7 Nisan 2024 Pazar

Həcər Atakişiyeva - Hüseyn Cavidin “Afət” faciəsində realizmlə romantizmin heyrətamiz vəhdəti

  Hüseyn Abdulla oğlu Rasizadə Naxçıvan şəhərində 1882-ci il oktyabr ayının 24-də anadan olmuşdur. Ədib XX əsr Azərbaycan ədəbiyyatının görkəmli nümayəndəsidir. Hüseyn Rasizadə Azərbaycan ədəbiyyatı tarixində filosof şair, böyük dramaturq Hüseyn Cavid kimi tanınmışdır. Hüseyn Cavid Azərbaycan ədəbiyyatı tarixində romantizm ədəbi cərəyanıən qüdrətli sənətkarlarından biridir. Ədib 1909-cu ildən “Cavid” ədəbi təxəllüsü ilə yazmağa başlamışdır. Hüseyn Cavidin dramaturji yaradıcılığı olduqca zəngindir. Hüseyn Cavidin “Afət” faciəsinin tədqiqinə həsr olunmuş çox sayda tədqiqat işləri vardır. Azərbaycan ədəbiyyatşünasları “Afət” faciəsində qoyulan bir sıra bəşəri problemləri, müəllifin insan konsepsiyasınıŞərq və Qərb filosoflarının görüşləri ilə müqayisəli şəkildə şərh etmişdirlər. Əsərdə dramaturqun insan konsepsiyasına dair görüşləri öəksini tapmışdır. Hüseyn Cavid 4 pərdəli “Afət” faciəsini 1922-ci ildə faciə janrında, nəsrlə qələmə almışdır. Əsərdə qadın mövzusuna, qadının mənəviyyat və şəxsiyyət azadlığı məsələsinə toxunulmuşdur.  

Montaigne - Mutluluk Üzerine

 

İnsanın son gününü beklemeli her zaman. Mutlu dememeli ona ölmeden, cenazesi kaldırılmadan. Bu konuda Krezus'u hikâyesini çocuklar da bilir. Pers kralı onu esir edip ölüme mahkûm edince, sehpaya giderayak:

Ah Solon, ah Solon! diye bağırmış. Krala götürmüşler bu sözü. O da ne demek istediğini sordurunca, Solon'un kendisine verdiği bir öğüdün ne doğru çıktığını anlatmış. Solon bir gün demiş ki ona:

"Talih ne kadar güler yüz gösterirse göstersin, ömürlerinin son günü geçmeden insanlar mutlu saymamalı kendilerini. Çünkü insan hayatı kararsız, değişkendir. Ufacık bir iş yüzünden, bir durumdan bambaşka bir duruma hemen geçiverir."

Agesilaus da, Pers kralının o kadar genç yaşta öyle büyük bir devlete konduğu için mutlu sayılabileceğini söyleyen birine:

İyi ama, demiş, Priamos da o yaşta mutsuz değildi. O büyük İskender'den sonraki Make­donya krallarının Roma'da dülgerlik, budamacılık yaptıkları, Sicilya zorbalarının Koryntos'da çocuk bakıcısı oldukları görüldü. Dünyanın yarısını fethetmiş, bunca orduları yönetmiş bir İmparator bir Mısır kralının aşağılık adamlarına yalvarma zavallılığına düşüyor. Altı yedi ay daha az yaşamış olsa bu hâle düşmeyecekti koca Pompeius. Bizim babalarımız zamanında da, bütün İtalya'yı o kadar uzun süre sarsmış olan Milano Dukası Sforza, zindanda öldü. Daha kötüsü, on yıl yaşadı o öldüğü zindanda.

Hıristiyanlık dünyasının en büyük kralının dulu, kraliçelerin en güzeli, Maria Stuart, cellât eliyle ölmedi mi geçenlerde? Binlerce örneği var bunun. O kadar ki, fırtınalar, kasırgalar nasıl mağrur ve yüksek yapılarımıza daha çok yüklenirlerse, bu dünyanın büyüklerini yukarılarda kıskanan güçler var diyeceği geliyor insanın. Ve talih sanki ömrümüzün son gününü bekliyor, uzun yıllar boyunca yaptığını bir anda yıkma gücü olduğunu göstermek için. Laberius gibi bağırttırmak için bizi: Gereğinden bir gün fazla yaşamışım! diye.

