13 Nisan 2024 Cumartesi

Söylem 3. Uluslararası Filoloji Sempozyumu / Akyaka, 24-26 Mayıs 2024


Söylem Uluslararası Filoloji Sempozyumu; dil ve edebiyat alanındaki farklı disiplinleri bir araya getirmek, farklı ülke ve kurumlarda çalışan araştırmacıların etkileşimini sağlamak, genç ve kıdemli akademisyenleri yan yana getirerek deneyim paylaşımına olanak sağlamak amacını güden; Günce Yayınları, Söylem Filoloji Dergisi ve Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi Akyaka Uygulama Oteli iş birliğiyle düzenlenen uluslararası bir etkinliktir.

Sempozyum, 24-26 Mayıs 2024 tarihleri arasında Muğla'nın Akyaka beldesinde MSKÜ Akyaka Uygulama Otelinde yüz yüze gerçekleştirilecektir. Oturumlar ilk iki güne yerleştirilecek, son gün katılımcıların dinlenme ve yolculuk hazırlıklarına ayrılacaktır.

Sempozyuma uzaktan katılım mümkündür. Bu durumun özet gönderimi sırasında belirtilmesi ve telefon numaralarının mutlaka bildirilmesi gerekmektedir.

Araştırmacılar tarafından gönderilen bildiriler, bilim kurulu üyeleri tarafından incelenecek, kabul edilen bildiriler, hem sitemizde yayımlanacak hem de bildiri sahiplerine eposta yoluyla iletilecektir.

Bildiri özetleri ve bildiri tam metinleri, uluslararası niteliğe sahip olan Günce Yayınları tarafından e-kitap şeklinde yayımlanacaktır. Dileyen araştırmacılar, tam metinlerini Günce Yayınları tarafından yine e-kitap olarak yayımlanacak olan editörlü ortak kitapta yayımlatabilecektir.

Özet için son gönderim tarihi: 10 Mayıs 2024

Bildiri özetleri kitapçığının yayımlanması: 23 Mayıs 2024

Bildiri tam metinlerinin yayımlanması: 20 Haziran 2024

Ortak kitabın yayımlanması (talep edenler için): 20 Temmuz 2024

İletişim için Gizem Ece Gönül: 0 505 269 78 45 - Nilay Bilir: 0 542 229 78 98

Yazar Rehberi İçin Link: https://www.gunceyayinlari.com/sempozyum-hakkinda

Yavuz Bülent Bakiler - Lâleli-Aksaray


Yine akşam, yine gurbet, yine başımda efkâr Ve yine içimde şarkılı sesin Gözlerimde çizgi çizgi duraklar, Duraklarda hayâl meyâl sen misin? Sen misin yanyana gezemediğim? İnce sitemini sezemediğim, Sırrını bir türlü çözemediğim, İçimdeki çetin sual sen misin? Bu nasıl yürekten söylenmiş makam? Dinlediğim bütün türkülerde gam. Lâleli-Aksaray arasında bir akşam, Dinlediğim tatlı masal sen misin? Ne derse aldırma şimdi artık el. Gel bir akşam yine türkülerle gel! İstanbul seninle çok daha güzel İstanbul'dan güzel hayal sen misin? Biliyorum seni türküler yaktı, Türkülü gözlerin ıslak ıslaktı. Şimdi beni sokak sokak her akşam vakti. Dolaştıran "Dişi kartal" sen misin? Yine akşam, yine gurbet, yine başımda efkâr. Ve yine içimde şarkılı sesin. Gözlerimde çizgi çizgi duraklar Duraklarda hayâl meyâl sen misin?





Cho'lpon - Buzilgan o'lkaga

 


Ey, tog‘lari ko‘klarga salom beran zo‘r o‘lka,
Nega sening boshingda quyuq bulut ko‘lanka?
Uchmoxlarning kavsaridek pokiza,
Sadaflarning donasidek top-toza
Salqin suvlar tog‘dan quyi tusharkan,
Tomchilari yomg‘ir kabi ucharkan,
Nima uchun yig‘lar kabi ingraylar?
Yov bormi, deb to‘rt tarafni tinglaylar?
Tabiatning o‘tini yo‘q o‘tida,
Sharaq-sharaq qaynab chiqqan buloqlar
Har qorong‘i, qo‘rqinch tunning betida
Shifo istab kelmasin der, qo‘noqlar.
-Bu nega?
Ayt menga.
Ko‘m-ko‘k, go‘zal o‘tloqlaring bosilg‘on,
Ustlarida na poda bor, na yilqi,
Podachilar qaysi dorg‘a osilg‘on?
Ot kishnashi, qo‘y ma’rashi o‘rniga
-Oh, yig‘i,
Bu nega?

