1950-1980-ci illərdə yazıb yaradan cənublu şairlər arasında
Gəlmişəm öpməyə torpağın yenə,
Bu əziz vətənim, cananım Təbriz!
Nə qədər ömrüm var, istərəm sənsiz
Olmasın bir günüm, bir anım Təbriz!
1950-1980-ci illərdə yazıb yaradan cənublu şairlər arasında
Gəlmişəm öpməyə torpağın yenə,
Bu əziz vətənim, cananım Təbriz!
Nə qədər ömrüm var, istərəm sənsiz
Olmasın bir günüm, bir anım Təbriz!
Her sevgi bir düğüm atmış koluna
Dokundukça inler, yarası vardır.
Irak gönüllerin uçurumuna
Ezgiden bir köprü kurası vardır.
Aslı saçlarını yönüne sermiş,
Altı tel koparıp göğsüne germiş,
Kerem, yarasından bir kabuk vermiş,
Sızlaya sızlaya vurası vardır.
Aşık sofrasında bir ayak olur,
Şenlik bırakanda Sümmânî alır.
Humarı kan ile karışıp kalır
Atadan toruna süresi vardır.
Veysel ile yumup iki gözünü
Görür gerçeklerin gizli yüzünü,
Emrah ile gamda tartar özünü;
Ağır yükü, hafif darası vardır.
Ak kuşlukta abdal öğütlemesi,
Kara günde kardaş ağıtlaması,
Kızıl tanda Avşar yiğitlemesi:
Nefesi, nidası, narası vardır.
Bozok yaylasında çamlarca uzun
Bir tütün kesilir çektiği hüzün
Nice ki, orda bir sürmeli gözün
Gönlüne yansımış karası vardır.
Şeker dağı acı sözden bıkanda
Etekleri misket misket kokanda,
Ardıçtan kovalar inip çıkanda
Her kuyu başında sırası vardır.
Söğüt çarşısında günle erenler
Zile düzlerinde burçak derenler
Ankara'da dama bulgur serenler
Dostudur, hal hatır sorası vardır.
Beşparmak’ta gümüş mavzer kesilir;
Çatal yüreğine barut basılır,
Alt teli bir tetik olup kasılır;
Bengide patlamak töresi vardır.
Yol üstü inerken Kelkit'in bucağı
Bağrına saplanır bir bağ bıçağı,
Eğin dedikleri gurbet ocağı
Iraktan el sallar, göresi vardır.
Çarşambaya yağmur yağar sel alır;
Yamadan dolanır, bayır, bel alır
Çorum’da Dürdane kızdan el alır
Yan yana halaya giresi vardır.
Muş'un yokuşunu çıkmış yorulmuş,
Narman'da bir güzel görmüş vurulmuş,
Ürgüp'te önüne tuzak kurulmuş;
Göğsünde üç kurşun beresi vardır.
Engeller koymuyor; yol sarp, o yaya
Ziganalar sisli, Kop kaya kaya
Bayburt’ta üç günü dönmüş üç aya;
Kaygulanıp tütün sarası vardır.
Fırat hoyrat akmış, o hoyrat akmış,
Urfa gibi göz göz Mardin'e bakmış,
Diyarbakır sıcak, kibritsiz yakmış;
Harput'un çayında çırası vardır.
Şahin yuvasında baykuş tünerken
Antep sınırlardan gazi dönerken
Tokat bir yabancı yüze inerken
On beşliler ile kurası vardır.
Gence’de topraksız lale örneği
Tebriz’de bayraksız kale örneği,
Kerkük’te ceylansız bala örneği
Öksüz tarı, tutsak curası vardır.
Nice ki ölüm var er geç kaderde
Bir içli ağıtla susar son perde
Karacaoğlan'ın yattığı yerde
Sonsuza dek nöbet durası vardır.
Sayıyorsan beni kendine yakın
Hem ben bilem hem sen bil, bilişelim,
Benim köyüm senin kentine yakın;
Hem ben gelem hem sen gel, gelişelim.