Solon'un doğru sözü böyle yorumlanabilir. Ama o bir filozof olduğuna ve filozoflar mutluluğu, mutsuzluğu talihin cilvelerine bağlamadıklarına, büyüklüklere zaten önem verme­diklerine göre, daha derin düşünmüş ve demek istemiş olabilir. Bence, ömrümüzün mutluluğu, soylu bir ruhun rahatlığına, doygunluğuna, düzenli bir kafanın kararlı ve güvenli oluşuna bağlı olduğu için, hiçbir insana, tâli‘inin en son ve şüphesiz en zor perdesini oynamazdan önce mutlu denemez. O perdeden önce maske takınmış, felsefenin güzel öğütlerine gösteriş olsun diye uymuş, ya da sarsıcı olaylarla sınanmadığımız için, hep sağlam yürekli kalmayı başarmış olabiliriz. Ama ölüm karşısında son rolümüzde, gösterişe yer kalmaz artık, o zaman ana dilimizle konuşmak, dağarcığımızda iyi kötü ne varsa olduğu gibi ortaya dökmek zorundayız.

İşte o zaman içten sözler dökülür yürekten. Maske düşer, yüz kalır ortada. İşte onun için hayatımızın bütün fiilleri, bu son mihenk taşında denenmelidir. Başlıca gündür o; bütün öteki günleri yargılayan gündür. Bütün geçmiş yılların hesabı o gün verilmeli, der eskilerden biri. Ben de çalışmalarımın meyvesini denemeyi ölüme bırakıyorum. O zaman görürüz düşüncelerimin ağzımdan mı, yüreğimden mi çıktığını...

Osman Çeviksoy - İki Patron, Bir İşçi


Üniversitenin aynı bölümünü okurken arkadaş oldular. 

Okul bitti, küçük bir şirket kurup iş ortağı oldular.

Bir süre kazandıklarıyla ancak giderlerini karşıladılar.  

Krizler çıktı, kapatmadılar.

Bir ara rahatladılar.

Bir işçi aldılar, patron oldular.

Yeni krizler çıktıkça işçilerini kolladılar. 

İşten çıkarmadılar. 

Ödemelerini aksatmadılar.  

Kendileri kazanamasa da devlete kazandırdılar. 

Zamanı geldi, emekli oldular.  

BAĞ-KUR’lu iki patronun emekli maaşı; yanlarında emeklilik hakkı kazanan işçinin maaşı kadar tutmadı.

6 Nisan 2024 Cumartesi

Fuzuli - Gazel - 23 (Her zaman manzûr bir şûh-i sitem-kardir bana)

 

Her zaman manzûr bir şûh-i sitem-kardir bana
Kanda olsam bir belâ Hak’dan mukarrerdir bana
Ol ham-i ebrûya kılsam secde her sâ’at n’ola
Kıble ile ol ham-i ebrû ber-â-berdir bana
Gam değil cismimde ger seng-i melâmet zahmi var
Şıhna-i bâzâr-i sevdâyım bu buz yurttur bana
Gözde hûn-âlûde peykânın hayâliyle hoşum
Her biri gûyâ ki bir berg-i gül-i terdir bana
Zahmlerden bin ağız açtım edâ-yi şükre kim
Her okun bir ni’met-i gayr-i mükerrerdir bana
Akl irşâdiyle bulmak kâm mümkindir velî
Dâm-i râh ol halka-i zülf-i mu’anberdir bana
Ahter-i bahtım vebâlim gör kim ol mehden gelen
Mihrlerdir özgeye cevr ü cefâlardır bana
Ey Fuzûlî menzil-i maksûda yetsem ne aceb
Hidmet-i pîr-i mugan irşâdı reh-berdir bana

Ahmet Hikmet Müftüoğlu - Alparslan Masalı

Alparslan

Eteklerinde Sarısu'yun aktığı Altın dağlar silsilesinden ulu Karadağ'ın çorak yamaçlarında bir gölge ilerliyordu. Sabahtı. Güneş, ilk tatlı ışıklarını tepeden dökerek henüz serin ve taze akan nehrin dalgacıkları üstüne yayıyordu. Ağır yürüyüşünden, etrafına ürkek bir keklik gibi ürke ürke bakışından bu karaltının bir kadın olduğu anlaşılıyordu.