Sherzod Ortiqov - To‘rtinchi qavatdagi xonadon (hikoya)

Bugun operatsiyam yo‘qligi uchun kechki ko‘rikni o‘tkazganimdan so‘ng ishlarni navbatchi hamkasbimga topshirib ko‘chaga chiqdim. Yomg‘ir yog‘ayotganini ko‘rib, «esiz, kechagina o‘rik gullagandiya», degan xayolga bordim. Yomg‘irning maydalab yog‘ishi kamina­ning g‘ashini keltirardi. Yuzingni qay tomonga burma, mayin tomchilar urilib, dilda tushu­nib bo‘lmas bir sokinlik uyg‘otardi. Taksiga minganimda orqa eshik oynasining ochiqligini ko‘rib darrov ko‘tarib qo‘ydim. Sovuqdan junjikib, qo‘llarimni cho‘ntagimga tiqdim. Shunda cho‘ntagimdagi qog‘ozga qo‘lim tegdiyu, yana hammasi esimga tushdi. Uni asabiy tarzda ezg‘ilay boshladim. Yo‘l bo‘yi shu bilan mashg‘ul bo‘ldim. Manzilga yetganimda allaqachon qog‘oz kaftim orasida maydalanib yotardi.

Uyim besh qavatli binoning to‘rtinchi qavatida. Lift tomon yurgim kelmadi. Zinadan ko‘tarildim.

Ziya Osman Saba - Nefes Almak

Nefes almak, içten içe, derin derin,
Taze, ılık, serin,
Duymak havayı bağrında.

Fuzuli - Gazel - 44 (Sabâ ağyârdan pinhân gamını dildâre izhâr et)

 

Sabâ ağyârdan pinhân gamını dildâre izhâr et
Habersiz yârimi hâl-i harâbımdan haberdâr et

12 Nisan 2024 Cuma

Köksal Cengiz (Niyâzkâr) - Bayramlar O Bayram Değil


Ufkumuzdan kayıp gitmiş yıldızlar,

Neylesek bayramlar o bayram değil.

Yürekler kan ağlar, sineler sızlar;

Neylesek bayramlar o bayram değil.

 

Nerde dede, nine, baba, annemiz?

Nerde amca, dayı, hala, teyzemiz?

Bir yetimhaneye dönmüş evimiz,

Neylesek bayramlar o bayram değil.

 

Baş tacı büyükler kazanç yoluydu,

Damatlar, gelinler hürmet doluydu;

Oğul, kız, torunlar petek balıydı,

Neylesek bayramlar o bayram değil.

 

Çok çabuk yitirdik edep, töreyi;

Kurtlara yem oldu evin direği,

Bir hüzün kapladı her bir yöreyi;

Neylesek bayramlar o bayram değil.

 

Günler öncesinden sevinç sarardı,

Bayram telaşları tatlı yorardı,

Eş, dost akrabalar hatır sorardı;

Neylesek bayramlar o bayram değil.

 

Helâl dairesinde meşru kalırdık,

Manevi ikramla rızıklalanırdık.

Aşk-ı muhabbetten çok haz alırdık;

Neylesek bayramlar o bayram değil.

 

Sanki can suyunun suyu kesilmiş,

Sanki coşkumuzun sesi kısılmış,

Sanki gönlümüze kilit asılmış;

Neylesek bayramlar o bayram değil.

 

Sanki yaban olmuş canlar canana,

Hangi acımıza hangi can yana?

Sanki nazar değmiş o saf imana;

Neylesek bayramlar o bayram değil.

 

Biz böyle değildik bize ne oldu?

Bağımda güllerim açmadan soldu.

Türk-İslam güneşi nerede kaldı?

Neylesek bayramlar o bayram değil.

 

Biri “Ramazan”’dı, biri “Kurban”dı;

Mevla’dan bizlere bir armağandı.

Niyazkâr'ım hayır şerre dayandı,

Neylesek bayramlar o bayram değil. 

