Kaç bu kokudan, kaç bu pislikten, bu sürüden kaç,
insan mısın, bu pazarda mısın, iki pula mısın,
kaç bu kokudan, kaç bu pislikten, bu sürüden kaç.
At denize kendini, git boğul.
Düş bir kör kuyuya, ordan çıkama.
Kaç bu kokudan, kaç bu pislikten, bu sürüden kaç,
insan mısın, bu pazarda mısın, iki pula mısın,
kaç bu kokudan, kaç bu pislikten, bu sürüden kaç.
At denize kendini, git boğul.
Düş bir kör kuyuya, ordan çıkama.
Sokakta sâde bir “âmîn!” sadâsıdir gidiyor:
Mahalle halkı birikmiş, imam duâ ediyor.
Basık bir ev; kapının iç yanında bir tâbût,
Başında çınlayan âvâzı dinliyor, mebhût.
Denildi: “Fâtihâ!”, âmîni kestiler; bu sefer,
Göğüsler inledi, derken, açık duran eller,
Hazîn alınları bir kerre okşayıp indi;
Deminki zemzemeler bir zaman için dindi.
Duyuldu sonra imâmın nidâ-yı mağmûmu ,
Diyordu:
– Söyleyin, Allah için, şu merhûmu,
Nasıl bilirsiniz ey müslümanlar?
Söyleyeni belli olmayan, halkın ortak malı sayılan ürünlerin oluşturduğu, sözlü geleneğe dayalı edebiyattır. Sözlü olduğu için, ürünler; halk arasında dilden dile geçtikçe zaman, kişi, yer unsurlarına bağlı olarak değişikliğe uğramıştır.
Balkan şehirlerinde geçerken çocukluğum;
Her lâhza bir alev gibi hasretti duyduğum.
Kalbimde vardı "Byron"u bedbaht eden melâl
Gezdim o yaşta dağları, hulyâm içinde lâl...
Aldım Rakofça kırlarının hür havâsını,
Duydum, akıncı cedlerimin ihtirâsını,
Her yaz, şimâle doğru asırlarca bir koşu...
Bağrımda bir akis gibi kalmış uğultulu...
Seneler,seneler evveldi;
Bir deniz ülkesinde
Yaşayan bir kız vardı,bileceksiniz
İsmi Annabel Lee;
Hiçbir şey düşünmezdi sevilmekten
Sevmekden başka beni.
Başlattığı gün mektebe, duydum ki, diyordu,
Rahmetli babam: “Âdem olur oğlum ilerde.”
Annemse, oturmuş, paşalıklar kuruyordu...
Âdemliği geçtik! Paşalık olsun, o nerde?
Âmâli tezâd üzre giderken ebeveynin ,
Hep böyle harâb olmada etfâl ara yerde!
Eserin Adı: Ateşten Gömlek
Yazarı: Halide Edip Adıvar
Yayıncı: Can Yayınları, 2019
1.ESERİN KONUSU:Kurtuluş Savaşı sırasında yaşanan aşk, memleket, vatan ve millet sevgisi.
2.ESERİN ÖZETİ: Peyami, Kurtuluş Savaşı’nda bacaklarını kaybetmiş,başına saplı kalan kurşun yüzünden sık sık hayallere dalan,eski bir hariciye nazırıdır.Başından geçen olayları kaldığı Cebeci Hastahanesi’nde yazmaktadır.olayları anlatmaya mütareke yıllarından başlar.Annesi onu amcasının kızı Ayşe ile evlendirmek istemiş fakat,o yurt dışına kaçmıştır.Geri döndüğünde Ayşe’nin ağabeyi Cemal görevi nedeniyle İstanbul’a atanmıştır.Onunla arası hiç iyi olmamasına rağmen kısa sürede iyi bir dost oluverirler.Düşman uçaklarının İstanbul’u bombaladıkları bir günde Cemal’in İhsan adında bir arkadaşıyla tanışır.Ogünden sonra her şeyi birlikte yaparlar.O sıralarda Bulgar Mütarekesi yapılır. Bununla birlikte dünyaya Türklerin barbar, ilkel insanlar olmadıklarını göstermek için toplumdan her kesimin katıldığı büyük mitngler yapılır. Bunların en büyüğü olan Sultan Ahmet Mitingi’ne İzmir’den yeni gelen, kocası ve çocuğu Yunanlılarca öldürülen Ayşe de katılmıştır. Bir kesim de Ayşe’yi kullanarak İngilizlerin dostluğunu kazanmak ister ama Ayşe’nin İngilizlere olan tutumu etrafındakilerde büyük bir savaş azmi doğurur. Düşmanlar tarafından da bu olay çok ciddi karşılanır ve Ayşe,Peyami ve Cemeli’in öldürüleceği söylentileri yayılır. Bu arada Peyami ve İhsan arasında tatlı aşk rekebeti başlar.