Elif Yavaş - Küçük Evin Öyküsü

 

     Çocuk edebiyatı ile yaşamı kaleme alsak. Küçücük bir evin işçinde oynanan oyunlarla minik yüreklere uzansak… Kendisiyle oynamıyorlar diye üzülen çocuklar, ah bir büyüseniz ne oyunlar oynar insanoğlu size. Küçük evin öyküsünü yazmalı çocukların dilinden. Nohut oda bakla sofa misali bir ahşap ev olsun ya da. Yaylaları olan, bol yeşillik yudumlayan Karadeniz coğrafyasında belki de. Küçüklerle iletişimi değerli kılıp onların gözünün içine bakarak konuşmak nasıl da öz güven aşılar yavrularımıza. Küçük evin hikâyesi öncelikle sevgi ve insanlık dersiyle başlamalı elbet.

     Küçüklerimizin dil gelişimini kamuoyunda sevdirmeli. Kalbinizin iç resmi, editörü olur öykülerinizin. Yazarlık atölyesinde yolda kalırız lâkin insanlıkta sınıfta kalmamaktır mühim olan. Hayat da önümüze açılan bir öykü penceresidir. Bazen fırsatlar insanın ayağına gelir yahut sevdiğimiz yanı başımızdadır da değeri geç fark edilir. Gözlerinden öpmeli çocukluğun.

    Yazarlarla karşılıklı oturup edebiyatı, kitapları, eserleri ve hayatı konuşmalı. Eğitimci, yazar, şair, okutman, akademisyen, editör, sanatçı, araştırmacı insanların özü ve yüreği güzeldir. Mütevazı duruşu harikuladedir ve sohbeti ballıdır. Hanımefendi, beyefendi kadim dostları olmalı inansın bir iki tane dahi olsa. Bir incelik yaratmalı ince düşüncelerle. İlk Öğretmen Okulu, Yüksek Öğretmen Okulu, Kız Öğretmen Lisesi, Anadolu Öğretmen Lisesi, Köy Enstitülerinde yetişen eğitimcilerle güzelleşir öğretmen evlerinin gülleri. Çocuklarımızı emanet ettiğimiz kucaktır her bir eğitimci adayı. Cumhuriyet kadınları ve Anadolu kadını manevî güç ve moral verir evin direği beylere. Öğretmenliği yanında yazarlık vasfını da kullanır akıllı kadınlar ve beyler. Zeki beyefendiler bir yayınevi sahidir mesela, ek iş olarak kitap yazarlar.     

    Damladan deryaya, mısradan şiire, notadan müziğe, heceden kitaplara uzanır hayat. Plâket ve Onur Belgesi ile taçlanır sanatseverin arşivleri. “Haftanın Öykü Kitabı, Yılın Adamı, Yılın Annesi, Yılın En İyi Öğretmeni, Günün Yazısı” gibi özel yazılar kişinin öz güvenini kıdemli kılar. Aile yapısı önemlidir bir öğretmende. Hayata bakış açısı mühimdir. Hayata, insanlara sevgiyle bakmak müspet fikirleri çoğaltır. Başkalarıyla yarışmak yerine kendiyle yarışmalı, önce kendini aşmalı insanoğlu eksiklerine odaklanarak. Olumsuz durum ve davranışlardan ders çıkarmalı. İyilikler karşılık beklemeden yapılırsa çoğalır. Matematikçi bir insanın ikilemde kalıp şirke uğraması, meşakkatli olsa da zıt kutup alanları yine de kendisini mutlu edebilir.

      Öğretmenlik ve yazarlık birbirini tamamlayıcı, bütünleyicidir aslında. Çelişkiler kaybolup araya uğraş girer diyalog ve iletişim becerisinde. Çocuk edebiyatı da öğretmen bir yazarın kaleminde renklenir satır satır. Edebiyatın büyülü dünyası zengin Türk kültürümüzle halk kültürünü doğurur. Bir başka deyişle kültürü yaratan halktır aslında. Kendiyle baş başa kalıp önce ne yazacağını düşünmeli, bilgi dağarcığını ayıklayıp sonra kalemi ele alarak klavye tuşlarında gezinmeli parmaklar. Yaşamdan konu ve içerikler tatlı tema yaratır içimizdeki kahramanlarla. Araştırmacı yönü ağır basmalı kişinin. Halk kültürü maneviyatla bezenmiştir şair kalemimizde. Küçük evin öyküsünü yazdırır şairane tabirle.