Ağustos içti de yerin suyunu
Kuruttu pınarın serin suyunu,
Irak kuyuların derin suyunu
Hem ben alam hem sen al, alışalım.
Güneşin hıncı var, bulutun nazı,
Bileğin gücü yok, yüreğin hazı,
Tarlada tırpanı, halayda sazı
Hem ben çalam hem sen çal, çalışalım.
Ben tutmuşum beni kul eden yolu,
Sen tutmuşsun seni el eden yolu,
Bizi bize doğru ileten yolu
Hem ben bulam hem sen bul, buluşalım.
El emeği, alın teri, göz nuru;
Bu kilimde üç çilenin yünü var,
Boşa değil şu kibiri, gururu,
Yedi iklim, dört köşede ünü var.
Renk almış yaylanın çiçeklerinden,
Desen tutmuş buğday başaklarından,
Gök kuşağı ağmış saçaklarından;
Üzerinde bir ilkbahar günü var.
Her teli bir pınar olup akmada,
Her düğüm yar gözü gibi bakmada,
Biçimler el ele halay çekmede;
Sanki ortasında köy düğünü var.
Bir ucunda bir destana başlanmış,
Bir ucunda gülle bülbül eşlenmiş,
Bir ucunda acı gerçek işlenmiş,
Bir ucunda tatlı düşler tünü var.
Yunus Emre tapınanda yüz koymuş,
Karacoğlan saz çalanda diz koymuş,
Köroğlu dört nala geçmiş iz koymuş;
Boylamında erenlerin yönü var.
Höyük gibi bengiliği yaşıyor;
Bağrında bir kutlu gömü taşıyor,
Yaşı nice yüzyılları aşıyor;
Bu kilimde uygarlığın dünü var.
I
II
III
IV
V
VI
VII
VIII
IX
X
XI
XII
Akşam, ufukta beldeler eylerken iştiâl
Örter cebîn-i neş’eyi bir hüzn-i bî-sebeb;
Sesler durur, hayâl uyuşur dilde, beste-Ieb
Yüksekte nefha nefha eser bâd-ı infiâl.
Roman Osmanlı, Tatar ve Macar Türklerinden oluşan dört kişilik bir soydaşın ortak bir ideali olan Türk tarihi ve ilmini keşfederek, tarihimiz ile ilgili kilit taşı olan Orhun Abidelerini Türk Dünyası ve diğer halklara tanıtmak için çıktıkları seyahat üzerinden anlatılır. Çünkü ‘Biz benliğimizi tanımazsak, kimse bizi tanımaya tenezzül etmez. Başkasının artığını yiyen, elbisesini giyen saygıya layık değildir...’(s.27)[1] Bu yolculuğa çıkılmasını sağlayan, milli bir görev sayan Gönül Hanım karakteridir. ‘ bu hususta ilk fikir ve ilk gayrete getirme bu aydın kadından çıkmıştı.’(30) Gönül Hanım Paris Üniversitesi Edebiyat Fakültesi mezunu olan idealist bir Türk kadınıdır. Yolculukları dört karakter üzerinden yorumlanır. Osmanlı Türkü olan ve savaş sırasında Ruslara esir düşmüş üsteğmen Mehmet Tolun, Macar Türkü olan esaret altında bulunan yedek teğmen Kont Bela Zichy, Tatar Türkü olan ticaret ile uğraşan Ali Bahadır Kaplanof ve kız kardeşi Gönül Hanım Kaplanof ( kaplankızı )tur.‘ Gönül Hanım Sefer Heyeti’ adını verdikleri bir keşif grubu kurarlar. Yolculukları ve bu sırada karşılaştıkları çeşitli olaylara da yer verilmiştir. Geçtikleri Türk coğrafyaları ve bunların bazı yönleri de ele alınmıştır. Yazarın kitapta üzerinde durduğu birçok konudan en önemlisi olan, kitabeler de atalarımızın dile getirdiği gibi ‘Ey Türk kendine gel!’ der ve okurlarına bilinçli olmaları gerektiğini; kökenlerini bilmeyen, ondan yoksun bir milletin ileriye dönük sağlam adımlar atamayacağını dile getirir.