Mehmed Akif Ersoy - Şehidler Âbidesi için

Gök kubbenin altında yatar, al kan içinde,
Ey yolcu, şu topraklar için can veren erler.
Hakk’ın bu velî kulları taş türbeye girmez;
Gufrâna bürünmüş, yalınız Fâtiha bekler.

Hilvan, 27 Aralık 1924

10 Nisan 2024 Çarşamba

Mehmed Akif Ersoy - Fatih Camii (Safahat'tan - 2)

 

Yatarken yerde ilhâdıyla haşr olmuş sefîl efkâr ,
Yarıp edvârı yükselmiş bu müdhiş heykel-i ikrâr .
Siyeh reng-i dalâlet bir bulut şeklinde mâzîler ,
Civârından kaçar, bulmaksızın bir lâhza istikrâr;
Ziyâ-rîz-i hakîkat bir seher tavrında müstakbel ,
Gelir fevkinden eyler sermedî binlerce nûr îsâr .
Derâgûş etmek ister nâzenîn-i bezm-i lâhûtu :
Kol açmış her menârı sanki bir ümmîd-i cür’etkâr!
O revzenler , nazarlardan nihân dîdâra müstağrak
Birer gözdür ki sıyrılmış önünden perde-i esrâr .
Bu kudsî ma’bedin üstünde tâbân fevc fevc ervâh ,
Bu ulvî kubbenin altında cûşân mevc mevc envâr .
Tecessüd eylemiş gûyâ ki subhun rûh-i mahmûru ;
Semâdan yâhud inmiş hâke , Sinâ-reng olup dîdâr!
Tabîat perde-pûş-i zulmet olmuş, hâbe dalmışken,
O, gûyâ kalb-i nûrânîsidir leylin , durur bîdâr .
Evet bir kalbdir, bir kalb-i cûşâcûş-ı âşıktır,
Ki cevfinden demâdem yükselir bin nâle-i ezkâr .

7 Nisan 2024 Pazar

Həcər Atakişiyeva - Hüseyn Cavidin “Afət” faciəsində realizmlə romantizmin heyrətamiz vəhdəti

  Hüseyn Abdulla oğlu Rasizadə Naxçıvan şəhərində 1882-ci il oktyabr ayının 24-də anadan olmuşdur. Ədib XX əsr Azərbaycan ədəbiyyatının görkəmli nümayəndəsidir. Hüseyn Rasizadə Azərbaycan ədəbiyyatı tarixində filosof şair, böyük dramaturq Hüseyn Cavid kimi tanınmışdır. Hüseyn Cavid Azərbaycan ədəbiyyatı tarixində romantizm ədəbi cərəyanıən qüdrətli sənətkarlarından biridir. Ədib 1909-cu ildən “Cavid” ədəbi təxəllüsü ilə yazmağa başlamışdır. Hüseyn Cavidin dramaturji yaradıcılığı olduqca zəngindir. Hüseyn Cavidin “Afət” faciəsinin tədqiqinə həsr olunmuş çox sayda tədqiqat işləri vardır. Azərbaycan ədəbiyyatşünasları “Afət” faciəsində qoyulan bir sıra bəşəri problemləri, müəllifin insan konsepsiyasınıŞərq və Qərb filosoflarının görüşləri ilə müqayisəli şəkildə şərh etmişdirlər. Əsərdə dramaturqun insan konsepsiyasına dair görüşləri öəksini tapmışdır. Hüseyn Cavid 4 pərdəli “Afət” faciəsini 1922-ci ildə faciə janrında, nəsrlə qələmə almışdır. Əsərdə qadın mövzusuna, qadının mənəviyyat və şəxsiyyət azadlığı məsələsinə toxunulmuşdur.  

Montaigne - Mutluluk Üzerine

 

İnsanın son gününü beklemeli her zaman. Mutlu dememeli ona ölmeden, cenazesi kaldırılmadan. Bu konuda Krezus'u hikâyesini çocuklar da bilir. Pers kralı onu esir edip ölüme mahkûm edince, sehpaya giderayak:

Ah Solon, ah Solon! diye bağırmış. Krala götürmüşler bu sözü. O da ne demek istediğini sordurunca, Solon'un kendisine verdiği bir öğüdün ne doğru çıktığını anlatmış. Solon bir gün demiş ki ona:

"Talih ne kadar güler yüz gösterirse göstersin, ömürlerinin son günü geçmeden insanlar mutlu saymamalı kendilerini. Çünkü insan hayatı kararsız, değişkendir. Ufacık bir iş yüzünden, bir durumdan bambaşka bir duruma hemen geçiverir."