     Toplumun sosyoekonomik yapısı, toplum kesitinin değerleri, yaşam tarzı, tahsil, yaşanmışlıklar insan üzerinde olumlu iz bırakmalı. Âşık atışmacaları ve çeşme başı manileri ne hoştur. Toplumsal içerikli yazılar halkımızın içinde doğar. Objektif altında analiz olur kelimeler. Sentezlenir vurgu, tonlama ve beden dili. Halk dili ve kültüründen esinlenir kalem. Tespit ve teşhisler topluma mesaj olur. Kadının mücadelesi ve toplumdaki yeri kurgulanıp el ele verir çocuk hikâyesinde. Korumasız ve silâhsız gençler, kadın, yaşlı, çocuk, hasta ve yaralılar cephe dışı kalır bir ülkede savaş çıkınca. İçinde hayal konusuna yer verilmeyen bir öykü de çocuksuz kalır. Köy Enstitüleri, üretime dönük bir eğitimdir. Samanlıklar bile sınıf olur damsız yapılara. Köy çocuklarının sesi çınlatır damdan yapılma sınıfları. Damladan deryaya, pınardan çocukluğa yağmur olur sanat. Çer çöp toplamalı umutlar ama bilgiyle toplanmalı. Derlemeli ilmimizi orijinal ruhuyla. Gelmiş geçmiş yaşanmışlıklar omuzlarda yük olup sırta biner.

     Halk kültürüyle yeşerip halkın içindeki sesi anlatır küçük evin çocukları. Bir türkü tüter cam kırığı hayallerimde ve hıçkırığı kesilir hüznün. Kadir kıymet bilenlerle sırtınız sıvazlanır. Halk sevgisiyle taltif edilir motivasyon. Düşünceler olgun yüreklere sorumluluk yükler. Marifet iltifata tabi olup sade kalmalı. Yazmak gönül işidir, yayımlamak madden bir yük. Yoğunlaşmalı çocuk edebiyatına, küçük bir evde biriken hatıraları çoğaltmalı. Antolojide yer almak da iyidir. İnsan fıtratı, sevmek ve sevilmek üzerinden yorumlar kitapları. Ufukta yeni çalışmalar oluşmalı. Bir müjde vermeli yeni eserlerle. Bir fırsat vermeli yazarlarımıza. Aile terbiyesinden alınan nezaket ile büyümeli bir çocuk. Küçük evin öyküsünü anlatmalı çocuklarımız.

 19 Temmuz 2018 Perşembe


İsmail Gerçeksöz - Bir Şehidin Ardından



Duydum ki en güzel şarkılarda ölmüşsün,
Kanın vatan vatan sızmış toprağa,
Gece yarılarında yağan kar gibi..
Ulu Peygamber’in savaşlarında,
Teke tek dövüşen pehlivanlar gibi.


Bir yükselmiş bir yükselmişsin ki,
Gökyüzüne çevirdik gözlerimizi,
En büyük, en parlak yıldızı arar gibi,
Duydum ki en güzel düşlerde ölmüşsün.

Bu dünyada sevgilere kapanırken gözlerin,
Öbüründe bekleyenin var gibi,
Mavi ve muhteşem boşluğunda gecelerin,
Işıklı bir yıldız kayar gibi..

Duydum ki en büyük inançlarda ölmüşsün,
Bir bayrağa sarmışlar fâni gövdeni,
Bayrağı bir daha renge boyar gibi,
Tekbir sedâlarını duyar gibi...

(4 Nisan 1978'de şehid edilen İsmail Gerçeksöz şehidler için için “Bir Şehidin Ardından” adlı şiiri kaleme almıştı. Gerçeksöz sanki bu şiiri kendine de ithaf etmişti.)

