22 Mart 2025 Cumartesi

21 Mart 2025 Cuma

Abdurrahim Karakoç - Dua


Senin ak alnından gök gözlerinden
Önce dallar sonra yapraklar öpsün.
Eğilsin yıldızlar tutsun elinden
Gecelerden sonra şafaklar öpsün.

Shukur Qurbon - Navro'z



Tun bilan tong erur tashbehda udum.
Аbdulla Oripov

Koʼkda parcha-parcha yulduz,
Sirli-afsunli dunyo.
Bir yulduz bor jahonda
Tong yulduzi-purziyo.
Qoʼllarida nurdan qilich,
Tillarida nurdan soʼz.

20 Mart 2025 Perşembe

Og'uz Atay - Oq paltoli odam

Gavjum bir olomon orasida edi. Cho‘ntagida hemiri ham yo‘q omadsiz edi. Masjidning oldida tilanchilik qilayotgandi. Katta bir masjid edi bu. Minoralari, gumbazlari, peshtoqlari va panjarali derazalari – bari-bari mukammal edi. Ammo tilanchilar uchun masjidning eng muhim yeri keng sahnli hovlisi edi. U bir chekkada turardi. Biror bir qiliq ko‘rsatmaganidanmi yoki rahm-shafqat uyg‘otuvchi g‘arib qiyofasi yo‘qligidanmi va yoki o‘zini butun borliqdan ayirgan ko‘yi sanoqsiz muvaffaqiyatsizliklarini qayg‘uga arzitib tuzuk-quruq o‘ylolmaganidanmi – hatto tilanchilik qilayotib ham omadsiz edi. Kichkina idishlarda bodroq sotmagani uchun bolalar va qushlarga o‘zgalar nomidan yaxshilik ham qilolmasdi; buning ustiga, u na – egnida qirmizi jubbasi bor, folbin siyoqli qariya singari tushlik vaqtida old tomonini tushirib qo‘ysa, rostmana do‘kon eshigi kabi sohibini ko‘zdan yashiruvchi oshlangan qo‘y terisi bilan o‘ralgan g‘ildirakli boshpanada yashardi va na – beso‘naqay semiz, nogiron baqqol singari tasbeh-u ko‘zmunchoqlarini, chaqmoqtoshlarini boshqa sota olmasligiga ko‘zi yetgan zahoti rulga o‘tirgancha motosikliga biriktirilgan rastasi bilan istagan yeriga keta olardi. Na sarmoyasi va na ko‘zga tashlanarli bir qusuri bor edi. Balki, yo‘ldan o‘tayotgan bir notanishni to‘xtatib, kasalxonadan endigina chiqqanini, qurilishdagi ishboshi hamqishlog‘ining yoniga borish uchun puli yo‘qligini aytib, qishloqlik bechora rolini o‘ynasa bo‘lardi; ammo gapirmagani uchun bu borada ham bir muvaffaqiyatga erishishi g‘oyat qiyin edi. Masjid devoriga suyanib turishdan boshqa diqqatga arzigulik hech qanday harakat qilmasdi. Hattoki kaftini ochishga ham urinib ko‘rmasdi. Shunday bo‘lsa ham, kabutarlar va bodroq idishlari, masjidning bo‘rtib chiqqan qiya devoriga terilgan shahvoniy va diniy kitoblar, xalqni ba’zi ijtimoiy illatlardan ogohlantirish maqsadida ko‘zga ko‘rinib tursin deb daraxt poyasiga o‘ralgan gazetalar va tilxat evaziga xayrli ishlar qilayotgan kishilar soni ko‘paygan bir paytda, uni nogiron deb o‘yladi, shekilli, hijob o‘ragan cho‘pday ozg‘in bir ayol bu istaksiz tilanchining kaftini o‘girib, ozroq pul qo‘ydi. Ehtimol, o‘sha paytda tik ko‘tarilgan quyosh sabab ko‘zlari pirpirab, pulga qaramadi; ehtimol, masjidning ichki hovlisida o‘ynayotgan bolalarga astoydil tikilib qolganidan kaftini yopishni unutdi. Bularning bari kunning ilk xayrsevari biroz uzoqlashgandan keyin sodir bo‘ldi. Ayol uning yuziga qarab turarkan, atayinmi yoki bilmasdanmi, ko‘z qorachiqlarini hech qimirlatmagandi. Shuning uchun ilk homiysi u haqida ko‘r bo‘lsa kerak, degan xulosaga kelgan edi. Kaftiga tushgan yana bir tanganing ovozidan o‘ziga kelgandek bo‘ldi: boshini ko‘targach, xuddi o‘ziga o‘xshash, kiyimlari yirtiq, uzun soqolli odamni ko‘rdi. Keyin…Keyin esa eski gilamdan tikilgan qo‘pol bozor xaltasini asabiy titkilagancha tangalar uchun mo‘ljallangan hamyonini qidirayotgan yosh qiz ko‘rindi qarshisida; kattagina tanga kaftidagi boshqa tangalardan qiymatliroq edi, qo‘li og‘irlashdi.