Agesilaus da, Pers kralının o kadar genç yaşta öyle büyük bir devlete konduğu için mutlu sayılabileceğini söyleyen birine:

İyi ama, demiş, Priamos da o yaşta mutsuz değildi. O büyük İskender'den sonraki Make­donya krallarının Roma'da dülgerlik, budamacılık yaptıkları, Sicilya zorbalarının Koryntos'da çocuk bakıcısı oldukları görüldü. Dünyanın yarısını fethetmiş, bunca orduları yönetmiş bir İmparator bir Mısır kralının aşağılık adamlarına yalvarma zavallılığına düşüyor. Altı yedi ay daha az yaşamış olsa bu hâle düşmeyecekti koca Pompeius. Bizim babalarımız zamanında da, bütün İtalya'yı o kadar uzun süre sarsmış olan Milano Dukası Sforza, zindanda öldü. Daha kötüsü, on yıl yaşadı o öldüğü zindanda.

Hıristiyanlık dünyasının en büyük kralının dulu, kraliçelerin en güzeli, Maria Stuart, cellât eliyle ölmedi mi geçenlerde? Binlerce örneği var bunun. O kadar ki, fırtınalar, kasırgalar nasıl mağrur ve yüksek yapılarımıza daha çok yüklenirlerse, bu dünyanın büyüklerini yukarılarda kıskanan güçler var diyeceği geliyor insanın. Ve talih sanki ömrümüzün son gününü bekliyor, uzun yıllar boyunca yaptığını bir anda yıkma gücü olduğunu göstermek için. Laberius gibi bağırttırmak için bizi: Gereğinden bir gün fazla yaşamışım! diye.

Solon'un doğru sözü böyle yorumlanabilir. Ama o bir filozof olduğuna ve filozoflar mutluluğu, mutsuzluğu talihin cilvelerine bağlamadıklarına, büyüklüklere zaten önem verme­diklerine göre, daha derin düşünmüş ve demek istemiş olabilir. Bence, ömrümüzün mutluluğu, soylu bir ruhun rahatlığına, doygunluğuna, düzenli bir kafanın kararlı ve güvenli oluşuna bağlı olduğu için, hiçbir insana, tâli‘inin en son ve şüphesiz en zor perdesini oynamazdan önce mutlu denemez. O perdeden önce maske takınmış, felsefenin güzel öğütlerine gösteriş olsun diye uymuş, ya da sarsıcı olaylarla sınanmadığımız için, hep sağlam yürekli kalmayı başarmış olabiliriz. Ama ölüm karşısında son rolümüzde, gösterişe yer kalmaz artık, o zaman ana dilimizle konuşmak, dağarcığımızda iyi kötü ne varsa olduğu gibi ortaya dökmek zorundayız.

İşte o zaman içten sözler dökülür yürekten. Maske düşer, yüz kalır ortada. İşte onun için hayatımızın bütün fiilleri, bu son mihenk taşında denenmelidir. Başlıca gündür o; bütün öteki günleri yargılayan gündür. Bütün geçmiş yılların hesabı o gün verilmeli, der eskilerden biri. Ben de çalışmalarımın meyvesini denemeyi ölüme bırakıyorum. O zaman görürüz düşüncelerimin ağzımdan mı, yüreğimden mi çıktığını...

Osman Çeviksoy - İki Patron, Bir İşçi


Üniversitenin aynı bölümünü okurken arkadaş oldular. 

Okul bitti, küçük bir şirket kurup iş ortağı oldular.

Bir süre kazandıklarıyla ancak giderlerini karşıladılar.  

Krizler çıktı, kapatmadılar.

Bir ara rahatladılar.

Bir işçi aldılar, patron oldular.

Yeni krizler çıktıkça işçilerini kolladılar. 

İşten çıkarmadılar. 

Ödemelerini aksatmadılar.  

Kendileri kazanamasa da devlete kazandırdılar. 

Zamanı geldi, emekli oldular.  

BAĞ-KUR’lu iki patronun emekli maaşı; yanlarında emeklilik hakkı kazanan işçinin maaşı kadar tutmadı.