İsmail Gerçeksöz - Sona Doğru

 

Hani bir şarkı takılır ya insanın dudaklarına
Eski, yarı unutulmuş, kırık dökük
Birkaç mısra dil ucunda döner durur da!
Nice baharlar alıp gitmiştir en güzel düşlerini
Sonra yapraklar sararır, çiçekler kurur da!..
Sille yemiştir kişi felekten,
Eşe dosta gülümseme zorluğu bir yana
Yürek olmadık acılarla yoğrulur da!
Upuzun gölgelerde bir akşam güneşi,
Camlardan odalara vurur da!..
Çoktan bitmiş kadehinde son yudum,
Meyhane boş, masa tarumar,
İlk yudumlardaki mutluluk kaybolur da!.
Bir köşede meyhaneci uyukluyordur,
Son müşteri hala oturur da!.
Ya da istasyon boşalmış,
Son tren çoktan gitmiştir.
Yolcu koskoca dünyada kaybolur da!
Karanlığa uzanan saat kulelerinden,
Oniki’ler hep birden vurur da!.
Budur işte feleğin bize oyun oynamışlığı,
Unun elenip eleğin duvara asılmışlığı,
Nefes daralır, dizler iki adım da yorulur da!
Uzanıp kalıvermek de var günün birinde ansızın, olur da!

Yunus Emre - İlim


İlim ilim bilmektir,
İlim kendin bilmektir.
Sen kendini bilmezsin,
Ya nice okumaktır?

Okumaktan mani ne?
Kişi Hakkı bilmektir.
Çün okudun bilemedin,
Ha bir kuru emektir.

Okudum bildim deme,
Çok taat kıldım deme.
Eri hak bilmez isen,
Abes yere yelmektir

Dört kitabın manası,
Bellidir bir elifte.
Sen elifi bilmezsin,
Bu nice okumaktır?

Yiğirmi dokuz hece,
Okursun uçtan uca.
Sen elif dersin hoca,
Mânâsı ne demektir?

Yunus der ki: Ey hoca,
Gerekse var bin Hacca.
Hepisinden iyice,
Bir gönüle girmektir.

Cahit Zarifoğlu - İşaret Çocukları

Yasin okunan tütsü tüten çarşılardan
Geçerdi babam
Başında yağmur halkaları

Anam yeşil hırkalar görürdü düşünde
Daha ilk güzelliğinde
Alnını iki dağın arasına germiş
Bir devin göğsüne benzer
Göğsünden dualar geçermiş

Çarşılar ellerinde ekmek iğneleri
Cami avlularına açılan
Havuz sularına kapılan çocuklar
Görmeden güneşin bütün renklerini
Götürmezlerdi dükkandaki babalarına
Ocaktan akan kaynar yemekleri
Nenelerinin koyduğu avuç taslarına

Başı ve yüreği şahbaz
Kaleleri ağırlayan kadınların
Süslerini kemerlerini
Başlarını ağırlaştıran
Ağır siyah şelale saçlarını
Tutunca gençleşirdi erkekler

Sonra insan o ki denizde
Küçük ve büyük nehirde
Bedeni ıslatan afsunlu suda
Önce niyet sonra yıkanırdı

Zaman dert getirdi sulara
İçinde eski balıkların yattığı kayalar
Savaşan insanların elinde
İnce yontulup taşındı balta mızrak şekline

Anam kanları kuruyan
Kavga ayıran bir kargı elinde
Kara ocağın taşlarına
İşaret koydu çocuklarını
Belinde gezdiren babamın
Beyaz yazılarla kazandığı adları

Yüreği korkuyla kuvvetlendi babamın
Unutup genç gelen günleri
Zamanın sürerken çektiği günleri
Çetin bilmecelerle
Sürdü atını şehirlere

Yün ören at güden kadınlar
Ormanlara tepeden eğilen toprak evlerde
Küçük pencereli karanlık dar odalarda
Uzaktan uzayıp gelen kurt seslerinin
Uzağa çekilip giden
Ayazda donan gülmeler içinde
Ormanlarda süt emziren anne
Unuttu gittikçe uzayan çocuğunu

Hep kaçarmış şehirlerin
Demir dağlarına
Uyuyunca toprak beşiğimde
Sahipsiz kalan
Ellerimden kayan aydınlık günlerim

5 Nisan 2024 Cuma

Fuzuli - Kaside (Kaside-i der-tevhid-i hazret-i Bâri)