Kalbimizde birbirimizin sıcaklığı, yürüdük.
Kavuşma bayramındayız!
Yoldan geldiğini, soluklanman gerektiğini düşündüm. Üstelik kalbimde ayaklanan duygular, beni can evimden kuşatan sevgi kıvılcımları… Anlatılması zor duygular. Göz bebeklerimin içi gülüyor. Bunu biliyorum. Ama kavuşma bayramının bu ilk yangını, gözlerime düşüyor. Gözlerimde mutluluğum ıpıslak, ince ince sızıyor.
Cıvıl cıvılsın, konuşuyorsun. Soruyorsun, anlatıyorsun…
Konuşuyoruz.
Birbirimize anlatacak o kadar çok şeyimiz var ki…
“Gözlerin hiç değişmemiş!”
“Senin de!”
“Elâ mı?”
“Bal rengi…”
“Saçlarını kısaltmışsın. Rengi de değişmiş… Arasında gümüşler var. Meç mi yaptırdın?”
Nühüfte kalb-i ketûmunda leyl-i deycûrun,
Seninle biz iki âvâre-ser idik gûyâ:
Ki tâ ebed kalacak muhtefî nazarlardan,
Meğer ki onları etsin lisân-ı subh ifşâ!
Kendi feryâdımdır ancak ses veren feryâdıma...
Kimseler yok, âşinâdan büsbütün hâlî diyâr.
“Nerde yârânım ?” diyorken ben bülend âvâz ile,
“Nerde yârânım?” diyor vâdî, beyâbân, kûhsâr .
– Halk Edebiyatından –
Durmuş'un bir anasından başka kimsesi yoktu. Fakirdi. Ama gençti, kuvvetliydi. Öküzünün biri ölünce tarlasını süremedi. Para kazanmak, tekrar çiftini düzebilmek için gurbete gitmeye karar verdi. Gurbet, İstanbul demektir. Köyde kim çaresiz kalırsa, kimin işi bozulursa, İstanbul yolunu tutar. Durmuş da torbasını omuzladı. Çarıklarını sıktı, eline bir değnek aldı, gurbetçilerin arasına katıldı. Dere tepe aştı. Nihayet İstanbul'a geldi. İki gün hemşerilerinin kahvesinde pinekledi. Ne iş tutacağını bilmiyordu. Bir sanatı yoktu. “Bari uşak olayım”, dedi. Kapı aramaya başladı. Bir hafta geçti. Münasip bir yer bulamadı. Bir gün kahvede Müstakim Efendi isminde birini salık verdiler. Evi Edirnekapı'sında idi. Durmuş gitti. Bu efendiyi buldu. Ak sakallı, nur yüzlü bir ihtiyar... Eteğini öptü:
—Uşak arıyormuşsunuz, beni alın efendim, dedi.
Müstakim Efendi, onu tepeden tırnağa süzdü. Nereli olduğunu sordu. Durmuş:
— Kastanbolluyum, dedi.
Kelasanmi, yo‘qmi so‘raysiz
Dilda hislar yelaveradi,
Qaytmasam ham ortimga lekin
Sizni ko‘rgim kelaveradi.