Oğuz Atay - Beyaz Mantolu Adam

Kalabalık bir topluluk içindeydi. Başarısızdı. Parası yoktu. Dileniyordu. Caminin önündeydi. Büyük bir camiydi bu. Minareleri, kubbeleri, kemerleri ve parmaklıklı pencereleri filân hepsi tamamdı. Özellikle avlusu: dilenenler için en önemli yer. Bir kenarda duruyordu. Hiçbir hüner göstermediği için ya da acındırıcı bir garipliği olmadığı için ya da kendisini çevreden ayırıp başarısızlığına üzülecek kadar düşünemediği için dilenirken de başarısızdı. Küçük kaplar içinde mısır satmadığı için, çocuklarla ve kuşlarla birlikte, başkaları adına sevap işleyemezdi; ayrıca, ne kırmızı cüppeli bir müneccime benzeyen ihtiyar gibi tekerlekli ve meşin duvarlı ve öğle tatilinde ön duvarı bir kepenk olup sahibini kapatıveren kulübede yaşıyordu, ne de şişman kötürüm gibi nazar boncuklarını ve tespihlerini ve çakmak taşlarını artık satamadığı anda gaz pedalına basıp motosikletli tezgâhıyla oradan hemen uzaklaşabilirdi. Sermayesi ve görünür bir sakatlığı yoktu. Belki, yoldan geçen birini durdurup, hastaneden yeni çıktığını ve hemşerisi inşaat çavuşuna gidecek parası olmadığını söyleyerek köylü taklidi yapabilirdi; fakat, konuşmadığı için, bu bakımdan da basan kazanması oldukça güçtü. Caminin duvarına yaslanmaktan başka ilgi çekici bir eylemde bulunmuyordu. Hatta henüz avcunu açma teşebbüsüne bile geçmemişti. Bununla birlikte, güvercinlerin ve mısır kaplarının ve caminin eğimli bir duvar çıkıntısına dizilen cinsel ve dinsel kitapların ve halkı bazı toplumsal kötülüklere karşı uyaran ve ağaç gövdelerine sarılan gazetelerin ve makbuz mukabili iyilik işleriyle uğraşanların yoğunlaştığı sırada, onu sakat sanan başörtülü ve çarşaflı kuru bir kadın, bu gönülsüz dilencinin avcunu çevirerek içine biraz para koydu. Belki de o sırada oldukça yüksekte duran güneş yüzünden gözlerini kırpıştırdığı için paraya bakmadı; belki de gözü, caminin iç avlusunda oynayan çocuklara takıldığı için avcunu kapamayı unuttu. Bütün bunlar, günün ilk hayırseveri biraz uzaklaştıktan sonra olmuştu. Kadın onun yüzüne bakarken, bilerek ya da bilmeyerek hiç oynatmamıştı gözbebeklerini. Bu yüzden ilk müşterisi onu kör sanmıştı. Avcuna düşen başka bir paranın sesiyle kendine gelir gibi oldu: Kendisi gibi elbisesi yırtık, sakalı uzamış bir adam gördü başını kaldırınca. Sonra, eski bir halıdan yapılmış torbasını sinirli hareketlerle karıştırarak bozuk para çantasını arayan genç kız çıktı karşısına; büyük bir para elini ağırlaştırdı, öteki bütün paraları kapadı.