(Yaratılanları bütün detaylarıyla özenerek yaratanın birliği hakkında yazılan şiir)
Hevâ arâyis-i gül-zare oldu çihre-küşa
Bahâr gül-şene giydirdi hulle-i hardâ
Çemen eyâletine oldu nasb husrev gül
Hevâya ebr sıfat hükmün etmeğe icrâ
Yazıldı sebze-i nev-hizden hat-i ahkâm
Çekildi sâye-i mutbû-i servden tuğrâ
Sarir-i âb-i revânü safir-i murg-i çemen
Nikât-i tehniye-i makdem ettiler inşâ
Zebân-i süsen-i âzât ü sebze-i nev-hiz
Senâ-i rif’at ü iclâle oldular gûyâ
Şekâyik alnı zemin-bûsdan olup mecrüh
Benefşe kâmeti oldu tevâzu ile dü-tâ
Müretteb eyledi bir bezm gül-şen içre bahâr
Ki verdi zevk-i temâşası neş’e-i sahbâ
Anâdil etdi beyân-i merâtib-i nağamât
Kumâri oldu terâne-keş ü sürûd-serâ
Sadâ-yi murg bıraktı büzürg ü küçege şevk
Surûd-i nây ile uşşâka hâsıl oldu nevâ
Bilindi goncede gül bergi zâhir olmak ile
Ki gonce başına yağdırdı jâle seng-i cefâ
Cerâhat olmasa a’zâda zâhir olmaz kan
Tereşşuh eylemez elbette sınmadan mînâ
Hümây veş varak-i yâsemîn ü berg-i semen
Uçup hevâya gül-istâna düştü zıll-i hümâ
Bahâr tâciri Mısr-i çemen ganîlerine
Bıraktı Yûsuf-i gül arz eyleyip gavgâ
Bu zevk saldı Züleyhâ-yi lâleye bir şevk
Ki lâ’l ü müşg döküp verdi ağrınca bahâ
Hadika tahta-i ta’lim olup reyâhinden
Yazıldı mühmel ü mu’cem ana hurûf-i hecâ
Müzeyyen eyledi evrâk-i lâleyi şeb-nem
Hurûf-i lâlede olmaz egerçi nokta revâ
Götürdü şeb-nemi ezhârdan harâret-i mihr
Şikûfe noktaların gerçi kim eder imlâ
Debir-i bâd verip tıfl-i andelibe sabak
Götürdü çihre-i ezhârdan nikâb-ı hafa
Kamu dıraht bulup ref’i istikâmete yol
Şikûfe hamli ile kesr buldular illâ
Nihâl-i bi-bedel-i serv kim kalıp mansûb
Sebât-i hâl ile anlardan oldu müstesnâ
Sadâ-yi seyl çeker medd-i muttasıl ya’ni
Ki medd-i muttasıl ile olur kırâ’et-i mâ’
Göründü hey’et-i âb-i revanda şekl-i habâb
Sübûta yetti sebât-i nücûm ü seyr-i semâ
Hutût-i muhtelif ü müstakimi enhârın
Çemende saldı zevâyâ-yi güne güne binâ
Ri’âyet-i turuk-i müstakîmden nice kim
Olur husûl-i makâmât-i cennetü’l-me’vâ
Hevâ-yi bağdan ettim bu hikmeti ma’lûm
Ki i’tidâldedir hüccet-i havâs ü kuvâ
Bahâr gül-şeni ezhâr ile kılıp memlû
Yakinım oldu ki mümkün değil vücûd-i halâ
Nazarda olmak ile subh ü şâm gonce vü gül
Bedîhi oldu kemâl ehline husûl-i safâ
Netice sâlibe olmak hilâf-i âdettir
Olunca mücib-i suğrâya müttefik kübrâ
Zamîr-i gül-büne gül rengi saldı âteş-i bim
Kim humre kana olur nefs evinde râh-nûmâ
Gül âteş üzre kılar akd-i zühre-i şeb-nem
Tedârük-i kamer ü şems eder sabâh ü mesâ
Bu kimyâ sebebinden aceb midir olsa
Elinde dâne-i erzen mesâbesinde tılâ
Şikûfe simini farz eyledi hurûc-i zekât
Medâr-i havl ü bulûğ-i nisâb-i istimnâ
Hukûk def’i için ağniyâ-yi eşcâra
Sahâyif-i çemen oldu eyâdi-i fukarâ
Boyandı kanı ile safha-i çemen gül gül
Meger ki fasdına hükm eylemiş tabib-i hevâ
Hibâl-i sihre dönüp cünbiş-i cedâvil-i âb
Kelim-i serv ana aksden bıraktı asâ
Olup terennüm-i bülbül azâyim-i teshir
Çemen perîlerine lâzım oldu arz-i likâ
Bisât-i gül-şene dün eyledim güzer ki demî
Kılam nezâre-i âsâr-i san’at-i Mevlâ
Aceb nizâ’da gördüm çemen zariflerin
Ta’accüb ile kamu sâlik-i tarik-i hatâ
Kamu kemâl ile müsted’i-i tarik-i necât
Veli kamusuna bâtıl delil-i istid’â
Sanıp şikûfe mebâdi sunûf-i eşcârı
Kılardı bahs ki câ’iz ta’addüd-i kûdemâ
Verip teselsüle kuvvet tab’iat-i kec-i âb
Olurdu nâfi-i isbât-i illet-i ûlâ
Hayâl-i mahz sanıp kâ’inâtı nerkis-i mest
Kılardı cehl ile nefy-i hakâyik-i eşyâ
Ederdi bülbül-i kâfir-nihâd secde-i gül
Ta’abbüd-i sanem ile tutup necâta recâ
Nesim vâkıf olup bu fesâdı men’ etti
Ki ey gürûh-i perişan tutun tarik-i hüdâ
Bu kâr-hâne bir üstâddan değil hâli
Gerek bu kudrete elbette kâdir ü dânâ
