelî bir mevci,
Yükselirken göğe, donmuş da kesilmiş inci!..
Bu güher pârenin eb’âd-ı semâvîsinde,
Yorulan dîdelerin hâke neden insin de,
Levse dalsın yeniden? Etem, yazıktır, olmaz,
Garba tevcîh ediver, gel onu sen şimdi biraz:
Dur da Ma’bûd’una yükselmek için ilme basan (*3)
Ma’bedin hâlini gör, işte serâpâ îman!..
Yüce dağlar gibi âfâka döşerken sâye,
O, bekâdan daha câzib kesilen âbideye ,
Bir nazar zevk-i bedî’îni yeter tatmîne...
Durma öyleyse urûc et, o ziyâ âlemine.
O ziyâ âlemi bilmez ki karanlık ne demek;
O semâvî yuva kirlenmedi, kirlenmeyecek!
Onu i’lâ eden etmiş ebediyyen i’lâ...
Etse dünyâları tûfan gibi levs istîlâ .
Bu, semâlarda yüzen şâhikanın pâk eteği,
Karşıdan seyredecektir o taşan mezbeleyi.
Yerin altında sinen zelzeleler fışkırsın,
Yerin üstünde ne bulduysa devirsin, kırsın;
Hakkı son sadme-i kahrıyla bitirsin isyan;
Edebin şimdiki ma’nâsına densin “hezeyan”;
Kalmasın, hâsılı , altüst olarak hissiyyât,
Ne yüreklerde şehâmet, ne şehâmette hayât;
Yine kürsî-i mehîbinde Süleymâniyye,
Kalacak, doğruluğun yerdeki tek yurdu diye.