6 Nisan 2024 Cumartesi

Fuzuli - Gazel - 23 (Her zaman manzûr bir şûh-i sitem-kardir bana)

 

Her zaman manzûr bir şûh-i sitem-kardir bana
Kanda olsam bir belâ Hak’dan mukarrerdir bana
Ol ham-i ebrûya kılsam secde her sâ’at n’ola
Kıble ile ol ham-i ebrû ber-â-berdir bana
Gam değil cismimde ger seng-i melâmet zahmi var
Şıhna-i bâzâr-i sevdâyım bu buz yurttur bana
Gözde hûn-âlûde peykânın hayâliyle hoşum
Her biri gûyâ ki bir berg-i gül-i terdir bana
Zahmlerden bin ağız açtım edâ-yi şükre kim
Her okun bir ni’met-i gayr-i mükerrerdir bana
Akl irşâdiyle bulmak kâm mümkindir velî
Dâm-i râh ol halka-i zülf-i mu’anberdir bana
Ahter-i bahtım vebâlim gör kim ol mehden gelen
Mihrlerdir özgeye cevr ü cefâlardır bana
Ey Fuzûlî menzil-i maksûda yetsem ne aceb
Hidmet-i pîr-i mugan irşâdı reh-berdir bana

Ahmet Hikmet Müftüoğlu - Alparslan Masalı

Alparslan

Eteklerinde Sarısu'yun aktığı Altın dağlar silsilesinden ulu Karadağ'ın çorak yamaçlarında bir gölge ilerliyordu. Sabahtı. Güneş, ilk tatlı ışıklarını tepeden dökerek henüz serin ve taze akan nehrin dalgacıkları üstüne yayıyordu. Ağır yürüyüşünden, etrafına ürkek bir keklik gibi ürke ürke bakışından bu karaltının bir kadın olduğu anlaşılıyordu.

Elif Yavaş - Küçük Evin Öyküsü

 

     Çocuk edebiyatı ile yaşamı kaleme alsak. Küçücük bir evin işçinde oynanan oyunlarla minik yüreklere uzansak… Kendisiyle oynamıyorlar diye üzülen çocuklar, ah bir büyüseniz ne oyunlar oynar insanoğlu size. Küçük evin öyküsünü yazmalı çocukların dilinden. Nohut oda bakla sofa misali bir ahşap ev olsun ya da. Yaylaları olan, bol yeşillik yudumlayan Karadeniz coğrafyasında belki de. Küçüklerle iletişimi değerli kılıp onların gözünün içine bakarak konuşmak nasıl da öz güven aşılar yavrularımıza. Küçük evin hikâyesi öncelikle sevgi ve insanlık dersiyle başlamalı elbet.

     Küçüklerimizin dil gelişimini kamuoyunda sevdirmeli. Kalbinizin iç resmi, editörü olur öykülerinizin. Yazarlık atölyesinde yolda kalırız lâkin insanlıkta sınıfta kalmamaktır mühim olan. Hayat da önümüze açılan bir öykü penceresidir. Bazen fırsatlar insanın ayağına gelir yahut sevdiğimiz yanı başımızdadır da değeri geç fark edilir. Gözlerinden öpmeli çocukluğun.

    Yazarlarla karşılıklı oturup edebiyatı, kitapları, eserleri ve hayatı konuşmalı. Eğitimci, yazar, şair, okutman, akademisyen, editör, sanatçı, araştırmacı insanların özü ve yüreği güzeldir. Mütevazı duruşu harikuladedir ve sohbeti ballıdır. Hanımefendi, beyefendi kadim dostları olmalı inansın bir iki tane dahi olsa. Bir incelik yaratmalı ince düşüncelerle. İlk Öğretmen Okulu, Yüksek Öğretmen Okulu, Kız Öğretmen Lisesi, Anadolu Öğretmen Lisesi, Köy Enstitülerinde yetişen eğitimcilerle güzelleşir öğretmen evlerinin gülleri. Çocuklarımızı emanet ettiğimiz kucaktır her bir eğitimci adayı. Cumhuriyet kadınları ve Anadolu kadını manevî güç ve moral verir evin direği beylere. Öğretmenliği yanında yazarlık vasfını da kullanır akıllı kadınlar ve beyler. Zeki beyefendiler bir yayınevi sahidir mesela, ek iş olarak kitap yazarlar.     