Dar kapısından başka aydınlık girecek hiçbir yeri olmayan dükkânında, tek başına, gece gündüz kıvılcımlar saçarak çalışan Koca Ali, tıpkı kafese konmuş terbiyeli bir arslanı andırıyordu. Uzun boylu, iri pençeli, kalın pazulu, geniş omuzlu bir pehlivandı. On senedir bu karanlık in içinde ham demirden dövdüğü kılıç namluları bütün Anadolu'da, bütün Rumeli'de, serhat boylarında büyük bir nam kazanmıştı. Hatta İstanbul'da bile yeniçeriler, satın alacakları kamaların, saldırmaların, yatağanlann üstünde "Ali Usta’nın işi" damgasını arıyorlardı. O, çeliğe çifte su vermesini biliyordu. Uzun kılıçlar değil, yaptığı kısacık bıçaklar bile iki kat olur, kırılmazdı. "Çifte su vermek", sanatının yalnız ona mahsus bir sırrı idi. Yanına çırak almaz, kimse ile çok konuşmaz, dükkânından dışan çıkmaz, habire uğraşırdı. Bekârdı. Hısımı, akrabası yoktu. Memleketin yabancısıydı. Kılıçtan, demirden, çelikten, ateşten başka laf bilmez, pazarlığa girişmez, müşterileri ne verirse alırdı. Yalnız muharebe zamanlan ocağını söndürür, dükkânın kapısını kilitler, kaybolur; muhabereden sonra meydana çıkardı. Şehirde ona dair birçok hikâyeler söylenirdi. Kimi "cellât elinden kaçmış bir çelebi", kimi "sevgilisi öldüğü için vakitsiz dünyayı terk etmiş bir garip" derdi. Siyah, şahane gözlerinin yüksek bakışından, kibar tavrından, mağrur sükûnundan, düzgün sözlerinden onun öyle adi bir adam olmadığı belli idi. Ama kimdi? Nereliydi? Nereden gelmişti? Bunları bilen yoktu. Halk kendisini seviyordu. Şehirde böyle meşhur bir ustanın bulunması herkes için ayrı bir iftihardı.
— Bizim Ali...
— Bizim koca usta...
— Dünyada eşi yoktur...
— Zülfikar'ın sırrı ondadır!.. derlerdi.
Qorong‘u kechada ko‘kka ko‘z tikib,
Eng yorug‘ yulduzdan seni so‘raymen.
Ul yulduz uyalib, boshini bukib,
Aytadir: men uni tushda ko‘ramen.
Tushimda ko‘ramen – shunchalar go‘zal,
Bizdan-da go‘zaldir, oydan-da go‘zal!
Hava kapalı. Arada bir gidip gelen yağmur yeniden başlayacak. İşte başladı bile. Saçaklar çeşme oldu, ip gibi sular yere iniyor. Bahçede horozlarla tavuklar panikte. Hepsi sanki ağız birliği etmişler, kapısı açık kümese doğru koşuyorlar.
- Coşkun kalk, kıpırda biraz! Avluda semer ıslanıyor.
- İzzet, sen de fırla! Danaları dama koy.
Emredici olan sesler, yeniden bastıran yağmurun sesiyle ezildi, tavsadı. Yağmur, karşı yamaçtaki ağaç dallarında sanki mıhlanmış gibi duran yapraklarla oynaşıyor. Yapraklar yıkandıkça, yeşilin en güzel tonları ortaya çıkıyor. Yamacınucunu yalayan bulutlar, ardı sıra akıyor, besbelli birbirleriyle yarışıyorlar. Havada gök gürlemesi yok. Bu müthiş yağmur, az sonra duracak, dinecek.
Danaları dama yerleştirdikten sonra dönen İzzet'in üstü başı tenine yapışmış. Sahanlıktan içeri gireceği sırada durdu, dönüp avluya baktı. Islanan semere koştu. Yüklendi, zar zor semeri kaldırdı. Aldı, merdiven altına koydu. Yukarı çıktı.
Anası seslendi:
- Üstün başın yapış yapış olmuş. Çabuk elbiselerini değiştir!