Kılar delâlet-i illet vücûd-i her mevcûd
Veli ne sûd ki sâhib-nazar değil a’mâ
Mükevvenâta hudûs ol kâdimdendir kim
Kemâl-i zâtına mümkün değil kâbul-i fenâ
Kadir ü Muktedir ü Kâdir ü Mukaddir ü Hayy
Alim ü Âlim ü Allâm ü A’lem ü A’lâ
Zihi mükevvin-i kâmil ki kudretindedir
Peri-likâlara lûtf-i tenâsüb-i a’zâ
Melâhat-i leb-i mey-gûn ü lehce-i şirin
Nezâket-i kad-i mevzün ü çihre-i zibâ
Safâ-yi cism-i lâtif ü kabûl-i cevher-i pâk
Letâfet-i hat-i müşgin ü zülf-i anber-sâ
Kemâl-i kudret ü ilminedir şevâhid-i adl
Ukûd-i silsile-i kâr-hâne-i dünyâ
Besâ’it-i şeref-i mahremiyyet-i vahdet
Mürekkebâta kabûl-i terekküb-i cezâ
Hevâ-yi mekrümetinden kabûl-i feyz kılıp
Mürebbî-i çemen olmuş bahâr-i rûh-efzâ
Nesim-i merhametinden alıp ifâzâ-i cûd
Cihânı reşk-i cinân eylemiş nesim-i sabâ
Safâ-yi lûtf-i amîmi nüfûz edip kılmış
Mizâc-i nâmiyeyi müsta’idd-i neşv ü nemâ
Fezâ-yi gül-şen-i lûtfu merâti’-i ahbâb
Mezâyik-i reh-i kahrı mehâlik-i a’dâ
Sühâ’ya lûtfu eger kılsa zerre-perverlik
Yeter makâm-i müsâvât-i Âf-tâb’a Sühâ
Ger olsa kahrına mahzar anâsır u eflâk
Nikâh akdin üzer ümmehâttan âbâ
Hisâb-i rızkını kılmış temâmi-i beşerin
Henüz Âdem’e peyvend kılmadın Havvâ
Beyân-i hâline yetmiş cemi’-i mahlûkun
Henüz perdeye a’yânı çekmeden esmâ
Kemâl-i terbiyeti nevg-i hâre vermiş reng
Lâtif edip lâkabın eylemiş gül-i ra’nâ
Gül âteşin bir avuç hâk-i reh-güzâre salıp
Kül eyleyip komuş adını bülbül-i şeydâ
Türâb-i der-gehine ittisâl şevki ile
Kef-i tazarru-i deryâda dâmen-i sahrâ
Ziyâret-i haremin kılmamak cezâsiyçin
Havâle hancer-i seyl-âba sine-i deryâ
Cemi’-i vakt şifâ-hâne-i atâsından
Cemi’-i halka müyesser cemi’-i derde devâ
Rümûz-i hikmetin eyler beyân merâtib ile
Cemi’-i hâl-i beşer hâh fakr ü hâh gınâ
Mariz-i ârıza-i naksdir nüfûs-i tamâm
Kimine fâ’ide perhîz ider kimine gıdâ
Şerîf zâtlara evc-i imtihânından
Vesile-i şeref-i kurb olur nüzûl-i atâ
Hasîs nefslere genc-i iltifâtından
Mezid-i illet-i idbâr olur vüfûr-i atâ
Delil-i zillet-i isyandır ta’arruz-i hâl
Tarik-i hüsn-i rızâsı cemi’-i hâle rızâ
Zihî kerem ki nazar kılmayıp adâvetine
Müyesser eylemiş İblis’e i’tibâr-i bekâ
Zihî Kerîm ki ifrât-i lûtf ü ihsânı
Mesih’i eyledi mihrâb-i secde-i tersâ
Fakir-i der-gehine lezzet-i rızâsı ile
Ta’allûkât-i târik-i fenâdan istiğnâ
Esir-i mihnet-i aşkına zevk u şevkiyle
Hilâf-i kâ’ide meyl-i tabib zikr-i şifâ
Zihî hakikat-i zâtında lâf akl ü cünûn
Kapın makâm-i müsâvât-i pâd-şâh ü gedâ
Nâim-i lem-yezeli anda kim sana vâsıl
Mu’azzeb-i ebedî ol ki senden ola cüdâ
Tavâf-i Ka’be-i vaslın tahassüriyle müdâm
Sûrûd-i seyle safir ü hurûş-i ra’de sadâ
Müheyminâ Samedâ bende-i siyeh-rûyum
Sahife-i amelim ma’siyet hatiyle kara
Terahhum et ki beni kâmet-i sikeşte ile
Benefşe-i çemen-i derd kıldı bâr-i anâ
Nihâl-i gül-şen-i derdim ki su yerine verir
Bana hemişe ciğer kanı bâğ-bani-i kazâ
Diriğ u derd ki encâma yetti ömr henüz
Harâb-i bâde-i zerkam esir-i dâm-i riyâ
Azâb-i Rûz-i Cezâ vehmi ile şâm ü seher
Bir ıztırâb u azâb içreyim men-i rüsvâ
Kim ol azâbı meger iktizâ-yi adl vere
Azâb-i Rûz-i Cezâ münkirine Rûz-i Cezâ
Egerçi gussa tutar rûz ü şeb giribânım
Elimden eylemem ümmid dâmenini rehâ
Mukîm-i hücre-i şevkım fezâ-yi kurbünde
Hemişe sem’-i ümidimde iştiyâk-i sadâ
Ki ey fakir harim-i visâle b-ismi’llâh
Ta’allül etme ki demdir emânet ola edâ
Sehâb-i feyz emel gül-senin kılıb sîrâb
Gül-i murâdın açıp ola müstecâb du’â
Ümîd var ki âyine-i zamîrimden
Hemîşe saykal-i ihsanın ola jeng-zedâ
Ümîd var ki lûtfundan olmaya nevmîd
Dil-i Fuzûlî-i âşüfte-hâl ü bî-ser ü pâ
Müyesser ola ana şâh-râh-i aşkında
Devâm-i hüsn-i kabûl ü sebât-i resm-i vefâ
(
Mefâ’ilün fe’ilâtün mefâ’ilün fe’ilün / fa’lün)

