Uçup uçup konamayan
Kör bir kuştur kördür aşkım
Ne sınır ne yasak tanır
Bulut bulut hürdür aşkım
Şiir bir ebemkuşağı
Mavi, yeşil, sarı, kırmızı
Ansızın hayâl ufkumuzu kuşatır
Şiir henüz doğuma yatmış bir çiçek
Gonca gonca sancılar içinde
Hayata uzanır
Bir sanat ya da düşünce eserini tanıtırken zayıf ve güçlü yönlerini belirtme, bir yazarın gerçek değerini yansıtma amacıyla yazılan yazılara eleştiri (tenkid) denir.
Bir kimsenin kendi eleştirisini yazarken ortaya koyduğu esere de otokritik (özeleştiri) denir.
Gel geç sevdalar kısa bir gün gibidir
Yaşasan ne yazar, yaşamasan ne fark eder
Anılara tutunup yaşamak çok zor be gülüm
Karanfil kurusunda demlenmiş mektuplar
Sensiz olduğum akşamlarda beni deli eder
Muhteşem bir sevda hikâyesinin kanadıyız
Avucumuzda yazılı kader alır götürür bizi
Hüzünlü sonbahar derken, ilkbahardayız
Sıralı yıldızlar gibi mısralarımız dizi dizi
Güneş gitse bile bakıyorsun dolunaydayız
Hikâyemiz desen bizden önce düşer yollara
Çiçeğe böceğe, ağaca yaprağa yazılır
Gözlerimizde gülden boyanmış gülücükler
El eleyiz çılgın denizin gözü üstümüzde
Geç mi kaldık? Nerde bizi alıp gidecek gemiler?
31 Ocak 2007
Transkripsiyon, bir alfabede mevcut seslerin/harflerin bazı özel işaretler kullanılarak başka bir alfabenin harflerine dönüştürülüp onlarla gösterilmesini ifade eder. "Çeviriyazı" şeklinde Türkçeleştirilmiştir.
Arapça metinlerin, Arap alfabesinin kullanıldığı Farsça ve Urduca metinlerin ve aynı alfabeyle yazılmış Türkçe metinlerin Latin harflerine dönüştürülmesi şeklinde uygulanır. Bu tür metinlerin Latin harfleriyle yazılmasına “Latinizasyon”, bu duruma getirilmiş metinlere “Latinize” denilir.
Teoride yazı çevrimi karşılığında “transkripsiyon” ve “harf çevrimi” anlamında transliterasyon diye anılan iki usul söz konusudur.
Ela gözlü nazlı dilber
Seni kandan sakınırım
Kandan değil hey efendim
Seni candan sakınırım
O yana bu yana bakma
Beni ateşlere yakma
Elini koynuna sokma
Seni senden sakınırım
Gevheri der ben bir merdim
Yüreğimden çıkmaz derdim
Sen bir kuzu ben bir kurdum
Seni benden sakınırım
Tarih 4 Nisan, 1953. Çanakkale boğazı Nağra burnu açıkları. Saat 02:15. Gece sessiz, soğuk ve karanlık.
Kuruluşundan bir süre sonra üyesi olduğum Türkiye Yazarlar Birliği’nin Genel Başkanıydı. Adını, çalışkanlığını duymuştum, ancak yüz yüze görüşmemiş, konuşmamıştık. Belki de cumartesi etkinlikleri dışında derneğe fazla uğramadığım için böyleydi. Onu, ilk kez derneğin 2006’da yapılan genel kurulunda uzunca bir süre dinleme imkânı buldum. Milli Kütüphane’nin büyük salonundaydık. Derneğin yeni yönetim kurulunu ve diğer kurullarını seçecektik. Sunucu tarafından sahneye davet edilen genç adamın soyadı dikkat çekiciydi. Üç kelimeden oluşuyor ve “deli” ile başlıyordu: Yakup Deliömeroğlu. Doğrusu ben soyadına ilk duyduğumda da hiç takılmamıştım. Anadolu’da mert, yiğit, cesur, gözü pek insanların “deli” diye anıldıklarını biliyordum. Dedem bunlardan biriydi. Mutlaka geçmişinde dedem gibi biri ya da birileri vardı ki böyle bir soyadı almışlardı. Yakup Deliömeroğlu, salonda hazır bulunanları selamladıktan sonra gösterişten uzak harika cümleler kurmaya başladı. Etkili, güzel konuşmasını, benimle birlikte eminim bütün salon büyük bir dikkatle dinledi. Kürsüden ayrılıp sahneden inerken herkes onu alkışladı, ben alkışlamadım. Çünkü son söyledikleriyle beni üzmüştü.
Yakup Deliömeroğlu kardeşimdi. Ömeroğlu yaptığında serzenişte bulunmuştum; "bize deli yürekler lâzım, niçin delilik gibi yüce ve akıncı bir makamı bıraktın" diye...
Selamların en güzeliyle selam. Dünya bir penceredir bakıp geçmeye diyor Mevlâna. Sen o pencereye öyle güzel baktın ki Orta Asya’daki toprakları çiçeklendirdin, oradaki kardeşlerimize umut oldun, bu topraklara nimet oldun, yaz oldun. Şimdi o pencere kapandı buralar kış oldu, bitmeyen bir ateş oldu, sensizlik çok güç oldu.
Sana hiçbir zaman “gitme” demedim.
Biliyordum “Türk dünyası” deyince kalbinin başka attığını, oraların sana nefes olduğunu.
Şimdi daha iyi anlıyorum. Bana bunu söyletmeyenin seninle ilgili plânları bulunduğunu. Meğer yapman gereken ne çok iş varmış ömür çizgisine sığdırmak için.
Yesevi’nin şehri Türkistan’da başlayan evliliğimiz boyunca Türk Dünyası ile kurduğun bağın bir insanda, bir kitapta, bir dergide nasıl vücut bulduğuna şahitlik ettim.
Yine görürem bende saʿādet eseri var
Kim şol gözelüŋ baŋa ʿināyet naẓarı var
Beŋzer ki ḳatı göŋline āhum eser itmiş
Her āh ki cāndan ḳopa ṭaşa eseri var
Dīvāne anuŋ şemʿ-i cemāline naẓar ḳıl
Tā rūşen ola dünyede kim saŋa perī var
Görmedi felek gözleyüben biŋ göz-ile hīç
Aġzı bigi bir ḥoḳka ki ṭolu güheri var
Yalŋuz mı menem ʿāşıḳ u āvāre elinde
Bu bābda biŋ bencileyin derbederi var
ʿĀşıḳda ne var kim ide maʿşūḳına īsār
Ger nesnesi yoḳsa hele āh-ı seḥeri var
Dehhāni anuŋ bilini bilüŋ ki ḳuçamaz
Ger ḳuçsa kemer ḳuça ki bilinde zeri var
Nasıl istersen öyle dinle, bakın:
Dalların zirvesindeyiz ancak,
Yarı yoldan ziyâde yerden uzak,
Yarı yoldan ziyâde mâha yakın.