Ömer Seyfeddin - Gizli Mabed

— Müfide Harunımefendi'ye-

Geçen gün Tokatlıyan'da Sermet bana genç bir Frenk takdim etti. Sorbonne'dan arkadaşmış! Kumral, çini mavi gözlü, güzel, narin, nazik bir çocuk! Aşırı bir Doğu düşkünü. İlk lafı bu oldu:

— Azizim, siz kendinizi bilmiyorsunuz. Avrupa'yı bir şey zannederek kendi güzelliklerinizi görmüyor, kendi sırlarla dolu dünyanızı yaşamıyorsunuz.

Birdenbire haklı mı, haksız mı olduğunu kestiremediğim bu eleştiriye gülümsedim:

— Yaşamadığımızı, göremediğimizi ne biliyorsunuz?

— Bunu gözümle gördüm, diye coştu. Üç senedir Sermet'in evindeyim. Her şey alafranga: Yemek salonu, yatak odası, karısının, kardeşlerinin giyinişleri, hareketleri, hatta düşünceleri, anlayışları bile hep Avrupalı gibi! Ah, nerede Loti'nin[1] Türkiye'si?

— Loti'nin Türkiye'si karşı tarafta! dedim.

— Evet, öyle söylüyorlar. Fakat içine girilmez bir âlem!.. Yazık ki siz bu tablolara konu olmaya layık âlemi sevmiyorsunuz.

                — Sevenlerimiz de var! dedim.

— Siz sevenlerden misiniz?

Ahmed Ârif - Hasretinden Prangalar Eskittim

 


   Seni, anlatabilmek seni.
   İyi çocuklara, kahramanlara.
   Seni anlatabilmek seni,
   Namussuza, halden bilmeze,
   Kahpe yalana.

19 Mart 2025 Çarşamba

Ömer Seyfeddin - Teselli

 

Batıdan gelen büyük düz yolun tâ ağzındaki taş konak, ziyaretçisi olmayan bir türbe gibi sakindi. Yeşil boyalı demir kapısının aralığına yaslanmış ak sakallı, garip, üzgün bir komutan yardımcısı; yere, karmakarışık serseri izlere bakarak düşünüyordu. Kapakları örtülü ıssız pencerelerin arkasında sanki derin, duyulmaz bir matem feryadı gizliydi. Beş hafta evvelki bozgunun şehri dolduran yaralıları, kuskunsuz atlar, aç katırlar, kırık arabalar, topallayan askerler, kalkansız süvariler, tolgasız yeniçeriler, mızraksız sipâhîler; yüksek, beyaz duvarlara, geçici bir gölge kâbusu halinde, mahzun akislerini bir an sürüyorlar, sonra titreyerek, siliniveriyorlardı.

                Bu türbede yatan ölü, Erzurum kumandanı İskender Paşa idi. Haftalardan beri, tozlu bir sanduka içi gibi karanlık odasında, dizlerini acıtan seccadeye kapanmış, yapayalnız oturuyordu. Sebebini bilmediği bir huzur ile salâtü selam çekerek beklediği, geç kalan Azrail'di. İşte tam otuz gün... Daima kulağında bir ayak sesi işitir gibi olur, genç kâhyasını çağırırdı:

Oyhan Hasan Bıldırki - Aşk Desem Az Gelir

 

Gariptir bende bir resmin bile yok
Gülsuyuna batırılmış mektupların da yok
Ama beni sana, seni bana bağlayan bir şey var
Aylar geçtikçe büyüyen, ölümsüzleşen
Sıcaklığı ilk gençlik günlerimize kadar uzanan
Aşk desem az gelir, karasevda belki

14 Mart 2025 Cuma

Muhsin İlyas Subaşı - Ozan Yusuf Polatoğlu Samimiyet Âbidesiydi

1956 yılında doğan ve 13 Mart 2021’dekaybetiğimiz Ozan Yusuf Polatoğlu, Türk Halk Şiirinin bu güçlü temsilcisi, halk irfanını mısralarıyla duygularımıza işleyen bir şairimizdi. Ben ona hep, ‘Halk Şiirini Hak Şiirine’ dönüştüren bir edebiyat adamı olarak baktım. Genç yaşında, daha lise öğrencisi iken kucağına düştüğü gurbetin kuşatıcı tehlikelerine karşı, duyalı tavrıyla bizim sesimiz olmayı başarmıştı.