    Damladan deryaya, mısradan şiire, notadan müziğe, heceden kitaplara uzanır hayat. Plâket ve Onur Belgesi ile taçlanır sanatseverin arşivleri. “Haftanın Öykü Kitabı, Yılın Adamı, Yılın Annesi, Yılın En İyi Öğretmeni, Günün Yazısı” gibi özel yazılar kişinin öz güvenini kıdemli kılar. Aile yapısı önemlidir bir öğretmende. Hayata bakış açısı mühimdir. Hayata, insanlara sevgiyle bakmak müspet fikirleri çoğaltır. Başkalarıyla yarışmak yerine kendiyle yarışmalı, önce kendini aşmalı insanoğlu eksiklerine odaklanarak. Olumsuz durum ve davranışlardan ders çıkarmalı. İyilikler karşılık beklemeden yapılırsa çoğalır. Matematikçi bir insanın ikilemde kalıp şirke uğraması, meşakkatli olsa da zıt kutup alanları yine de kendisini mutlu edebilir.

      Öğretmenlik ve yazarlık birbirini tamamlayıcı, bütünleyicidir aslında. Çelişkiler kaybolup araya uğraş girer diyalog ve iletişim becerisinde. Çocuk edebiyatı da öğretmen bir yazarın kaleminde renklenir satır satır. Edebiyatın büyülü dünyası zengin Türk kültürümüzle halk kültürünü doğurur. Bir başka deyişle kültürü yaratan halktır aslında. Kendiyle baş başa kalıp önce ne yazacağını düşünmeli, bilgi dağarcığını ayıklayıp sonra kalemi ele alarak klavye tuşlarında gezinmeli parmaklar. Yaşamdan konu ve içerikler tatlı tema yaratır içimizdeki kahramanlarla. Araştırmacı yönü ağır basmalı kişinin. Halk kültürü maneviyatla bezenmiştir şair kalemimizde. Küçük evin öyküsünü yazdırır şairane tabirle.

     Toplumun sosyoekonomik yapısı, toplum kesitinin değerleri, yaşam tarzı, tahsil, yaşanmışlıklar insan üzerinde olumlu iz bırakmalı. Âşık atışmacaları ve çeşme başı manileri ne hoştur. Toplumsal içerikli yazılar halkımızın içinde doğar. Objektif altında analiz olur kelimeler. Sentezlenir vurgu, tonlama ve beden dili. Halk dili ve kültüründen esinlenir kalem. Tespit ve teşhisler topluma mesaj olur. Kadının mücadelesi ve toplumdaki yeri kurgulanıp el ele verir çocuk hikâyesinde. Korumasız ve silâhsız gençler, kadın, yaşlı, çocuk, hasta ve yaralılar cephe dışı kalır bir ülkede savaş çıkınca. İçinde hayal konusuna yer verilmeyen bir öykü de çocuksuz kalır. Köy Enstitüleri, üretime dönük bir eğitimdir. Samanlıklar bile sınıf olur damsız yapılara. Köy çocuklarının sesi çınlatır damdan yapılma sınıfları. Damladan deryaya, pınardan çocukluğa yağmur olur sanat. Çer çöp toplamalı umutlar ama bilgiyle toplanmalı. Derlemeli ilmimizi orijinal ruhuyla. Gelmiş geçmiş yaşanmışlıklar omuzlarda yük olup sırta biner.

     Halk kültürüyle yeşerip halkın içindeki sesi anlatır küçük evin çocukları. Bir türkü tüter cam kırığı hayallerimde ve hıçkırığı kesilir hüznün. Kadir kıymet bilenlerle sırtınız sıvazlanır. Halk sevgisiyle taltif edilir motivasyon. Düşünceler olgun yüreklere sorumluluk yükler. Marifet iltifata tabi olup sade kalmalı. Yazmak gönül işidir, yayımlamak madden bir yük. Yoğunlaşmalı çocuk edebiyatına, küçük bir evde biriken hatıraları çoğaltmalı. Antolojide yer almak da iyidir. İnsan fıtratı, sevmek ve sevilmek üzerinden yorumlar kitapları. Ufukta yeni çalışmalar oluşmalı. Bir müjde vermeli yeni eserlerle. Bir fırsat vermeli yazarlarımıza. Aile terbiyesinden alınan nezaket ile büyümeli bir çocuk. Küçük evin öyküsünü anlatmalı çocuklarımız.

 19 Temmuz 2018 Perşembe