Fuzuli - Gazel - 38 (Yürü yeter bana ey sîm-i eşk bî-dâd et)


Yürü yeter bana ey sîm-i eşk bî-dâd et
Ger akçen ile alınmış kul isem âzâd et

Mithat Cemal Kuntay - Kimdim?


Tufanlar, alevler beni bir kal'a sanırdı;
Taçlar uçuşur, dalgalanır, parçalanırdı.

Kahhâr atımın kanlı, kıvılcımlı izinde;
Bir başka denizdim ebediyyet denizinde.

Çarpardı göğün kalbi hilâlin avucunda;
Titrerdi yerin talihi merminin ucunda.

Günler, elimin çizdiği yerlerden akardı;
Üç kıt'ada korkunç atımın izleri vardı.

Üstünde uçarken o nişîbin bu firâzın,
En şanlı, şehâmetli hükümdarına arzın.

Tek bir bakışım sanki inayetti, keremdi;
İklîli hediyyemdi, arazisi hîbemdi.

Hançerdi hayâlim, bütün akvam ona kındı;
Baştan başa dünyâ bir esîrimdi; kadındı.

Asabına nabzımdaki ahengi verirdim?
Kasd eylediğim şekli verir, rengi verirdim.

Dünyâ bilir iclâlimi ben böyle değildim;
Ben, altı asırdan beri bir kerre eğildim!

Cho'lpon - Xalq