Ses Bilgisi (Fonetik)

 Ses ve Dil Sesi

Genel anlamda kulağın duyabildiği titreşimlere ses denir. Ciğerlerden gelen havanın ses yolunda meydana getirdiği titreşime dil sesi denir. Dil sesleri, konuşma organlarının (ağız, burun, boğaz boşluğu ve soluk borusu) uyumlu çalışmasıyla, anlamlı kelimeler oluşturacak biçimde meydana gelir.

Ses, dilin en küçük birimidir. Kelimelerin söylenip yazılması ses değerlerine bağlıdır.

Sesler, anlam ayırt edici özelliğe de sahiptir:
ad/at, od/ot, sac/saç, hac/haç, hala/hâlâ, dahi/dâhi 

13 Mart 2025 Perşembe

Türk Yazı Dilinin Tarihi Gelişimi


Eski Türkçe: Eski Türkçe devresi, Türk dilinin bilinen ilk devresidir, ana Türkçe devresidir. Türkçe'nin bütün yapısı bu devre ile izah edilir. Öncesi, Türkçe'nin karanlık devresi olup, Çuvaşça ve Yakutça ile, daha ileride Moğolca ile birleşir.

Mîlâdî 8, 12 ve 13. asırlar arasında kullanılmıştır. Türk yazı dilinin ilk yazılı örnekleri olan Orhun Kitâbeleri, her ne kadar 8. asra ait olsa da bu kitâbelerdeki yazı dilinin, çok işlenmiş bir yazı dili olduğunu görmekteyiz. Bu sebeple Türk yazı dilinin başlangıcını çok daha öncelere, belki de miladî ilk asırlara götürmek mümkündür.

12 Mart 2025 Çarşamba

İstiklal Marşı’nın Yazılışı ve Kabulü


Tarihin her döneminde milletlerin ve devletlerin oluşumunda ve bağımsızlık vurgusunda önemli belirleyici unsurlar vardır. Bunların başında bayrak ve millî marş gelir. İlk Türk Devletlerinin kuruluşundan itibaren çalgı ve özellikle de davul, bağımsızlık ve egemenlik sembolü olarak bayrak ile birlikte önemli bir yer tutmaktadır. Avrupa’da Fransız İhtilali sonrasında ortaya çıkan milliyetçilik akımı ve devletlerin kuruluş sürecinde millî marşlar milletleri bütünleyen önemli bir unsur olarak değerlendirilmektedir.

Mehmed Akif Ersoy - İstiklâl Marşı

Beste: Osman Zeki Üngör

Güfte: M. Akif Ersoy


-Kahraman ordumuza

Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak;
Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak.
O benim milletimin yıldızıdır, parlayacak;
O benimdir, o benim milletimindir ancak.
Çatma, kurban olayım, çehrene ey nazlı hilal!
Kahraman ırkıma bir gül... Ne bu şiddet, bu celal?
Sana olmaz dökülen kanlarımız sonra helal;
Hakkıdır, Hakk'a tapan, milletimin istiklal.

11 Mart 2025 Salı

Abdurrahim Karakoç - Gerek Kalmadı

 

Zır deliye kaldı köyün meydanı
Değneğe, sopaya gerek kalmadı 
Bir kuru soğana kırdı gerdanı
Pilava, lepeye gerek kalmadı

10 Mart 2025 Pazartesi

Dilaver Cebeci - Birlik Çağrısı

 

Yağı 'Hurra!' deyip hücum edende,
Türk'ün Türk'e küseceği çağ mıdır?
Yüz bin değer yıkılırken bir günde,
Türk'ün Türk'e küseceği çağ mıdır?

Adnan Durmaz - Gönülde Kar Erir Çiğdemler Açar


Yine hasret sardı gönül bağını
Her güzelin türlü türlü gizi var
Kördumanlar basmış Emirdağını
Hayatın da dumanı var sisi var

7 Mart 2025 Cuma

Aziz Mahmud Hüdayi - Nutk-i Şerif


Ne sübhânsın şerîkin yok ilâhî
Ne sultânsın vezîrin yok ilâhî

Ömer Seyfeddin - Başını Vermeyen Şehit


            "... Doğrusu budur ki o gaziler arasında böyle gaziler olmasa Zigetvar’a bu kadar yakınlarda, dört taraf kâfir hisarı iken durmak ve dinlenmek, özellikle böyle cenge kalkışmak ne mümkün idi..."

Peçevî, s. 355

Yarın arifeydi, öbür günkü bayram için hazırlanan beyaz kurbanlar, küçük Grijgal palangasının etrafında otluyorlardı. Karşıda... Yarım mil ötede Toygun Paşa'nın son kuşatmasından çılgın kışın hiddeti sayesinde kurtulan Zigetvar Kalesi, sönmüş bir yanardağ gibi, simsiyah duruyordu. Hava bozuktu. Ufku, küflü demir renginde, ağır bulut yığınları eziyor; sürü sürü geçen kargalar tam hisarın üstünden uçarken sanki gizli bir kara haber götürüyorlarmış gibi, acı acı bağırıyorlardı. Palanga kapısının sağındaki beden siperinde sahipsiz bir gölge kadar sakin duran Kuru Kadı yavaşça kımıldadı. İkindiden beri rutubetli rüzgârın altında düşünüyor, uzakta, belirsiz sisler içinde süzülen kurşuni kulelere bakıyordu. Bunların hepsi Türklerin elindeydi. Yalnız şu Zigetvar... Yıkılmaz bir ölüm seddi hâlinde "Kızılelma" yolunu kapatıyordu. Sanki bu uğursuz kargalar hep onun mazgallarından taşıyor, anlaşılmaz bir lisanın çirkin küfürlerine benzeyen sesleriyle her tarafı gürültüye boğuyorlardı. Kuru Kadı içini çekti. Sonra "Ah..." dedi. İncecik, sinirli boynunun üstünde bir taş topuz gibi duran çıkık alınlı iri kafasını salladı. Yeşil sarığını arkaya itti. Islak gözlerini ovuşturdu. Şimdiye kadar, asker olmadığı hâlde, her muharebeye girmişti. Birkaç bin yeniçeriyle dört beş topu olsa... Bir gece içinde şu kaleyi alıvermek işten bile değildi! Gerçi şimdi bağımsızdı. Ne isterse yapabilirdi. Palanganın kumandanı Ahmed Bey, öteki boy beyleriyle beraber Toygun Paşa ordusuna katılıp Kapuşvar fethine gitmiş... Kapuşvar'dan sonra Zigetvar' ı saran ordu kışın aman vermez zoruyla, zaptı yarı bırakarak Budin'e dönünce, o da askerleriyle tekrar palangasına gelmemiş, Toygun Paşa'nın yanında kalmıştı. Bugün Grijgal'den altı mil uzaktaydı. Palangaya yalnız Kuru Kadı karışıyordu. Esmer, zayıf yüzünü buruşturdu: "Palanga, palanga... Amma topu tüfeği kaç kişi?" dedi. Bütün genç muharipleri Ahmed Bey beraberinde götürmüştü. Hisardakiler zayıflardan, bekçilerden, hastalardan, ihtiyar sipahilerden ibaretti. Hepsi yüz on üç kişiydi! Düşman, galiba öteki palangalardan çekiniyordu. Yoksa burasını bırakmaz, mutlaka almaya kalkardı. Biraz eğildi. İnce yosunlu, soğuk sipere dirseklerini dayadı. Aşağıya baktı. İki üç asker beyaz koyunların arasında dolaşıyordu. Bir tanesi karşısına geçtiği iri bir koçu başına dokunarak kızdırıyor, tos vurduruyordu, öbürleri, elleri silahlarında, bu oyunu seyrediyorlardı. Bağırdı:

6 Mart 2025 Perşembe

A. Taner Kışlalı - Balo Maskesiz Olsun


Kimileri "ortaoyunu"nu maskeli balo ile karıştırıyor.
Ortaoyunu güldür güldür, bu güldürmüyor...
Maskeli balonun bir gizemi vardır, bu ise sadece çirkinlikleri gizliyor.
Kimileri maskelerin ardındaki gerçeği bilmiyor.
Kimileri ise bildiği halde susuyor.
Ya çıkar gereği... Ya da korkudan!
Balo maskesiz olmalı ki, kimin kiminle dans ettiği bilinsin... Maskeler inmeli ki, o maskelerin ardındaki suratları beğenmeyenler, aldatılmaktan kurtulsun!